22 Kasım 2024 Cuma

Bir kutlama

22 Kasım ülkemizde bilimsel diş hekimliğinin miladı. Bugün 116. yılını kutlarken mesleğimizi ve mesleğimizin geleceğini tehdit eden pek çok mesele var. Sağlıkta şiddet gibi, meslek dışı sermayenin sağlık kuruluşları açabilmesi gibi, iş gücü planlaması yapmadan diş hekimliği fakültesi kurulması ve kontenjanların arttırılması gibi. Yine de yüzüm gülüyor. Çünkü halk sağlığını doğrudan ilgilendiren bir alanda hastalarıma hizmet veriyor, yaptığım işi çok anlamlı buluyorum. 

Bilimsel diş hekimliği 116, benim meslek yaşantım 24 yaşında. Kutlu olsun!



Kıvılcım yakanların hikâyesi: Bir Cumhuriyet Şarkısı

Çarşamba günü sinemada "Bir Cumhuriyet Şarkısı"filmini izledik. 



Film Ahmet Adnan Saygun'un 26 gün gibi sınırlı sürede ilk Türk operasını sahneye koyma sürecini anlatıyor. İran Şahı'nın Ankara ziyaretine kadar olan 26 günlük kısa sürede ortada henüz ne beste ne koro ne solist varken Gazi Mustafa Kemal'in koyduğu hedefi gerçekleştirmek üzere çırpınan bir avuç sanatçının hikâyesi bir yandan da ülkemizde çok sesli müziğin, orkestranın da kurulma hikâyesi. 

Cumhuriyet'in 101. yılındayız. Cumhuriyetin kurucuları, o ülküye inanarak canla başla ülkeyi yoktan var edenler artık yaşamıyor. Dolayısıyla bu tür filmlere daha çok ihtiyaç var. Cumhuriyet'in yalnızca yurttan düşmanı kovma meselesi olmadığını gösteriyor bu tür filmler. Asıl önemli olan gençlere Cumhuriyet'in bir aydınlanma hareketi, bir devrim olduğunu göstermekte. Ben bu açıdan filmi başarılı buldum. Yer yer güldüm. Yeterince opera sanatçısının olmadığı bir dönemde mevcut sanatçıların yanına eklenen sesi güzel insanların azimle çalışması, ellerinden geleni yapması, umutsuzluğa, yılgınlığa kapılmadan birbirlerini desteklemeleri, diğerinin potansiyelini açığa çıkartmak için gösterdikleri gayret, dayanışma karşısında insan iyimser hislerle çıkıyor o salondan. Bir Süleyman Bey karakteri var ki görünce çok seveceksiniz. Bir o kadar da güleceksiniz. Ama sabrın ve azmin sonu selamet ve alnının açkıyla çıkmak...

Filmi izleyince Atatürk'ünnitelikli öğrencileri yurt dışı eğitimine yollarken söylediği o ünlü sözünü anımsadım. 

"Sizleri bir kıvılcım olarak yolluyorum, alevler olarak geri dönmelisiniz." 

"Bir Cumhuriyet Şarkısı" Türkiye'de operanın, çok sesli Batı müziğinin kıvılcımını yakanların hikâyesi. İzleyin, izletin. 

19 Kasım 2024 Salı

İÇSEL VE DIŞSAL BAKIM

Bu aralar kendimi içsel ve dışsal bakıma aldım. Sessizliğim o yüzden. Uzunca bir süredir bedenimde özellikle de üst bacaklarımda bir katılık, bildiğin gevşeyememe hâli, dişlerimde ise gece boyu süren kenetlenme hissediyor, bunun bedenime düşen ağrılarını çekiyordum. Diş sıkma eylemi malum atasözünün de buyurduğu gibi sık dişini geçsin'lerin sonucu. Dolayısıyla çözümü yalnızca bir diş hekiminde aramak yeterli değil. Dile vurmadığın kızgınlıkların, birikmiş olumsuz duyguların yol açtığı bu somatik deneyimi masseter botoksla baskılamak bana bir diş hekimi olarak doğru gelmiyor. Çözümü de stres yönetiminde arayıp duruyorum. Ancak yılların alışkanlığını bırakmak öyle kolay değil. 
Neler yapıyorum? Anlatayım. Geçen yıl dört modüllük bir Dharma eğitimine katıldım. Bana zihnimin oyunları, çarpıtmaları hakkında epeyce farkındalık sağladı. Bu yıl Şiddetsiz İletişim yıllık eğitimine katılıyorum. Şiddetsiz İletişim toplulukla öğrenilen bir dil. Dolayısıyla empati buddyliği çok öneriliyor. Ben de empati grubumdan olabildiğince destek alıyorum. Farklı kaynaklar kullanmaya da çalışıyorum. 
Akapunktur tedavisine başladım. İlk seans nöral terapi ve damardan magnezyum uygulaması yaptı doktorum. Üzerine üç seans akapunktur. Son akapunktur seansı epey ızdıraplı geçti aslında. Tıkanıklığın açıldığını söylediğinde bu ızdırap benim için hâlâ ağrılı bir deneyim olmasına karşın katlanır hâle geldi. Şu an kulağımda kalıcı akapunktur iğneleri var. Bu hafta tekrar gideceğim. Bu arada bacaklarımdaki kasılmanın gevşediğini hissediyorum. 
Hareketiz yaşamıma bir hareket katmak için dünden beri sandalye yogası yapıyorum. Sabahları otuz dakikahiç yormayan, her yaşa ve beden tipine uygun ama bedeni kesinlikle uyandıran bir seri... Yapmak iyi hissettirdi. 
Bunların yanı sıra dışarıdan magnezyum takviyesi alıyorum. 
Kış için okuyabileceğim pek çok güzel kaynağım var. Şiddetsiz iletişim, şefkat, empati temalı... 
Şiddetsiz İletişim alıştırma grubumla iki alıştırma akşamı düzenledim. Üçüncü için içerik oluşturmak üzere çalışmaya başlayacağım.
Benim alet çantamda bunlar var. Seninkiler nasıl? Sana iyi gelen kaynaklarından bahsetmek ister misin?

12 Kasım 2024 Salı

Yenilenme zamanı

Yeter artık noktasına (çoktan) geldiğim halde bakışlarım, duruşum sessiz, bir o kadar da kararlı. Öfke, kızgınlık hep içime içime... Bir perde gibi çekiyorum arkasından hayal kırıklığı, üzüntü, bıkkınlık beliriyor. Hayat, bu aralar beni özen ve güven üzerinden sınıyor. Bir daha bir daha. Ben ne ara dağ gibi güçlü oldum bilmiyorum. Bir 20 yılı var belki. Sabah bu düşünceler yoklayınca içimi Lao Tzu'dan rastgele bir sayfa açtım.

"Direnme ki yenesin
Eğil ki doğrulasın.
Boş ol ki dolasın
Yıpran ki yenilenesin.
Tasarruf et ki kazanasın.
Az arzulayan kazanır,
Fazlasını arzulayanın aklı karışır.
Bundandır ki bilgeler birliği kucaklar,"
Ezcümle bu aralar yenilenmeye ihtiyacım var. Buna da soyadımla başlayacağım. Çok pratik nedenlerle (kısalığı, telaffuz kolaylığı, kızımla aynı soyadı olması gibi) tercih ettiğim yazar soyadını arkamda bırakıyorum. Yenilenmek için güzel bir ilk adım bence.

31 Ekim 2024 Perşembe

Öfke dile geldiğinde

Geçenlerde yaptığımız Şiddetsiz İletişim pratik akşamı çok keyifliydi. Hepimize ilaç gibi geldi. Sıcacık bağlantılar, kahkahalar, evet ya'lar birikti imece usulü donattığımız sofrada ve bağlantı çemberinde.

İkincisinin niyetini koyuyorum. Bu da afişi. Nasıl güzel olmuş mu?



Orada ama değil

Bugün çok acayip bir gündü. 
İzin ver anlatayım. Bir kere saat 18.35 ve ben çalışma odamdan sesleniyorum size. Ne var bunda demeyin. Bu saatlerde Ankara'da olmalıydım. Zira sabah Ankara'ya uçağım vardı. 
Uçak biletimi bir ay önce aldığımda uçuş saati 08.20'ydi. Ben de rahat ve gevşek bir Çanakkaleli olarak kabin tipi valizimle saat 7.40 civarı alana vardım. O da ne! Uçuş saati 7.50 olarak güncellenmiş ve kapı kapanmış. Bırakmam Allah bırakmam. Rica, minnet, bakın kendimi şu an çok çaresiz hissediyorum lütfenlerim karşılık bulmadı. Uçak, bensiz, içinde üç arkadaşımla (ikisiyle aynı toplantıya gidiyorduk- biri Ankara'ya kesin dönüş yapıyordu ve uçaktan feci korkuyordu ve birlikte oturma hayali kuruyorduk) ve ben alanda ertesi güne biletimi güncelledikten, oda sekreterini arayıp onu evinden alarak odaya gitme planı yaptıktan, Ankara'daki oteli arayıp rezervasyonumu güncelledikten sonra kalktı. Ben elimdeki valizi havaalanının dış bahçesinde sürüklerken o da pistin başına geçti. Aksi yönlerde ilerledik. Karşıdan karşıya geçerken süzülerek havalandı. Kuğu gibi zarif şey! 
Özlem'i evinden aldım. O da üzüldü. Keşke hatırlatsaydım size uçağın saatini dedi. Ama yetişkin olmak eylemlerinin olağan sonuçlarına katlanmak olduğundan bu sonuç için kimseyi suçlamadım elbette. Bir filmin içinde değildik. Sevdiğim adam uçakta sonsuza kadar benden uzaklaşmıyordu. Dolayısıyla kapı görevlisi tüm uçuş kurallarını hiçe saymadı. Saysaydı keşke. Keçi gibi inatçı şey!
Odada yapmam gereken işler vardı. Onları halletmek üzere yola koyulduk. Asistanımı aradım. Gidemediğimi arayan hasta olursa saat üçten sonra bakabileceğimi söyledim. Simit, çay, kahve, taslaklar, yazışmalar... Karınca gibi çalışkan şey!
Bayağı kapının önünden geri dönmek zorunda kalmak karşısında en çok şaşırdım. Kaçırdığıma üzüldüm. Arkadaşımla bekleme odasında biraz laflayacağımızı, belki yan yana oturabileceğimizi hayal etmiştim. Bu konuda hayli hevesliydim. Oranın telafisi yoktu yalnızca. Uçağı kaçırdım düşüncesine tutunmadan, hayıflanmadan, öfkeden köpürmeden günü yeniden planlamak bana epey ferah hissettirdi. Burayla olan kısmı çözümledim kolayca. 
Günün bir ikinci şoku daha var. Yazdım yazdım sildim. Çünkü ayrıntılı yazmak ifşa etmek gibi geldi. Utandırdı. Yazarak yükümü döktüm bir nebze. Sildiğim satırlarda aradım bir nevi teselliyi. Bu arada bir arkadaşımla empatik bir yerden dertleştik. Sıcak suyun altına girdim. Sevdiğim şarkıları dinledim. Ama yok şakağımdaki, ensemdeki ağrı, kalbimdeki sıkışıklık gitmiyor. Çünkü güvendiğim, değer verdiğim birinin ödemeyi ihmal ettiği küçücük bir borç yüzünden banka hesaplarım bloke. Sebebi öğrenince durumu ilettim. Borç ödendi ama etebligat sistemi farklıymış. Manuel olarak blokaj kalkmıyormuş. Yarını beklemek dışında bir seçenek yok. Umarım daha fazla uzamaz çünkü yarın ayı biri ve ödemelerim var. 
Bugünün sınanması buradan geldi a dostlar. Uçak orada görüyorum ama binemiyorum. Para orada görüyorum ama gönderemiyorum. 

30 Ekim 2024 Çarşamba

Belgesel önerisi: Dr. Phil Schutz

Bu yıl yazar arkadaşım Onur Bütün'ün Eleştirel Erkeklik Atölyesi'ne katılıyorum. Eylül ayında başlayan atölyede ayda bir çevrim içi toplanıyor, o aya ait izleme ve okuma listesine dair düşüncelerimizi konuşuyoruz. 

Dün gece bir de baktım. Ayın 29'u olmuş. Buluşmamıza 20 gün kalmış. Hadi bakalım, dedim. Sallanma ve bir yerden başla. 

Netflix'te yayımlanan Dr. Phil Schutz belgeseliyle başladım. Yarısını izledim. Şimdiden dört sayfa not aldım. İlgiyle, beğeniyle izlediğimin bir işareti. "Belgesel ne hakkında? Neden beğendin?" diye soracak olursanız... 

Dr. Schutz'un bir hastası kendi terapi sürecinden aldığı faydayı deneyimleyince bunu bir armağan olarak izleyicilere taşıyabileceğini düşünmüş. Ve harekete geçmiş. Belgesel bireysel bir terapi seansını izler gibi çekilmiş. Sanki biz de o odaya konmuş bir sineğiz ve terapist ve hasta arasındaki o mahrem ilişkiyi izliyoruz. Yöntem bu. 

Dr. Schutz'u hastasının gözünde eşsiz kılan onun hastalarına ilk seanstan itibaren işlevsel araçlar sunması. Şöyle düşünün. Arkadaşlarınıza gidiyorsunuz onlara dertlerinizi anlatıyorsunuz ve size tavsiyeler veriyor. Aslında ihtiyacınız olan şey dinlemeleri. Terapiste gidiyorsunuz ona dertlerinizi anlatıyorsunuz, sizi dinliyor. Aslında ihtiyacınız olan size tavsiyede bulunması. 

Dr. Schutz henüz asistanlığının başlarında klasik terapilerdeki sürecin yavaş işlediğini görerek hekimin tutunduğu tarafsız kalma rolünü sorgulamaya başlamış. Ve terapiye hız katmak için bir alet kutusu hazırlamaya başlamış. Hastanın bir anda iyileşmesi olanaklı değil elbette ama ona iyi gelecek bazı yöntemler öğretilirse mevcut hâlinden daha iyiye gideceğini ve bunu da fark edeceği için süreci daha iyi, daha güvenli atlatacağına inanmış. Nedir bu aletler? 

Bir piramidi var örneğin. Beden, sosyal ilişkiler ve kendinden oluşan. Onlarla ilgilenmeye başlatıyor hastasını. Bu hastaya bir uğraş, kendi iyiliğine katkı sunma, depresyonundan daha hızlı sıyrılma olanağı sunuyor. Gölge yanıyla, kendini engelleyen yanıyla bağ kurmak için araçlar hazırlıyor. En tatlısı da sanırım, hastasını dinlerken hazırladığı görsel kartlar. Hastanın o kendine ait biricik hikâyesinden bir terapist olarak duyduklarını, o en büyük problemi, onu engelleyen yanlarını basit figürler ve kelimelerle hastaya seans sonunda veriyor. Bir nevi onu o seansa taşıyan yılların birikimini görselleştiriyor. Bunu da büyük fikirleri imgeye çevirmek diye tanımlıyor. Beyin görsellerle çalışıyor. Öyle diyor uzmanlar. Bir uzmanın sana hayatına dair böyle bir araç sunması, seni basit ama önemli günlük görevler hakkında yüreklendirmesi sizce de çok tatlı değil mi? Bir nevi hayatın el kitabının sunulması gibi. 

Hepimizin hayatında böyle zamanlar var. Hayatın bir el kitabı olsa da okusam, nelere dikkat etmem gerektiğini bilsem dediğimiz zamanlar... Kişisel gelişim kitaplarının çok satması, kitapçılarda onlara koca koca duvarlar ayrılması boşuna değil. Otuzlu, kırklı yaşlara kadar hayat gailesi içinde koşturduğumuz hayat bir yerde bizi yavaşlatıyor ve şimdiye değin yaşadığımız tüm problemlerin aslında zihnimizden kaynaklandığını fark ediyoruz. Bu hızlı giden araçta frene asılmak gibi bir şey. Duvara toslayabilirsin. Yoldan çıkabilirsin. Takla atabilirsin. Hava yastıkların açılabilir. Belki zarar görmeden yavaşlarsın ama muhakkak bir şey olur. Oluyor da. Hiçbirimiz bu fark etme ve hesaplaşma anından muaf değiliz. Yani umarım değiliz. Şimdi bunu yazarken sizin de aksi örnekler gelmiştir aklınıza. Benim hemen geldi. Bir hastam var örneğin. Onca yolu gelmişiz beraber. Şikâyetini geçirecek son dokunuşu yapmam için gelmiyor. Telefonlara çıkmıyor. Ona ve kendisini bir aczin içinde hisseden herkese şunu sormak isterdim. Yeni bir ayakkabı aldın ve vuruyor. Ayağının iyileşmesini o ayakkabıyı giymeyi sürdürürken mi bekleyeceksin? İşte size bir davet. Bu aralar nerelerde ayakkabı ayağınıza vuruyor? Ve siz ne yapıyorsunuz? Bir çözüm arıyor musunuz? Bu esnada ayakkabıyı ne yaptınız? 

Dr. Phil Schutz belgeseli bana bunları düşündürttü işte. Henüz izlemeyi bitirmeden sizinle de paylaşmak istedim. Hemen şimdi, sabah sabah, üzerimde pijama işe gitmeden.