Füsun Çetinel'in yeni romanı "Son Bahçe" yayımlandı. Ben de hemen edindim ve bir çırpıda okudum. Çocuk edebiyatının insana iyi gelen bir yanı var. Üzerinizde okuma tembelliği, erteleme hastalığı varsa örneğin çocuk kitaplarını hap gibi peş peşe okuyun. Elinizde sürünen kitap kalmayacağı gibi içinize bir iyimserlik de yayılacak, dünyayı iyiliğin, dayanışmanın kurtarmamın umuduyla beraber üstelik. Son Bahçe'yi elimden bırakır bırakmaz kafamdaki soruları toparladım yazarına yönelttim. Sadece romana dair sorular sormadım. Yazma eyleminin kendisini, yaratıcılık süreçlerini de masaya yatırdık. Çünkü bilindiği üzere Füsun Çetinel uzun yıllardır yaratıcı yazarlık atölyeleri düzenleyen, yazar koçluğu yapan, iyi de bir okur. Hâl böyleyken içinden okumak yazmanın geçtiği keyifli, bir o kadar da cesaret verici bir söyleşi çıktı ortaya. Oggito'da yayımlanan söyleşiyi okumak için sizi böyle alalım.
*
"Ayağa kalkıp yürümek varken yerde kalıp sızlanmak niye"
“Son
Bahçe” adlı yeni romanınızda çevresi hızla betonlaşan bir bahçeyi korumaya
çalışan çocukların hikâyesini ele alıyorsunuz. Sizin kitaplarınızı çağdaş
gerçekçi olarak tanımlamak mümkün. Yarattığınız kahramanlar, bizimle benzer
mekânlarda yaşıyor, benzer dertlerle hemhal oluyor. Merakımızı uyandıran
gerçekçi bir eyleme karışıyor ve olaylar gelişiyor. Gerçekçi kurgu kendinizi
yakın hissettiğiniz bir tür mü?
Hayatın içinde olmayı; sokaklarda, kafelerde, bitpazarlarında,
yolculuklarda, havaalanlarında, trenlerde, hostellerde, farklı kültürden
insanlarla farklı dillerde sohbet etmeyi çok seviyorum. İşim ve ilgi alanlarım
da buna uygun, sıkça yollardayım, yolculuklardayım, değişik mekânlarda her
yaştan insanla birlikteyim. Onları izlemek, diyaloglarını hafızama kaydetmek,
duyduklarımdan ve gördüklerimden çıkarım yapmak, keyifli bir oyun benim için.
Bunlar harmanlanıp hikâyelere ve kimi kez bünyesinde fantazyayı da barındıran gerçekçi
kurgulara varıyor.
Romanda
farklı depremlerde ailesini kaybetmiş, akraba yanında büyümüş ve çocuk sahibi
olmuş iki ebeveyn görüyoruz. Aileleri enkaz altında kalsa da, onlar bir yolunu
bulup kendi yaşamlarını doğrultmayı, tercihlerini iyilikten, dayanışmadan,
paylaşmaktan yana yapmayı başarıyor. Kızları Zeynep “Armut dibine düşer,”
atasözünü doğruluyor ve ortak amaç doğrultusunda tüm sınıfı örgütlemeyi
başarıyor. Kötülük, para hırsı, telafi edilmeyen kayıplar hikâyede yer alıyor,
görüyoruz ancak daha mühimi devam etmek, ortak değerler, erdemler etrafında bir
araya gelmek, çoğalmak, çalışmak ve birlikte başarmak. Siz bu konuda ne
düşünüyorsunuz?
Hepimizin başına kötü şeyler gelebilir, her an tökezleyebiliriz hayatta.
Ayağa kalkıp yürümek varken yerde kalıp sızlanmak niye? Bizler çokça ondan
bundan şikâyet ediyor, birilerini suçluyor, “biz adam olmayız” diyor, sosyal
medyada veryansın ediyor, konuşuyor da konuşuyoruz. İş somut bir şeyler yapmaya geldi mi hiç
birimiz elimizi taşın altına koymak istemiyoruz. Hâlbuki öfke duymakla,
suçlamakla, şikâyet etmekle boşa geçireceğimiz zamanı, harcayacağımız enerjiyi
çalışmaya, üretmeye, barışçıl bir şekilde bir araya gelerek başarmaya yöneltsek?
Yapıcı bir tavır sergilesek? Sanırım ve ne yazık ki “şikâyet kültürü”
toplumumuzun bir özelliği oldu.
“Son
Bahçe” ilk sayfadan itibaren okurun merakını ayakta tutan, sezdirdikleriyle
finale giden yolu aralayan, “kurmacada hiçbir şey birdenbire olmaz”ın
sağlamasını yapan, mühendisliği sağlam bir metin. Bunu sağlamak için dikkat
ettiğiniz unsurlar nedir?
Sağlam bir kurguya varabilmenin türlü yolları var. İlki tabii ki çok ve
iyi okumaktan geçiyor. Çok okuyorum, çok film seyrediyorum ve her hikâyede
sarkan yerleri zihnim otomatik olarak algılıyor. Sanırım çok kişiyle birlikte,
çok farklı hikâyeleri çalışmanın, didik didik etmenin doğal bir sonucu bu.
Kurguda takıldığım yerlerin çözümlerini kimi kez rüyamda, çok sık ve
detaylı film tadında rüyalar görürüm, kimi kez yürüyüş yaparken, bisiklete
binerken, duş yaparken buluyorum. Unutmamak için defalarca tekrarlıyorum kendi
kendime. Eve varıp da dosyayı açınca bilgisayarda hemen değişimleri, eklemeleri
yapıyorum.
İlk başlarda deftere yazarak, notlar alarak ilerliyordum artık edindiğim
disiplinle hafızaya alıyorum notlarımı.
Sokaktan,
yoldan, yolculuktan beslenen bir yazar olduğunuzu, defterlere sıklıkla notlar
aldığınızı, bunları küçük desenlerle desteklediğinizi biliyorum. Bu defterlere
giren kelimeleri, küçük notları, her birini ışığa ulaşmak isteyen bir tohum
olarak hayal edersek, gelişmeleri, serpilmeleri için nasıl bir tutum
izliyorsunuz?
Eğlenceli defterler diye adlandırıyorum onları çünkü içlerinde her şey
var; fişler, kartpostallar, peçeteler, yapraklar… Yazdığım notlara bir daha
açıp bakıyor muyum? Kesinlikle hayır! Elle yazdığımız şeyler bir nevi beynimize
yazılıyor, hafızada depolanıyor. Onun için de akıllı telefonun notlar bölümünü
hiç kullanmıyorum. Defter yoksa yanımda fişlere, paket kâğıtlarına zorda
kalırsam yaprağa bile yazıyorum. Her yazdığımız şey bir hikâyeye varamaz ama
dediğiniz gibi minik tohumlar bunlar, beslersek üzerinde düşünür derinlik
verebilirsek, başka minik tohumlarla ilişkilendirebilirsek sağlam bir hikâyeye
ulaşabiliriz.
Yazı
eğitmeni, yazar danışmanı olarak çalışıyor, çocuklar ve gençler için hikâye
atölyeleri düzenliyorsunuz. Bu tür atölyelerin,
hikâye anlatıcılığının unsurları, biçimleri üzerine öğretme ve öğrenme
alanları yarattığı, yazma becerilerini geliştirmeyi hedeflediği gerçeğinden
yola çıkarak sormak istiyorum. Sizin yazarlık yolculuğunuzu da dahil ederek
elbette. Zanaat, sanatı mümkün kılar mı?
Tüm yaratıcı yazı eğitmenlerinin savunduğu gibi atölyeler yazar çıkarmak
için değildir, yazmaya dair teknikler, düşünceler geliştirmek, pratik yapmak,
yorumlar almak, aynı zamanda iyi bir okur olmak içindir. Bu çalışmalara devam
eden kişiler yazmaya tutkuyla bağlıysa ve biraz yetenekleri de varsa geleceğin
yazarları arasında yerlerini alabilirler.
Bazı kişiler bu tür çalışmalara önyargılı yaklaşıp, tamamıyla karşı çıkıyorlar.
Ama eski yazarların söyleşilerine, hayatlarına baktığımızda hepsi birbiriyle
tanışık veya arkadaş, edebiyat matineleri düzenliyor, aynı sofralarda edebiyat
konuşuyorlar. Bu tür toplantılara katılan gençler de onları dinleyerek yazmaya
dair ilk adımlarını atıyor, onlardan geribildirim alıyorlar. Bu tür
birliktelikler de atölye sayılmaz mı?
Bence sanat ve zanaat birbirini destekleyen şeyler. Daha yeni Edogawa
Rampo’nun Aynalar Cehennemi ve Diğer Öyküler kitabındaki bir öyküde; ustanın
yanına çırak verilen bir gencin nasıl tutkulu, gerçek bir sanatçıya dönüştüğü
anlatılıyordu. Bunun örneklerine eskiden sıkça rastlardık… Atölyelere katılan
kişiler de bir tür çırak aslında. Kiminden iş çıkıyor, kimi başka şeylere
yöneliyor pes edip.
Çocuk
ve genç okur için yazmak, onlarla okullarda, kitap fuarlarında bir araya
gelmeyi de mümkün kılıyor. Bu buluşmalarda, sizin için unutulmaz, aklınızda,
kalbinizde yer eden ilginç anılarınız var mı?
Yazar etkinliğine gittiğim bir köy okulunda dördüncü sınıf öğrencileri
kendi bahçelerinden topladıkları gül yapraklarıyla ismimi tahtanın önüne yere
yazmışlardı. Sınıfa girince kendimi assolist gibi hissettim çok hoşuma gitti.
Bodrum’da bir STK etkinliğinde çocuklara benim romanlarım ve Atatürk’ün
Nutuk kitabı birlikte hediye edilmişti. Kendi kitaplarımı imzaladım ancak
çocuklar Nutuk kitabını da imzalamamı istediler ısrarla. Onlara bunun çok
yanlış olduğunu, Nutuk’u Atatürk’ün yazdığını anlatsam da ikna olmadılar ve
üzülerek ayrıldılar yanımdan.
Hediye olarak gofret getirmişti bir çocuk, teşekkür edip aldım ama biraz
sonra yanıma geldi yine. “Paylaşabilir miyiz,” diye sordu yalanarak. Ben de
gofreti ona geri hediye ettim (yalanarak).
Çok tatlı da soruları var aklımda kalan… Ne zaman yazmayı
bırakacaksınız? Saçınız kına mı? Çok para kazanıyor musunuz? Bu kitabı
gerçekten siz mi yazdınız? Youtube kanalıma abone olur musunuz? Benim ismimi
bir kahramanınıza verir misiniz?
Yüzlerce mektup, kartpostal, not var bana yazdıkları, hepsi de çok özel
ve samimi.
Tişörtlerini, kollarını imzalatmak isteyenleri de unutmamak gerek tabii.
O zaman da kendimi bir pop-star olarak hissediyorum, hoşuma gidiyor ama
annelerden korktuğum için imzalamıyorum… Bir tanesi çok şirindi, kandırdı beni
elini imzaladım. “Bu eli bir daha hiç yıkamayacağım,” dedi. Eyvah eyvah!
“Son
Bahçe” okurla buluşalı çok kısa bir süre geçti ancak adettendir soralım. Ufukta
yeni projeler var mı?
Masaüstünde bir sürü dosya, defterlerde notlar, kâğıtlar, yayınevi
sepetinde bekleyen dosyalar, çizerini arayan bir resimli kitap… Ama beni çok
daha fazla heyecanlandıran şey hep yeni hikâyelerin ihtimali…
Füsun Çetinel ne tatlı kadındır, biz de tanıştık Antalya'ya geldiğinde, arada yazışıyoruz ve çok keyif alıyorum sözcüklerinden...
YanıtlaSilKesinlikle. Atom karınca ☺️ Çalışkan, üretken, pozitif.
Sil