26 Haziran 2015 Cuma

BÜYÜKLERİN OYUN İHTİYACI

"Oyun olmayan hiçbir şeyi yapma."
M.B. Rosenberg
Kitap okumayı sevmemizin bir nedeni de oyun oynama ihtiyacımıza cevap vermesidir bence. Paragraf paragraf ilerlediğimiz bu yabancı dünyada, yazarın bıraktığı ipuçlarını toplamak, sonuna dair tahminler yürütmek, hile yapıp son sayfayı okumak hep bu oyuncunun işidir.
Yazarın durumu ise farklıdır. Onun dünyası daha yalnız, yabanıl, karanlık ve sancılıdır. Böyle düşünürdüm. Ya da biz, okurlara, yazarlar dünyası böyle anlatılırdı. Yazarların, neden yazdıklarına dair verdikleri cevaplar da bu yargımı doğruluyordu.
"Yazmaktan vazgeçmem. Şunu her zaman anladım ki, benim kaderim bir okur ve ileriyi düşünmeden bir yazar olarak hep edebiyata dönük oldu. Ben acil bir soruna, bir iç gerçekliğe cevap vermek için yazarım." Jorge Luis Borges
"Öncelikle bir iç gerçekliğe, dayanılmaz bir cevap vermek için: İstesem bile yazmamayı başaramazdım. İzlekler, kahramanlar, ortamlar gelip dayatıyor ve daktilomun başına oturma ihtiyacı kaçınılmaz oluyor. İşte roman böyle doğuyor." Jorge Amado
"Hangi nedenle nefes alıyorsam o nedenle yazıyorum, çünkü eğer bunu yapmazsam ölürüm." İsaac Asimov
"Tanrı'nın söylediği ve yazmadığı şeye yankı olsun diye yazarım." Adonis
"Zorunluluktan. Bir çıban çıktıysa, olgunlaştığında sıkarım." Graham Greene
 Yazarların böyle hissettiği için bu şekilde aktardığına şüphem yok ancak yazı yolculuğum başlayalı beri bu cevapların dahi sanatçı (yaratıcı) olgusunu destekleyen, içimizde doğuştan gelen yaratma ihtiyacını baskı altına alan ve okurla arasına mesafe sokan  cevaplar olduğunu düşünüyorum. Neyse ki yaratıcılığın ayrıcalıklı bir insan grubunun tekelinde olmadığını, kelimelerle oynamanın verdiği haz için, eğlenme, oyun oynama ihtiyacı için yazdığını dile getiren, daha da ötesi okuduğunuz metnin içinden bunu hissettiren yazarlar da var.
"Çünkü eğlendiriyor beni." Philippe Soupault
"Yazmayı seviyorum, bu benim için bir çeşit inşa etme sevinci." Heinrich Böll
"Yazıyorum, çünkü seviyorum bu işi; çünkü büyük sanat eserleri üretmek istiyorum." Iris Murdoch


Unutma Dersleri'ni okumaya Kadıköy-Beşiktaş vapurunda başladım. Yazın henüz gelemediği Dardanos sahilinde bitirdim. Çoğu zaman yanımda bir kalem yoktu. Aylak okurluk hakkımı kullanıyordum. Bir ara sevdiğim cümlelerin altını çizmek, bende çağrıştırdıklarıyla ilgili notlar alabilmek için kalem almaya ve yeniden okumaya başlamaya niyetlendim ancak merak duygum ağır bastı.
Nermin Yıldırım, merak uyandırmayı, ilgiyi diri tutmayı, en "ben kül yutmam" diyen okuru oyalarken asıl ipuçlarını gizlemeyi, sağ gösterip sol vurmayı iyi biliyor. Okuma bittiğinde keyifli bir oyundan çıkmışçasına mutlu hissettim. Ve zihnimde bir resim belirdi. Son noktayı koymuş, yüzünde muzip bir ifadeyle, oturduğu yerde keyifle gerinen bir yazar.
Sahi son cümleyi yazıp romanını tamamlayan bir yazar ne hisseder?

24 Haziran 2015 Çarşamba

SAVAŞ ZAMANI

 
 

İçimden konuşurdum işitilmesin diye
gören de bilgelik sezerdi sessizliğimden!
Gizlenmesi gerekirdi çünkü tehlikeliydi Türkçe
Elence desen kesinkes yasak.
Tetikte beklerdi birer makineli-tüfek gibi
beni kurtarmak isteyen büyükler
zaten o zamanlar gönüllü askerdi herkes.
Ve ders kitaplarının ince bıçak-açacağına benzeyen
İngilizce, ortada dururdu öyle,
zorunlu durumlarda konuşulacak bir dil olarak
özellikle de Elenler ile.
Hangi dilde ağlayacağımı bile şaşırırdım çoğu kez
yabancı da değil, çeviri bir hayattı yaşadığım
anadilim başkaydı, anavatanım başka
ben derseniz bambaşka.
Daha o karartma günlerinden görünmüştü
hiçbir ülkenin şairi olamayacağım
çünkü azınlıktım ve 'özgürlük'
hiçbir ulusal sözlüğe sığamayan bir sözcüktü...
En sonunda üç dil birbirine girdi şiirlerimde
ne Türkler duyabildi içimden geçenleri
ne Elenler, ne de Öbürleri -
Ama kınamıyorum onları, savaş zamanıydı.
MEHMET YAŞIN


23 Haziran 2015 Salı

YAZ HÂLLERİ VE SESSİZLİK İHTİYACI


Okullar kapandı. Sezonluk tutulan barakaya ilk eşyalar atıldı. Bekliyoruz, havaların ısınmasını, her nereden geliyorsa şu soğuk hava akımının, yağmur bulutlarının gitmesini, deniz suyu sıcaklığının artmasını...
Bu arada güneşin yüzünü gösterdiği her an, yaz gelmiş gibi yapmaya devam ediyoruz. Çünkü âdettendir, deniz kenarında yaşıyorsanız, en geç okulların kapandığı ilk hafta sonu, yüzme sezonunu açmış olmanız gerekir. Bu bir kıskandırma hâli değildir aslında, bir tür şükretme, uzun, sıkıcı ve rüzgârlı kıştan sonra kendine yüksek ve güçlü sesle "İyi ki döndüm," diyebilme ânıdır. Farklı sebeplerle yolunuzu ayırdığınız İstanbul'dan kopmak öyle kolay değildir, ruhunuza sızar, burnunuzun direğini sızlatır sonra yaz gelir. Bundandır, hiç üşenmeden her akşam iş çıkışı Deniz'i alıp park, bahçe, deniz kenarı dolaşmalarım.
Bu gezintilere keyifli sohbetler de eşlik eder. Birbirimize sıkıntılarımızı, ihtiyaçlarımızı, hayallerimizi anlatırız. Çoğu dinlerim. Giderek daha az konu açmam gerekir çünkü dört yaşındaki kızım kendiliğinden sohbet konusu açmada şimdiden benden daha iyidir.
Şiddetsiz İletişim Eğitimi'nin hemen ardından Deniz'e yaptığımız bir alıştırmayı anlattım. Ve ona ihtiyaç duyduğum şeylerden bahsettim. Biri de yazı yazarken sessizliğe ve yalnızlığa duyduğum ihtiyaçtı.
"Tamam," dedi Deniz, "sen yazı yazarken ben seni yalnız bırakırım. Bunu baboşa da söyleyelim." Kendimi daha iyi hissettim. Ve sordum.
"Senin nelere ihtiyacın var?"
"Yüzmeyi öğrenmeye, kâğıtları koparıp üstlerine bir şey yazıp oynamaya ve resim yaparken kaç renk kullanacağımı ya da hangi renk kullanacağımı karıştırmamak için sessizliğe ihtiyacım var."

22 Haziran 2015 Pazartesi

H.P. LOVECRAFT'TAN YAZAR ADAYLARINA TAVSİYELER

 
Tekinsiz Kurmaca Yazmak Üzerine Notlar
 
1)Olayların mutlak meydana geliş sıralarına dair-anlatılış sıralarına değil- bir sinopsis ya da senaryo hazırla. Tüm hayati noktaları açıklayacak bütünlükte tarif et ve planlanan tüm olayların gerekçelerini sun. Ayrıntılar, yorumlar ve olası sonuçlar üzerine tahminler bu geçici çerçevede gereklidir.
2)Olaylara dair ikinci bir sinopsis ya da senaryo hazırla- bu sefer anlatılış sırasına göre (meydana geliş sıralarına değil), ziyadesiyle bütünlüklü ve ayrıntılı- değişen perspektiflere, vurgulara ve düğüm noktalarına dair notlarla beraber. Eğer öykünün dramatik gücünü artıracak ya da etkili olacaksa, orijinal sinopsisi buna uyacak şekilde değiştir. Olayları gerektiği gibi aralara kat ya da sil- nihai sonuç ilk başta planlanandan tamamen farklı olsa bile asla orijinal fikirle sınırlanmış hissetme. Formüle etme sürecinde herhangi bir şeyin çağrıştırdığı ekleri ve değişiklikleri yapmaktan çekinme.
3)Öyküyü baştan sona yaz bitir; hızla, akıcı şekilde ve fazla eleştirel olmadan yaz- ikinci yani anlatılış sırasının takip edildiği sinopsise göre. Olayları ve hikâyenin akışını, geliştirme süreci içinde ne zaman ihtiyaç duyarsan değiştir; daha önceki tasarımla kendini sınırlama. Eğer gelişme sırasında aniden dramatik etki ve anlatım canlılığı için fırsatlar çıkarsa, daha iyi olduğunu düşündüğün her düşünceyi ekle- geri git ve daha önceki parçaları yeni plana uyarla. İhtiyaç halinde bölümler ekle ya da çıkart, en iyi düzenlemeyi bulana kadar değişik başlangıçlar ve sonlar dene. Ama en son düzende, öyküdeki bütün referansların doğru yerleştirildiğinden emin ol. Her türlü fazlalığı at- kelimeleri, cümleleri, paragrafları, hatta büyük bölümleri ve unsurları da. Referansların tutarlı olması için rutin tedbirler almayı ihmal etme.
4)Tüm metni gözden geçir; kullandığın sözcüklere, dilbilgisine, yazının ritmine, bölümlerin oranlarına, anlatım tonunun inceliklerine, zarafetine ve geçişlerin ikna ediciliğine (sahneden sahneye, yavaş ve ayrıntılı olaylardan zamanda sıçramaya yol açan hızlı ve kabataslak olaylara ya da tam tersi vb.), başlangıcın, sonun, düğüm noktalarının etkinliğine vb., dramatik gerilime ve meraka, inandırıcılığa, genel atmosfere ve başka türlü unsurlara dikkat et.
5)Özenle daktilo edilmiş bir kopya hazırla; gerekli olduğunda ufak tefek değişiklikler yapmaktan çekinme.
Kaynak Notos Öykü 48 Ekim-Kasım 2014
Çeviri Atilla Erol

18 Haziran 2015 Perşembe

DİŞ AĞRISI

 
"Diş ağrısının da ayrı bir hazzı vardır. Tam bir ay dişlerim ağrıdığı için çok iyi bilirim. Kuşkusuz bu durumda açıkça öfkelenilmez, iniltiler çıkarılır, ama bu iniltiler içten gelmeyen, sinsi iniltilerdir. Sorun da burada zaten. Acı çeken kimsenin bütün zevki inlemektir, bundan bir zevk almasaydı inlemekte direnir miydi?"
Yeraltından Notlar Dostoyevski
 
 

10 Haziran 2015 Çarşamba

NASIL YAZAR/ŞAİR OLDUM? (12)



YAZININ DAİMİ ACEMİSİ

“Nasıl yazar oldum,” sorusuna cevap vermek yerine yazmaya nasıl başladığımı anlatabilirim. Ben üç dört yaşındayken televizyonda “Alacakaranlık Kuşağı” diye bir program vardı. Bu yayın kuşağında korku filmleri olurdu. İzin verilmediği için, yattığım odanın salona açılan ve direkt televizyonu gören kapısının aralığından gizlice izlerdim. Çok korkardım, korkmayı severdim de. Sonra da karmaşık, uzun, bazen de rahatsız edici rüyalar görürdüm. Ev ortamından da beslenen bu rüyalar giderek kâbusa dönüşüp dayanılmaz bir hâl almaya başladı sonra. Her gece ağlayarak uyanıyordum ve yeterince ayılmadan yeniden uyursam kâbuslar devam ediyordu. Yazmayı görece erken bir yaşta öğrenmiştim. Annem bana eski bir ece ajandası verip kâbuslarımı yazmamı önerdi. Beş yaşımdan dokuz yaşıma kadar o ajandaya önce beni rahatsız eden kâbusları, sonra da ilginç gelen düşleri yazdım. Yazarken iyi hatırlamadığım yerleri uydurdum, roman yazıyorum diyerek rüyaları birbirine bağladım. Adını da “Mavi İlacın Yaratıcıları” koymuştum.

Sonraki yıllarda üniversiteye girene dek düzenli olarak günlük tuttum. Günlüklerimde de kurgusal yanlar, kendime bile bile söylediğim ufak yalanlar vardı. Ne de olsa geleceğin geçmişini kuruyordum yazarken. Ve onu biraz değiştiriyordum. Lise yıllarında kurgusal metinler yazmaya da başladım. Bunların ilkleri özyaşamöyküsel oluyordu, hafiften kurgusal olana evriliyordu. Sonra kendi hikâyemi anlatma hevesinden neyse ki biraz sıyrıldım, en azından o kadar açık etmedim bunu. Üniversiteye başladığım yıllarda meselem edebiyatın kendisi oldu. Ne yazdığımı, nasıl ve neden yazdığımı düşünmeye başladım. İlk öyküm 2003 yılında, o sıralar ODTÜ’de çıkan, benim de bir süre ekibinde yer aldığım Nikbinlik’te yayımlanmıştı. Sonraki beş altı yıl kuramsal okumalara da ağırlık verdim. Siyaset tarihi, sosyoloji ve felsefi düşünce tarihinden haberdar oldum. Edebiyat kuramcılarını okudum anladığımca. En önemlisi sinemaya ilgim arttı. Bazı günler birden fazla film izliyor, bunlarla ilgili kendime küçük notlar alıyordum. Bu sayede öyküde atmosfer ve görselliğin önemini sezinledim. Keyifli bir kapanmaydı. 2008 yılında bir arkadaşımın yönlendirmesiyle Perşembe Grubu toplantılarına katılmaya başladım. (Ankara’da her perşembe toplanan bir okur yazar grubu) Burada yazdıklarım disiplinli şekilde bir araya geldi. Büyük dergilere öykü gönderdim, bir öyküm 2009 Ocak ayında Varlık’ta yayımlandı. Sanırım ondan daha büyük bir heyecan ve sevinç yaşamadım daha sonraları. Yine Perşembe’deki arkadaşların yönlendirmesiyle ilk kez bir dosya oluşturmayı düşündüm. Yayın dünyasından kimseyi tanımadığım için el yordamıyla ilerliyordum. Aynı yıl Perşembe toplantılarını izlemeyi bıraktım. 2010’da “Deli Bal” adlı öykü dosyamla Yaşar Nabi Nayır ödülüne katıldım. Amacım hiçbir yayınevinin kapısına gitmeden kitap yayımlatmaktı açıkçası. Ödüle değer bulunan dosyayı basıyordu Varlık. “Deli Bal” ödüle değer bulundu ve basıldı. Gönül borcu duyduğum yazarlardan ulaşabildiklerime birer kitap göndermiştim. Hasan Ali Toptaş da bu yazarlar arasındaydı. Kitabın baskısı tükenmişti. Bu sırada Can Yayınlarına kitabımı önerdiğini duydum. Elimde kalan iki kopyadan birini Faruk Duman’a gönderdim. Bir süre bekledikten sonra ikinci dosyamı da görmek istediklerini söylediklerinde telaşa düştüm. Artık sürekli yazmam mı gerekecekti? Benim için dosya oluşturmak onlarca öykü yazıp içinden on kadarını seçmekti. Pek üretken olmadığım da düşünülürse gözüm korkmuştu. Elimdeki öykülerden hoşuma gidenleri derleyip ikinci dosya olarak gönderdim. Uzun bir süre bekledikten sonra yayın kurulunun kitaplarımı beğendiğini ve basacaklarını öğrendim. Kitapların çıkışıyla eş zamanlı doğum yaptım. Kızım Leyla ile yaşadığım büyü beni edebiyattan biraz uzaklaştırdı. Onunla akıp giden mucizevi dünyaya kapılmıştım, buna uyum sağladığımda ise biraz tembelleşmiştim ve zamanımı yönetemiyordum. Daha sonra ikinci kitabım “Kanatları Ölü Açıklığında” çok sevdiğim ve bir şekilde özdeşlik kurduğum bir yazarın adına verilen ödüle layık görüldü, Selçuk Baran öykü ödülüne. Bu ödül beni sürdürmeye yüreklendirdi. Şimdilerde üçüncü dosyamı hazırlıyorum.

Bunları anlatarak yazmaya nasıl başlayıp genel olarak nasıl sürdürdüğümü, nelerden güç aldığımı söylemiş oldum sadece. Yine bu yoğunlukta sürmesini dilerim yazma uğraşımın. Ve yazının daimi acemisi olmayı, hiçbir zaman “olmamayı” dilerim. Teşekkürler

Pelin Buzluk

4 Haziran 2015 Perşembe

YURDUNU SEVMELİYMİŞ İNSAN


Yurdunu sevmeliymiş insan
öyle diyor hep babam
benim yurdum
ikiye bölünmüş ortasından
hangi yarısını sevmeli insan?
                                 Neşe Yaşın

Kıbrıslı şair Neşe Yaşın'ın Yurdunu Sevmeliymiş İnsan şiiri George Dalaras tarafından bestelenmiştir.


2 Haziran 2015 Salı

ZOR GÖREV: TEKRAR YAZMA

 
Yazarlık yeniden yazmak demektir. Eserinin ilk hâlini teslim edip sonra da arkasına yaslanarak alkış ve çek bekleyen kimse olmamıştır. "Eserin ilk hâli boktur" demiş Hemingway. Gerçi bunun lüzumlu bir bok olduğunu da eklemeliydi. Ben, ilk taslağı bitirdikten sonra onu bir süre "demlenme"ye bırakmak ve sonra da düzeltmeleri sistemli bir şekilde ve acımasızca yapmak gerektiğini savunuyorum. En katı eleştirmen siz olun. 
Yeniden yazarken sorulacak sorular:
1)Doğru yerden mi başladınız?
Acemi yazarların bir yanlışı hikâyeyi daha ilk bölümde açığa vurmaktır. Oysa, hangi türde yazarsanız yazın, okuru daha ilk satırlarda ele geçirmek gerekir ve bu da ancak merak etmesini sağlayarak olur.
2)Art öykü gereğinden fazla mı uzun?
Yazar, inandırıcı karakterler yaratabilmek için onların geçmişine ilişkin her ayrıntıyı bilmek ister, ama okur bilmek istemez. Yalnızca hikâyeyle bağlantılı bilgi verin.
3)Gereksiz tekrarlar var mı?
Eserinizin akıcılığını bozacak tekrarları özenle ayıklayıp atın. Bu ayıklamaları sözcük, cümle düzeyinde yapmak kolaydır. Ama fikir düzeyindeki tekrarları bulup ayıklamak biraz daha zordur. Aynı fikri başka sözcüklerle tekrarlamış olabilirsiniz; varsa bulun.
4)Konu dışı şeyler var mı?
Ana konuyla bağlantısı olmayan bir şeyler koymuş musunuz? İlk kitabımın ilk taslağında bu türde bir sürü şey bulmuştum. Hepsini çıkarmam gerekmişti.
5)Yaptığınız araştırmalar esere çok mu yansımış?
Kitabınızı yazmaya hazırlanırken Google'ı daha çok kullanacak ve yapacağınız araştırmalar sırasında bir sürü yeni şey öğreneceksiniz.  Aklınızı çelecek bu yeni bilgileri romanınızda kullanmak isteyeceksiniz. Lütfen bunu yapmayın. Hikâyeler dayanıklı, sağlam yaratıklardır. Ama yine de gereksiz bilgilerin ağırlığı altında ezilebilirler. Okur, oluşturduğunuz bilgi labirentinde gezinirken öfkelenip pes edebilir.
6)Çürük elma var mı?
İyi yazmanın özü, çürük elmaları atmaktır. Lüzumsuz her şeyi atın. Bu konuda acımasız olun.
 
Kaynak: Yaratıcı Yazarlık Stephen May Optimist Yayınları Çeviren Figen Yanık