Yazmak, yazar olmak, ucu çocukluğa kadar gidip dayanan, hiç bitmeyen, ömür boyu çaba gerektiren bir uğraş. Yazarların yazmak ve yazar olmakla ilgili içlerinde uyanan en erken hatıradan, ilk ürünlere, yayımlanmış eserlere ve geleceğe uzanan yolculuklarını onların ağzından dinlemek, sizi de bu serüvene dahil etmek istedim. Buyurun.
BÜYÜLÜ ORMAN
Küçük bir kasabada büyüdüm. Çocukluğumun geçtiği bu kasabada kitapçı yoktu. Sadece bir tane gazete bayii vardı. Her hafta oraya “Lorel ile Hardi”nin çizgi romanını almaya giderdim. Bazen bayiinin sahibi, beni karşıdan görünce, kapıya çıkar “Senden başka gelen kız çocuğu yok. Aferin sana!” diyerek çizgi romanı elime tutuştururdu.
Babam okumaya olan ilgimi fark etmiş olmalı ki ayda bir kasaba dışına çıkıp kucak dolusu kitapla dönerdi. Benim kanım şu yönde: Bir sabah kalkıp yazar olmaya karar vermiyorsun. Engin sulara ulaşmak için, ufuk aydınlığını takip eden caretta caretalar gibi, yazmaya eğilimli olan insan da edebiyatın ışığı nerdeyse oraya çeviriveriyor dümenini.
Üniversite yıllarından sakladığım bir kutu dolusu üstü yazılı peçetem var. Dört yıl boyunca kafede, evde, hangi mekânda kimlerle oturup ne sohbet ettiysek o güne özel ne hissetiysem yazdım. Kendi yazdığım yetmiyormuş gibi yanımdaki arkadaşlarıma da yazdırdım. Şiir defterimi kaybettim ama peçete kutusunu itinayla saklıyor, zaman zaman önüme döküp okuyorum.
Okul öncesi eğitim öğretmenliğimin zihnimde hikayeler filizlenmesinde etkisi olsa da ilk yazma deneyimimin ilkokulda tuttuğum şiir defterim olduğunu belirtmek isterim. Her gün şiir yazardım ve sayfalarının kenarlarını konuya uygun süslerdim. Keşke kaybolmasaydı. Kim bilir ne saf, ne içten kelimelerle dökmüşümdür içimi. Yaş ilerledikçe yazma edinimi kendini farklı şekillerde ortaya koymaya başlıyor. Bir dönem düzenli günlük tutmalar, bir dönem okul gazetesinde yazmalar, şarkı sözleri, mektuplar, dergilere gönderilen öyküler.
Yavru carettanın suyla kavuştuğunda duyduğu heyecan gibi, ilk kitabım çıktığı günden beri yazma serüveninin büyüsü ile gözlerimi açıyorum her güne. Bazen kahvaltı sofrasındaki bir zeytin çekirdeği öyküye dönüşüyor, bazen de ağacın dalındaki karganın bana anlattığı öyküyü duyuyorum kalbimde.
Yazmak, büyülü bir ormanda gezmek gibi. Her gezi yeni bir macera. Bu ormana bir kez giren çıkamaz. O zaman yazmaya devam!
Filiz Gündoğan
* Bu yazı ilk kez 10 Ocak 2022 tarihinde Parşömen Sanal Fanzin'de yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder