Hevesli
ruj boyadı dudakları. Şaşkındı telefon duyduklarından. Koştu aynanın karşısına.
Saçlarını taradı. Kirpikler çift kat rimel. Tedirgin ceket omuz başlarına
yerleşti. Dili damağı kurudu heyecandan. İyimser bardak içindeki suyu sundu.
Taze, limon kokulu.
Yorganın
kıvrımlarından başını uzatan pofuduk ayıcık üzgündü. Kızın ardından baktı
gözleri nemli. Kitap öfkeyle devrildi yatağa, ayıcığın yanı başına. Defter
kabak gibi açılıp saçıldı. Tükenmez kalem yaylandı kalemliğin içinde.
Arkadaşları da arkadan itince hop diye boş defterin sayfalarına yerleşti.
Gözyaşlarıyla
ıslanmış, buruşmuş peçete gergindi. Katlanmış, sıkışmış yerlerinden gerindi,
gerindi, açtı kendini. Cami yıkılsa da mihrap yerindeydi. Eh, onun da vardı diyecekleri.
Açtı ağzını, yumdu gözünü. Diğerleri sessiz kalır mı? Tüm oda dile geldi. Kızın
hevesine kimse anlam veremedi. Rujdan başka. Onun derdi ayrıydı. Pastanedeki
bardağa âşıktı. Bir parçası kızın dudaklarında dışarıda ya... Olur da öperim
kıyısından bardağın diye içi içine sığmadı.
Umut fakirin ekmeği.
Kaşlar
kalkmış, dudaklar cık cıklarken defter hâlâ açıktı. Tükenmezin dermanı tükendi
yazmaktan. Güneş battı. Odanın renkleri, sesleri bir bir karanlığa gömüldü.
Hepsi diken üstünde kızın dönüşünü bekledi. Rahat koltuk hariç. O çoktan derin
uykudaydı. Gamsız şey ne olacak!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder