Eskiden tam bir kontrol manyağıydım. Bir yere mi gidiyorum günler öncesinden bavulumu hazırlar, gideceğim yeri araştırır, gezi kitabını alır, öncesinde planlamalar yapardım.
Tamamen öte uca savruldum diyebilirim. Bavul toplama işi hep son dakikaya kalıyor. Tatile giderken derler ya "Nereye gitsen kendini de götürüyorsun." Eksik! Ben olmadığım birini daha götürüyorum, özellikle de arabayla çıktığımız seyahatlerde. Akşam yemeği için elbise, uygun ayakkabı, takı. Oysa ben pantolon, şort, spor ayakkabı insanıyım. Hoş Parga tam da bu giyimi gerektiriyor, elbette benim için. Çünkü topukluların, parmak arası terliklerini içinde hayli rahat yürüyen kadınlar da var. Bi zamanlar benim de yapabildiğim gibi. O esneklikte ve rahatlıkta hissetmiyorum kendimi. Mış gibi yaptığım tek yer bavulun içi....
Yol uzun demişti Bey kişisi. Haklıydı. Araba kullanmak ona kalıyordu. Gümrükte uzun saatler beklemek çileli işti. Pazartesi gecesi bavulları hazırladık. Kapadık. Saat olmuş 02.00 suları. Sani'nin de düzeni şaştı. Üç insanım da ayakta. Bahçeye çıkma zamanı gelmiş kafasında miyavladı durdu. Bizden sonra uyumuştur.
2.30'da çıktık yola. Otuz dakika sürdü iki gümrüğü almamız. Güneşin doğuşunu Dedeağaç'ta gördük. Neredeyse tüm Yunanistan'ı katettik ve vardık. Yorgun, uykusuz ve terli. Sınırı geçtikten sonra dönüşümlü araba kullandık. Sınırı geçince "kaplana döndün" dedi Bey kişisi. (Haklıydı, sınırlar bizi hep sınırlandırıyor, olabileceğimiz üstüne çıkmamızı engelliyor. Büyümek uğraşı da bu değil mi zaten. Güvenli alanlarını genişletmek için sınırları esnetmek, genişletmek çabası... Böyle demedim tabi Mandıra Filozofu muyum ben?) Uzak gözlüğümü işaret ettim onun yerine. Bir de teşekkür tabi. Sen olmasaydın yurt dışına arabayla çıkma, araba sürme cesareti bulamazdım dedim. Düşündü, bana artık verebileceği bir şey kalmadığını söyledi. Bu da bakmak ve görmek meselesi galiba.
Dün ikindi sularında fotoğraflarına meftun olduğum Parga'ya vardık. Navigasyon oteli bulamayınca telefon açtık. Çok yakınsınız aslında bekleyin dedi telefondaki ses.
Bir süre sonra motoruyla belirdi. Mobiletin önüne attı iki bavulu. Yolu tarif etti. Kaleden aşağı indi. Mini market, Romantika... Gerisi karıştı, azıcık dolandık sonra bulduk. Manzaranın bedeli basamakları indik. Kendimizi serin sulara attık.
Kıyıya yakın adacığa yüzdük. Çıktık. Kızımın yüzünde bunca yorgunluğun ardından elde etmenin mutluluğunun yarattığı ee noktasından hızlı bir düşme anına tanıklık ettim sanki bir an. Ama bizi karşılayan beyin sözleri hala canlıyı kulaklarımda. Relax you are in Parga. Hem çocuğumun duygularından sorumlu değildim. Ardındaki karşılanmamış ihtiyaçları tahmin edebilirdim en çok. Baba dile geldi önce. Gyrosları gömdük, soğuk içecekler yuvarladık. Babayı otele uyumaya yolladık, biz yeniden suya kavuştuk. Biraz yüzme, biraz su içinde oyun. Dönüş yolunda 50 basamak fazla tırmandık. (zalimsin Parga) duruma aydık. Geri dönüp oteli bulduk. Duş, uyku... 23 sularında uyanıp frozen yoghurt yemek için sahile indik. Yolları biraz daha zihnimize kaydettik.
Otele varmak isyorsan Odyssia'nın gemisini aşma.
Bu satırları yazarken bomba gibiyim diyemem hala. Üst bacaklarım hala isyanda.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder