29 Haziran 2024 Cumartesi

Kızımı beklerken...

Okullar kapandı ve kendimizi hızlı bir temponun içinde bulduk. Bayram tatili, eve dönüş, kızımın yeniden bir başka gezi için hazırlanması... Öyle böyle değil, aylardır sabırsızlıkla, dört gözle beklediği bir okul gezisi, arkadaşlarıyla, hem de yurt dışında. Hatırlıyorum. O yaşlarda ben de okulla Avrupa gezisine gitmiştim. Hayatımın en güzel tatiliydi, hâlâ bu yaşta enler arasına girer. O günlerde cep telefonu, internet yok elbette. Ankesörlü telefon bulacaksın da, evi arayacaksın, onlar da o saatte evde olacaklar da konuşacaksın. Evde annem, telaşe memuresi... Hem telaş yapar hem fır fır gezer, telefonu açmaz. Konuşamazsın. Sonra en vesveseli halleriyle, karalar bağlar, bırakın beni Kapıkule'de bekleyeceğim diye tutturur. Kaygı mantığı itiyor. Tecrübeyle sabit. 

Şimdi çocuğunu tura yollayan ebeveyn olmak, hayli rahat. Öğretmenler whatsapptan fotoğraf yolluyor, kısa bilgilendirmeler yapıyor. Ben de annemin zamanında gösteremediği sükunetle kızımın gezisini izliyorum uzaktan, tecrübelerini dinliyorum, başından geçenleri... İlk gün telefonunu avmde bir mağazada unutmuş. Ertesi gün bulunca, sesli mesaj attı. Kaybetmedim, dedi. Güldü. "Anne sen diyorsun ya, kaybetmedim, nerede olduğunu bilmiyorum. Öyle oldu işte," dedi. Sesli mesajlarımız sırasında onun büyüdüğünü, kendimize ait bir dil oluşturduğumuzu hissettim. İçim minnetle ve şükranla doldu. İyi ki beni seçmişsin evlat.  

                                                                             *

Hazır evde tek başımayım, gezeyim diye düşündüm. Her güne bir program. 

Pazartesi bir arkadaşımla kendimizi deniz kenarına attık. Biraz meze söyledik ve tek rakı. Üzerine kordonda yürüyüş.            

Salı yemekten sonra bir arkadaşıma uğradım. Onunla ve annesiyle sohbet ettik, kahve içtik. 

Çarşamba düğüne gittim. Üç arkadaştık masada. Göbek bile attık. 

Perşembe ablama akşam yemeğine gittim. 

Cuma İstanbul'dan bir arkadaşımla görüntülü whatsapp konuşması 

Cumartesi yani bugün. Reyhan'ın söyleşi ve imza günü. Öncesinde Yalıhan'da çay, kahve, muhabbet. Annemde akşam yemeği ve evde sıcakta pinekleme.           

Pazar günün bir aralığında denize girme imkanı ve ihtimalini cebe koyuyor, her normal Türk anası gibi markete gidip alışveriş yapıp kızımın sevdiği yemekleri pişirmeyi planlıyorum. Şu en sevilen yemek konusu çok net değil, arada değişkenlik gösteriyor ama ya ana yemekten ya tatlıdan ya meyveden bir şeyler tuttururum. Öyle değil mi? 

Reyhan Yıldırım ile söyleşi

* Bu söyleşi 24 Haziran 2024 tarihinde edebiyathaber'de yayımlandı. 

Reyhan Yıldırım'ın yeni öykü kitabı "Olay Yeri" geçtiğimiz haftalarda yayımlandı. İnsanlığın acılarını öyküleştiren Yıldırım ile öykülerini konuştuk. 

                    "Hayata yaşadığı ağın sorumluluğunu alan taraftan bakıyorum"

Yeni öykü kitabınız “Olay Yeri” okurla buluştu. Öncelikle tebrik ediyorum. Yeni bir yayınevi, sekiz yıllık bir ara… Nasıl geçti bu süreç?

Teşekkür ederim. ‘Olay Yeri’ için çok heyecanlıyım. Bazı olumlu geri dönüşler almaya başladım bile.

Sekiz yıl… Ara değil aslında, çalışmakla geçti bu süreç. Hızlı yazabilen biri değilim. Öykülerim olgunlaşmak için zaman istiyor. Elbette iş bununla bitmiyor; kitabı basmayı kabul edecek yayınevi bulmak da gerekiyor. Bu her yeni kitabın yayın süreci için ayrı bir uğraş demek. Araya bir de pandemi, ekonomik kriz, şu bu girince bir bakıyorsunuz ki sekiz yıl geçmiş. Sekiz yılın içinde iki üniversite ve bir yüksek lisans da var. Eklemeyi unutmayayım.

Kitabın girişinde yer alan Karl Marx alıntısı, okuru içeride karşılaşacağı öykülerin insanlığın acılarına sırt çevirenlerin, yalnızca kendi postuna özen gösterenlerin tarafında olmayacağını duyuruyor. Tam da yeri gelmişken sormak istiyorum. Sanat toplum için midir? Sanatçı çağının tanığı mıdır?

Ben bu ‘sanat toplum için midir, sanat için midir’ tartışmasını hep yersiz buldum. Bence her ikisi için de. Duyarlılığınız, toplumsal farkındalığınızın düzeyi kadar, bunu estetize ederek sanat yapıtına dönüştürürken tercih ettiğiniz yazınsal tür ve niteliklere kadar uzanan geniş bir yelpazeyi belirliyor. Gerçekliği yazarak kavramak, tartışmaya açmak benim için bir ihtiyaç, fakat gazete haberi de yazmıyorum.

Çağın tanıklığı meselesine gelince… Sanatçı çağıdır, desem…

Kitap kapağıyla ve içinde yer alan öykülere eşlik eden çizimlerle de dikkat çekiyor. Yazar çizer işbirliğinde uyumlu bir iş çıkmış ortaya. Nasıl bir çalışma yürüttünüz?

Yayınevimden gelen öneriler gayet güzeldi. Kitabımı yalın, etkili çizimlerle kurguladılar. Kapağın renkleri için küçük bir önerim oldu, sağ olsunlar beni kırmadılar. Başka da bir çalışma yürütmedik.

“Olay Yeri”nde olgun ve yetkin bir dil karşılıyor bizi. Edebiyatın neyi anlattığı kadar, nasıl anlattığı ile de ilgilenen, bunu daha çok gözettiği her halinden belli bir dil. Bu dilin oluşmasında sizi besleyen yazarları, metinleri ve diğer sanat dallarını bizimle paylaşabilir misiniz?

Ben sanatın her alanıyla çok ilgiliyim, yalnız edebiyatla değil. Güncelliğimi korumak için de gayet istekliyim. Felsefe, sosyoloji, psikoloji, teknoloji gibi çeşitli alanlardan çok disiplinli beslenmeyi de alışkanlık edindim. Bunlar, beni geliştiren, dönüştüren, değiştiren unsurlar. Mutlaka dilimi de etkiliyorlar.

Yazarlar ve metinlere gelince… Öyle çoklar ki, buraya sığmazlar. Tam on beş kitaplık dolusu kitabımı genç arkadaşlarım ve diğer okurlarla paylaşmak üzere hibe ettim. Öykü, şiir, roman, deneme, kaynak kitaplar… Hepsi de beni besledi diyebilirim.

Ülkeyi bir olay yeri gibi masaya yatırdığınız, sarı emniyet şeritleriyle çevirdiğiniz, sınıf meselesinden, kadına şiddete, cinsel yönelimden, rantsal dönüşüme farklı meseleleri öyküleştirmişsiniz. Konu seçimlerindeki ağırlığa rağmen kitabı okumayı bıraktığımızda baskın his, acı veya keder değil. Öykülerin içine sinen ümitli, iyimser bir direniş var. Bunun kaynağı nedir?

Kaynağı, benim düşüncelerim. Ben hayata yaşadığı çağın sorumluluğunu alan taraftan bakıyorum. Ben ve benim gibiler varsak; çiğliğe, cehalete, karanlığa karşı mücadele ediyorsak, eninde sonunda güzel günler göreceğimize inancım tam. Bunun öykülerime yansımış olduğunu öğrenmekten mutluluk duydum. Teşekkür ederim.

Öykülerin bir kısmı korona salgını döneminde geçiyor. Henüz yaşanılmakta olanın nereye varacağının bilinmediği, belirsizliğin, korkunun hâkim olduğu dönemleri anlatan, emekçi kesimi konu edinen öyküler, bunlar. Bu dönemi, çağının da tanığı olan bir yazar olarak nasıl deneyimlediniz? Neler yaşadınız? Bu salgının bireyler ve toplum üzerindeki etkileri, sonuçları sizce edebiyatınıza sızmaya devam edecek mi?

Sevdiklerimi kucaklayamamak derin bir yalnızlık duygusu uyandırdı bende. Bu kadarla kalmadı. ‘1999 Gölcük Depremi’nden sonra, bireysel ve toplumsal niteliklerin nasıl kötüye gittiğini gözlemlemiş olduğumdan çok da kaygılandım. O zamanlar boş vermişlik, bencillik, doğaya ve insanlara saygısızlık, vicdansızlık, şiddet artmıştı. Yarın ne olacağı belli değil, her şey kırk beş saniyede yok olabilir, ben ne yaptım da bu başıma geldi, boşuna uğraşmışım zaten, artık ne anlamı var ki düşünceleri ülkeyi ele geçirmişti. Korona ile birlikte yeni bir kırılma daha yaşandı bence. Kontrolümüz dışında gelişen afet nitelikli her olayda olduğu gibi. Ben süreci yazarak, okuyarak, öğrenerek geçirdim. Fırtına geçtikten sonra ayakta kalabilmeyi ümit ettim.

Salgın edebiyatıma sızmaya devam eder mi? Bilemiyorum. Belki dönüşümlerinin kökeninde salgın olan karakterler çıkarsa karşıma, sızabilir.  Gündem o kadar yoğun ki, özellikle geriye dönmem diye düşünüyorum. Yaşam devam ediyor.

Yazımı devam eden ya da fikren olgunlaşmayı bekleyen projeleriniz var mı?

Evet, var.

Ayrılık, Metin Altıok’un beni çok etkileyen bir şiiridir. Şair şöyle der:

‘Kesilmiş dalın budak olur vereceği nafaka

Söyle sende nem kaldı.’

Bu dizeler çok derin. Öyle zannediyorum ki yeni projemde ben de geriye kalanları  sorgulayacağım; budaklardan gövermiş filizlerin peşinden koşacağım. Şimdiden birkaç taslağım var, yaz boyunca da epey sıkı çalışacağım.

İkinci bir projem ise çoktan tamamladığım bir eleştiri-yakın okuma kitabı. Onu yaz sonuna kadar yayıma hazırlamayı planlıyorum. Daha önce bazıları yayımlanmış, kaybolmalarını istemediğim yazılarımdan oluşuyor.[1]



[1] Sartre’ın Gizli Oturum’u: Cehennem Başkalarıdır!, Yazılışı Üzerinden Nerdeyse Yetmiş Yıl Geçen Haldun Taner’in Konçinalar’ının Düşündürdükleri, Hulki Aktunç’un Umudu: Göz Bağından Kurtulmak, Erendiz Atasü'nün Kadınlar Da Vardır'ı, Aziz Nesin’in Korkma Öyküsü,  Ayla Kutlu Öykülerinde Şiir Avcısı Mekanlar, Büyük Soruların Peşindeki Saramago ve Edebiyatı vd.

 

21 Haziran 2024 Cuma

Haziran alfabesi

"Anne biraz neşeli olmayı deneyemez misin?" dedi küçük yol arkadaşım. Yola ancak oyunla katlanabildiğinden. 

Bitola. Mustafa Kemal'in yatılı okuduğu askeri idadinin bulunduğu şehir. Görmek nasip oldu. Balkan turlarına sıkıştırılmış miniminnacık bir köşe. 

Cennetten bir köşe olduğuna inanıyor Makedonlar. Ohrid'den bahsediyorum. Rivayet bu ya, Tanrı cenneti yaratırken bir damlasını Ohrid'e düşürmüş. Merak eder, dururdum. Ihlamur çiçeklerini sundu bana ve de serin sularını. Göl kıyısında keyifli bir akşam yemeği de cabası. 

Çilek, çilek, çilek. Bu sene de doyduk şükür. 

Dizlerimin dermanı geldi çok şükür. Eve varışımın ikinci gününde. 

En uzun gün bugün. Neşeli ve aydınlık geçsin. 

Frappe. Yunanistan'a ayak bastığımız belli olsun diye hüplettik birer tane. Buzlu buzlu. 

Gyros. Yunan döneri. Üsküp'te ve Selanik'te birer porsiyon yedi, pide içinde, cacıklı macıklı.  

Ismarladı kızım bana bir buzlu kahve, kendi harçlığından. Babasına aldığı hediyeyi de ödedi cebinden. 

İskender, Kör Philip'in oğlu. İleriye, hep ileriye... Keşfetmenin ve galip gelmenin kör hırsı sarmış. Aynı babası gibi gözleri görmemekte. 

Jambonlar dizili, incecik dilimlenmiş açık büfe kahvaltılarda. Ben peyniri, zeytini yeğlerim jambona. Bu da böyle biline. 

Kör Philip, İskender'in babası. Balkanlara damgasını vurmuş, önemli şahsiyet. Her yerde karşıma çıktı. 

Lezzetliydi yediğim pişi, yanına katık verdikleri kaşkaval ve de sallama çay. 

Makedonya, yemyeşil bir ülke. Dağlarla çevrili. Köfte, börek, pişi, çoban salatası... Alıştığımız lezzetler... Manastır'da vardı havuz. Küçük ve kuru. Türküler beklentiyi arttırıyor. Bir örneği de aynalı çarşı. 

Nice yeni şehirler, arkadaşlar, hoş anılar diliyorum hayat senden. Alacaklı sayılırım neticede. Cömertliğini sun, bundan böyle. 

Olympia. Kör Philip'in karısı. İskender'in anası. Adı yaşıyor, Olimpiyat Oyunlarında. Kocası sağ olsun. 

Özgürdür bulutlar, sınırlara takılmaz, bizim gibi. 

Plovdiv. Filibe diğer adın. Biz ve siz ayrımından mı bilinmez. Misafirperver değilsin bebeğim. 

Resneli Niyazi. Arnavutluk kökenli bir Osmanlı askeri. İttihat ve Terakki'ye katılmış. 2. Meşrutiyet'in ilanına yol açan ayaklanmanın liderlerinden. Ordudan ayrılıp Resne'ye çekilmiş, doğduğu kasabaya. İtihat ve Terakki'nin kendisini korumakla görevlendirdiği kişi tarafından öldürülmüş. Öldürülme sebebi bilinmiyor. Ölümünün ardından şu deyimle yaşıyor dillerde. "Ne şehittir ne gazi. Pisi pisine gitti Niyazi."

Sofya. Hoş binaların var. Birkaç saatte tanıyamadım seni. Yataklı trenle gelip gezeceğim bir kez daha. Var işte bir hayalim. 

Şans mı saymalı, henüz 150 TL iken yurt dışına çıkmayı. 

Tek başıma bir tatil. Hiç yapmadığım ve hayallerimi süsleyen. 

Ucuz şarap aldım Manastır'da marketten. Mantar tıpa dahi yok ağzında.

Üsküp. Karanlık çökerken vardık. Sabah açtın güzelliğini bize. Seni ikiye bölen Vardar nehri, heykeller ve meydanlar yakışmış sana. Seni heykellerinle hatırlayacağım ve kıble taşının önünde kilitli anahtarlarınla... 

Veciz Sözler, okumayı unuttuğum bir Barış Bıçakçı kitabı. Okundu. Bitti.

Yaz geldi, geçecek. Yunanistan'a günübirlik tur hayallerimle arama yurt dışı çıkış harcı mı girecek? Nayır, nolamaz! 

Zeytinyağlı yeeerim aman mevsimi geldi. Herkese güneşli, denizli, gezmeli tozmalı, sereserpe yatmalı, kitaplarla koyun koyuna şekerlemelere uzanmalı bir mevsim diliyorum. 

20 Haziran 2024 Perşembe

Sırrı sabır

Bayram tatilinin ardından ilk iş günü. Muayenehanemdeyim. Bir şeyler atıştırdım. Çayımı yudumluyorum. Bacaklarımdan yorgunluk ağır usul yeryüzüne damlıyor adeta. Öyle bir akış sanki hissettiğim, damla damla akıyor.

Bazı hastalar, diş çekiminden sonra ağrı hissettiklerinde, işlerin ters gittiğini, içeride kök kaldığını düşünüyor. Yılların alışkanlığı, çektiğim her dişi hastaya gösteririm. Bütünlüğünün kaybolmadığını, kökü kırmadan çıkardığımı görsünler diye. Sonuç yine de değişmez bazen. Arada bir içeride kök kalmış diyen hasta gelir, ağrının her zaman bıçakla kesilmiş gibi geçmeyeceğini unutmuştur. Yavaş yavaş gelen, olanca sertliğiyle iki büklüm eden ağrı, buharlaşarak yok olmaz oysa. Damla damla gider sizden. 

Geçenlerde kumsalda liseden bir arkadaşımla telefonda konuşuyorduk. Ortak, az katılımlı whatsapp grubunda aktif olmadığım, geç yanıtladığım için kendimi ifade etme gereksinimi duydum. Dedim ki bu aralar kafam çok dolu, dikkatim bölünüyor, takip edemiyorum, kusura bakmayın. Benimki mesleki deformasyon, telefona yapışık yaşıyorum, dedi Dr arkadaşım. Laf lafı açtı. Son bir senemi özet geçtim. Bana dedi ki, "Hayatımda ne zaman büyük bir travma olsa, iki yıl sürdü iyileşmem." Üzerine düşündüm. Gerçekten de acı hızla terk etmiyor insanı. O arada bir de ayakta kalma telaşı sürüyor. Durup acıyla baş başa bile kalamıyorsun. On ay evvel diyelim iyiyim, dediğimde bu yiğitliğe leke sürdürmemekten değilmiş bunu anlıyorum. O halin, iyi bir hal olduğunu zannetmekmiş. Şimdi yıllarca zihnimde vücut bulmuş acıların, korkuların, endişelerin, tedirginliklerin damla damla üzerimden aktığını hissederken, bendeki karşılığının sabit kalma, harekete geçmeme, değişime karşı koyma, erteleme şeklinde kendini gösterdiğini fark ediyorum. Ve yavaş yavaş kendimin daha iyi versiyonuna ulaşacağımı hissediyorum. Bu satırları yazmaya ara verince karşıma bir alıntı çıkıyor. Hem manidar hem de iyimser. 

"Tabiatın temposunu benimseyin, onun sırrı sabırdır." Ralph Waldo Emerson


18 Haziran 2024 Salı

Bayramda yollarda: Makedonya

Dün Sofya'da çıktıktan bir süre sonra otobüs dearıza ikazı verdi. Şoför sağa çekti. Motorun orasına burasına baktı ve arızayı tespit etti. Patlayan hortumu yedeği ile değiştirdi. Zaman aldı tabi yeniden yola düşmek. 

Üsküp'e varınca otele yerleştik. Ve şehri gezmeyi bugüne bıraktık. Üzerini değişen kendini Türk çarşısına attı. Pazar gecesi ve bayramın ilk gününe denk gelince çarşıda in cin top oynuyordu. Sokak lambaları desen pek çoğu yanmıyor. Issız sokaklarda dört döndük. Ve önünden geçerken burun kıvırdığımız fastfoodçuya girip dürüm döner yedik. 

Vardar nehrini, Taş köprüyü bulamadan gerisin geri otele döndük. Bedeni ve zihni uykuya yatırdık. 



Sabah yerel rehberimiz Cihat, bize Türk çarşısını, Taş köprüyü ve önemli heykelleri gösterdi. Rumeli şivesiyle hem hikayelerini anlattı hem de espriler yaptı.

Hızlı bir turun ardından alışveriş ve bir şeyler içip yola çıktık. Yolda Mhatma Kanyonuna girdik. Yapay bir baraj oluşturulmuş üzerinde, elektrik ihtiyacını karşılamak için. Bölge, kafeler, seyyarlar, bot, kano turları ile kendi arzını yaratmış, yerli ve yabancı turist ağırlamakta. 



Bot turu keyifliydi. Soğuk içeceklerimizi de aldıktan sonra Ohrid'e doğru yola çıktık. Yol boyu dağlar eşlik etti bize. Takibi hiç bırakmadı desem yeridir. Nefesi her daim ensemde hissettim. Bazen kitap okudum. Çoğunlukla da dışarıyı izledim. Etrafı izleyerek, otobüsteki komşularla laflayarak geçti yol. Dünkü yorgunluğun üstüne lafı bile olmaz. Yol üzerinde bir tesiste pişi molası verdik. Ve öğleden sonra üç civarı Ohrid'e girdik. 



Yerel rehber Şöhret Hanımı dinledik. Ve gruptan ayrıldık. Merkezde plaj niyetine kullanılan bir noktadan yerel halkla beraber göle girdik. 



Sıcağın üzerine serin serin iyi de geldi. Bir kabın, birkaç bank ve iki merdivenden oluşan mini sahilde bir saatin ardından meydanda göle karşı oturduk ve yemek yedik. Ohrid gölünde yaşayan bir balığın pulları ve istiridyenin sedeflerinin birleşmesiyle oluşan orijinal Ohrid incisi satan kuyumculara göz gezdirdik. Albino bir yılanı boynuna dolayan kadına sırtımı çevirdim. Yerel rehberin önerdiği kuyumcudan alışverişimi tamamladım. Bizde elma çayı, onlarda ise taze kayısı ikramı... Bir kayısı, bir kolye derken 15 bini aşan adım sayısıyla buluşma noktasındaydık. Mis gibi kokan ıhlamurlardan bir tutam çantamda. Gözlerim ise kapanmakta. 




16 Haziran 2024 Pazar

Bayramda yollarda: Bulgaristan

Herkese iyi bayramlar! 

Bugün bayramın ilk günü. Bayramın ilk dakikalarında çıktığımız yolculuk tam tamına 20 saat sürdü.  

Kapıkule, Plovdiv, Sofya derken Üsküp'te feneri söndüreceğiz. Otobüsün içine saatlerce tıkılmamıza rağmen günü 12 bin adımın üzerine çıkarak tamamladım. Gelelim günün ayrıntılarına.

Kapıkule'den geçişimiz iki saat sürdü. Rehberin önerisiyle freeshoplara girmedik. İyi de oldu. İçki, sigara, parfüm... Onca insanın alışverişi, yorardı. Sınırı geçer geçmez uzaktan devasa bir yapı dikkatimi çekti.  Casino imiş. Burgaz, Nessebar için çıkış yaptığımız kapının yakınlarında da vardı. Demek ki seviyor Türkler. Hiç oynamadım. Merak da etmedim. 

Freeshopta kaybetmediğimiz zamanı Mustafa Market diye bir yerde kaybettik. Lüzumsuz bir molaydı bana göre. (Edit: Fiyatlar freeshoptan daha uygun imiş)

Gördüğümüz ilk Bulgar şehri Plovdiv'di. 





Hızlı bir turun ardından meydanda soğuk, buzlu kahvelerimizi içtik. Kahve öncesi ve sonrası pozumuz arasında dağlar kadar fark var. Ne derler bilirsiniz. 

"Bir buzlu kahvenin güldüremeyeceği yüz yoktur." Deyiş bana ait olsa da tırnak içine alalım.

Sofya yolunca Antepli bir ustanın restoranında kahvaltı molası verdik. Günün ikinci lüzumsuz molası. Tırların, kamyonların arasında metal tabldotta kahvaltı tabağı aldık. Ne manzara ne lezzet... Yavan mı yavan. Ama yorgunluğun panzehiri Türk çayı. İyi geldi 

Sofya'dan da ateş aldık. 

 




Çanakkale cephesi öncesinde Sofya ateşesi olan Atamızı andık, kaldığı otel, meşhur yeniçeri kostümünü giydiği orduevi... İlginç de bir bilgi: Sofya ve İskenderiye Anadolu hariç Osmanlı devleti arşivinin en zengin olduğu iki ilmiş. İlber Ortaylı zaman zaman arşive kapanır, çalışırmış. Ben rehberin yalancısıyım.



Ülke bayrağın yeşilinin hakkını veriyor doğrusu. Mısır, pirinç, ayçiçekleriyle dolu geniş tarlalar, ormanlık alanla, tek tük köy ... Ülke sınırları dışında karşılanıyor ancak gözün boşluk ve doğa ihtiyacı. Üzücü ama gerçek. 



11 Haziran 2024 Salı

Günün izi: 18

Ursula Le Guin'e hikâyeleri nereden bulduğunu sorduklarında evrenin hikâyelerle dolu olduğunu, tek yapmamız gerekenin elimizi uzatıp bir tane çekmek olduğunu söylüyor. 

Beliz Güçbilmez de benzer şeyler söyleyen akademisyenlerden. Bizden önce yazılmış tüm kitapların, çekilmiş tüm sinema filmlerinin, sahnelenmiş tiyatro oyunlarının yazar/sanatçı tarafından incelenmek üzere durduğunu, hikâyelerin birbirinden doğduğunu, ilham gelmedi diye bir bahanenin olamayacağını, tek yapmamız gerekenin elimizi uzatıp bir fikir çekmek olduğunu söylüyor. 

Bu lafları çok fiyakalı bulsam da nasıl yapacağımı bilmiyordum, doğrusu. Şimdi ne kastettiklerini daha iyi seziyorum. Bir kitabı okuduğumda, bir filme baktığımda, tüm içerik tek kelimeye iniveriyor bazen ve o kelimenin zihnimi açtığını, beni çalışmak üzere yazı masasına çağırdığını fark ediyorum. Öyle geniş zamanlara da ihtiyaç duymuyorum. İptal edilen bir randevudan ya da erken bitmiş bir seanstan arta kalan zamanı kullanıyorum. Bir boş sayfa açıyorum ve bir hikâyenin yolunu aramadan liste tutmaya başlıyorum. Söz öbekleri, benzetmeler sırlaıyorum peşi sıra, kimi zaman bir duygu, bazen bir soru. Yazmaya başlıyorum, bilinçli yanıma atlatıp hızlı hızlı. Bazen bilgisayarla bazen kalemle. Ve kelimeler belirdikçe bir de bakıyorum bir nüve belirmiş, öykü olabilecek bir nüve. Teşekkürler tanrım! Beş dakika önce elimde hiçbir şey yokken, eski yazdıklarıma ya bunu ben nasıl yazmışım diye merakla bakarken üzerinde düşünebileceğim bir fikirle dolu olduğuma bakıyorum. Evrenin bereketi karşısında içim minnetle doluyor. Aferin diyorum yaratıcı yanıma. Bir hikâyenin başka hikâyelerden doğduğuna ikna oluyorum ve çalışmaya inancım artıyor. 

İlhama değil, çalışmaya inanmak lazım. İlhamın boş, çalışmayan, düşünmeyen bir zihne gelmeyeceği gün gibi ortada. İlham dediğimiz şey, bir çeşit sembol çünkü. Kendini ancak aşina olanlara açıyor. Hikâyelerle dolu evrenden bir parçayı alıp işleyerek kendinize mal etmek istiyorsanız sizden önce üretilmiş olanları okumanız, inceliklerine varmanız, özümsemeniz gerekiyor. İlhamı sembollere benzetmem bu yüzden. Kendini aşina olana açar demem bu yüzden. 

Önümüz yaz. İster istemez daha çok dışarıdayız. Sokakta, parkta, bahçede, plajda, otelde, tatilde. Güneş sıcak, kimi zaman pişiriyor ama yine de uzun, aydınlık günleri seviyoruz. İçimiz neşeyle, iyimserlikle doluyor. Dışarıdayız ya, gözümüz de gönlümüz de açık yeni deneyimlere ya da en azından olanı biteni izlemeye. O yüzden soğuk, kış günlerinden, evlere kapanmalardan sonra birer çiftçi gibiyiz şimdi. Hasatlarımızı toplayacağız. Yazı fikirleriyle dolacağız. Burada biz bizeyiz. Yabancı yok aramızda. Çoğumuz da blog yazıyor. Soruyorum size. Taslaklarınızda bekleyen, hakkında yazmak istiyor(d)um aslında dediğiniz ne var? Ne kadar zamandır erteliyorsunuz bu fikri, düşünceyi? Önümüz bayram tatili. Hadi bu molayı bir fikrini, düşünceni hayata geçirmek, onun için harekete geçirmek için kullan. Tatile çıkacağım, bayramda bize gelen giden çok olur, zaman bulamam diye mızıklama, bir şeylere başlamak için gereken o uzun, upuzun boşluklar belki de hiç gelmeyecek. Şartlar en müsaitken bu ay bitmeden neyi bitiriyoruz, onu söyle. 

 



10 Haziran 2024 Pazartesi

Günün izi: 17

Bu bahar, baharı tam anlamıyla yaşadık. Güneş göğsünü gere gere kendini gösterdi, ısıttı. Gücünü yitirdi, bulutların ardına gizlendi. Çattı kara kaşlarını gökyüzü. Bulutlar toplandı, yığıldı birbirinin üzerine. Ha babam de babam yağdı. Çatlamış toprak suya doydu. Tişörtler giyildi, sandaletlere geçildi. Hop ertesi gün uzunlar sırtta. Yorgan desen mayıs sonuna kadar tepemizdeydi. Derken bir günde yaz geldi. 

Yaz uzun, sıcak. Denize girmeler güzel. Planlar, hayaller, bu yazı nasıl geçirsek derken tesadüfen, arkadaşlarımda kahvaltıdayken bu yaz kendi yazlıklarını sezonluk kiralamayı düşündüklerini öğrendik. Onların evinde kahvaltıdayken. Geçen hafta anahtarımızı teslim aldık. Evin huyunu, suyunu öğrendik. Pazar günü annem ve ablamla birkaç kişisel eşya götürüp kahvaltı yaptık. Deniz suyu yeterince ısınmadığı ve kızım da yanımda olmadığı için denize tek başıma gittim. Henüz yeterince ısınmamış suya girme cengaverliği gösterdim. Denizde tek değildim elbette. Suya on beş dakikada girip bir dakika içinde yüzme eylemini tamamlayarak günün rekorunu kırdım ve geri döndüm. Sezonu açtık bir kere. Devamı gelecek.

                                                                              *

                 


                                                        

Canım arkadaşım Reyhan Yıldırım'ın yeni öykü kitabı "Olay Yeri" yayımlandı. Bunu vesile edip cuma öğleden sonra buluştuk. Sohbetin ardından imzalı kitabımı kolumun altına sıkıştırdım doğru yazlığa... Biraz deniz biraz güneş derken öykülerle buluştuk. Bir önceki kitabın üzerinden tam tamına sekiz yıl geçmiş. Dile kolay. Yazar acele etmemiş, ince elemiş, sık dokumuş, kılı kırk yarmış ve yazmış. Onun uzun mesaisine karşın ben iki gün içinde okudum. İsminin hakkını veren öyküler. Reyhan ülkeyi bir olay yeri gibi masaya yatırmış, sarı emniyet şeritlerini çekmiş, rantsal dönüşümden, kadına şiddete ama en çok da sınıf meselesine eğilen konuları incelemekte. Ele aldığı durumların ağırlığına karşın, baskın tat acı ya da keder değil üstelik. Tuhaf bir iyimser, umutlu direniş içeriyor yazdıkları. Dil yetkin ve olgun. Okuduğum kitapların çetelesini tutmuyorum, hep özensem de, ondandır belki unutkanlığım okuduklarıma dair. O yüzden haziranın kaçıncı kitabıydı bu bilmiyorum. Aklımda değil. Öncesinde kimi çocuk ve gençlik romanları var galiba, olmalı. 

                                                                       *



Dün gece ilk kez yazlıkta kaldık, kızımla. Buna dair pek şiirsel şeyler yazmıştım ama teknolojinin ahı tuttu, tüm kelamım silindi. Vardır bir hikmeti. Yeniden yazarım, kökü bende dedim, gene sildi. Gene sildi. Her ikimizin de arkadaşıyla buluştuğu, sahilde oturduğu, sohbete doyduğu, incecik hilali batırdığı, yasemin kokularının içinden eve döndüğümüz keyifli bir geceydi. Yazın aşağı yukarı böyle geçme fikri ve hayali heyecan verici. 

                                                                       *

Bayram yaklaşıyor. Benim gibi çalışanlar için tatil vesilesi. Ne yapsak, bir yerlere gitsek mi, evde mi kalsak derken kısa Balkan turuna katılmaya karar verdik. Hayli ekspress. Çanakkale'den otobüsle çıkacağız. Geceyi otobüste geçirerek Kapıkule'den Bulgaristan'a giriş yapacağız. İlk gün Plovdiv, Sofya, Üsküp. Geceleme Üsküp'te. Ertesi gün Ohrid'e giderken yol üstünde bir kanyonda mola verilecek. Geceleme Ohrid. Ertesi gün Manastır, Selanik üzerinden eve dönüş. Hızdan başımız dönecek  muhtemelen. İn bin, gez, gör, fotoğraf çek, ye, iç, yola devam etmek bizi yoracak. Bununla beraber Selanik dışında diğer tüm iller bizim için yeni, keşfedilmemiş. Dönüşte hâlâ iki günlük bayram tatilinde dinlenme, denize girme imkânı var. Kedili hayat çok da uzun uzun gezilere olanak vermiyor zaten. 

                                                                  *

Evde okunmayı bekleyen yığınla kitap varken yenilerini almaya pek yeltenmiyorum. Tek tük istisna çıkıyor arada. Genellikle arkadaşların yazdığı kitaplar... Çok seçenek bazen seçeneksizlik yarattığından hafta sonu yazlığa giderken üç, beş kitap aldım yanıma. Orada kaldığım süre boyunca okuyayım, üzerine düşüneyim diye. İlki Olay Yeri'ydi bitti. Biter bitmez de sorularımı hazırladım, yazarına ilettim. Çünkü yazar varsa okur var, okur varsa da soru... Yanıtlar gelince söyleşi okunmaya ve paylaşılmaya hazır olacak. Şimdilik beklemece... 

                                                                 *