30 Haziran 2014 Pazartesi

VİRGİNİA WOOLF'TAN YAZAR ADAYLARINA TAVSİYELER


 
*Acımasız ve zararlı bir yaratık olan Evin Meleği'ni öldürün.

“Dünya tüm gücüyle sizden yazmaya ayırdığınız mesai saatlerini çalmaya (ya da daha fenası, yazmak istediğiniz için kendinizi suçlu hissetmenizi sağlamaya) çalışırken, yazmaya çalışmak çok zorlayıcı olabilir.” Acımasız ve zararlı bir yaratık olan Evin Meleği'ni öldürmeye hazır olun. “Eğer ben onu öldürmeseydim, o beni öldürecekti. Yazılarımı can damarlarından kesip atacaktı. Çok zor öldü, tam öldüğünü düşündüğüm zamanlarda yeniden ortaya çıktı.”

*Yazma alışkanlığı kazanın.

“Sadece yazın. Sayfalar dolusu saçmalayın. Aptal olun, duygusal olun, Shelly'yi taklit edin; içinizden gelen her sese kulak verin; dilbilgisi kurallarını da, teknik ve biçimsel anlamda bilinen tüm kurallarla beraber ihlal edin; dökün; devirin; kendi keşfiniz olan, olmayan her türlü kelimeyi kullanın, şiirsel bir biçimde, düzyazı bir metinde, ya da elinize geldiği gibi bir çırpıda yazılan anlamsız sözlerle öfkelenin, sevin, alay edin. Ta ki yazmayı öğrenene kadar.”

*Zihninizi serbest bırakın.

“Tam olarak ne düşünüyorsanız onu yazın, tek yol bu. Bir anlığına sıradan bir günde sıradan bir zihni inceleyin. Zihin, sayısız izlenimin, saçma, acayip, çabucak unutulan ya da asla akıldan çıkmayan izlenimlerin akınına uğrar, akla düşen her zerreyi, sırasıyla kaydedin, yolun takip edilmesine izin verin.”

*Beyninizi harekete geçirmek için her gün yürüyüşe çıkın.

“Şehrin sokaklarında yürümeyi severim, sokaklar bana bir şeyler anlatır. Uçsuz bucaksız çimenlerde yürümek, koyun sürülerine dalmak, yükseklere tırmanmaya çalışan kuzular... Bunlar hiçbir şeyin başaramadığı kadar beni besliyor, dinlendiriyor, mutlu ediyor. Yürürken adeta puslu bir yoldaymış gibi hisseder, rüyadaymış gibi kendimden geçer, enfes cümleler kurup hayalimde canlanan sahnenin perde arkasında gezerim.”

*Okumayı sevin. Okumak sizi çok daha iyi bir yazar yapar.

“İçimizden birinin bir diğerine vereceği tek bir okuma tavsiyesi olabilir, o da tavsiyelere kulak vermemektir. Yüreğinizin sesini dinlemenizi öneririm. Kendi sebepleriniz olmalı ki kendi sonuçlarınıza ulaşabilesiniz. Özgürlük, bir okurun sahip olabileceği en önemli niteliktir. Hepimizin sevdiğimiz yemekleri seçmemizi sağlayan bir damak tadı var. Ne tür kitapların hoşumuza gittiğini ise ancak her tür kitabı okuyarak bulabiliriz. Tarihî ve biyografik kitaplar, romanlar, şiirler, oyunlar, klasikler ve modern eserler kimi zaman aynı anda okunduğunda birbirinden bizi etkileyenler, besleyenler, geliştirenler olarak ayrılacaklardır. Edebiyat sevgisinin kazanılması çoğunlukla iyi kitaplarla değil kötü kitaplarla olur.”

*Otuz yaşına gelmeden hiçbir şey yayımlatmayın.

“Otuz yaşına gelmeden hiçbir şey yayımlatmayın. Eğer yayımlarsanız özgürlüğünüz kısıtlanır. İnsanların fikirlerini önemsemeye başlarsınız. Onlar için, onlardan iyi şeyler duymak için yazmaya başlarsınız.”








27 Haziran 2014 Cuma

STEPHEN KİNG'DEN YAZAR ADAYLARINA TAVSİYELER


Zarflar, bir fiilin, fiilimsinin, sıfatın veya başka bir zarfın anlamını yer, durum, zaman ve miktar bakımından niteleyen sözcüklerdir. Zarflar, yazarın zihninin çekingen, pasif sesidir. “Üzgünüm, kendimi yeterince açık ifade edemiyorum, size göstermek istediğim nokta, büyük resim bu değil, en iyisi bir zarf kullanayım.”

Şu cümleyi inceleyelim. “Kapıyı sıkıca kapattı.” Berbat bir cümle değil. En azından düzenli bir fiil. Kendinize bir sorun. “sıkıca” zarfının gerçekten orada olması gerekiyor mu?

Hadi şu iki cümleye bakalım. “Kapıyı kapadı.” ve “Kapıyı çarptı.” Anlamları arasındaki farklılığı görebilir, tartışabilirsiniz. “Kapıyı çarptı.” cümlesi bize kapının nasıl kapatıldığını anlatmıyor mu? Yukarıdaki cümle bize bunu anlatıyorsa, “sıkıca” fazladan, gereksiz bir kelime değil midir?

Cehenneme giden yolun zarflarla döşeli olduğuna inanıyorum. Yazı tarlanıza ekeceğiniz bir zarf hoş ve etkileyici görünebilir. Beş, elli, yazının tamamını eline geçirdiğinde?

Zarflardan uzak durun. Zarflar, arkadaşınız değildir!(*)
 

*Bu yazı brainpickings.com'dan kısaltarak alınmıştır. Yazının tamamına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.
Stephen King'in Yazma Sanatı adlı kitabı yazı yaratımı ile ilgilenenler için güzel bir kaynak. Kitabı incelemek için aşağıdaki linki tıklayın.

24 Haziran 2014 Salı

YARATICI YAZARLIK ATÖLYELERİ


Yaratıcı yazarlık” diye bir eğitim olabileceğinden ilk kez okuduğum bir roman sayesinde haberdar oldum. Elisabeth Dunkell'in, Her Kadın Bir Rus Şaire Aşık Olur'un kahramanı Kate akşamları yaratıcı yazarlık derslerine gidiyordu. Üniversiteye ilk başladığım yıllarda (milleniyuma yaklaşırken) okumuştum romanı. Kitabın ortalarında çok da önemi olmayan bir detaydı. Ama aklıma kazındı.

Çocukluğumda hayal ettiğim 2000'li yıllar Jetgiller çizgi filminin görüntüleriydi. Havada uçan arabalar, robotlar, vs. Millenyuma girdiğimde arabalar hâlâ karadan gidiyordu. Buna karşın bilgi ve iletişim çok hızlıydı. İnternetle ilk tanışanlar gibi ben de önce bir e-posta adresi ve icq hesabı edindim. Arkadaşlarıma e-postalar ve komik posta kartları yollamaya başladım. Hâlâ internetle tam olarak ne yapabileceğimi bilmediğim günlerdi. Zaman geçti. İnternetle ilişkim arttı. Arama motorlarını keşfettim. Bilgiye ulaşmanın hızlı yoluydu internet.

Bir zaman geldi. Bir kırılma ânı. Durmak, yavaşlamak hiçbir şey yapmamak istedim. Bir hastalıktı beni yavaşlatan. Sayfalar dolusu yazmak sadece yazmak, okumak, evden hiç çıkmamak istedim. O günlerde aklıma yaratıcı yazarlık atölyesi geldi. Arama motoruna yazdım. Karşımda ilk kez bir seçenek çıktı. Atölye çoktan başlamıştı. Önümdeki süreci, katılıp katılamayacağımı bilemediğimden belirsiz bir tarihe erteledim.

İki yıl sonra otuzuma girerken kendime hiç cömert davranmadığımı düşündüm. İsteklerimi ertelediğimi, görmezden geldiğimi. Arama motorunu açtım, yazdım: Yaratıcı yazarlık.
İki alternatif çıktı karşıma. Mario Levi-Mim Sanat ve Murat Gülsoy BUMED
Her  iki yazarı da okumamıştım. Mario Levi'nin Bir Şehre Gidememek adlı hikâye kitabı ve İstanbul Bir Masaldı adlı romanı vardı evde. Her iki kitabı da ablam almıştı. İlk kitabı almasının sebebi kitabın başındaki Kavafis'in Şehir şiiriydi. İkinciyi almasının nedeni kitabın ismiydi. Laf aramızda ikimiz de hâlâ İstanbul Bir Masaldı'yı okumadık. Mario Levi bir dönem reklam ajansında metin yazarlığı yapmış. Bu deneyimle çok isabetli kitap kapakları ve başlıkları seçiyor, kitapları adeta rafların arasından okurunu çağırıyor. Murat Gülsoy'u ise ne okumuş ne de adını duymuştum. Tercihimi Mario Levi'den yana kullandım. Yazarlıkları ya da programın içeriği değildi seçimimi etkileyen. Dünyanın en tembel insanlarından biri olarak her pazar Göztepe'den kalkıp Rumelihisarı'na gitmeye üşendim. Moda evime daha yakındı. Aradım kayıt oldum. Atölye günü geldiğinde elimde bir defter evden çıktım. Moda'da bir apartmanın önünde bekleyen üç kişi gördüm. Ürkek birer merhaba, çekinerek sorduğum “Siz de mi yaratıcı yazarlık atölyesine geldiniz?” soruma aldığım olumlu cevabın ardından birlikte beklemeye koyulduk. Yeni girdiğim ortamlarda uzun uzun kuracak cümlelerim yoktur. Sonrasında susmuş olmalıyım. Hatırlamıyorum. Bu karşılaşma ve durma ânının hikâyesini Betül'den bekliyoruz. Bir süre sonra Olga hanım geldi. İçeri girdik. Sonra Mario Levi geldi. Peşi sıra diğer katılımcılar ve derse başladık. 3 aylık ilk kurun ardından ertesi sene bir kur daha gittim. Yazar odasında iki yaratıcı yazarlık atölyesinin kıyaslandığı yazıyı çok severek okuyunca kendi yaratıcı yazarlık atölyesi deneyimimi ve tavsiyelerimi paylaşmak istedim. Yazar odasında yayımlanan yazıyı okumak için tıklayın.


http://yazarodasi.blogspot.com.tr/2011/10/iki-yazarlk-atolyesi-incelemesi-2.html



Yaratıcı yazarlık atölyeleri ne işe yarar? Benim ne işime yaradı?

Atölye boyunca her hafta üç keyifli saat geçirdim. Edebiyattan hoşlanan insanlarla bir araya geldim. Güzel dostluklar kurdum. Daha bilinçli ve iyi bir okur oldum. Yazmanın yazarak ve okunarak öğrenilen bir şey olduğunu öğrendim. Yazmanın üç sırrını öğrendim. Çalışmak, okumak ve sabretmek. Yazmanın insanı yalnızlaştıran, sosyal yaşamından çalan, ancak vazgeçilmeyen bir tutku olduğunu öğrendim. Üstelik kimse bana para, şöhret, basılı bir kitap vaat etmedi.

Yaratıcı yazarlık atölyesi sayısı geçmişe nazaran arttı. Küçük şehirlerde dahi bu tür atölyelerle karşılaşmanız artık olası. Online yaratıcı yazarlık atölyesi seçeneklerine de rastlayabilirsiniz.

Yazmak istiyorsunuz. Bir atölyeye gitmeye karar verdiniz ancak hangisini seçeceğinize karar veremiyorsanız aşağıdaki öneriler işinize yarayabilir.

*Seçenekleri araştırın.

*Kurmaca metni yayımlanmamış birini seçmeyin.

*Mümkünse yazarlığını sevdiğiniz birinin atölyesine devam edin.

Mario Levi'den bir atölye yöneticisi olarak çok hoşlandım. Sohbetini, özellikle ilk kurda izlediği yolu, verdiği ödevleri çok sevdim ve faydalı buldum. Ancak hâlâ iyi bir Mario Levi okuru olduğumu söyleyemem. Murat Gülsoy'u ve Yekta Kopan'ı yazarlıklarıyla tanıdıktan sonra onların atölyesine devam etmiş olmanın nasıl olabileceğini düşünmeden edemiyorum.

Mario Levi'nin atölyesinin içeriğine dair spoiler vermeyeceğim. Levi, teknik ya da biçim öğretmiyor. Ödevler üzerinden, sohbet esnasında yanlışları, doğruları gösteriyor elbette. Ancak asıl yaptığı şey yazma sevgisini oluşturmak, içinizde sakladığınız yazmaya değer ya da sizi aslında yazmaya iten şeyi açığa çıkartmanızı sağlamak. Teknik, biçimler, yöntemler, kategoriler sonradan öğrenilebilir. Önemli olan bilinçaltını serbest bırakabilmek. Mario Levi'nin atölyesinde bunu yapmak mümkün. Metinlerde kişisel sırdaşlıklar aramayan, metni edebiyle okuyabilen katılımcıların varlığının atölye çalışmalarını daha keyifli ve uyumlu hâle getireceği kesin. Atölye yöneticinizi seçebilirsiniz ancak katılımcıları seçmeniz mümkün değil.

*Farklı yazarların atölyelerine gidin.

Eğer yazmak işi hâlâ ilginizi çekiyorsa, devam etmeyi düşünüyorsanız farklı atölyelere katılmayı ihmal etmeyin. Hem Mario Levi'nin hem de Murat Gülsoy'un atölyelerine katılmış biriyle tanışmıştım. Sohbet ederken bana Gülsoy'un atölyesinden ve katılımcılardan çok hoşlanmadığını, Gülsoy'un metinleri mutlaka basılı istediğini, metnin biçimine, imla hatalarına dikkat ettiğini söylemişti. Yazmak sevgisi kazandıysanız, artık basılı ya da dijital ortamda metinlerinizi yayımlatmak arzusundaysanız, biçim, kurgu, imla kurallarının daha çok konuşulduğu, hatalarınızın kalemle çizilerek düzeltildiği bir atölyeye katılma zamanı gelmiş demektir. Başlangıçta yazıdan korkutan, soğutan bir özellik gibi görünen işin teknik kısmının daha çok önemsendiği farklı bir atölye kesinlikle işinize yarayacaktır.

*Bu atölyelerden “yazar” olarak çıkmayacağınızı ASLA unutmayın!

Kimse size otuz altı saatte basılabilecek bir kitap yazmanın sırlarını veremez. Laf aramızda bu tür atölyelere gittiğinizde ilk duyacağınız şey yazmanın sanat yönünün öğretilebilir bir şey olmadığıdır. Yazarsanız yazarsınız, yazmazsanız yazmazsınız. Yazmak yazarak ve de çok okuyarak öğrenilen bir şeydir. Yazarak önce kendisiyle rekabet eder insan. Kendinden daha iyi yazar hâle gelir. Daha bilinçli bir okur olur. Bu da az şey değildir.




17 Haziran 2014 Salı

YAZLIK KİTAPLARINIZ HAZIR MI?




Yaz geldi. Sizi bilmem, ama ben yazın daha çok kitap okurum. Hele tatile gidiyorsam bavula en az üç kitap koyarım. Bir haftalık tatilimin son iki gününe geldiğimde onları muhakkak bitirmiş olurum. Sonra yanımdaki tatil arkadaşımın kitabına ortak olurum. Denize girse ya da uyuklasa diye gözlerinin içine bakar, şezlongtan uzaklaşır uzaklaşmaz kitabına kaldığım yerden devam ederim. Birinin kitabına ortak olmak vapurda birinin yan gözle gazetenizi okumaya çalışması kadar sinir bozucudur biliyorum. Ancak benim için yaz tatili bir ağacın gölgesine yatıp dilediğince kitap okumak, ter içinde kalınca kalkıp denize dalıp çıkmak, öyle uzun boylu yüzmelerle de işim yok, patates kızartması, hamburger yiyip, bira içmek demek. Elimde değil.

Deniz doğduktan sonra bazı şeyler değişti tabi. Tatiller hariç iki yıl doğru düzgün kitap okuyamadım örneğin. Deniz hiçbir zaman çok uyuyan, nerede olursa olsun uykusu geldiğinde gözleri kapanan bir bebek değildi. Plajda ya da havuz kenarında uyutacak olsam 45 dakika sonra uyanması garantiydi. Biraz da kendim dinlenebilmek için onu otel odasında uyutmaya başladım. Günün en sıcak saatlerini yapış yapış, gürültülü havuz başında geçirmektense klimanın serinliği, odanın sessizliği bana daha cazip geliyordu. Kesintisiz 1,5- 2 saatlik okuma molaları da yanıma kâr kalıyordu. İki yaşından sonraysa mucizevi bir şey oldu. Deniz odasında ve sabaha kadar uyumaya başladı. Ben de kitap okumaya geri döndüm. Bu arada bir de kitap kulübü kurduk. Şimdilerde arayı biraz açsak da kitap kulübüyle birlikte okumak ve yazmak alışkanlığımı geri kazanmaya başladım. Kitap kulübü için kurduğumuz bloğa, kitap tanıtım yazıları yazmaya başladım. Hakkında yazacağım kitaplar için araştırma yaparken okur bloglarını keşfettim. Bu bloglarda zaman zaman harikulade bilgiler de buldum. Çoğu zaman kendimi okumak konusunda çok yetersiz ve geç kalmış hissetmem bu okur blogları yüzünden. Bu kadar yazarı ve kitabı son iki yılda kaçırmış olamazdım. Elime ne geçerse okumuş, bilinçsiz bir okurdum. Ve giderek zamanım daralıyordu. Hayatım boyunca okuyabileceğim kitap sayısı, okumak istediklerimin yanına yaklaşamayacaktı. Kitap eklerini, okur bloglarını, yazar söyleşilerini daha dikkatli takip etmeye başladım. Sürekli yeni kitap isimleri not alıyorum. Okunmamış kitap kuleleri biriktiriyorum. Evde okumadıklarım yetmezmiş gibi, kütüphaneye dadanıyorum. Bazen yığınla kitabın arasında kayboluyorum. Nereden başlayacağımı bilemiyorum. Ciddi ciddi hayal kuruyorum. Hayattan bir yıl okumak, yazmak, sergi gezmek, söyleşi dinlemek molası almak gibi. Hayali bile içimi ısıtıyor.

Kendime yeni bir yaz okuma paketi oluşturuyorum. Okumayı planladığım, not aldığım, yeni çıkan kitaplar arasından beğendiklerimden oluşan sepet yavaş yavaş doluyor. Yazın okuduğum kitapların arasında mutlaka birkaç polisiye ve mizah kitabı da olsun isterim. Dün çok bunaldım. Ne zamandır kitap okurken katıla katıla gülmediğim geldi aklıma. İşe giderken yanıma Yedi Güzel Yıl'ı aldım. Elime alsam bir çırpıda okuyacağımı biliyordum. Ancak sırası gelmemişti. İşe gidince de hemen başlayamadım. Gelenler, gidenler, gündem... Sonra çatı adayı açıklandı. Sabrımızın sınandığını hissettim, bu ülkede yaşam hakkımızın giderek azaldığını. Sonra bir tweet okudum, güldüm. “HDP de Altan Tan'ı aday göstersin. Hangisi daha müslümansa kazansın.” Gülmek akıl sağlığını kesinlikle koruyordu! Açtım kitabımı okumaya başladım.

11 Haziran 2014 Çarşamba

BİR ÖYKÜ YAZALIM MI?


Cemil Kavukçu'dan öykü yazmanın ipuçlarını dinlemek ister misiniz? Cevabınız evetse, size bir çocuk kitabı önereceğim. Bir Öykü Yazalım mı?
 
 
Can Çocuk Yayınlarından çıkan kitabın kahramanı Fatoş adında bir kız çocuğu. Fatoş'un okuluna en sevdiği yazar gelecektir. Fatoş çok heyecanlıdır. Çünkü yazar imza günü için değil, çocuklarla öyküler üzerine sohbet etmek, öykü yazmak konusunda teknik bilgiler vermek ve birlikte bir öykü yazmak için geliyordur. En sevdiği hikâye olan Kırmızı Ayakkabılar'ı tekrar okur. Öyküyü her okuduğunda boğazında bir şeyler düğümlenmektedir. Öykünün geçtiği mekân, atmosfer gözlerinin önünde o denli canlıdır ki, yazarın bu olayı yaşadığından hiç kuşkusu yoktur. Geldiğinde yazara bunu sormaya karar verir. Beklenen gün geldiğinde yazar çocuklarla öykü üzerine sohbet eder. Öykü oluşturmanın ipuçlarını verir. Birlikte oluşturmaya başladıkları öyküyü evde bitirmelerini ister. Öyküleri okuyacak ve değerlendirecektir. En sevdiği öykünün yazarına bir de sürprizi olacaktır. 96 sayfalık macerayı bir çırpıda okudum ve çok sevdim. Sadece çocuklar için değil yazmak isteyen herkes için değerli ipuçları, önerilerle dolu bu kitabı herkese öneririm. Kitaptan yazma önerilerini paylaşacağım. Bu öneriler hikâyenin içine çok güzel yedirilmiş. Kitapta bahsi geçen önerileri maddelemek kolay olsun ve sanki Cemil Kavukçu doğrudan bize sesleniyormuş gibi algılansın diye ikinci tekil şahsa çevirerek yazdım. Kitapta yazarın tercihi aslında “biz” dili idi.
 
 Cemil Kavukçu'nun Öykü Yazma Önerileri

*Kitaplarla sıkı dost olmayan öykü yazamaz.

*Öykü yazarak ve okuyarak öğrenilen bir şeydir.

*Öykü yazmaya başlarken konusunu, geçeceği yeri, zamanı ve kişileri belirleyin.

*Aklınıza gelen öyküyü yazmadan önce kimseye anlatmayın. Çünkü o sizin öykünüz, yazıp bitirdikten sonra kim ne istiyorsa söyleyebilir. Ama kimsenin hayal dünyanıza karışıp size akıl vermesine izin vermeyin.

*Bitirmediğiniz bir öyküyü de “nasıl bir giriş olmuş, nasıl gidiyor, böyle devam edeyim mi?” gibi sorularla hiç kimseye okutmayın. Bunun nedeni bir önce söylediğimle aynıdır.

*Öyküye nasıl başlayacağım, ilk cümlem ne olacak gibi kaygılardan uzak durun. Sizi en çok etkileyen, belki öykünün ortalarında ya da sonunda yer alacak o çarpıcı bölümü yazmakla işe başlayın. Küçücük bir kartopu karda yuvarlanırken nasıl büyüyorsa öykünüz de öyle büyüyecek. Bittikten sonra fazlalıkları atar, eksikleri tamamlar, her şeyi yerli yerine koyarsınız.

*Hiç kimseye anlatmadan, okutmadan bitirdiğiniz öykünüzü bu sefer de siz okumayın. Bu süre en az bir hafta olmalı. Ne kadar geç okursanız sonuç o kadar yararınıza olacaktır. Buna 'DEMLENME' süreci diyoruz. Bilirsiniz, çay ne kadar iyi demlenirse içimi de o kadar iyi olur. Öyküyü dinlendirmenin size ne gibi bir yararı olacak? Demlendikten sonra öykünüzü okuduğunuzda hatalarınızı göreceksiniz. Çünkü o bekleme süresinde, yazarken içinde bulunduğunuz duygusal ortamın dışına çıkmışsınızdır artık. Aynı sözcüğü ne çok yinelediğinizi, ne kadar çok anlamsız ve süslü cümleler kurduğunuzu fark edeceksiniz. Artık kalemin değil, silginin devreye girdiği bir süreç başlayacaktır.
*Bir öykü yazmak için yola çıktığınızda BAKMAK ile GÖRMEK arasındaki farkı anlayacaksınız. Görmeye başlayacak ve gördüklerinizi göstermek isteyeceksiniz. Unutmayın ki öykü yazmak sözcüklerle resim yapmaktır. Bu öyle güçlü bir iletişimdir ki öyküyü okuyan da bir resim çizer. Bu yazarın resmine benzemese de okuyan artık yazan olmuştur.
*Öykünüzü yazmaya başladığınızda bir başlık bulmadıysanız acele etmeyin, bitirdikten sonra nasıl olsa bulursunuz.
*Yazdıkça, yaşanmamış bir olayı yaşanmış gibi anlatmayı öğreneceksiniz.


Öykü yazarken tıkanıklık yaşarsak nasıl aşacağız? Kitapta bununla ilgili de tavsiyeler var.
*Siz öyküyü kovalarsanız o kaçar. Bekleyin geldiği zaman kendini yazdıracaktır.
*Öyküler her zaman sizin okuduğunuz sıraya göre yazılmaz. Yazarın nereden başladığını bilemeyiz. Siz de yazarken aklınıza gelen en çarpıcı yerden başlayın. Yazarken çok rahat ve özgür olun. Yazdıklarınızı düzene koymak en son işiniz olsun.
*Öykü kapınızı çalar ama konukluğu kısa sürebilir. O anda kulağınıza fısıldadığı her şeyi yazın. Gittikten sonra yazacaklarınız zorlama olacaktır.






















5 Haziran 2014 Perşembe

GÖZDAĞI


 
Can Dündar'ın Gezi'yi anlattığı yeni belgeseli Gözdağı gösterime girdi. Belgesel Gezi'nin ruhuna yakışır bir şekilde yayımlanıyor. Dündar ve ekibi bedava gösterim koşuluyla isteyen belediyeye, kolektife, öğrenci derneğine, sendikaya, kültür merkezine belgeseli karşılıksız olarak sunuyor. Ben de dün Mahal'de belgeseli izleyenlerin arasındaydım. Bir avuç insandık. Çoğunu tanımıyordum. Ama büsbütün yabancı da sayılmazdık. Geçtiğimiz haziran, Taksim'de değildik belki ama birlikte sokaktaydık, Kordon'da, Halk Bahçesi'nde... Beraber bağırıyor, birlikte susuyor, göz yaşı döküyorduk. Dün akşam da birlikteydik. Gördüklerimiz karşısında içimiz cız etti, öfkelendik, gülümsedik, hatırladık. Tüm mesele de bu değil mi zaten? Unutmamak, unutturmamak...

Gözdağı, Türkiye'nin kitlesel anlamda görmeye başladığı tarihi, Gezi'nin ilk 48 saatini anlatıyor. Belgeselin ana teması “görmek”. Gözünden vurulan ama görmesi gerekenleri görenlerin hikâyesini anlatıyor. Belgesel hakkında yazacak değilim. Can Dündar'dan daha güzel anlatmam mümkün değil. Can Dündar'ın Birgün'de yayımlanan yazısını okumak için tıklayın.
http://birgun.net/haber/gozdagi-15047.html

Belgeselin gösterileceği mekânlar bu adresten duyuruluyor.http://gozdagifilm.com/

Belgeselin fragmanını buradan izleyebilirsiniz. http://vimeo.com/96490124
 
Gözdağı'na burada yer veriyorum. Çünkü hatırlamak istiyorum. Bu blogtaki yazılar, okuduğum kitaplar, izlediğim filmler, etkilendiklerim, aklıma takılanlar, benim yakın tarihimin ayak izleri aynı zamanda.

 

4 Haziran 2014 Çarşamba

KURMACA METİN YAZARLARININ EDEBİYAT BLOGLARI

Kitap alışverişlerimin % 90'ını internetten yapıyorum. İndirim ya da taksit imkânı yüzünden değil zorunluluktan. Yaşadığım şehirde doğru dürüst alışveriş yapabileceğim bir kitapçı yok. Aradığım kitapların bir kısmını bulamıyorum. Hâl böyle olunca alışveriş sepetine koyacağım kitaba ne dokunabiliyor ne de içinden birkaç satır okuyabiliyorum. Arka kapak yazısı bir kitabı ne kadar anlatabilir? Bazı alışveriş sitelerinde okuyucu yorumları var. Ancak o okuyucuların zevk aldığı kitaplarla benimkiler aynı mı? 
Kitap ekleri, yazar röportajları,  okur  blogları fikir verebilir. Yeni yayımlanmış bir kitap üzerine yazmış bir okur bloğuna rastladınız diyelim, harika bir okuma deneyimi, eşsiz bir yolculuk, keyifli saatler vaat ediyor size. Nasıl güveneceksiniz? Hakkında yazdığı kitapların listesini incelemek fikir verecektir. Sizin okurluk tarihinizde yer etmiş kitaplar hakkında yazmış mı? Sizin sevdiğiniz kitaplar, yazarlar hakkında yazılanlar sizin düşüncelerinizle örtüşüyor mu? O zaman güvenin ve takip edin.
Tabii bir yol daha var. Yazarları, romanları, yazarlarla keşfetmek. Söyleşi, tv programı, gazete röportajlarını takip etmek zor mu geliyor? O zaman yazarların edebiyat bloglarını takip edin. Bahsettiğim yazarların profesyonel web siteleri değil, bir okur ve yazar gözüyle kitaplardan, filmlerden, sergilerden, gündemden aklına takılanları yazdıkları edebiyat blogları. Tanıdığım, bildiğim, bulabildiğim kurmaca yazarlarının edebiyat bloglarını listelemeye çalıştım. Liste ilerleyen günlerde güncellenmeye devam edecektir.

Kurmaca metin yazarlarının edebiyat blogları:

1)Hikmet Hükümenoğlu
http://www.hikmethukumenoglu.com/
İlk sıraya Hikmet Hükümenoğlu'nu koydum. Çünkü bu fikir onun Kitap okuyanlar, blogları ve diğer güzel şeyler yazısını okuduktan sonra aklıma geldi. Yazıyı okumak için buraya tıklayın.
Hikmet Hükümenoğlu'nun 04:00 romanını henüz okumaya başlamıştım ki, babam ciddi bir rahatsızlık geçirdi. Ben de daha sonra okunmak üzere bir kenara koydum. İş, ev, hasta bakımı ve rehabilitasyonu derken okumaya daha az zaman ayırabiliyorum. Böyle dönemlerde hikâye kitapları ve çocuk romanları imdadıma yetişiyor. Bu dönemden çıkar çıkmaz 04:00 ile yeniden buluşacağım. Bir okur bloğunuz varsa günün birinde yazdığınız bir Hükümenoğlu romanı yazısının altında Hikmet imzalı bir yorum görürseniz bir arkadaşınız size şaka yapıyor sanmayın. Hikmet Hükümenoğlu okurlara selam göndermeyi ihmal etmeyen yazarlardan. 04:00'ü merak ediyorsanız bir tanıtım filmi de var. Youtube'u açık yakaladığınız bir ara izlersiniz.

Hikmet Hükümenoğlu'nun bloğunda en çok hoşuma giden bölümler okuma notları ve yazma deneyimi ile ilgili olarak yazdığı samimi yazıları. Takip listenize alın. Seveceğinize eminim.

2)Yekta Kopan
Fil uçuşu en çok bilinen yazar bloglarından. Onun kitap, film, sergi önerilerini takip etmek büyük keyif. Tek üzüntüm eskisi kadar sık yazmaması. Bu arada bugünden itibaren Yekta Kopan her çarşamba Radikal gazetesinde kültür sanat üzerine yazacak. İlk yazısı için burayı tıklayın.

3)Murat Gülsoy
602. Gece de en çok bilinen yazar bloglarından. Murat Gülsoy bloğunda ağırlıklı olarak kitap, söyleşi, atölye haberlerini, duyurularını paylaşıyor. Ayfer Tunç ile Diyaloglar serisinin videolarına 602. Gece'den ulaşmanız mümkün.

4)Ayfer Tunç
http://ayfertunc.wordpress.com/
Ayfer Tunç'un herhangi bir söyleşisine gittiyseniz bilirsiniz edebiyattan bahsederken gözlerinin içi parlar, yüzü aydınlanır, coşar, anlattıkça anlatır. Öyle iştahlı anlatır ki oradan çıkar çıkmaz bir koşu gidip bahsettiği kitapları almak ve sadece okumak istersiniz. Bloğunu okumak da bir o kadar zevklidir. Tek itirazım bloğun görüntüsüne. İlginizi çekebilecek eski bir yazıya rastlamak için tüm bloğu geriye doğru taramak zorunda kalıyorsunuz. Umarım Ayfer Tunç, böyle gelmiş böyle gitsin demez bir gün yazıları sınıflandırır ve etiketler.

5)Melisa Kesmez
Melisa Kesmez ismini kitap tanıtım yazılarından hatırlayanlar olabilir. İlk hikâye kitabı Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz Sel Yayıncılık'tan çıktı. Kitapla ilgili daha fazla bilgi için tıklayın.
http://www.selyayincilik.com/kitaptanitim.asp?kod=966

Melisa Kesmez, bloğunda ağırlıklı olarak kitap ve film tanıtım yazılarına yer veriyor. Çeşitli mecralarda yayımlanmış yazılarını ve yaptığı röportajları burada arşivliyor. Kitap tanıtım yazıları bir eleştirmenin kaleminden çıkmış teknik yazılara benzemiyor. Daha ziyade meraklı, hevesli bir okurun kitaba dair samimi düşüncelerini okumuş gibi hissediyorum. O yüzden arada sırada bloğuna bakmayı ihmal etmiyorum. Bu arada bloğun ismine ilham veren Parfümün Dansı benim de en sevdiğim romanlardan birisidir.

İlk 5'imi bu şekilde sıraladıktan sonra sadece yazar ve blog ismiyle devam edeceğim. Aksi takdirde bu yazıyı bitirebilmem mümkün olmayacak. Yeni yazar blogları buldukça listeye ilaveler yapmaya devam edeceğim.
 
6)Onur Caymaz
7)Onur Behramoğlu
8)Ece Temelkuran
9)Ali Sefünç
10)Hanzade Servi
http://hanzades.blogcu.com/
11)Çağlayan Çevik
www.birparagraf.com
12)Metin Celal
www.okudugumkitaplar.blogspot.com.tr
13)Emel Dinseven
www.ezgi-umut.blogspot.com
blog.milliyet.com.tr/ezgiumut
14)Cem Akaş
www.sefinsalatasi.blogspot.com
15)Cemal Şakar
www.cemalsakar.blogcu.com
16)Ergun Kocabıyık
www.dolaylhayvan.blogspot.com.tr
17)çok yazarlı
www.afilifilintalar.com
18)Hasan Saraç
www.hasansarac.net
19)Emrah Subaşı
http://emrahsubasi.tumblr.com/
20)Levent Cantek
www.derinhakikatler.blogspot.com.tr
21)Haydar Karataş
www.haydarkaratas.com
22)Şenay Eroğlu Aksoy
www.saksoyerolu.blogspot.com
23)Aylin Balboa
www.entel-dantel.blogspot.com
24)Behçet Çelik
www.kitapyazilari.wordpress.com
25) Tunç Kurt
www.tunckurt.blogspot.com
26)Ebru Gedik Askan
www.yazmakgibi.logspot.com.tr









1 Haziran 2014 Pazar

DÖNGÜ(*)


Parktaydık. Oynuyordu. Kaydı. Sallandı. Üşüdü. Acıktı. Yürüdük. Oturduk. Pizzacıdaydık. Aradı. Baktım. “Babam...” Korktum. 112'yi aradım. Kızım... Yanımdaydı. Aradım. Gittik. Açtı. Bıraktım. Ağladı. Kalamadım. Koştum. Sordum. Yoktu. Çıktım. Baktım. Durdu. İndi. Koştular. Aldılar. Kusuyordu. Sildim. Baktı. Öptüm. Döndüm. Ağladım. Korktum. Oturduk. Soğuktu. Çay içtik. Kızım yoktu. Aradım. Oynuyordu. Sormuyordu. Rahatladım. Başladı. Solda. Parmak ucunda... Yattı. Kaldı.

Gittim. Aldım. Sarıldım. Öptüm. Sordu. Anlattım. Sordum. Anlattı. Masal anlattım. Uyuduk. Uyandık. Kaldı. Gittim. Çalıştım. Aradım. Sordum. Sol tarafı, vicdanlı tarafı, artık yoktu. 1 Mayıs'tı. Oturdum. Ağladım. Düşündüm. Okudum. Çalıştım. Gittim. Baktım. Tuttum. Güç yoktu. Yıkıldım. Yıkılamazdım. Ayağa kalktım. Koştum. Durmadım.

Soğuktu. Çıkacaktı. Durduk. Ambulansın yanında... Baktı. Ağırdı. Taşımadı. Adam bulduk. Para aldı. Taşıdı. Artık yatağındaydı. Tanımadı. Korktu. Ağladı. Anlattık. İnanmadı. Korktu. Sordu. Anlattık. Ağladık. Yorgundu. Uyudu. Uyuduk. Kalktık. Acıktı. Doydu. Döndürdük. Yorulduk. Aradık. Bulamadık. Baktık. Yattık. Kalktık. “İt!” İtti. “Kalçanı sık!” Sıktı. Yoruldu. Acıdı. Bağırdı. Çalıştı. “Soluk al!” Aldı. Tuttu. Bıraktı. Yoruldu. Uyudu. Uyandı.

Çocuktu. Ufacıktı. Oynadı. Baktı. Sondaya, idrar torbasına... Kızdı. Sıkıldı. Ağladı. Çocuktu. Giyindi. Çıktık. Gittik. Oynadık. Güldü. Sarıldım. Öptüm. Güldü. Güldüm. Güldük. Düştü. Kanadı. Ağladı. Çaldı. Çıkardım. Baktım. Ağladım.

(*) Bu yazı 31 Mayıs 2014 tarihinde altzine'de altatölye'de (içinde "e" harfi geçmeyen bir metin) yayımlandı.