Rüzgârlı bir pazar sabahından herkese günaydın,
Geçtiğimiz hafta sıcaklıklar düştü ve yağmurlar başladı. Bu hafta sıcaklık yine mevsim normallerine dönse de, geçen hafta yağmurdan kaçıp eve sığınan kara sinekler vızır vızır, tepemde. Evde sineklik de yok, sinek kovucu da. Doğal yollarla ölmelerini ya da yeniden dışarı çıkmalarını beklerken ellerim bir pervane gibi çalışıyor. Sessiz bir uzlaşı içindeyiz, tam şu anda. Çekildiler. Ama hayat değişken işte, bilirsiniz. Tam bu satırları yazarken bir tanesi göz hizamdan sessizce uçtu. Bir başkası karşı sandalyede ellerini oğuşturuyor. Derdim sineklerle değil aslında. Derdim sessizlikle, olabildiğine sessizlikle ve yazmayı sürdürebilmekle.
Kızımın da dediği gibi, sessiz bir ortam severim yazarken. Bu evde çıt çıkmaması değil elbette. Çünkü çoğu zaman ev bütünüyle sessiz olmaz. Kendi sesleriyle konuşur. Rüzgâr uğuldar pencerelerde örneğin. Çamaşır makinesi çırpınır (tam şu anda olduğu gibi).
Kızımın da dediği gibi bilgisayarda ve oturarak yazarım. Şu anda salondayım. Yemek masasında. Başımı kaldırdığımda karşı çayırları görüyorum. Yeşil, uzun otlar rüzgârla salınıyor. Huzur veren bir devinim içinde sola doğru koşuyor, minik, ritmik hareketlerle. Şehir önüme yürüyene kadar şahane bir manzaram var.
Bu yazıyı bitirir bitirmez çay ya da kahve alıp balkona kurulmayı biraz manzarayı seyretmeyi, birkaç satır okumayı düşünüyorum. Yeni kitaplarım geldi dün. Hepsi kişisel gelişim. Hep Kitap'ın çocuklu hayat dizisinden birkaç kitap, biraz DEHB, biraz mindfulness, ortaya karışık. Bu tür kitaplar, benim için alet çantasını doldurmak gibi bir şey, ya da ecza dolabını doldurmak gibi. Aldığım her kitabı baştan sona okumuyorum. Ama orada duruyorlar, yan yana, sırt sırta, bazen açıp karıştırıyorum. Türün iyi yazılmış örnekleri işe de yarıyor. Zihnimin çok dolu olduğunu, kimi şeylere yetişemediğimi, unuttuğumu düşündüğüm bugünlerde belki de işime yarar. Hangisiyle başlayacağımdan emin değilim. Sevdiklerimi, işlevsel bulduklarımı, yararlandıklarımı muhakkak yazacağım buraya. Hevesliyim.
*
Bugün yeni kitabın ilk imza günü ve söyleşisi var. Yazar arkadaşım Reyhan Yıldırım'ın üstleneceği etkinlik saat 2'de. Afişi kendim tasarladım. Sosyal medyada paylaşınca kızıma da yolladım. Resim kötü ama geleceğim, dedi. Çünkü o da okuyor kitabı. Bitirmedi henüz ama kimi öyküler hakkında yorumlar da yaptı. İksir'deki babanın çocuğunu kabul etmemesine kızmış örneğin. "Bütün babalar..." diye başlayan cümleler kurmasına sebep oldu. Pozisyon Hatası'nı hatırlamış, bir kısa film izlerken. Kısa filmi anlattı bana. Öyküde herkesin kahramandan vazgeçtiğini söyledi. Üzülmüş buna. Kurmaca okumanın hepimize yaptığı hâller işte. Duygulandırmak, düşündürtmek... İşte bunları dinleyeceğim bugün. Yazar bir arkadaşımın gözünden kendi kitabımı dinleyeceğim. Söyleşilerin en güzel yanı da bu olsa gerek. Kendini başkalarınca duymak, görmek. Heyecanlıyım.
*
Dün çalışma odasına ilave masa ve kitaplık geldi. Geçen hafta sonu yatılı misafirim vardı. Onu çalışma odasında yatıracağım için Sani'nin tuvaletini oradan çıkarıp pek çok kedi sahibi gibi banyoya koydum. Korktuğum gibi koku da olmadı, kumlar da savrulmadı. Çünkü bizimki tuvalet işini çoğunlukla dışarıda hallediyor. Tuvaletin çıktığı köşeye evrak dolabını sığdırıp masayı da mutfağa alınca L şeklinde şahane bir boşluk oldu. L şeklinde bir masa ve açık raf sistemi çizdirdim marangoza. Dün gelip montajı yaptılar. Henüz yerleştirmedim. Ama epeyce alan kazandım. Mutluyum.
*
Bizim evde birlikte kahvaltı edilen tek sabah pazar. Çoğunlukla. Kızım pek kahvaltı sevmiyor. Belki aç bile uyanmıyor. Bazen çay içiyor bir bardak, bazen kahve. Yanına çıkardığım ceviz, fındık, meyve, salatalık gibi şeylerden atıyor ağzına. Sonra çıkıyor. Kahvaltı yapmak için daha çok zamana ve daha çok açlığa ihtiyaç duyuyor muhtemelen. İşte o gün, bu gün, pazar yani. Az sonra yazıyı burada sonlandıracak ve tıpış tıpış mutfağa gideceğim. Pazar kahvaltısı hazırlamak için. Çay, kitap hayalimi unutmadım. Kızım ayaklanana kadar o minik, kendime vaat ettiğim molayı vereceğim. Çünkü biz anneler, o molaları vermeyi unutup kendimizi tüm dünyayla yüklemeye çok meyilliyiz. Farkına dahi varmadan yapıyoruz bunu üstelik. Hem yeterince güzel bir kahvaltı hazırlamak hem de kendime ihtiyaç duyduğum özeni vermek için hevesliyim.
*
Hepimizin içinden her gün onlarca duygu geçiyor. Günümüzü, hayatımızı nasıl geçirdiğimiz bu duygulardan hangilerini hatırladığımıza bağlı. Buna kalpten inanıyorum. Kızıma da dilim döndüğünce bunu anlatıyorum. Aktarmaya çalışıyorum. İşte bu yüzden bu sabah yazımı gündelik olana bakarken hissettiklerime adadım. Heyecan, mutluluk ve heves çıktı ortaya. Eğer bu özeni göstermeseydim belki de birikmiş çamaşırlara bakıp göz devirecek, çalışma odasının dağınıklığı altında kötü hissedecektim. İyi olma çabası da yazmak gibi, hep temrin istiyor, kararlılık, sabır... Ama değiyor işte. Bu pazar senin içinden hangi duygular geçiyor?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder