Dentalhaber'de Erkan Acar ile diş hekimliği ve öykü yazarlığım üzerine yaptığımız söyleşi
"Üretkenliği belli koşullara bağlamıyorum"
Marmara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi (İngilizce) 2000 mezunusunuz. Bu fakülteyi tercih etmenizin özel bir sebebi var mı?
Lise
sıralarında meslek seçimi yaparken çok bilinçli bir tutum sergilemek kolay
değil. Anadolu Lisesi’nde okuyordum, sayısalcıydım. Mühendislik ve ileri
matematik bana göre değildi.Sağlık sektörünü kendime daha yakın buluyordum.
İstanbul, İzmir ya da Ankara dışında bir şehirde okumak istemiyordum. Bu üç
şehirdeki Tıp Fakülteleriyle Eczacılık Fakülteleri arasında geniş sayılabilecek
bir aralık vardı.Araya Diş Hekimliği Fakülteleri’ni sıralamaya karar verdim.
Marmara Üniversitesi İngilizce eğitim verdiği için diş hekimliği tercihlerim arasında
ilk sırada yer alıyordu. Oraya yerleştim ve okumaya başladım. Neticede her
seçim, başka bir hayatın ihtimalini ortadan kaldırıyor. Ve bizi edebiyatın,
sinemanın çok sevdiği kader mi tesadüf mü meselesine getiriyor.
Çocukluğunuzda
sizi muayene eden ilk dişhekimini hatırlıyor musunuz? İlk nerede dişhekimine
gittiniz? O zamanların zihninizde bıraktığı izleri bugünün muayenehane ve
dişhekimleri ile karşılaştırabiliyor musunuz?
İlk kez Çanakkale’de
dokuz, on yaşlarındayken diş hekimine gittim. Ümit Bey, tedavilerim sırasında
bana karşı sakin ve sabırlıydı. O günlerde diş hekimleri hastalarına kesin bir
randevu saati vermiyordu. Bekleme odasından hastalar sırayla çağrılıyordu. Öğle
saatlerinde gidip cesaretimi toplayamadığım için sıramı başkalarına verdiğim
kalmış en çok aklımda, bir de çürüktemizlenirken çıkan koku ve ağızda bıraktığı
nahoş tat. Uzun ve sıkıntılı işlemler görmem gerekmedi. Bununla beraber bir kez
diş hekimi koltuğuna oturmak ve dolgu yaptırmak zorunda kalmak ağız bakımıma
gösterdiğim ihtimamı arttırdı.
Öykü
yazmaya ilk ne zaman başladınız?
Öykü türüyle 2006 yılında
katıldığım bir yaratıcı yazarlık atölyesinde tanıştım. Öykü türü kısa sürede
okunup irdelenmeye olanak sağladığı için bu tür atölyelerde sıklıkla ders
materyali olarak ele alınıyor. İlk yazdıklarım, elbette öykü olmaktan uzak, bir
fikri, olayı, düşünceyi anlatan, aktaran, olay örgüsü de ihtiva ettiği için
öyküymüş sandığım metinlerdi. Öykünün kıvrak dilini, yoğunluğunu kavramak zaman
alıyor. Her beceri gibi bol tekrarla ediniliyorve türün iyi örneklerini
okudukça ve yazdıkça gelişiyor. O yüzden ilk örneklerle yayımlanmak arasında
hayli zaman var.
Kitaplarınızı
kaleme alış hikayelerini sırasıyla anlatır mısınız?
Yazının acemilerinin
hikâyeleri pek çok ortaklık taşır. Hemen hepsi iyi bir okurdur en başta.
Okudukları gibi metinlerin yazarları olmak hevesiyle çıkmışlardır bu yola.
Kimsenin bundan haberi olmadığı gibi, bir ürün çıkarmaları da beklenmez. Yazmak
denilen hevesin marifetidir tüm bu çaba. Dolayısıyla kitap yazacağım fikrinden
çok yazmak, biriktirmek, yazdıkça daha iyisini kotardığını görmek ve dergilere,
yarışmalara yollamakla başlıyor süreç. Ürünlerinizin yayımlanması kendiliğinden
bir sonraki aşamaya taşıyor. Eldeki işe
yarar metinler birleşiyor, aralarında bir tür duygudaşlık olanlar seçiliyor ve diziliyor.
Eserlerinizin
almış olduğunuz ödüller var mı?
Kitaplarım
yayımlanmadan önce farklı öykü yarışmalarına katıldım ve öykü seçkilerinde yer
aldım. Bunlardan birisi de Ankara Diş Hekimleri Odası’nın 2014 yılında
düzenlediği 1. Öykü Ödülü Yarışmasıydı. “Ütopya: Benim De Bir Hayalim Var” teması
üzerine yazdığım öykünün Ayla Kutlu, Özcan Karabulut, Aysu Erden tarafından
okunması, seçkiye alınması heyecan verici olduğu kadar yazmaya devam etmem
konusunda da teşvik ediciydi. Ödüllerin yazara sağladığı en büyük motivasyon da
bu olsa gerek.
Muayene
ve tedavi ettiğiniz bir çocuğun veya yetişkinin öykü kurgusuna katkı sağladığı
oldu mu?
Meslek gereği elbette
ilginç hayat hikâyeleriyle karşılıyorum. Bununla beraber bir olayı ya da
kahramanı sırf ilginç bulduğum için yazmak hem etik değil hem de benim öykü
anlayışımdan uzak. Bana göre öykü “geçerken gördüğüm şey”. Dolayısıyla olay
örgüsünün daha silik olduğu, bir kahramanın başarılarla dolu büyük değişim
öyküleri yerine bir anın, kesitin içinden seslenen durum öyküleri yazıyorum.
Bunun için büyük şaşırtmalar, sürprizli sonlar peşinde değilim. Sözün özü
doğrudan bir hastamdan ya da yakınından yola çıkarak yazmadım. Yazarken zihnin
gerisinden farkına varmadan çağırdığımız anlar, duygular, mimikler kimlerden
mürekkep bilmek mümkün değil.
Yazma
ortamınız daha çok neresidir? Kurgularken, yazarken veya not alırken
muayenehaneyi de kullandığınız olur mu?
Okurken ya da notlarımı
alırken çok kaprisli değilim. Vapurda, uçakta, çay bahçesinde, evde her yerde
okuyabilir, notlarımı alabilirim ancak iş öyküyü yazma aşamasına gelince daha
sakin, odaklanabileceğim bir ortama ihtiyaç duyuyorum. Son altı yıldır kendime
ait bir odam var. Çoğunlukla orada yazıyorum.
Öykü
kitaplarınız “Lodos Çarpması” ve “Kendisiymiş Gibi”de kentli insanın
sorunlarına dikkat çekiyorsunuz? Mesleğinizin kentli insanı gözlemenizde
yardımcı olan yanları var mı?
Muayenehanelerde
mesleğini icra eden diş hekimleri olarak farklı insanlarla karşılaşıyor,
normalde belki de hiç karşılaşmayacağımız insanlarla tanışıyor, konuşuyoruz. Onların
ağrılarını dindiriyor, estetik ve fonksiyonel beklentilerini karşılamaya
çalışıyor, korkularına, heyecanlarına, mutluluklarına, hayal kırıklıklarına
tanık oluyoruz. Bellek hepsini kaydediyor elbette ancak bizde kalıcı bir
deneyime dönüşmesi için bir duyguya dönüşmüş olması gerek. Bunu sağlayan şey de
birbirimize anlattığımız hikâyeler. Onları dinlemeye zaman ayırabildiğimiz
oranda aramızdaki bağ derinleşiyor. Ve hikâyeler belki de bu bağların bende
bıraktığı izlerden doğuyor.
“Pelin
ve Küçük Dostu Karamel” (2021) adlı çocuk öykü kitabınız var. Bir
röportajınızda “Çocuklar için yazmak benim için keyifli ve de öğretici bir
süreçti. Dolayısıyla bu alanın emekçisi olmaya devam edeceğim,” diyorsunuz.
Çoğu meslektaşınız uzmanlık alanı olarak çocuk dişhekimliğini zor buluyor pek
tavsiye etmiyor. Çocuk edebiyatı ile uğraşmanın onlarla ilişkilerinizde
kolaylık sağlayan bir yanı var mı?
Çocuklarla çalışmanın
zorlu yanı korkmaları. İşin tuhaf yanı bu korku çoğu zaman onların kişisel
deneyiminden kaynaklanmıyor. Üst kuşaklara aitler. Diş hekimine gitme
sıklığının düşük olması,ekonomik sebeplerle gecikmesi, ileri safhalarda hekime
başvurulması gibi durumlar, aile
bireylerinde şiddetli bir ağrı ve deneyime dönüşünce ciddi bir dişçi fobisi de
oluşuyor. Koruyucu önleyici tedavilerin bir sağlık politikası olarak
sunulmaması, ekonomik sebeplerle geciken tedaviler, kamudan diş hekimliği hizmeti
almanın giderek zorlaşması bu korkuların daha da derinleşmesine, kuşaktan
kuşağa aktarılmasına, köklenmesine sebep oluyor. Bu döngüyü ancak ailelere
yönelik ağız diş sağlığı eğitimleriyle, erken yaşlarda başlayan düzenli
takipler ve koruyucu tedavilerle kırmak, çocukların güvenini kazanmak pekâlâ
mümkün. Çocuklar kendilerine dürüst ve açık davranıldığında çalışması keyifli
müttefiklere dönüşüyor ve neşelerini de bulaştırıyorlar.
Ayrıca
çocuk dünyasına daha bütüncül bakabilmek Çocuk Gelişimi önlisans programı ve
Çocuklar İçin Felsefe Eğitmenliği Eğitiminiz sürüyormuş. Neden bu eğitimleri
almaya başladınız?
Bu eğitimleri almaktaki
temel amacım, çocuk ve gençlik edebiyatı alanında üretirken yaslandığım art
alanı genişletmek, kalemimi güçlendirmekti.
Bir
yandan oda genel sekreterliği, diğer yandan muayenehane, bir yanda kızınız,
diğer yanda edebiyat uğraşınız. Yazmak için okumaya vakit ayırmak da lazım.
Peki nasıl vakit buluyorsunuz, zor olmuyor mu?
Araştırmalar insan
beyninin aynı anda birçok işi birden etkin olarak yapmadığını, bir işten
diğerine geçerken az ya da çok bir çaba gerektiğini ortaya koysa da çağ bize
multitask olmayı dayatıyor. Muayenehane hekimliği de bundan azade değil. Orada
da dikkatim, eylemlerim sorularla, telefonlarla, kapıdan gelen yeni hastalarla,
tedarikçilerle, teknisyenlerle bölünüyor. Buna hatırı sayılır oda iç yazışma
trafiği eklendi. Üretkenliği belli koşulları sağlamış olmaya bağlamıyorum. Öyle
olsaydı kızımın büyümesini, emekli olmayı, daha geniş bir eve çıkmayı bekler
dururdum. Neticede hayat seçimlerden, önceliklerini belirlemekten ibaret.
Okumaya, yazmaya zaman ayırabilmek için uykudan, televizyon izlemekten, siber
aylaklıktan feragat etmek, ev işleri için saçını süpürge etmemek yetiyor. Küçük
bir şehirde yaşamak, evle işin birbirine çok yakın olması da büyük avantaj
elbette.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder