"Öykü yazarken giriş cümlesine, ilerlerken konuyu saptırmamaya, karakter ve kahramanların söz ve davranışlarına dikkat ederim."
Mevzu Edebiyat okurlarının, Leyla Erbil'in hayatını, yazın dünyasını, getirdiği yenilikleri, kendini kabul ettirme süreçlerini ablası Mürvet Hanım'a anlattırdığı kurgu söyleşiden tanıdığı Fatma Nuran Avcı'nın ilk öykü kitabı "Son Cevizlik" NotaBene Yayınları'ndan çıktı. Avcı ile kitabı ve yazın anlayışı üzerine konuştuk.
Mevzu
Edebiyat okurları, sizi, Leyla Erbil’in hayatını, yazın dünyasını, getirdiği
yenilikleri, kendini kabul ettirme süreçlerini ablası Mürvet Hanım’a
anlattırdığınız kurgu söyleşiden biliyor. Sizi biraz daha yakından tanıyabilir
miyiz?
1966 Yılında Aksaray’da
doğdum. İlköğrenimimi Sakarya’da, liseyi Bursa’da tamamladım. 1986 yılında
evlendim. Eskişehir Anadolu Üniversitesi
İktisat Bölümü’nü bitirince devlet memurluğuna başladım. Kısa sayılacak çalışma
hayatım oldu. Eşimin işi dolayısıyla İzmit, Karamürsel, Yalova, İstanbul derken
şimdi de İzmir’ deyiz. Şehirleri dolaşırken pek çok insan tanıdım, hikâyesini
dinledim. İyimserdim, gurbet acısı çekmek yerine farklı kültürlerden gelen insanları
tanıma olanağı bularak,hayata tutunmayı öğrendim.
Son Cevizlik beklemiş bir ilk kitap mı, yazmaya
mı geç başladınız?
İki anlamda da sorunun
cevabı, evet.2011 yılında İstanbul’a taşındığımızda kızım serbest avukatlığa
başlamış ve kısa süre sonra evlenmişti. Oğlum üniversiteye gidiyordu. Sorumluluklarımın
azaldığı dönemdeydim,yeterince sabırla beklemiştim. Artık hayalimi gerçekleştirme
zamanımın geldiğine karar verdim.Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri’ni duymuştum. Bir
telefon numarası çevirerek kaydımı yaptırdım. Böylelikle yazmak için düğmeye
bastım. Öykü yazabileceğime dair ilk yüreklendirici metni yazdığımda çok
mutluydum. Ancak ilerleyen zamanda öykünün hiç de kolayca yazılabilen, mükemmel
anıların ışığında yazılamayacağını anlayarak çalışmalarımı derinleştirdim. Daha
çok okudum, yeni, farklı atölyelere gittim. Olgun, onaylanmış öyküleri yazıp
dosya halinde yayınevine giden yolculuğum altı yılımı aldı.
Biçimsel
yeniliklerin, söz oyunlarının peşine düşmeden, olayın eksik bırakılmadığı,
somut gerçekçi hikâyeler anlatıyorsunuz. Anlatıcılığınız nereden besleniyor?
Kısaca söylemek
gerekirse çaresizlikten besleniyorum. Bir yaralı bakış, bir kırık cümle beni,
haksızlıkları, eşitsizlikleri gördüğüm, duyduğum ve müdahale edemediğim anlara
geri döndürüyor. Ve öykü yerini ararken yaşadığım kentlere götürüyor. Ardından
isyan sesleri yakalıyor beni. O da yazdırıyor usul usul.
Özellikle
ilk kitaplarda, yazarın kendi yaşantısının fazla uzağına düşemediğini,
klişeleri yeniden ürettiğini görebiliyoruz. Bu da beraberinde tekdüzeliği
getiriyor.“Son Cevizlik” monotonluktan uzak, kahramanlarının ve konuların
çeşitliliğiyle dikkat çeken bir ilk kitap. Bu gözettiğiniz bir unsur muydu?
Gözetmek değil de, var
olan, önleyemediğim, başka insan hayatlarına duyduğum merak ve öğrenme isteğimin
öykülerime yansıması aslında. Farklı hikâyeler beni çekiyor. Kendimden
bahsetmek, uzun, sıkıcı yaz günlerimi anımsatıyor. Yazmaya değer ne yaşadın,
diyorum. Ne öksüz, ne yetimsin. Hayat cömert davrandı sana, diyorum. 99
Depreminden sonra tamamen kendime acımaktan, kişisel sorunlarımdan kurtulmayı
başardım. Önümde yaşayacağım yıllar varsa değerli olan sadece zaman, diyorum,
hayatı ve insanı seviyorum, her şeye rağmen.
Küçük
meseleleri anlatırken ardındaki büyük meseleleri göstermeyi ihmal etmiyor,
hacimlerine oranla ağır hikâyeler anlatıyorsunuz. Bu hikâyeleri aktarırken
çağın gerçeklerini aktarmakla kalmıyor, estetiği de gözetiyorsunuz. Bu anlatım
tarzına sadık kalacak mısınız?
Teşekkür ederim
öncelikle. Açıkçası küçük olaylardan büyük gerçekliği yakalamaktan
vazgeçeceğimi sanmıyorum. Her zaman kısacık, içi dolu ve net cümlelere kulak
kabartırım. Tanık olduğum anlık olayları zihnimde geliştirerek neden sonuç
ilişkisini sürekli düşünürüm. Neden böyle konuştu, sorusuna cevap ararım.
Buldukça da öykü çıkar bir anda. Karmaşanın içinde, fikirleri tartışan,
detaylarla yoğunlaşmış, ne düşünce sistemine, ne anlatma gücüne sahip değilim.
Amacım göstermek sadece. Estetik boyutta metnin tadı, rengi adına çabaladığım
bir durum. İki yüzlülük ve yalan hep benim temam olarak kalacak gibi. Anlatım
tarzımönümüzdeki yıllarda değişir mi, tam olarak ben de bilmiyorum.
Öykülerde
ilk dikkatimi çeken mekân kullanımı ve gündelik konuşma dilinin çok doğal bir
şekilde aktarılması oldu. Alet çantanızda neler var? Öykü yazarken nelere
dikkat edersiniz?
Aslında doğadan ve
insandan biriktirdiklerim var. Bereketli taşra ilçelerinde, denizin, toprağın,
ağaçların yanı başında geçirdiğim yıllar var. Çantada bir de çok değerli atölye
notlarım, hocalarımın öğütleri bulunuyor. Öykü yazarken giriş cümlesine,
ilerlerken konuyu saptırmamaya, karakter ve kahramanların söz ve davranışlarına
dikkat ederim diyebilirim. Bir de yakaladığım sesi kaçırmamaya özen gösteririm.
Farklı
yaratıcı yazarlık atölyelerine katıldığınızı biliyorum. Yaratıcı yazarlık
atölyelerinde yazar adaylarına belli formüller verildiği, bu formüller
neticesinde teknik özellikleri tastamam ama yavan, fotokopi metinler yazıldığı,
yazar adayının belli yazarlara öykündüğü, kendisini güncelle ya da popüler
olanla hizalarken Türk Edebiyatı’nın yapı taşlarını göz ardı ettiği gibi pek
çok eleştiri var. Bu konuda ne düşündüğünüzü merak ediyorum. Farklı yazarların
atölyelerine katılmak size neler kattı, sizden neler aldı?
Deneyimlerim
sonucundaki eleştirim, hem atölye yöneticisi hocalarına, hem yazar adaylarına
yönelik olacak. Dokuz haftaya sıkıştırılmış programlarla anlatılmak istenen
konuların çabucak kavranabilir olmadığı, bu zaman aralığının yeterli gelmediği
inancındayım her şeyden önce. Yazar adaylarını yüreklendirmek adına verilen
primler ise bazen yarardan çok zarar verebiliyor. Dil yetkinliği, anlatım
bozukluğu gibi temel konularsa kimileri için önem arz etmiyor. Kurguyu tam çözemeden, sinemasal sahnelerin
peşinde koşarken öykünün dağılıp ne anlattın, sorusuna yazdıklarından çok cevap
veren, savunan yazar adaylarını ikna etmek zorlaşıyor. Basit gibi sunulan kısa
eğitimin sonucunda sanırım, ben yazdım, oldu dediler, daha ne, diyenlerin
sayısına yenileri ekleniyor. Maalesef ne kadar iyi niyetli olursa olsun bu
atölyelerin ticari işletme olduğu, sırası geldiğinde bu uygunlukta
davrandıkları ise benim gözlemlerim arasında. Bana ne kattığına gelince, her
şeyden önce büyük bir yaşam deneyimi oldu atölyeler. 45 yaşında ev kadını
olarak çeşitli meslek ve yaş grubu yazar adayı arasındaki şaşkınlığımı
üzerimden atmam kolay olmadı. Üstelik şehre de yabancıydım. Kısaca daha çok
çalışmam gerektiğini öğreten faydalı, verimli, eğlenceli, güzel yıllardı,
diyebilirim.
Bugünlerde
neler yapıyorsunuz? Masada okunmayı, yazılmayı bekleyen neler var? Teşekkür
ederim.
Şimdilerde son on altı
yıldayım. İtaat ve isyan kelimeleriyle boğuşuyorum. Yeni öykülerimin temelleri
atıldı. Duvar örüyorum. Son çıkan öykü kitapları,arkadaşımın armağanı Emile
Zola’nınHayvanlaşan İnsan ve dergiler
okunmayı bekliyor. Asıl ben teşekkür ederim.
FATMA
NURAN AVCI’NIN ÖZGEÇMİŞİ
1966 Aksaray doğumlu.
İlköğretimini Sakarya’da, liseyi Bursa’da tamamladı. Eskişehir Anadolu
Üniversitesi İktisat bölümü mezunu. 2011’den bu yana Yaratıcı Yazarlık
Atölyelerinde eğitim alarak öykü yazmaya başladı. Notos, Lacivert, Vagon, Edebiyatist, Gamlı Baykuş,
Roman Kahramanları gibi dergilerde
öyküleri, kitap tanıtımları, söyleşileri yer aldı. 2018 yılı mart ayında “Son
Cevizlik” adlı ilk öykü kitabı Notabene Yayınevi’nden çıktı. İzmir’de yaşıyor.
Evli bir kız, bir erkek çocuk annesi.
* Bu söyleşi 5/6/2018 tarihinde Mevzu Edebiyat'ta yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder