Ayın son, ikide bir günlüklerinin üçüncü yazısından herkese merhaba,
Blog yazılarında okura hitap ederek başlamanın kolaylaştırıcı bir yanı var. Yazarken birini muhatap tuttuğunda, ona seslendiğini duyurduğunda, yazının içine hop diye akıyor yazan kişi. Bir mektup yazar gibi dalıyor ve anlatmaya başlıyor. Bu sayede eğer yazı masasına geçerken belli bir niyeti yoksa yazının içeriğine dair, bir giriş oluşturuyor ve kelimeleri birbiri ardına sıralarken konusunu aramaya başlıyor. Tıpkı benim şu anda yaptığım gibi.
Dün bir hastam geldi. Birkaç yıl önce tedavi ettiğim hastam, telefonda randevu alırken çocuklarının özel eğitim gördüğünden bahsetmiş. Böyle bir ayrıntının bir ehemmiyeti varmış gibi. Telefonla randevu alırken kendi rahat gelebileceğiniz aralığı belirtmek ve diyalog yoluyla uygun gün ve saati belirlemek hayli kolay. Hastanın gelemediği saatlerde neyle meşgul olduğu irdelediğimiz bir mevzu değil. Bununla beraber durumunu bildiğimizde gözettiğimiz de bir gerçek. Hastamın bu beyanını duyunca gevezelik etmiş diyerek geçiştirmedim elbette. Zihnimde takılı kaldı. Eski bir tanıdığı hatırladım. Milan Kundera'dan alıntıladığı ve sıklıkla tekrar ettiği o sözü:
"İktidar sizi nerenizden yaralıyorsa orası kimliğiniz olur."
Sosyal devletin olmadığı bir ülkede, yaşlı ve çocuk bakım hizmetlerinin anneler ve/ya ailedeki diğer kadınlar tarafından karşılandığı ya da annenin (yeterince yüksek bir maaş alabildiği durumlarda) başka kadınlardan hizmet satın alarak çözdüğü, her durumda kadın emeği üzerinden yükseldiği bir ülkede, bir annenin, telefonla randevu alırken çocuğunun özel durumundan bahsetmesini boş söz diyerek geçiştiremeyiz. İki sözden birinin oraya dair olmasını şaşırtıcı bulmayız. Bakım emeğini muhtemelen tek başına üstlenen, yorgun bir annenin kimliğidir, o, nihayetinde. Yaralandığı yerden konuşan, duygusal yükünün paylaşmaya çalışan bir anneyle karşılaşmak, bu yüzleşme, kendi kimliklerim üzerine düşünmeme yol açtı.
Kendimi bu anlamda şanslı sayıyorum aslında. Bir kız çocuğu olarak eğitimle ilgili bir sorun yaşamadım. Bu doğal bir haktı. Mücadele etmedim. Giyim kuşam, davranışlarla ilgili de büyük sıkıntılar yaşamadım. Hoş bu ülkede kadınların hemen hepsinin deneyiminin bir yerinde sözlü taciz, fiziksel tacize yeltenmeye çalışmalar, flört tacizi gibi şeyler kıyısından köşesinden yaşanmıştır. Başıma gelmedi diyen ya bu konuda konuşmak istemiyordur ya da büyük resimde ayrıcalıklı bir yerde bulduğundan deneyimini silme, görmezden gelme eğilimindedir. Benim de durumum yaklaşık olarak böyle. Sosyo ekonomik olarak kendine yeten bir ailede büyüdüm. Okurken ekonomik zorluklar yaşamadım. Mesleğimi icra ederken kadın olmaya dayalı büyük zorluklarla sınanmadım. Din, mezhep, etnik köken, dil olarak baskın olan yerdeyim. Ten rengi, fiziksel görünüm, bedensel ve zihinsel olarak ayrıcalıklıyım. Bekar anne olmamı bir kenara koyarsak hayatımda hiçbir zorlanma, ayrımcılığa uğrayabileceğim yer yok. Bekar anneliğe geçişim de pek çok kadına göre kolay oldu. Boşanırken sıkıntı yaşamadım. Yoluma taş konmadı. Ekonomik olarak zorlanmadım. Hayatımızda büyük değişiklikler olmadı. Kızımla beraber parasının son kuruşuna kadar benim ödediğim evimizde, aynı düzende yaşamaya devam ettik. Babası makûl, enflasyon karşısında (henüz) kuşa dönmeyen (avukatım sağolsun) bir nafakayı düzenli olarak ödüyor. Bununla beraber ben planlarımı bu ücret yokmuş, gelmeyebilirmiş gibi yapıyorum. Bekar annelerin çoğunun böyle yaptığını da biliyorum. Özellikle küçük çocuğu olan annelerin çocukları hasta olup okula gidemediğinde, veya kendilerine zaman ayırmakta zorlandıklarını biliyorum. Çocuğu bırakacak yer olmadığı için bir önceki yazının konusu olan içsel göstergelerine bakamamak, kendine ait zaman ayıramamak, kendi iç kaynaklarını dolduramamak da sık rastlanan durumlar. Bir kahve molası, arkadaşla yan yana yürüyüş, sohbet, kahkaha, kısa tatiller ile kendi içsel kaynaklarını zenginleştirmek, çocuğunla ilişkinde sabrını, şefkatini, dinleme kapasiteni de arttırıyor esasında. Dolayısıyla aynı benzin almaya zamanım yok diyemediğimiz gibi ele almalıyız bekar annelik mevzusunu da. Ha bende durumlar nasıl? Çoğu zaman ev iş arasında geçiyor günler. Şehir dışına çıkmalar ya mesleki bir kurs gerekçesiyle ya da görev aldığım meslek örgütümün çalıştayları nedeniyle. Mesleki kurslar İstanbul'da olduğu için akşamları eski arkadaşlarımla buluşuyorum. Meslek örgütünün buluşmaları İstanbul, Ankara, Samsun, Gaziantep gibi farklı illerde oldu görev aldığım üç yıl içinde. Eylül ayında Diyarbakır'da bir toplantı olacak. Bu toplantılar oldukça yoğun geçiyor ancak farklı illerden arkadaşlarla birlikte aynı otelde kalmak, kahvaltı ve akşam yemeklerinde sohbet etmek besliyor beni. Bununla beraber bunları yıla paylaştırdığımda onbeş gün bile etmiyor. Sorunsuz boşanmanın bile kendi içinde zorlukları var yani. Mutsuz evliliklerin büyük kısmının sürmesi belki de bu yüzden. Evlilik de ayrılık da gül bahçesi vaat etmiyor insana. Ama kafanın rahat olması, içinin huzurla dolu olması ev içinde kendi küçük gül bahçelerini yaratmana da olanak sağlıyor. Kızım büyüdükçe arkadaşlarımla olan sohbetlere katılıyor, kahkahaların atıldığı, neşe dolu anlar çoğalıyor. İşte bunun için sevinebilirim.
Siz nasılsınız? Hayatta ayrıcalıklı olduğunuz ve olmadığınız durumlar, kimliklere dair durumlarla ilişkiniz nasıl?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder