İnsan beyni, milyarlarca sinir hücresi ve bu hücreler arasındaki
bağlantılardan oluşmaktadır. Bu
bağlantılar sayesinde dünyayı algılarız, duygularımızı işleme alır, etrafımızda
olanı biteni öğrenir, problem çözme becerileri ediniriz. Bu bağlantılar
hepimizde aynı şekilde değildir. Tıpkı parmak izlerimiz gibi farklılık
gösterir. Parmak izlerimizin aksine neredeyse hayatidir. Çünkü davranış
kalıplarımızı, öğrenme şekillerimizi, çevreyle ilişkilerimizi bu bağlantılar
belirler. Pek çoğumuz sarılmaktan hoşlanır, kolaylıkla okur, etrafımızdaki
gürültülü dünyaya tahammül ederiz. Bağlantılarımız sayesinde, hem de çabasızca.
Oysa başkalarının ona dokunmasına katlanamayan, yüksek seslerden rahatsız
olan, dikkati kolayca dağılan, günlük hayattaki değişikliklerden hoşlanmayan,
arkadaş edinmekte güçlük çeken bireyler vardır. Onları normal/anormal olarak
kategorize etmemek ancak bu farklılığın beyinlerinin farklı gelişmesinden veya
çalışmasından, yani nöroçeşitlilikten kaynaklandığını bildiğimizde mümkün.
Nöroçeşitliliğe sahip bireyler, tüm gelişimsel ve davranışsal dönüm noktalarına
çoğu insan için standart olan zamanda ulaşamazlar. Günlük hayata uyumları, beyinleri tipik şekilde çalışan ve gelişen
bireylere nazaran daha güçtür. “Beceriksiz”, “uyumsuz” gibi takılması olası
etiketler ise durumu yalnızca daha da güçleştirir. İşte bu yüzden hepimizin
insan beyninin her koşulda aynı çalışan bir makine değil, bir ekosistem
olduğunu anlamaya ve kabul etmeye ihtiyacımız var. Bir başkasının hayatını,
deneyimini yargılamadan önce, onun ayakkabılarını giymeye, onun geçtiği
yollardan, sokaklardan, dağlardan, ovalardan geçmeye, hüznü, acıyı ve neşeyi
tatmaya, onun geçtiği senelerden geçmeye, onun takıldığı taşlara takılmaya
ihtiyacımız var. Bir başkasının hayatını bire bir deneyimlemek normal
koşullarda pek de olası değil. Bu deneyime en yaklaştığımız yer, kurgusal
kahramanların hayatlarına baktığımız filmler ve kitaplar…
Bunca
girizgâhın sebebi, bana tam da bu türden bir deneyim yaşatan bir gençlik
romanı. Cat Patrick tarafından yazılan, Seda Ateş çevirisiyle Türkiyeli okurun
karşısına çıkan Can Çocuk’tan yayımlanan “Hortum Akıllı” nöroçeşitliliğe sahip
on üç yaşındaki Frankie’nin ağzından anlatılan etkileyici bir roman.
Roman,
anlatıcı Frankie’nin hortumlara dair doğru bilinen yanlışları anlatmasıyla
açılıyor.
“Eğer
hortumun biri ortaokula gitseydi, öbür çocuklar ona tuhaf tuhaf bakarlardı.
Rehber öğretmeni, davranışlarının ‘kestirilmez’ olduğunu söylerdi. Annesi,
çıkıntılık yapmamasını, diğer hortumlarla aynı yöne gitmesini tembih ederdi.
Ama belki de uyumlu olmak hortumun hiç de umurunda değildir, bu pek arkadaşı
olmayacağı anlamına gelse bile.
Bunu
anlayabiliyorum çünkü benim de bir arkadaşım vardı, ama şimdi yok. Anlaşılması
güç.
Onunla
bir hortum esnasında tanıştım.”
Frankie,
bu girişin ardından anaokulunun ilk haftasında oluşan şiddetli hortumu, okul
bahçesinde yaşanan paniği, o gün tanışıp arkadaş olduğu Colette’i anlatır ve
sözü bugüne getirir. Olayın üzerinden 7,5 yıl geçmiştir. Colette ile
arkadaşlıkları biteli iki ay olmuştur. Colette kaybolalı ise yalnızca birkaç
gün. Colette’i son gören kişi, Frankie’dir ancak son görüşmeleri pek de
arkadaşça geçmemiştir. Collette, bir gece ansızın gelmiş ve Frankie’nin ikiz
kızkardeşi Tess de dahil olmak üzere üçünün oynadığı “Doğruluk mu? Cesaret mi?”
oyununu belgelemek üzere kullandıkları, Frankie’nin sakladığı özel defteri
istemiş, sonra da kayıplara karışmıştır. Genç kızı son olarak gören tüm
arkadaşları gibi polis merkezinde sorgulanan Frankie, polisin dikkatini
çekmeyen ayrıntıları fark eder ve gerçeğin yani arkadaşının nerede olduğunun
peşine düşer.
Roman
kayıp kızın aranması, Frankie’yle küslüklerinin nedenleri, Frankie’nin ailesiyle
ve çevresiyle yaşadığı güçlükleri aktararak ilerler. Her bir bölümün ismi
hortumlarla ilgili bir gerçeğe tekabül eder. Frankie gerçek bir hortumseverdir.
Bu bölüm isimleri ve Frankie’nin hortumlara dair açıklamaları boşuna değildir.
Frankie’nin yaşadığı nöroçeşitliliği okura daha güçlü geçirmek üzere kullanılan
bir metafordur, hortum. Frankie’nin zihninin içi, bir hortumun içi gibidir.
Davranışları, yakın çevresi üzerinde yıkıcı etki yaratır kimi zaman. Kız
kardeşi Tess, ılıman, güneşli bir gökyüzüyken, Frankie döne döne gelen,
döndükçe büyüyen hortumun ta kendisidir. İki kız kardeş arasındaki zıtlık, nörotipik
bireyler ile nöroçeşitlilik sahibi bireylerin yaşantılarını izah etmeksizin
gözler önüne serer. Frankie’nin yaşadığı iç çatışmaları, suçluluk duygusunu
yansıtır. Frankie’nin güçlü yönü, herkesin gözünden kaçan ayrıntıları
kolaylıkla fark etmesidir. Değişiklikten hoşlanmayan Frankie için rutini bozan
her bir ayrıntı bir şimşek kadar güçlü ve belirgindir, gözden kaçması imkânsız.
O, tüm bu ayrıntıları, bir hortumun önüne geleni içine çekmesi gibi alır.
Polisle de paylaşır. Emniyet güçleri, onun uyarılarını ciddiye almasa da, o
Colette’in bıraktığı, yalnızca kendisinin çözebileceği ipuçlarını toplar ve peşine
düşer. Tess de arama sürecinin bir parçası olur. Bu sayede yıpranmış kardeşlik
ilişkileri de düzelmeye başlar. Bir yandan Colette’in kaybolmasına dair gizem
giderilirken bir yandan da Frankie’nin büyüme, olgunlaşma hikâyesi takip
edilir.
Birinci
tekil şahıs anlatımı sayesinde dikkat eksikliği, duyusal işlem bozukluğu
yaşayan bir bireyin yaşadığı karmaşanın, duyguların, çatışmaların, terapiye,
kullanması gerekli ilaçlara karşı duyduğu hoşnutsuzluğun okura başarıyla
geçtiği bir roman, “Hortum Akıllı”. Arkadaşlığa, kız kardeşliğe, affetmeye,
büyümeye, kendin olabilmeye dair bu güçlü ve içten hikâyeyi gözden kaçırmayın.
Hortum
Akıllı
Cat
Patrick
Çeviri
Seda Ateş
Yaş
12-13-14-+
Can
Çocuk
* Bu yazı 6 Mayıs 2024 tarihinde Parşömen Fanzin'de yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder