3 Temmuz 2025 Perşembe

Arayan bulur

İki farklı aileden gelen, farklı yaşam alışkanlıkları olan iki insanın aynı evin içinde yaşaması yeterince zor değilmiş gibi kalkıp bir de çocuk/lar yapıyoruz ve orada uyumlu olmayı bekliyoruz. Bu konular hakkında çoğunlukla da önceden konuşmuş değiliz. Dünyanın en zor denklemi bence bu.

Tek ebeveynli bir aile olmanın avantajları var, zorlukları da elbette. Nuh gemiyi tufandan önce inşa etti misali, kriz çıkmadan, çok tükenmeden zorluklarla mücadele için yeni beceriler edinmeye, kaynaklarımı geliştirmeye, alet çantamı doldurmaya çalışıyorum. Arkadaşlarıma soruyorum. Başkalarının çözümlerini merak ediyorum. Onların işine yarayan şeylerden faydalanırken, bana uymayacakları ise eleyeceğim elbette ama çok kafa, çok deneyim, tek kafa, tek deneyimden yeğdir her halükarda. O yüzden açık uçlu sorularımı size de yöneltiyorum. 

Tek ebeveynli bir aile olarak günlük hayatını kolaylaştıran araçların ne? (Temizlik, alışveriş, mutfak, çocukla zaman, kendine ait zaman vb.) 

Diğer ebeveynin çocukla ilgili istekleri senin değerlerinle uyuşmadığında uzlaşmayı nasıl sağlıyorsun?

Diğer ebeveynin isteğini çocuğun iyiliği için yapılmış bir rica olarak duyamadığında, bunu bir talep, dayatma olarak değerlendirdiğinde, sınırlarının ihlal edildiğini düşündüğünde durumu nasıl kotarıyorsun?

Not: Sorular yalnızca bekar ebeveynlere dönük değildir. Boş bırakabilir, istediğiniz sorudan başlayabilirsiniz. Vereceğiniz her yanıtın çözüm arayışıma, hanemizin iyilik haline katkı sağlayacağını hatırlatır, başarılar dilerim.  


30 Haziran 2025 Pazartesi

Mücbir sebepler, romanlar ve yerleşme çabası

"İstediğin cevap gelmiyorsa hayır demektir."

Yıllar evvel böyle bir cümle okudum sosyal medyada. Kaynağını hatırlamıyorum, çok özgün mü ondan da emin değilim. Her kelimenin de telifi yok, en nihayetinde. Ama doğruluğuna yüzde yüz katılıyorum. 

Kafam bir meseleyle meşgul. Ve istediğim yanıt gelmiyor. Yavaş yavaş bunun "hayır" olduğunu kabullenme evresindeyim. Bunu kendime küçük küçük dillendiriyor, duygularımla hemhal oluyordum ki dün gece bir rüya gördüm. Basit, sıradan, yaz mevsimine uygun bir rüya. Havuz kenarından geçiyorum. Yüzenler, eğlenenler, koşturanlar var. İstediğim cevabı vermeyen zat da orada. Bu rastlaşmanın üzerine gitmiyorum. O sırada kulağıma bir lakırdı çalınıyor. İstediğim cevabı almadım çünkü kısmına cuk diye oturan bir lakırdı çünkü. Ha tamam o zaman, diyebilir ve devam edebilirim. Öykücü beyin iş başında. Beni korumak için hemen bir hikâye uydurdu ve konuyu bir sebebe bağladı. Mücbir sebep, benimle ilgisi yok. Noktayı koydu. Sayfayı çevirdi. Ben de öyle yapacağım. 

Yazıyorum çünkü bilinçaltının bu becerisine hayran kalmamak elde değil. Gerçekten. İçinden çıkamadığı, kendini mutsuz edecek her koşul karşısında bir varsayımı var. Çok da inandırıcı kerata. Normal sayılmalı. Nihayetinde her organizma yaşama sıkı sıkıya bağlı. Hayatta kalmak, mutlu olmak istiyor. Normal olmayan, hatta tehlikeli sayılabilecek olan, bu varsayımlar realiteyle örtüşmediğinde kendi realitemize sımsıkı yapışmak ve aldanmayı sürdürmek.

                                                                                      *

İza'nın Şarkısını okumayı sürdürüyorum. Çok dokunaklı bir roman. Yaşlı annenin taşra yaşantısından sökülüp atılıp Budapeşte'de bir odaya sığışması, kızının kendi hayatı ile annesine bakma yükümlülüğü arasında sıkışması, nezaketine, ilgisine karşın kendi yaşamının galip gelmesi, annenin günlük uğraşlarının bir bir elinden alınması karşısında hayatının anlamını kaybedişi ince ince anlatılıyor. Roman ilk kez 1963'te yayımlanmış ancak konu evrensel. Bugünün okuruna da rahatlıkla sesleniyor. Metinde cep telefonu, internet gibi bugünün teknolojik ayrıntıları yok sadece. Genel geçer insanlık hâli ise her devre hitap ediyor. Okumayanlar bir baksın derim. Kalpten tavsiye. 

                                                                                    *

Dün bütün gün evdeydim. İki kez yakınlardaki markete yürümek ve bir arkadaşımı çocuklarıyla beraber ağırlamak dışında temizlik ve yerleşmekle meşgul oldum. Kitaplıklar kuruldu. Meşe ceviz rengi kapaklı Billyler salona çok yakıştı. Bayağı sıcak bir hava kattı. Salondaki kolileri açmaya ve kitapları raflara dizmeye başladım. Birkaç güne kalmaz her şey kolilerden çıkar ve geçici de olsa bir yerlere yerleşir diye tahmin ediyorum, daha doğrusu umuyorum. İnce işleri zamana bırakır, yazı yaşamaya başlarım böylece. 

28 Haziran 2025 Cumartesi

Sarmaşık ve diğer şeyler

Haziran da toplandı gidiyor. Kapıda dağ gibi temmuz, sarı sıcak. 

Temmuz deyince ilk aklıma gelen Temmuzda filmi oluyor. 

Evlerde DVDlerin olduğu dönemde almıştım Temmuzda filmini. Fatih Akın'ın da küçük bir rolle göründüğü film, en sevdiğim Fatih Akın filmi olabilir. Juli'yle Daniel'in karşılaşması, Daniel'in bir yanlış yorumlama sonucunda Türk kızı Melek'in peşine düşerek İstanbul'a doğru yolculuğa çıkması, yolda ona Juli'nin eşlik etmesi ve birlikte dağları, nehirleri aşmaları ve İstanbul'a varmaları... Eğlenceli, duygusal bir film olarak mıhlanmış aklıma. Bazen bende bu tür etki uyandıran filmleri, yeniden kızımla izleme isteği duyuyorum. 

Titanik'i izledik örneğin. Ben çok ağlamıştım vizyonda izlediğimde. Epey kızmıştım Kate'e. Koskoca kapı, alsana adamı da yanına. Jack'in suyun içinde donarak ölmesi çok dokunmuştu bana. Muradına erememiş aşklar seyirci üzerinde daha çok etki uyandırıyor pek tabi. Birlikte kurtulsalardı o kadar içlenmeseydim, belki çoktan unuturdum filmi. Kızımla izledik. Ağlamama şaşırdı. Şaşılacak bir şey yok. Kendi özel hayatımda kolay ağlayan biri değilim. En son babam öldüğünde ağladım muhtemelen. Oysa çok kızdığım, üzüldüğüm, hayal kırıklığına uğradığım zamanlarda biraz olsun ağlayabilmeyi isterdim. Ağlamak, neticede ruhu hafifleten bir şey. Ama bu türden bir boşalma yaşayabilmek için tehdit altında olmadığımıza inanmamız, güven duyabileceğimiz bir alanda olabilmemiz şart. Şiddetsiz iletişim yıllık programına katılan genç bir kadın arkadaş, beni Seyit Onbaşı'ya benzettiğini söylemişti aylar sonra. Ah, dedim çok haklısın ve güldüm. 276 kgluk mermiyi sırtlandığında Seyit Onbaşı da ağlamıyordu muhtemelen. 276 kgluk mermi mecazi elbette ama yıllardır kendimi bir yük altında hissettiğim de doğru. Yükü paylaşmaya, hayali olanlarıyla vedalaşmaya, yardım kabul etmeye, gevşemeye, neşelenmeye çok  gönlüm var. Bu yeni ev, dilerim böyle hissettiğim, böyle yaşadığım bir ev olur. 

                                                                              *

Sitenin bir kedisi var. İsmi Sarmaşık. Ama Sırnaşık olsa yeridir. Sani gibi bir sarman, dişi. Geveze mi geveze. Ününü duydum. Apartman sakinleriyle içeri giriyor, bir punduna getirip daire içlerine giriyor, bulunana kadar postu seriyormuş. Eh biz bahçe katıyız. Erişim zahmetsiz. Masa, sandalye, sehpa, saksı üstleri açık büfe misali serili önünde. Geliyor, yayılıyor. İtirazım yok. Kediseveriz en nihaayetinde ama benim oğlumdan ne istiyorsun? Ne hikmetse Sani, Sarmaşık'tan çok korktu. Onu görünce ya evin içine kaçıyor, ya tepelere saklanıyor. Öbürü de nispet yapar gibi kitap okumak için oturduğum anda kucağımda, koynumda. Tamam, eski olan sensin, dağdan gelip bağdakini kovmuyoruz ama sen de bir zahmet kıs sesini! Edebinle gel içeri. 





                                                                            *

Bu sabah mutfak doğalgazımız halloldu. Eski boru esnek boruyla değişti, ölçüm yapıldı, gaz açıldı. Öğleden sonra kitaplıklar kurulacak. Bozulanın yerine sipariş verdiğim elektrikli süpürge de geldi. Bugün de çalışıyorum ama yarın zamanı verimli kullanır, sil süpür yerleş kısmını halledebilirsem şahane olacak. Kendime kolaylık ve zihin açıklığı diliyorum. Zihin berrak olmayınca pratiklik ve verimlilik de kayboluyor çünkü. 



27 Haziran 2025 Cuma

Yaz hâlleri

Bir yeniaydan diğerine iki günde bir yazma maratonu bitti. Yıllardır süregelen ayda 8 yazı yazma geleneğimi, bir önceki yazı maratonunda yani Bir Günlükleri'nde bozmuştum. Bir sonraki ay ise hiçbir rahatsızlık, suçluluk, utanç duymadan dört yazıyla kapayıvermiştim ayı. 

Bloğu açarken niyetim düzenli yazmayı sağlamak için sürdürülebilir bir hedef koymaktı. Haftada iki, ayda sekiz. İlk adımı atarken nereye varacağımı tam olarak bilmiyordum elbette. Hayal ve heves vardı. Bir de ilerleyeceğim istikamet. Blogta on ikinci yılım. Sayısız yazı, başka mecralarda yayımlananlar, iki çocuk, üç yetişkin öykü kitabı. Vardığım yerden memnunum. İçimde hâlâ aynı hayal ve heves. Lakin yalnızca bloğa yazıyorum. Çünkü yorgunum. Haklı ve hafifletici sebeplerim var. Taşınmak, düzenin alt üst olması gibi mesela.

Bir yandan yerleşirken diğer yandan yeni bir rutin oluşturmaya çalışıyorum. Şimdiden keyif aldıklarım var. Her gün bahçeye çıkıp ayaklarımı uzatıp kitap okuyorum mesela. İza'nın Şarkısı elimde. Magda Szabo'nun Kapı romanını çok beğenmiştim ama bir türlü sıra İza'nın Şarkısı'na gelememişti. Zamanı şimdiymiş. Kahramanı kocasını kaybeden yaşlı bir kadın. Hastanedeki ölüm ânının hemen öncesinde başlıyor roman. Kadının kaybı, değişen koşullar, Budapeşte'de doktor olan kızının gelip dümeni ele almasıyla ilerliyor. Roman dört bölümden oluşuyor. Babanın toprağa verilmesinin hemen ardında biten ilk bölümün adı Toprak. Şimdilik bu kadarını okudum. Gerisini de merak ediyorum. Yakın gözlüğü olmadan kitap okumanın mümkün olmadığı o zamanlardayım. Gözlüğü takınca etraf flulaşıyor. Ben hikâye evrenine girdiğim için değil, uzağı da göremediğim için. Numaralar düşük olduğu için iki ayrı gözlüğü ihtiyaç duyduğum zamanlarda kullanıyordum. Galiba numaralarda bir ilerleme var. Göz muayenesi de yapılacaklar listesine eklenmeli. 

Yapılacaklar demişken dün mutfağı kolayladım. Tezgah üstü dolapların çakılmamış pinleri gelince iç raflar yerli yerine yerleşti. İçlerini silip öteberiyi dizmeye başladım. Taşınmadan önce mutfakta doğalgaz kaçağı tespit edilmiş, abonelik açılmamıştı. Ha bugün ha yarın derken o iş hallolmadan taşınmak durumunda kaldık. İşin tuhafı kaçağın yerini de tespit edemediler. Yeniden proje çizildi. Bugünlerde borular komple değişecek. O yüzden kahvaltı, salata, çay, kahve dışında yemek pişirmeye de başlayamadık. Neyse ki sıcak su var. Banyo yapmak sorun olmuyor. Ben de tüm bu yarım işlerin arasında aval aval hangisini yapayım diye bakıyorum. Sonra çıkıp kitap okuyorum ya da kuş seslerini dinliyorum. İza'nın Şarkısı'nda annenin insana özgü acıların en acısı yaşanırken doğayı gözlemlediği bir sahne var. Biz en büyük acıyı yaşasak bile kuşlar ötmeye, bitkiler büyümeye devam ediyor. Bencillikten, vurdumduymazlıktan değil, kendilerine özgü doğalarını sürdürdükleri için. Hepsi bu. Bu yalınlıkta insana huzur veren bir şey var. O yüzden ben de eve sırtımı dönüp kuşları dinliyorum, binaların arasından görünen günbatımını, gökyüzüne kızıla boyayan o güzelliği seyre dalıyorum. Keyif alarak, sakince.

Bugün marangoz gelirse kitaplık kurulacak, duvar modülleri çakılacak. İşte o zaman kalan kolileri açıp tık tık yerine yerleştirmek mümkün olacak. 

Baştan beri en yerleşmeye hazır oda, kızımınki. Onun mobilyaları odaya tam olarak sığdığı ve monte biçimde taşındığı için ilk günden itibaren kolileri açmaya yavaş yavaş yerleştirmeye başladık. Eli değdikçe bir şeyler yapıyor. Dün kitap kolilerini boşalttım. Yerleştirdim. (Eve gelince kesin kızacak bana ancak adım atmaya yer açmak ve evi temizliğe hazır hale getirmek için koli açmaya hız vermem gerekiyordu.) Boşalan kolileri attım. Çamaşır yıkadım. Yatak odamın dolapları kuruldu. İçlerini sildim. Keyif yapmayı da ihmal etmedim. 

Eski sitemizde havuza günün pek çok saatinde binanın gölgesi düşüyor ve su benim için hayli soğuk kalıyordu. Dolayısıyla havuzu çok çok nadiren kullanabiliyordum. Yeni sitede havuz iki bloğun ortasında. Gün boyu güneş aldığı için su sıcaklığı konusunda iyimserdim. Yanılmadığımı görmek beni mutlu etti. Denize gitmeye üşendiğim hafta sonları havuzu kullanabilme ihtimali güzel çünkü. Havuzlu siteleri malûm daha çok küçük çocuklu aileler tercih ediyor. Haliyle gürültü patırtı da olabiliyor. Dün akşamüstü gittiğimde beş kişilik bir aile vardı. Dördü erkek, biri kadın. Evin en küçükleri çocuk havuzunda sakince oynuyordu. Bir numaralı çocuk ise anne babasının gözetiminde yüzme antrenmanı yapıyordu. Baba elindeki su tabancasını çocuğun başına yöneltmiş, tempo düştüğünde hiç sekmeden çocuğun kafasına kafasına sıkıyor, anne elindeki kronometreyle süre takibi yapıyordu. Yüzme yarışına hazırlanıyordu belki de. Yine de bu sıkı markaj beni biraz rahatsız etti. Baskı sürdükçe vızırdanmalar arttı. Çocuk havuzundakiler de su tabancasından nasiplerini aldılar. En minik belli ki, abisi kadar sabırlı değildi. Sesi desibel desibel yükseldi. Anne duruma müdahale etti. Tanıdık bir örüntü. İçinde kendimden de bir parça bulduğum. Anne ve babaların çoğunlukla karakterleri, çocukla kurdukları ilişki birbirinden farklı. Anne çocuk, baba çocuk gitse belki o suyun kenarına çok daha sakin, huzurlu geçecek dakikalar, itiş kakış, gürültü patırtıyla sürüyor sanki. Hem çok çocuk sevip hem de kendi seçimlerini yapmalarına izin vermemek, sürekli müdahale etmek de bizim büyük çaresizliğimiz galiba, toplum olarak. O yüzden bazen parçalanmış aileler, dışarıdakilerin yüreklerini dağlasa da o ailenin bileşenleri kendi tekil ya da çocukla çift ilişkilerinde çok çok daha huzurlu. 

Misal benimle denize, havuza gitmek sessiz bir eylem. Uzanırım şezlonga, açarım kitabımı, bakarım keyfime. Sıcaktan bunalınca hop suya demek isterdim ama o hop kısmı çabucak olmuyor çünkü boğazın suyu gerçekten soğuk. Beni bağırtmak için tek yol var: o da suya kendim girmeden ıslatmak. Onu  yapmazsanız dünyanın en sakin su arkadaşı olabilirim yanınıza. Geç girerim suya, erken çıkarım ama rahatsız etmem, sinir bozmam. Şu yaygaracı dünyada ister sahilde ister apartmanda sessiz ve saygılı komşu olmak iyi bir şey çünkü. İşte bunun için kendimle övünebilirim. 


24 Haziran 2025 Salı

İkide bir: 15

Çok yorucu bir 24 saatin ardından bu sabah yeni evimizde uyandık. 

Dün ancak eşyaları soktuk içeri. Kitaplık ve benim giysi dolabım eve kurulmadığı için evin içinde bana yüzlerce görünen kutu var. Kitap kolileri salona yığdık çünkü çalışma alanı oraya kurulacak. Yatak yorgan hurçlarla beraber baza altına girdi. Gözden ırak yerli yerinde. Mutfak kolileri mutfağa yığıldı. Duş aldık. Dışarı çıktık. Yemek yedik. İki salata, iki sodaya 15 Euro karşılığı ücret ödeyip Yunanistan'da bu paraya neler yerdik muhasebesi yaptık. Eve döndük. Kendimize temiz bir çarşaf pike bulduk ve yattık. Aşırı yorgunluk da uykumu kaçırıyor. Mekân da yeni, her şey üst üste olunca sıkıntılı bir gece geçirdik. Kedi, çocuk  gece boyu gezindi durdu. Yanıma geldiler, gittiler. Bir yerden sonra seslerini duymadım. Derin uyumuşum demek ki. 

Yarım gün evde kalacağım için önce kahvaltı hazırladık kendimize. Kahve demledik. Tabakları henüz kolilerden çıkarmadığımız için tüm kahvaltılıkları dilimleyip yuvarlak borcama dizdik. Bahçede kuş cıvıltıları arasında kahvaltımızı yaptık. Ardından usta geldi. Ebeveyn banyosunun rezervuarındaki su kaçağını tamir etti. Mutfakta hatalı monte edilmiş rafın fotoğraflarını çekti. Ev yine bize kalınca mutfak kolilerini açmaya başladık. Ablam da gelince epeyce koliyi boşalttık. Yerleştirdik. Bu evin asıl yaşam alanı mutfak olacak. Salonu daraltmamak için önceden planladığımız gibi büfe, yemek masası ve televizyonu mutfağa yerleştirdik. Eskiden çalışma masası olarak kullandığımız bir masa da mutfak adası olarak hizmet etmek üzere konumlandı. Araya çiçekler serpiştirdik. Kızımın odasına tüm eşyalar tek parça halinde girdiği için o da açıp açıp yerleştirmeye başladı. Asıl iş benim yatak odamda ve salonda. Marangoz gelip kurulum yapınca oralar da hizaya girecek. 

Şansıma bu ara iş yeri çok yoğun değil. Kurban bayramı, mezuniyetler, sınavlar, yaz tatili derken bir yavaşlama dönemi içine girdik. Bu da benim diğer işlerle ilgilenmemi kolaylaştırıyor. 

Bugünün yazısı da böyle olsun. Kısa bir merhaba, bir durum tespiti. Daha yapacak çok iş var. Salonda kitaplıkları kurmak için yeterli çalışma alanı yaratmak gibi mesela. Yolcu yolunda gerek. 

22 Haziran 2025 Pazar

İkide bir: 14

Dün yılın en uzun günüydü. Ve de mezuniyet balosu akşamıydı. 

Birkaç gün önceki aşırı sıcak yerini esintili bir geceye bırakmıştı. Boğazdan esen rüzgarla kollar üşüdü. Nice zaman sonra arabada bahar ve yaz geceleri için bıraktığım ceket geldi aklıma. Gittim, aldım ama boğazıma yangı, sinüslerime ağırlık çökmüştü çoktan. Pasta faslı da bitince lobiye çıkıp sıcak bir şeyler içelim dedik. Lattemi keyifle yudumlarken ve boğazımın ısınma hissiyle rahatlarken Parla çalmaya başladı.  "Aa bitiyor o zaman balo," dedim. Kızımın arkadaşının annesi "Aa havuzun kenarına dizildiler," dedi. Atlama anına değilse de kurulama anına yetiştik. Birkaç ıslak poz çektikten sonra eve doğru yola koyulduk. 

Böylece 8C oldu mezun tayfa. Yol boyu kukırdamalar, yazışmalar, fotoğraf paylaşmalar...

Son kale de düştü. Taşınmak için önümüzde hiçbir engel yok. Bu evimizde son pazarımız, son günümüz. Yeniden dönmek ister miyiz, büyük eve ihtiyaç duyar mıyız, minimal yaşama uyum sağlar mıyız bilinmez. Hayatın hakkımızda yazdığı büyük planda ne var? Neler bizi bekliyor? Bilmiyorum.

Yaşamın güzelliği belki de bu belirsizlikten geliyor. En büyük sancısı, dünya ağrısı da yine bu belirsizlikte saklı. Yaşadıklarımız kader mi tesadüf mü? Kader olması bir yanıyla daha romantik, daha yatıştırıcı, teskin edici galiba. Kader fikrinden, bir yaradan düşüncesinden uzaklaşınca her şey basit tesadüflere indirgeniyor. Hayatın geçiciliği karşısında seçim gücünün çok sınırlı kalması kocaman bir boşluk yaratıyor. Telafisi zor bir boşluk doğuruyor. İnsanın anlam arayışı, doyumlu bir hayat sürmesi için bir şeylere inanmaya ihtiyacı var. İnanç, bizi kurtarıyor. Daha güzel günlere olan inancımız, umudumuz ne kadar büyükse o kadar sıkı sıkı yapışıyoruz yaşamaya. Yaşamak bir tutku. Sınırlı ömrümüzde hayatımızı güzelleştirmek bir çaba. Ömür dediğimiz beyaz sayfalara siyah mürekkep damlaları da düşüyor elbette. Kaçınılmaz. Ama bu mürekkep damlasıyla ne yaptığımız önemli. Kurumasını mı bekliyoruz, öfkeyle, telaşla tüm sayfaya mı yayıyoruz. Küçük çatışmalar karşısında pire için yorgan yakmamayı da bilmek gerek. Bunu temrin etmek. Kendime ara ara hatırlattığım bilgece bir nasihat. Sizin kulağınıza küpe diye taktıklarınız ne? 

İyi pazarlar

20 Haziran 2025 Cuma

İkide bir: 13

Kalbimin tam ortasında bir sıkışıklık. Ne yapacağını bilememe hâli, çaresizlik... 

Kızgınlığımla, öfkemle bağ kuruyorum nicedir. Kırmızının açık tonlarından en koyularına savrulmadan mavilere gidiyorum. Maviyi tanıdığım için ensemi, başımın etrafını saran kelepçenin ismini daha rahat koyuyorum. Çaresizlik, hayal kırıklığı, umutsuzluk, incinme... Kapalı konuşuyorum, farkındayım, tetikleyici olayın da bir önemi yok zaten. Emeğinin karşılığını alamamak, doya doya kutlama yapamamak, sevincinin, gururunun kursağında kalması tam olarak yaşadığım. Telafisi yok. Olan oldu, bir daha o âna geri dönüş yok. İçimde hep bir sızı olarak kalacak sanırım. 

Kafamın tam orta yerinde bir soru işareti. Tam bir belirsizlik ... 

Nedenini bilmiyorum. Tahminde bulunmak, teşhis koymak istemiyorum. Bir yanım herkes eylemlerinin olağan sonucuna katlanmalı diyor. Bir yanım ilişkiler ödül ve cezanın ötesinde bir yerde, saçmalama diyor. 

                                                                              *

Maddeler halinde bir yazı olacak bu. Bir daldan bir dala uçarken, konduğum her bir yeni dalı klavyede bulduğum * sembolüyle ayıracağım. Ne şahane buluş, değil mi? Öyledir, insan aklı hünerli buluşlarıyla ünlüdür ve de yıkıcı olanlarla. Birkaç deli liderin peşinde sürükleniyoruz asırlardır. Geçmişin mağdurları şimdinin zalimlerine dönüyor koca dünya elimiz kolumuz bağlı izliyoruz. Kötülüğün bunca çoğalması iyilerin sessizliğine yoruluyor. Sessiz miyiz sahiden? Yoksa güçsüz mü? 

                                                                             *

Dün akşam bir arkadaşım mesaj attı. Sana koli buldum bırakayım diye. AVM'ye gitmiş, bagaj hacminde yassı koliyi istiflemiş. Özen böyle bir şey. 

                                                                              *

Aranan yatak bulundu. Annem bugün servise çıkıyor. 

                                                                               *

Ebeveynlere bir soru: Çocuğunuz sizin değerlerinize göre toplum içinde diğerlerine ve size karşı antisosyal tutum sergilediğinde, elalem ne der diye değil sahiden incindiğinizde ne yapıyorsunuz? Nasıl tepki veriyorsunuz? Bu durumu nasıl yönetiyorsunuz?  Çocuk bu yapar diyemediğiniz durumlar hangileri? Sizin kırmızı çizginiz ne?


18 Haziran 2025 Çarşamba

İkide bir: 12

Taşınma, LGS ve hastalık dışında yazmak istiyorum ama kutsal üçlüm bunlar, bu aralar... Zorlanmalar var. Çözümleri zaman alacak biraz. O zamanın geçmesini beklerken başkaca neler oluyor, oralardan haber vereyim. Kişisel tarihimin küçük güzel şeyleri listesi bir nevi. 

Önce güzel bir haber paylaşayım. KE Çocuk'un yeni sayısında bir kısa öyküm var: "Yargıcı Gözlükler"

Bir tetikleyici olay karşısında hortumun içine çekilir gibi nahoş duygular içine çekilmemizi, bu duyguların etkisi altındaki çatışmacı davranışlarımızı, hataları kabul etmeyi, telafi etme çabasını konu edinen öyküyü buradan okuyabilirsiniz. 

Fatih Erdoğan sosyal medyada bir duyuru yapmış. Mavibulut'un kitaplarını okuyacak 100 okur arıyor. İlk kitabı yollayacak. Okudum deyince bir soru soracak, bilene bir kitap daha yollayacak. İlk üç kitaplık aşamayı geçenlere yeni yayımlanan kitapları yollamaya devam edecek. Amacının "bu yolculukla birlikte, sadece kitap alan değil, kitapları gerçekten okuyan, zaman zaman görüşlerine başvurabileceği 100 kişilik özel bir okur kulübü oluşturmak" olduğunu söylüyor. Teklif cazip gelince yazdım ve projeye dahil oldum. Nitelikli çocuk kitaplarını düzenli okumak, üzerine düşünmek benim kendi okuma yazma yolculuğuma da yardımcı olacak çünkü. 

Emily In Paris'i tekrar izlemeye başladım. Orijinal ve İngilizce alt yazılı olarak. Dili diri tutmanın yollarından biri bu, benim için. Ara ara başvuruyorum bu yönteme. Her şeyi anlamasam da, kulağıma bolca İngilizce çalınmasının işe yarayacağını biliyorum. Gözümün alt yazıya kaymamasına çalışıyorum. 

Dün elbirliğiyle yedi kişi kitaplığı indirdik ve neredeyse tamamını paketledik. Salondaki büfenin ve vitrinin içi de boşaldı. Yardımlaşmak gibisi yok. 

Bu akşam ve cuma da yardım alırsam pazar günü evi taşıyabileceğimden neredeyse eminim. Hele bir atalım içeri kendimizi. Gerisi yavaş yavaş hallolur. 

16 Haziran 2025 Pazartesi

İkide bir: 11

Dün üzücü bir haber aldım. Engin Çetinbağ'ı kaybetmişiz. Yüz yüze tanışma imkânı bulduğum, değerli biriydi. Onu en son Yalıhan'da gördüm. Faruk Duman, Zeynep Eşin ile beraber gelmişlerdi. Söyleşinin sonunda yeni kitabını imzalatmıştım. Öykülerini de zevkle okumuş, hatta Parşömen'ın yıl sonu soruşturmasında da paylaşmış, şu sözlerle anmıştım. 



Karanlıkları Yara Yara (Engin Çetinbağ /Alakarga Yayınları)

20 yıl aradan sonra öykü kitabı yayımlanan Çetinbağ, yeraltı mühendisi olarak geçirdiği uzun meslek hayatından damıttığı deneyimlerle madenleri mekân tutan, madencilerin hayatlarını ele alan bir kitapla karşımızda. Öykü kitaplarındaki tekdüzelikten sıkılan okurların dikkatine! 

Çetin Bey ile 2016 yılında tanıştık. Öykü Günü kutlamak için yaptığımız küçük organizasyonun duyurusunu görünce bana sosyal medya üzerinden ulaştı. İştirak etti. Tanıştık. Geçmiş yıllarda Can Yayınları'nın yazarlarının da katıldığı ÇOMÜ işbirliğiyle düzenlediği etkinliklere dair bilgi verdi. Beraber yemek yedik.



İlerleyen zamanlarda jürisinde bulunduğu Madenci Öyküleri'nin yayımlanan birkaç kitabını hediye etti. Ara ara karşılaştık. Sohbet ettik.  İzmir Çanakkale arası mekik dokuyor, yılın belli dönemlerini buradaki evinde geçiriyordu. Yakınlarda Türkçe öğretmenliği bölümü öğrenci bir arkadaştan burada yazar sanatçı evinde yaratıcı yazarlık üzerine atölye düzenlediğini duymuştum. Birikimliydi, aktaracakları, anlatacakları çoktu. Devri daim olsun. Öyküleriyle yaşasın. 

                                                                            *

Dün yoğun duygular içinde geçti. Evladı LGS'ye saatinden önce, eksiksiz, sakin bir ruh hâli içinde teslim ettik. 45 dakikalık arada karnını doyurduk, motivasyonunu koruduk. Sınav çıkışı eve gittik. Arkadaşıyla buluşması sağlandı. Ardından benim arkadaşlarımla buluşuldu. Boğaza nazır bir terasta oyun keyfi yaşandı. Kaç soru doğru, kaç soru yanlış hesaplarına girmek istemedi. Dün büyük gündü. Kutlanmayı hak ediyordu. Sabah sınava girdiği okuldan kitapçığı aldım. Kendi okuluna götürdüm. Kontrol edince aradı haber verdi. Sonuç beklediğimiz gibi, yıl içinde gösterdiği performans doğrultusunda. Kırmadan, dökmeden, saçmadan, saçılmadan yılı bitirdik şükür. Bu hafta sınav sonrası okuldan kaçmalar, mezuniyet töreni, balo, eğlence ile geçecek. Geçiyor. 

                                                                              *

Bugünün yazısı da böyle olsun. Dilerim sizler iyisinizdir. 



14 Haziran 2025 Cumartesi

İkide bir: 10

Bugün 14 Haziran. Che Guevera'nın doğum günü. Kızım söyledi. Onun dışında bir aile büyüğünün kendisinin seçtiği doğum günü. Seçtiği deme sebebim, nüfusta farklı bir gün yazıyor olması. Bilirsiniz işte, kimi yaşlıların gerçek doğum günleri belirsizdir. Anne babalarından duydukları laflar vardır: kirazlar çıkmıştı, ayçiçekleri açmıştı gibi ve tahmini bir tarih belirlenir. Laf buradan açılınca kızıma sordum: "Sen hangi günü doğum günü olarak seçerdin?" Düşündü. Burç da değişeceği için hemen karar veremedi. Terazi dengesiz olur, balık sulugöz, ikizler ikiyüzlü dedi. İçinden geçtiğimiz günler İkizler'in olunca kollama isteği geldi galiba. "Olgun olmayan İkizler ikiyüzlü, olgun olanların ise zihni uçuş uçuş olur," dedim çok biliyormuş gibi. Devam ettim: "Eğer yaratıcı bir işle ilgileniyorsa bu uçuş uçuşluk da çok işine yarar." Düşündü. "Yaratıcılığı severim," dedi. Hangi burca atanmak istediğini düşünmeye koyuldu. Yanıt bulamadan hastalarıma rastladım. Kızıma yarınki sınavda başarılar dilediler. 

Bunca yıl, bunca karşılaşmadan sonra tepkisi hâlâ aynı. Hastaların onunla ilgili bunca şeyi bilmesini sinir bozucu buluyor, biraz da şaşırtıcı. Bir hekim ve bir hasta karşı karşıya geldiğinde aralarında bir boşluk kalmalı ona göre. Bir çift el, çalışmalı bir boşluğun içinde ve gitmeli diğeri işi bitince. Oysa insan sosyal bir varlık. Her karşılaşma bir temas. Her temas iz doğurur. Kitabı bile var. Boşluk tamamen dolmuyor hiçbir ilişkide, her daim kalıyor ama birine yaklaşmayı ve o boşluğun azalmasını da çok seviyoruz. Meftunuz buna, hatta mecbur. 

12 Haziran 2025 Perşembe

İkide bir: 9

Bir önceki yazıyı sabahın erken saatlerinde, henüz yataktan çıkmadan, güne yeni başlamanın huzuru, dinginliği içinde yazmıştım. Akşamına bu sükunet sarsıldı ve yerini telaşlı ve stresli bir 24 saate bıraktı. Anlatayım.

Annem akşamüstü eczaneden dönerken sitenin giriş kapısında basamağa ayağa takılıp düşmüş. Ağrı içinde komşular tarafından eve çıkarılmış. Doktor ve hemşire bir çift tarafından koltuğa sırtüstü yatırıldıktan sonra durumdan haberdar oldum. Tesadüf bu ya, koltuğa oturttuğum hastamın anne babası 112 çalışanıydı. Hemen aradık ambulansı yönlendirdik. Ben işleme başlamadan annemin yanına gittim. Ambulans geldi. Prosedür gereği annemi en yakın hastaneye yani Tıp Fakültesi'ne götürdü. Acil tıp uzmanları canla başla çalışan, yeri geldiğinde güvenliğin, hastabakıcıların işlerini dahi üstlenen özverili hekimler. Muayene, röntgen derken annemin sağ oturma kemiğinde kırık olduğu anlaşıldı. Ortopedi konsültasyonu istendi. Ardından tomografi çekildi. İki ortopedist de acil ameliyatta olduğu için birinin annemin tomografi sonuçlarının görülmesi, tedavisinin düzenlenmesi gece yarısını geçti. Kızım yalnız kalmasın diye annemi ablamla bırakıp gece 23.00'de ben eve geçtim. Telefon yanı baş ucumda yatağın içine girdim. 

Kötünün iyisi bir düşüş olmuş. Ameliyat gerektirmeyen ancak 8 hafta yatak istirahati gerektiren bir süreç başladı bizim için. Her şey planlanınca annemi eve transfer etmek istedik ve işler orada sarpa sardı. 112 üniversite hastanesine acil hasta bırakıyor ama çıkış yapmıyor, üniversite ambulansını zinhar vermiyor. Ablam sağlık müdürlüğünden emekli, ben 25 yıllık diş hekimiyim. Annemizi alıp 3 kmlik yolu getirmek için onlarca telefon görüşmesi yapmamız, her defasında bir üst amire, sonunda İl Sağlık Müdürü'ne  ulaşmamız gerekti. Sonunda o ambulansın kontağı çevrildi. Bu kez de biz yukarı çıkarmayız, taşıyacak insan bulun, dendi. Kalktım annemin sitesine gittim. Havuz başında çocuğunu yüzdüren bir baba buldum. Orada oturan eski bir arkadaşımı aradım. Asistanlarımdan biri kalktı geldi. Yollayın, karşılıyoruz dedik. Ambulans yola çıktı. Gelince de yukarı kadar getirdiler. Bunca zorluğun, çekişmenin arkasında ne vardı, hâlâ anlamış değilim. Bununla beraber çok saçma bir yorgunluk, ağlarını kullanmak için gereksiz bir efor yaşadım. Bu stresi üzerimden atmak için çokça tanığa ihtiyaç duyuyorum. Bu yüzden yazmak ve yükü azaltmak istedim. Dün rahatlamak için arkadaşlarımı da aradım. İki tanesinin de yakını hastanedeydi, biri genç, diğeri yaşlı. Onlar da problemlerini çözdüler çok şükür. Birkaç telefon görüşmesi desteği yeterli gelmedi. Sarılmalı, öpüşmeli, çaylı, kahveli sohbetlere de ihtiyacım var rahatlamak ve biz ne yaşadık yahu demek için. 

Annemin evine anahtarla girdiğim bir dönem başladı. Anahtarım olsa da kullanmazdım çünkü. İlle zile basacağım. O kapıyı açacak ve beni ayakta karşılayacak. Şimdilik 8 hafta kadar süreyle bu mümkün değil ama Allah beterinden de saklamış. İlk kez yaşlı bakım vereni olmadığımız için planlamayı bu defa çok hızlı yaptık. Ablam annemle hastanedeyken ben dün sabah medikale gittim. Havalı yatak, hasta pedi, hasta bezi aldım. Yatağı hazırladım. Babamın eski bakıcısı destek için geldi. Sabah akşam yapılacak kan sulandırıcı iğnenin ilkini dün hemşire komşumuz yaptı. Bana yapabileceğim alanları gösterdi. Bu sabah görevi devraldım. 

Sabah erken uyandım. Dün gece aldığım kemik suyunu da katarak mercimek çorbası pişirdim. Sıcak sıcak götürdüm. Enjeksiyonunu yaptım. İşe gelmeden önce kordonda yürüyüş yaptım. En sevdiğim çay bahçesine oturdum. Kahve içip etrafı izledim. Yoga, meditasyon eğitmenlerinin parasempatik sinir sistemini aktive etmek, kendimizi yatıştırmak için tavsiye ettiği şeylerden birisi de, gözlerimizle içinde olduğumuz mekânı izlemek, biliyorsunuz. Stres altında o daralan bakış açısından çıkıp güvendeyim diyebilmenin bir yolu bu çünkü. Sen bilmesen de beden biliyor. Dün de beden beni dışarı attı. Gittim, kordona yakın bir marketten alışveriş yaptım. Yürüdüm. Etrafı izledim. Mekânlar dolu, insanlar cıvıl cıvıl ve birbirleriyle temasta. Şimdi hastalık ve dinlenme var ama her şey kontrol altında. Annem güvende ve benim hayatım olağan akışında devam ediyor. Bu kadar kısa sürede kendimi (olabildiği, yapabildiğim kadar) regüle etmeyi başardığım için de ayrıca tebrik ediyor, bu görüyü kazanmamda bana yardımcı olan her türlü kaynağa da teşekkür ediyorum. Dilerim siz afiyettesinizdir. 


10 Haziran 2025 Salı

İkide bir: 8

Dün bayramın son günüydü. Annem dışında kimseyi ziyaret etmediğim, yalnızca bir arkadaşımı gördüğüm, bir diğeriyle telefonda sohbet ettiğim, hemen hemen hiç kimseyi aramadığım, sormadığım, çoğunlukla evde yalnız kaldığım, sessiz, sakin kendi halinde bir bayram oldu. Her bayram böyle geçse üzülürdüm belki ama bu bayram tenhalığı, sakinliği sevdim. Biraz evi toparladım. Daha çok çöp çıkardım aslında. Kimi eski defterler, eski makaleler, seminer notları, çözülmüş çoktan seçmeli testler...

Yıllar önce çoktan seçmeli bir testle baştan çıkmışlığım var, bir doğru bir yanlış doğurabilir, bir yanlış bir doğruyu götürebilir uyarısını dinlemeyip kendimi o doğruyanlışın kollarına atmışlığım, yoldan çıkmışlığım, davet edildiğim yere varmışlığım var. O günlere dair notlar, mektuplar da gitti bir bir. Unutmak için saklamamam gerekiyor bazen, özgürleşmek için atmam. Şimdi o günleri düşünürken, o tatlı başlangıcı, baş dönmesini, her şeyi başlatan ilk sözleri, ilk buluşmaları... her şeyin aslında nasıl gün gibi aşikar olduğunu görüyorum. Bile bile yanmak da aşka dair belki. 

Sabah uyandığımda bir yabancının nasıl olup da birdenbire en kıymetline döndüğünü düşündüm. Birdenbire olmuyor tabi. Günlere, haftalara, aylara, yıllara yayılıyor, bağ kurmak, köprüler inşa etmek. İlk kez sen diye hitap ettiğinde yaşadığı şaşkınlık utanma karışımı ifade gözünün önüne geliyor örneğin. Bir bakıyorsun gülümseyerek hatırladığın bir anıya dönmüş. Bir başka sefer seni ilgiyle dinlediğini, duyduğunu, dahası aklında yer ettiğini fark ediyorsun, hop bir bağ kuruluyor, bir köprü bir kalpten diğerine. Bilgi, ilgi, özen, dikkat akıyor karşılıklı. O hiçbir şeye yetişmediğinden yakındığın zaman, bir de bakıyorsun birinin kabına, damlıyor pıt pıt pıt. Ve bundan memnun olduğunu fark ediyorsun. Dile getirmediklerin gözlerinde, bedeninde hapisken yol alıyorsun, çok da bir şey ummadan. Çünkü beklenti öldürürken her şeyi, beklememek, beklemezken almak, her ne ise gelen mutluluk kaynağı. İki insanın, milyonlarcası içinden birbirini görmesi, fark etmesi, kalpten bir bağ kurması, emek vermesi, şu zalim dünyada aldığımız en kıymetli hediye, yaşama sevinci sebebimiz. Şimdi bu satırları yazarken bir gün yabancıyken kıymetlilerim arasında yer alan insanları düşünüyorum ve o gün orada olduğum, tanıştığım, emek verdiğim, anılar biriktirdiğim için minnetle, şükranla doluyorum. Çünkü sahip olduğumuz en kıymetli şey, kurduğumuz bu bağlar. 

Dün kızımla yürüyüş yaptık akşam üzeri. Geçenlerde Bahar Eriş'in sosyal medyada paylaştığı bir iletiyi okudum, o da bir başkasından alıntılıyordu. Ergenlerin gidip gelme halleri, siz bir şey sorduğunuzda umursamaz görünürken aynı gece yatağınıza gelip yarın devam ederiz, uyuyalım artık dedirten uzun sohbetleri başlatmaları. Hiç de kafa karıştırıcı değil. Uzmanımız bunu özerklik ve bağ kurma ihtiyaçlarına bağlıyor. Bunu bilmek iyi hissettirdi. Kapıdan selam vermeden girip yalnızca kediyi sormasına bozulmadan seçim yapmasını bekleyebildim bu hap bilgi sayesinde. Sonrası iyilik güzellik. Bir saatlik bol sohbetli doğa yürüyüşü. İlişkilerin milyonlarca sırrından biri de bu olabilir. Karşındakine seçim gücü olduğunu fark ettirmek ve dırdır etmeden beklemek. Beklediğini unutmak hatta, kendi işlerine odaklanmak, onlarla ilgilenmek ve geleni muhabbetle, ilgiyle, neşeyle karşılamak. Dünyanın 8. harikası bu olabilir mi?

Bu da akşam yürüyüşümüzden bir kare




8 Haziran 2025 Pazar

İkide bir: 7

Dün sabah erkenden Bursa'ya doğru yola çıktım. 10'u biraz geçerken İKEA'nın içindeydim. Evde planladığımızdan daha fazla Billy kitaplık aldım. Köşeyi dönerim belki diye bir de köşe kitaplık. Evde, komple cam kapak seçmiştik ancak mağazada dolaşırken panel kapak gördüm ve onu tercih ettim. Altı ahşap üstü cam, panel kapakları ileride istersem tamamlayabileceğim bir alt modül gördüm çünkü. Bununla beraber kitaplıklarda muhakkak düzensiz, kalabalık görünen yerler kalıyor. Bu planlamayla çalışma odasındaki kadar kitap depolama alanını yeni evin salonuna sığdırmayı başarıyorum. Bu da yeni evde çok da efektif kullanmadığım  çalışma odasının eksikliğini duymayacağımın ispatı. Çalsın sazlar, oynasın kızlar!

Çalışanların yardımıyla depolama alanından kutularımı aldım. Ödemeyi gerçekleştirdim. Nakliyeye verdim. Yukarı çıkıp İsveç köftesi yedim. Mobilya bölümünde kısa bir gezintinin ardından tekrar yola çıktım. Akşam beş civarı eve ulaştım. Kendimi banyoya attım. Bir şeyler atıştırırken Netflix'ten Ceren'in önerdiği Dört Mevsim dizisini açıp peşi sıra üç bölüm izledim. Gözlerim yorgunluktan kapanınca uyumaya gittim. 

Sabah altı gibi kendiliğimden uyandım. Çamaşırları katladım. Yerlerine yerleştirdim. Yatak odasındaki dağınıklığı toparladım. Yeni eve taşımak istediğim kimi kutular, hurçlar var. Bayram sonunda emlakçının gelip evin fotoğraflarını çekmesi için evi yeniden düzeli hâle sokmam gerek. Ya da acele etmeyip bu işi taşınma ertesine bırakabilirim. Böylesi çok daha kolay olacaktır. İçinde yaşarken evi göstermek de bir dert çünkü. Bu da yazarken aldığım bir karar oldu. Yoksa bugünün planların birisi çalışma odasından başlayarak evi fotojenik hâle getirmekti. Yine de bugün en az iki saati, bölünmeden, odaklanmadan çalışma odasını toparlayarak geçirmeyi düşünüyorum. Saat henüz erken. Evi toplamak, dizi izlemek, dışarı çıkıp yürüyüş yapmak, belki birileriyle buluşmak için koca bir gün var önümde. Günü verimli geçirme konusunda hevesim var. Önümde iki seçenek: Ya dikkat çeliciler günümü yutacak ya da çalışma odası elden geçecek. 

Bayramın üçüncü günü de başladı. Yarın son gün. Belki denize giderim. 

6 Haziran 2025 Cuma

İkide bir: 6

Bayramın ilk gününden herkese merhaba,

Kurban bayramı bizde çok uzun yıllardır kurban kesme işine girişilmeden kutlanıyor. Aile büyüklerinin kabirleri desen memlekette. Hâl böyleyken kurban bayramına özel o ilk gün koşturmacası da olmuyor. Sabah annemi kahvaltıya davet ettik. Birlikte kahvaltı yaptık, bayramlaştık. Onu eve bıraktım. Akşam yemeğinde buluşmak üzere ayrıldık. Sonra bir arkadaşımla yeni evde buluştuk. Boş odaların, duvarların ölçüsünü aldık. Mevcut mobilyaların büyüklüğünde gazete kâğıtlarını zemine serdik. Ne, nerede nasıl görünecek diye baktık. O evde ayrı bir çalışma odası olamayacağı, marangozun yaptığı kitaplık da sığmayacağı için modüler kitaplık seçeneklerine bakmak üzere eve geldik. Sanal İKEA gezintisi...

Renk seçtik. Salonda uygun boşluklara cam kapaklı Billy kitaplıklar,  yeni çalışma masası ve tekerlekli bir keson sığdırdık. Verimli bir gün oldu. Sıra siparişe gelince masa ve kesonun stokta olduğunu istediğim renk Billy kitaplıkların ise internet satış stoğunda olmadığını gördüm. Üzüntü ve muz kabuğu! Mağaza stoklarına bakınca Bursa'da olduğunu fark ettim. Günübirlik gitmek için hayli yol yine de. Ancak aradan çıkarmak da istiyorum. Çünkü planlamak, kolaylık sağlıyor. Neyin nereye yerleşeceğini bilmem, taşınmadan önce bunun planını yapmam şart. Ne derler bilirsiniz: Nuh gemiyi fırtınadan önce inşa etti. 

Taşınmayı fırtınaya benzetmem pek manidar oldu. Taşınmalar gerçekten de yorucu. Birer küçük felaket bir yanıyla. Hele de daha küçük bir eve geçiyorsan, küçülmen gerekiyorsa. Neleri geride bırakacağıma, neleri taşıyacağıma karar veremediğim için kaçınmam an meselesiydi. Kendime küçülmek, sadeleşmek, yeni bir başlangıç yapmak istediğimi hatırlatmam gerekiyordu.  İki kişiye yetecek büyüklükte bir ev olduğunu, tam da bu yüzden bu kararı aldığımı yineliyordum sonra. Fazla eşyaları depolamak için daha büyük alanları temizlemek zorunda kalmaktan yorulduğumu söylemiyor muydum herkese? O zaman nedir bu niceliksel kıyaslama... Nedir bu tutunmak? 

Her taşınma, sadeleşmek için bir fırsat. Elden geçirecek çok şey var daha. Özellikle kütüphanede. En az iki büyük boy poşet dolusu kâğıt çöpü çıkacağına eminim. Kitapları da azaltabilirim pekâla. Ama önce kitaplıkları almalıyım. Yarın Bursa'ya gideceğim. Kitaplıkları sığdırabilirsem bagaja atıp geleceğim. Sığdıramazsam nakliye hizmeti satın alacağım. Yarının yazmama günü olması iyi denk geldi.

Bugünün yazısı da böyle olsun, varsın, Z raporu gibi. 

4 Haziran 2025 Çarşamba

İkide bir: 5

Bu eve ilk taşındığımda bir heves fidanlığa gitmiş, gül, lavanta, adaçayı, bahardalı, hanımeli, sosyete sarımsağı ve sardunya dikmiştim. Toprak derinliği az olduğu için çoğu tutmadı, kurudu gitti. Bahardalı tuttu tutmasına ancak üç yıl geçmesine karşın pek de heybetli değil. Her yıl üç beş çiçek açıyor. Şu dünyada dikili ağacım var diyebilirim yine de. Bahçede toprakla buluşturduğum, yerini sevmiş, köklenmiş iki bitki var. Biri bahardalı, diğeri lavanta. İncecik, narin bir fideden diktiğim lavanta, yıldan yıla genişledi, dalları kalınlaştı ve birkaç hafta önce ilk kez çiçek açtı. Sevindim sevinmesine ama onu da bahçede bırakıp gideceğim işte. Tamamen geride bırakmaya kıyamadığım için köke yakın dallardan keserek çoğaltacağım. İnternetten baktım. Lavantayı çoğaltmak istediğinde saksıyı yanı başında hazır etmek gerekiyormuş. Çünkü lavanta topraktan ayrılmayı sevmiyormuş. Kim sever ki...

Kızım ilkokula başlamadan bir yıl önce acayip bir kaygı, stres içindeydim. "Bu ülkede artık yaşanmaz" düşüncesi beni yiyip bitiriyor, geceler boyu hangi ülkeye taşınabileceğime dair araştırmalar yapıyor, mesleğimi bir başka ülkede sürdürmenin yollarını arıyor, işin içinden çıkamıyordum. Varsayımlar ve hayali stres karşısında bir çıkmazın içinde yaşayıp gidiyordum. Sonra kızım ilkokula başladı ve o çok korktuğum (artık tam olarak neydiyse) şey olmadı. Bir yavrunun istikbalini düşünerek yurt dışına gitme girişimlerini anlayabiliyorum. Ancak yavruya ve kendime rağmen "bunu yapmam lazım" düşüncelerinden tamamen sıyrıldım. Çünkü günün birinde fark ettim ki, ben her şeye rağmen burada yaşamayı seviyorum. Buradaki kazanımlarımı kaybetmeyi, dille bağımı koparmayı istemiyorum. Bir ülkede kendimi rahatlıkla ifade ederken, kolaylıkla gündelik ayrıntılarla, formalitelerle baş ederken bir başka ülkenin acemisi, cahili olmayı istemiyorum. Bunu bu netlikte kendime karşı ifade ettiğim an, bütün stresim, kaygım kayboldu. Çünkü insanlar da lavantalar gibi, toprağından ayrılmayı sevmiyor. İçi toprak dolu bir saksı bağlanmaya, köklenmeye her zaman yetmiyor. 


2 Haziran 2025 Pazartesi

İkide bir: 4


Geçen gün masaja gittim. Masaj öncesi saunaya girdim. Genç bir çift vardı. Kadın, erkeğe çalışmaya başladığı ilk yıllarda kredi kartı borç batağına girdiğini, kart limitini kendi geliri sanma yanılgısına düştüğünü anlatıyordu. Cironu kendi kazancın sanma yanılgısı da benzer bir çıkmaza sokabilir insanı. Hatta iflas dahi ettirebilir. Hayatı boyunca çok uzun saatler çalışmış, işini iyi yapmış ama iki kez iflas etmiş bir diş hekimi tanımıştım örneğin. Bunu nasıl başardığı üzerine çocuklarıyla zaman zaman konuşurduk. Kimsenin mantıklı bir açıklaması yoktu. Benim aklıma gelen, ciroyu net gelir sanma ve bu doğrultuda harcama yanılgısı. Sonrası tipik hikâye. Faizle boğuşmaca. 
Bugün genç bir kadın tanıdığımın da kredi kartlarıyla başının belada olduğunu öğrendim. Yakın zamanda kredi çektiğim için kredi çekme ihtimali aklına gelmiş. Bunun üzerine konu gündeme geldi ve ayrıntıları öğrendim. 
Bu konu gündeme gelince iki şey düşündüm. Birincisi finansal okuryazarlık eğitimi almanın ne kadar mühim olduğu. Kendi kızıma ne öğrettim bu konuda emin değilim. Bir harçlığı var. Ekstra ihtiyaçlarını karşılıyorum ama kendine ait birikim, haftalığıyla geçinme kısmını ne kadar becerdiği kısmını ele almadığımı fark ediyorum. Bu konuya eğilmeli. 
İkincisi bir bilene sorma, akıl alma kısmı. Genellikle başımıza bir şey geldiğinde, bir dert bizi bulduğunda arkadaşlarımızla paylaşıyoruz. Aile büyüklerine gitmeyi tercih etmiyoruz. Kızmalarından, dırdır etmelerinden çekiniyoruz. Çünkü ülkemizde güvenin, sevginin, sıcak, samimi, yakın iletişimin doğru kaynağı çoğunlukla aile değil. Onların deneyiminden faydalanmayınca, ister istemez akrana yöneliyorsun, yaşam tecrübesi senin kadar birinden medet umuyorsun. Gizliyorsun, saklıyorsun, ağırlığı altında duygusal yüklerinin eziliyorsun. Hepimizin tıkandığımız yerde bir mentora ihtiyacı var oysa. Aklıyla, deneyimiyle, rehberliğiyle, telkinleriyle yol gösterecek, önümüzdeki zorluğu küçük lokmalara ayıracak birinin varlığı ne kadar ferahlatıcı! Sen ne düşünüyorsun? Zorlukları nasıl deneyimliyor, nasıl aşıyorsun? Var mı kapısını çalabileceğin bir aile büyüğü? Ya da sonradan seçtiğin bir bilge kişi? Öyle ya, belki, ailede bu ilişkiyi kurabilecek denli şanslı değildik ama artık büyüdüğümüze göre edinilmiş ilişkilerden de seçebiliriz pekâla. 

31 Mayıs 2025 Cumartesi

İkide bir: 3

 Ayın son, ikide bir günlüklerinin üçüncü yazısından herkese merhaba,

Blog yazılarında okura hitap ederek başlamanın kolaylaştırıcı bir yanı var. Yazarken birini muhatap tuttuğunda, ona seslendiğini duyurduğunda, yazının içine hop diye akıyor yazan kişi. Bir mektup yazar gibi dalıyor ve anlatmaya başlıyor. Bu sayede eğer yazı masasına geçerken belli bir niyeti yoksa yazının içeriğine dair, bir giriş oluşturuyor ve kelimeleri birbiri ardına sıralarken konusunu aramaya başlıyor. Tıpkı benim şu anda yaptığım gibi. 

Dün bir hastam geldi. Birkaç yıl önce tedavi ettiğim hastam, telefonda randevu alırken çocuklarının özel eğitim gördüğünden bahsetmiş. Böyle bir ayrıntının bir ehemmiyeti varmış gibi. Telefonla randevu alırken kendi rahat gelebileceğiniz aralığı belirtmek ve diyalog yoluyla uygun gün ve saati belirlemek hayli kolay. Hastanın gelemediği saatlerde neyle meşgul olduğu irdelediğimiz bir mevzu değil. Bununla beraber durumunu bildiğimizde gözettiğimiz de bir gerçek. Hastamın bu beyanını duyunca gevezelik etmiş diyerek geçiştirmedim elbette. Zihnimde takılı kaldı.  Eski bir tanıdığı hatırladım. Milan Kundera'dan alıntıladığı ve sıklıkla tekrar ettiği o sözü: 

"İktidar sizi nerenizden yaralıyorsa orası kimliğiniz olur."

Sosyal devletin olmadığı bir ülkede, yaşlı ve çocuk bakım hizmetlerinin anneler ve/ya ailedeki diğer kadınlar tarafından karşılandığı ya da annenin (yeterince yüksek bir maaş alabildiği durumlarda) başka kadınlardan hizmet satın alarak çözdüğü, her durumda kadın emeği üzerinden yükseldiği bir ülkede, bir annenin, telefonla randevu alırken çocuğunun özel durumundan bahsetmesini boş söz diyerek geçiştiremeyiz. İki sözden birinin oraya dair olmasını şaşırtıcı bulmayız. Bakım emeğini muhtemelen tek başına üstlenen, yorgun bir annenin kimliğidir, o, nihayetinde.  Yaralandığı yerden konuşan, duygusal yükünün paylaşmaya çalışan bir anneyle karşılaşmak, bu yüzleşme, kendi kimliklerim üzerine düşünmeme yol açtı.

Kendimi bu anlamda şanslı sayıyorum aslında. Bir kız çocuğu olarak eğitimle ilgili bir sorun yaşamadım. Bu doğal bir haktı. Mücadele etmedim. Giyim kuşam, davranışlarla ilgili de büyük sıkıntılar yaşamadım. Hoş bu ülkede kadınların hemen hepsinin deneyiminin bir yerinde sözlü taciz, fiziksel tacize yeltenmeye çalışmalar, flört tacizi gibi şeyler kıyısından köşesinden yaşanmıştır. Başıma gelmedi diyen ya bu konuda konuşmak istemiyordur ya da büyük resimde ayrıcalıklı bir yerde bulduğundan deneyimini silme, görmezden gelme eğilimindedir. Benim de durumum yaklaşık olarak böyle. Sosyo ekonomik olarak kendine yeten bir ailede büyüdüm. Okurken ekonomik zorluklar yaşamadım. Mesleğimi icra ederken kadın olmaya dayalı büyük zorluklarla sınanmadım. Din, mezhep, etnik köken, dil olarak baskın olan yerdeyim. Ten rengi, fiziksel görünüm, bedensel ve zihinsel olarak ayrıcalıklıyım. Bekar anne olmamı bir kenara koyarsak hayatımda hiçbir zorlanma, ayrımcılığa uğrayabileceğim yer yok. Bekar anneliğe geçişim de pek çok kadına göre kolay oldu. Boşanırken sıkıntı yaşamadım. Yoluma taş konmadı.  Ekonomik olarak zorlanmadım. Hayatımızda büyük değişiklikler olmadı. Kızımla beraber parasının son kuruşuna kadar  benim ödediğim evimizde, aynı düzende yaşamaya devam ettik. Babası makûl, enflasyon karşısında (henüz) kuşa dönmeyen (avukatım sağolsun) bir nafakayı düzenli olarak ödüyor. Bununla beraber ben planlarımı bu ücret yokmuş, gelmeyebilirmiş gibi yapıyorum. Bekar annelerin çoğunun böyle yaptığını da biliyorum. Özellikle küçük çocuğu olan annelerin çocukları hasta olup okula gidemediğinde, veya kendilerine zaman ayırmakta zorlandıklarını biliyorum. Çocuğu bırakacak yer olmadığı için bir önceki yazının konusu olan içsel göstergelerine bakamamak, kendine ait zaman ayıramamak, kendi iç kaynaklarını dolduramamak da sık rastlanan durumlar. Bir kahve molası, arkadaşla yan yana yürüyüş, sohbet, kahkaha, kısa tatiller ile kendi içsel kaynaklarını zenginleştirmek, çocuğunla ilişkinde sabrını, şefkatini, dinleme kapasiteni de arttırıyor esasında. Dolayısıyla aynı benzin almaya zamanım yok diyemediğimiz gibi ele almalıyız bekar annelik mevzusunu da. Ha bende durumlar nasıl? Çoğu zaman ev iş arasında geçiyor günler. Şehir dışına çıkmalar ya mesleki bir kurs gerekçesiyle ya da görev aldığım meslek örgütümün çalıştayları nedeniyle. Mesleki kurslar İstanbul'da olduğu için akşamları eski arkadaşlarımla buluşuyorum. Meslek örgütünün buluşmaları İstanbul, Ankara, Samsun, Gaziantep gibi farklı illerde oldu görev aldığım üç yıl içinde. Eylül ayında Diyarbakır'da bir toplantı olacak. Bu toplantılar oldukça yoğun geçiyor ancak farklı illerden arkadaşlarla birlikte aynı otelde kalmak, kahvaltı ve akşam yemeklerinde sohbet etmek besliyor beni. Bununla beraber bunları yıla paylaştırdığımda onbeş gün bile etmiyor. Sorunsuz boşanmanın bile kendi içinde zorlukları var yani. Mutsuz evliliklerin büyük kısmının sürmesi belki de bu yüzden. Evlilik de ayrılık da gül bahçesi vaat etmiyor insana. Ama kafanın rahat olması, içinin huzurla dolu olması ev içinde kendi küçük gül bahçelerini yaratmana da olanak sağlıyor. Kızım büyüdükçe arkadaşlarımla olan sohbetlere katılıyor, kahkahaların atıldığı, neşe dolu anlar çoğalıyor. İşte bunun için sevinebilirim. 

Siz nasılsınız? Hayatta ayrıcalıklı olduğunuz ve olmadığınız durumlar, kimliklere dair durumlarla ilişkiniz nasıl?  

29 Mayıs 2025 Perşembe

İkide bir: 2

Yoğun ve yorucu bir gün beni bekliyor. Dün akşam da epey çalıştım üstelik. Bugün yeni evde temizlik olacağı için temizlik malzemelerinin bir bölümünü, elektrikli süpürgeyi, bir masa ve iki sandalyeyi bıraktık. Evi kiraya vermek için bir emlakçıyla konuştum. Evi fotojenik hâle getirmek lazım. İki büyük giysi ve ayakkabı torbası, ablama ait bir büyük torba kırlent ve iki adet çekyat kenarı sınır dışı edilecek. Nevresim, çarşaf, havlu dolu valiz de temizlikten sonra yeni yuvasına gidecek. Kalan öte beri dolaplardaki boşluklara tıkılacak. En zorlu parkur kızımın odası. Legolardan oluşma büyükçe Hogwarts okulu, sürüsüne bereket kar küresi, minnoş seramik pisicikler, Jumbo ganimetleri... Deli kızın çeyizi misali serildikleri yerden kaldırılacak. İki gün içinde. Sonra gelsin ferah feza fotoğraflar... 

İnşaat temizliği zor iş. Bir günde hallolur mu hiç emin değilim. Ben de yardım edeceğim. Getir götür işleri de çıkar muhakkak. El altında olmak lazım, dedim. Bugün işe gitmek yok. Umarım kolaylarız. Hafta sonuna kadar kabası, incesi bitsin ki, bayramda elden taşınacakları taşıyalım, yerleştirelim. Yardım tekliflerine çok açığım. Ameliyat sonrası ağır taşıma yasağı sürüyor çünkü. Dün bir firma temsilcisi yardım etti örneğin. Kızım sordu: Neden? Çünkü dedim, yardım teklif etti, benim de yardıma ihtiyacım var. Beş dakika sürdü eşyaları taşımamız. Sonra oturduk sohbet ettik. Hafta sonu başka kaynaklarımdan da destek rica edeceğim. İnsana insan gerek. 

Bugün iş çok. Sürekli hareket halinde olacağım. Akşama yattığım yeri bilemeyecek hâle gelmem çok muhtemel. O yüzden sabah işe güce dalmadan yazayım, İkide Bir yazımın ikincisini dedim. Kediyi besledim. Bahçeye çıkarmak için balkon penceresini açtım. Dün ay uç vermiş, yakında açacak dediğim kaktüsümün çiçeğiyle karşılaştım. Muayenehane önündekiler de "Ben de, ben de, " demekte. Sardunyalar da açtı. Morsalkımın çiçekleri bitti ama bize sağladığı yeşilden perde ve gölge yeter. 

Tüm çocukluğum Sümerbank Lojmanlarında geçti. Lise bitip İstanbul'da üniversiteye başlayana, kendi dairemize geçene kadar apartmanda otırmadım. Göz hizam hep bahçeye dönük oldu. Güller, papatyalar, ortancalar, hüsnüyusuflarla doluydu bahçe. Vazodan çiçek eksik olmazdı. Bahçeye düşkünlüğüm o zamanlardan kalma galiba. Balkonlarımda hep saksılarım oldu. Kızım küçükken çilek fideleri dahi diktim. Büyük bahçeli ev özlemim yok. İş tempom, yaşam yükü buna el vermiyor. Asansörle yukarı çıktığım, topraktan uzak, göğe yakın daireler hiç cazip değil. Alt katlarda olayım, ağaç, çiçek göreyim istiyorum hep. Neyse ki inşaat firmaları burun kıvrılan zemin katlarını bahçe kullanımlı forma çevirdi de, benim gibi çiçek, toprak sevdalıları üzerlerindeki sekiz, dokuz katı unutup müstakil yaşam sürme imkânına kavuştu. Yürüme yolunun çitine sarılı yaseminlerin kokusu, cıvıldayan kuşların sesi aradında işleneceğiz bugün. 

Ama önce giyinmek lazım. Ve de benzin almam. İbre sıfıra geldi dayandı. Benzin alma işini bu kadar savsaklamazdım eskiden. Ev, iş sürüşü arasında benzinci olurdu çünkü. On yıldır ev iş rotasında benzinci yok. Özellikle gitmem gerekiyor. Gitmeyi erteleyebiliyorum. O tarafa yolum düşünce alırım diyebiliyorum. Benzini son dakika almakla, zamanım yok yapamam düşünceleriyle ihtiyaç duyduğun molayı almamak arasında doğru orantı olabilir mi? Benzin almaya zamanım yok diyemiyoruz, ertelesek de alıyoruz. Çünkü yolda kalma riski var. O zaman bugünün tefekkürü benzin metaforu üzerine olsun. Arabaya binince benzin göstergenizle beraber içsel göstergenize de bakın. Depo ne vaziyette? Ben öyle yapacağım. Kalın sağlıcakla. 


27 Mayıs 2025 Salı

İkide bir: 1

Yılın en sevdiğim zamanları. Kıştan çıkmışız. Hava limonata gibi. Ne üşüyorsun ne sıcaktan bayılıyorsun. Tişört, sandalet sezonu başlamış. Sıcaktan, nemden uyuyamama, kara sinek, sivrisinek derdi yok. Gelincikler, papatyalar açmış. Kırlara çıkmaya dahi gerek yok. Bir avuç toprakta bile can vermiş rengârenk çiçkeler, morlar, kırmızılar, sarılar, pembeler... Renk cümbüşü... 

Baharda neşelenmeyen, yeni başlangıçlara niyet etmeyen ya da imrenmeyen var mıdır acaba? Hiç sanmam. O soğuk, uzun, karanlık kış günlerinden sonra aydınlığa kavuşmak ve kuru dalların canla dolup taştığını görmek en karamsar insanı bile gülümsetecek, eyleme geçirecek türden bir içsel motivasyon sağlıyor bence. Doğanın güzelliklerine gözümüz açık bence, her birimizin. Güneşin altında göbeğini açmış miskince yatan kediye, rızkını arayan martıya, narince salınan gelinciğe, gökyüzünü şahane renklere boyayan gün batımına duyarlıyız. Bir an olsun durmayı, görmeyi zevk almayı başarıyoruz. Eh devir sosyal medya devri, elimiz telefona uzanıyor ve kadraja almaya çalışıyoruz bu güzellikleri. Şartlar ne denli güç olursa olsun hem de. Victor Frankl, aklını kaybetmeden, sağlığını yitirmeden, üstelik de elinde Logoterapi gibi bir yöntemle çıktığı toplama kampı günlerini anlattığı İnsanın Anlam Arayışı kitabında ne güzel anlatır, daracık zamanlarda, alanlarda gözleriyle buluşan gökyüzünü, etrafı kuşatan doğayı. Zaman her şeyin ilacıdır, derler ya, ona inanıyorsak şayet, bu, bunca yıldır, doğanın döngüsüne şahit olduğumuzdan. 

Zaman bana da iyi geldi. Zor günler geride kaldı. (Bir sonraki zorluğa kadar elbette) Ameliyat olmak da keza öyle. Ağrı, sızı gibi bir şikayetim yoktu. Bununla beraber, iyi huylu da olsa, içimde taşıdığım kitle, bir nevi tıkanıklığa, durgunluğa yol açıyordu belki de. Malûm, hareketsizlik, durgunluk iyi bir şey değil. Durgunluktan kastım, duruluk, berraklık değil, durağanlık, çürümeyi, kokuşmayı, bozulmayı temsil eden bir şey. Vücudumdan bu tür bir durağanlığı atmak, belki de içimdeki kördüğümleri de açtı. Kararsızlığım son buldu. Eyleme geçebildim. Ev mevzusundan bahsediyorum, tam burada, bu anda. Bir ev alıp onlarca yıl oturmak diye bir şey ille de şart değil. Evler alınabilir, satılabilir, ihtiyaçlara hizmet etmediği yerde terk edilebilir ve yeniden kurulabilir. Önümde bir liste var. Temizlik, sineklik, kornij montajı, nakliye şirketiyle anlaşma vb. Yaptıkça tik atacağım ve ilerleyeceğim. Okullar kapanır kapanmaz da ver elini, yeni ev. 

Bu hayal olmasa, başıma sardığım zorlu iş çekilir çile değil. Şimdiye değin, bir miktar çocuk kitabı, kıyafet, oyuncak ayırdım ve verdim. İki büyük evrak çantası içlerini boşalttım. Miadı dolmuş kâğıtlar geri dönüşüm için ayrıldı. Kendi yatağımın bazası dışarı çıktı. Ne var ne yok elden geçti. Yeniden toplandı. İşe yaramayan şeylerle vedalaşıldı. Giysi dolabının yarısı boşaltıldı. Kalan kısmı üç hafta boyunca bana yeterli olacaktır. Ebeveyn yatak odasındaki giysi dolabı ve çalışma odası kitaplıkları kalacağı için onlara en son el atmaya karar verdim. En zorlu kısım kitapları taşımak olacak. Ayrı bir çalışma odası olmayacağı için salonda ya da yatak odasında kitaplık ve çalışma köşesi kurulacak. Bunun için de acele etmeyi düşünmüyorum. Eşyalar yerli yerine yerleşsin, hangi odayı nasıl kullanıyoruz görelim, kalan boşlukları itinayla değerlendiririz. Bir yerde, bir mimarın bahçe peyzajına, yürüme yollarına orada yaşam başladıktan sonra, son dokunuşları yaptığına dair bir şeyler dinlemiştim. Çok da mantıklı gelmişti. Orayı kullanan bireyler, yürüdükçe, kendiliğinden beliren yolakları, yürüme taşlarıyla bezemek, ya da ne bileyim rüzgâra, güneşe göre en şahane yerde konumlanan köşeleri, dinlenme, oturma alanlarına çevirmek... Bir önceki evimde, öteden beridir çalışma masamı pencere önüne koymayı hayal ettiğim için önce oraya yerleştirmiş, sonra odayı daha verimli kullanmak adına yine duvar önüne çekmiş, bu sayede 9 m2 odada bir duvarı  boylu boyunca kitaplıkla kaplamayı, iki çalışma masası, sandalyesi ve bir yatak sığdırmayı başarmıştım. Mekânları tanımak şart. İçinde yaşarken, kendiliğinden gerçekleşen bir tanış olma hâli bu. Annemin yıllarca oturduğu eve ilk taşındığımda, onun yerleştirdiği şekilde yerleştirmiştim evi. Zaman içinde, ya bu köşe daha ışıklı, denizi de görüyor, yemek masasını oraya mı alsak sorusuyla, kanepeyi pencere önünden çekmiş, masayı oraya almış ve içime sinen yerleşimi bulabilmiştim. O son hâl için üç versiyon denemiştim hatta. Bıkmadan, erinmeden, denemek gerek. Yaşamak sanatı diye bir şeyden bahsedeceksek, bunun formülü de böyle bir şey, belki de. Her an gözlem yapmak, ihtiyaçlarınla bağ kurmak, değişimi fark etmek ve yeniden şekillendirmek, bıkmadan, usanmadan, erinmeden üstelik. 

İkide bir günlüklerinin ilk yazısı burada bitiyor. Bıkmadan, usanmadan, erinmeden sonuna kadar okuyan herkese selam olsun! 

Bir de fotoğraf. Kaktüsümün çiçekleri açtı. Ne zaman açacak diye beklerken ben.  


 

26 Mayıs 2025 Pazartesi

İkide bir: intro

Davet Mindmills'ten. Katılım bizden. 

Bir kez daha bir yeniaydan diğerine topluca yazma döngüsü. Bu defa iki günde bir. Astrolojiyle çok ilgili sayılmam. Doğrudan bu konuda aldığım bir eğitim yok. Alaylı sayılacak kadar yakın okumalar da yapmış değilim. Bununla beraber takip ettiğim kimi sosyal medya hesaplarından yeniay, dolunay, tutulma vb. astrolojik olaylardan haberdar oluyor, ileti hoşuma giderse sonuna kadar okuyorum. Davulun sesini uzaktan duymak misali bir şey, benimki.

İşte bu uzaktan kulağıma çalınan sesi, bu ayın ezgisini, ferahlık, bolluk, bereket olarak yorumladım. Tam da yeni bir eve taşınmak üzere toparlanmaya koyulmuşken bu yorumuma pek de sevindim. İki günde bir yazmanın zamanlamasını da uğurlu buldum. Taşınmak, bir değişim en nihayetinde. Her değişim bir ihtiyaçtan, bir memnuniyetsizlikten doğduğuna göre, yeni evimi, hayatımın bu yeni dönemini nelerle doldurmak istediğimi yazmak, lafı evirip çevirip bu niyetlere çekmek,  bir nevi çiftçilik yapma, iyi niyet tohumlarını ekme fırsatı da sunacak bana. Vira bismillah!

                                                                                

25 Mayıs 2025 Pazar

Seramik ev

Yapacak çok iş var. Gözümün korkması boşa değil. Abonelikleri açtırmakla işe koyuldum. Çocuk kitaplarına el attık. Çok radikal bir başlangıç yapamadım ancak bir miktar kitabı paylaşabildim. Çocuğu olan arkadaşlar, devlet okulu kütüphanesi şeklinde bir dağılım yaptım. Parça parça veriyorum. 

Eh hafta sonunu boş geçirmek olmaz. Eller çalışacak. Dün akşam eve girince cep telefonumu muayenehanede unuttuğumu fark ettim. Yemek yedim. Mutfağı topladım. Büyük bavulun içini nevresim, yastık kılıfı, kıyafetle doldurdum. Kalanları yıkaya yıkaya kullanırım. Yeterince iş yapıp yeterince yorulunca telefonumu almak üzere dışarı çıktım. Muayenehaneye ayak bastığım anda telefonum çaldı. Zamanlamanın böylesi. 

Arkadaşımla buluştuk. Kordonu baştan aşağı yürüdük. Yenilenen Donanma Çay Bahçesi'nde Türk kahvesi içtik. Tüm yolu geri yürüdük. Hayatımızdaki yenilikleri dinledik. Birbirimiz adına sevindik. 

Dönünce cumba yatak yapmadım. Kızımın kalan bebeklik oyuncaklarına ve kıyafetlerine baktım. Birer kutu hariç hepsini vermiştim. Kalanları eledim. Oyuncakların hepsini, kıyafetlerin pek çoğunu ayırdım. Ne nereye gidecek mesaisini de tamamladım. Çöpe atmak bana göre değil. Pırıl pırıl, gıcır gıcır eşyalar istiyorum ki, başka çocuklar tarafından kullanılsın. Taşınmaların duygusal emeği de kadınların omzunda galiba. 

Gece plağımı taktım. Meditasyonu açtım. Uykuya daldım. Plak gece diş sıkma sorununu çözdü. Ama gün içinde de sıkıyorum. Gündüz de taksam yeridir. 

Sabaha karşı bir şangırtıyla uyandım. Kapıyı açınca koştu benimki, dolandı bacaklarıma. Bir sevinç, bir muhabbet. Su verdim ve etrafı kolaçan ettim. Büfenin üzerinde duran çatısı, bacası, pencereleri ile tastamam seramik ev sizlere ömür. Dün de düşürmüş, yalnızca bacasını kırmıştı. Yarım bıraktığını tamamlamış. Kızsam ne fayda. Şaşırdım. İki gün üst üste mesai yapmış. Üç yıldır büfenin üzerinde sapasağlam duran, patilerin hedefi olmayan seramik eve kafayı takmış. Tam da bu yuvadan ayrılmak üzere toplanmaya başlamışken evin kırılması çok sembolik geldi bana. Kaza deyip geçemeyecek, elbette anlam yükleyeceğim. 

Eski ev yıkıldı, küllerinden inşa edilmeyecek. Yeni bir ev bekliyor bizi. Üstümüze çatı olacak. Geniş mutfağında çaylar demlenecek, umuyorum ki hayat şenlenecek, börekler, kekler pişecek, arkadaşlar gelip gidecek. Anılar birikecek. Bahçesine dikeceğimiz çiçekler büyüyecek. Kokularını salacak çitlere sarılı yaseminler. Soluyacağız, soluklanacağız, umuyorum ki iyikilerle doldurmayı başaracağız. 

18 Mayıs 2025 Pazar

Nohut oda bakla sofa

Söz yaratır, derler dostlar! Buraya mevcut evime taşınırken umduklarımı ve bulamadıklarımı defalarca yazdım. Yazmakla yetinmedim. Anlattım. Karşılanan ve karşılanmayan ihtiyaçlarımı sohbet konusu ettim. Emlak sitelerinden çıkmadım. Evimin yakınlarını turladım. Beğendiğim sitelerin önünden defalarca geçtim. Sonunda aradığım evi buldum. Yetmeyecek, açık kalıyor, arabayı mı satsam, besi mi bozsam derken bankaların kapılarını aşındırdım. Çok içten dilemiş olmalıyım ki, satıcı ödeme planımı kabul etti. Ödeme tamamlanmadan tapu devrini yaptı. Kalan miktarın senedini satıştan dört gün sonra yapmaları da cabası. Bu devirde, insanın insana güvenebilmesi güzel şey. 

Anahtarları teslim alınca bagajdan iki kamp sandalyesini götürüp bıraktım. Dün kızımla gidip ölçüleri aldık. Kafa  kafaya verdik. Hangi eşyaları götüreceğimizi düşündük. Çünkü yeni ev 2+1. Şu anda oturduğumuz eve nazaran bir yatak odası, bir büyük kapalı balkon eksik. Bununla beraber kocaman mutfağına ve mutfaktan çıkılan kendine ait küçük, müstakil bahçesine bayıldık. Varsın nohut oda bakla sofa olsun, dedik. Zira ihtiyacımın üzerinde büyüklüğe sahip bu evin işleri beni yoruyor. Ev büyük, depolama alanı çok olunca, istifledikçe istiflemişiz. Bebeklik kıyafetleri, oyuncakları, kitaplar, kutu oyunları... Nereyi açsam üzerime üzerime gelen yığınla eşya. Bırakmak, sadeleşmek bana iyi gelecek, biliyorum. 

Yapacak çok iş var. Abonelikler açılacak. Ev temizlenecek. Kitaplar, kıyafetler, mutfak malzemeleri ayıklanacak. Kızım bu yıl LGS'ye giriyor. Taşınma işini onun sınavının ertesine bırakma eğilimindeyiz. Bununla beraber, bugün evi yeniden gezince, içimi heves ve heyecan kapladı. Bayramın birkaç gün öncesinde taşınmak, bana kabaca yerleşmek için ihtiyaç duyduğum zamanı tanıyacak. İki evin arası yalnızca 500 metre olduğu için okul servisi de değişmeyecek. Ve fakat sınava ve mezuniyet balosuna sayılı haftalar kala, bu karar büyük ölçüde kızıma bağlı. He demezse, bayram tatili eleme, paketleme, elden taşınacakların taşınması ile geçer. Taşınma mezuniyet balosunun sonrasına kalır. Her ikisi de kabulüm. Hadi hayırlısı. 

Bir de kedi var, tabi. Balkon penceresinden içeri giren, dışarı çıkan, gezip dolaşan ve evin yolunu rahatça bulan Sani'nin yeni evin yerini bellemesi gerekecek. Yeni sitede onu bekleyen bir de sürpriz var. Sarmaşık isimli tıpkısının aynısı bir dişi sarman. Öyle ki, evi emlakçıyla ilk kez görmeye gittiğimde onu Sani sanmış, demek buralara kadar geliyormuş diye düşünmüş, onu Sani zannettiğim için de ısrarla seslenmiştim. Beni gördüğünde yanıma gelmiyormuş gibi, tuhaf bir yanılgı. Dün de şapşal şapşal seslenince bir site sakini ismi Sarmaşık, buranın kedisi, dedi. Bugün Sarmaşıkla yeniden karşılaştık. Evin içine dahi girdi, bizim oğlandan önce hem de. Bizimkinin bundan hazzetmeyeceği kesin. Bakalım ilk karşılaşma nasıl olacak? Sevgi ve dostluk mu gelişecek? Nefret mi? Meraktayım. 

13 Mayıs 2025 Salı

Nisan alfabesi

Anlar ve anılar kaybolmasın diye yazıyorum bu alfabeleri ama içim ağır, kafam bulanık, elim varmıyor, kalemim yetmiyor. Yine de buradayım. Hele bir ilk adımı atayım. 

Bazen günler birbirini hemen hemen aynı şekilde tekrar ederken parıldayan, belirginleşen anları tespit etmek güç. Dile getirmezsen şayet yaşamadın sanman işten bile değil. 

Can sıkıntısı nisandan en çok kalan. Şair haklı mı yoksa? 

Deniz kızım, on dört yaşında. Ellerimle işledim hediyesini. İncelikler hep ondan geldiğinden. Özendim bu yıl. Özendi babası. Takvim tutmazlığı, öfke patlaması... 

Ev bakmak bende bir ata sporu. Sahibinden.com'u blogtan çok ziyaret ettim bu ay. 

Fareyi çabuk bırak ağzından. Sani! 

Gelincikleri görmeden bahar geldi denir mi hiç! Kırmızı ile yeşilin muhteşem dansına bu yıl da tanık oldu bu gözler çok şükür. 

Haribo almış kızımın arkadaşları. Büyük ya da küçük ol. Hariboyla mutlu ol. Attım ağzıma. 

Işık kazandı. Günler uzadı. Aydınlıkta uyanmanın mutlulukla ilgisi var. İnanmayan beri gelsin. 

İrlanda Defteri var mı diye sordum kitapçıya. Var bir tane, kendim için ayırdım ama dedi uzattı. 

Japonya, Çin turları reklamları, çekil önümden. Bütçemde sana yer yok. 

Kalbim neredesin? Komada mı, derin bir uykuda mı? 

Leylek göremedim bu bahar. Yollara revan olamayacağım demek. Oysa haritada pek çok nokta var, görmek istediğim. 

Muhteşem Yüzyıl'ı izliyorum. Meryem Uzerli, gülmesi, içtenliği, öfke patlatması, neşe saçması... Efsane sultan. 

Neşe yayılsa elden ele, kalpten kalbe. Kır çiçekleri gibi açsa bir anda. Güzel olmaz mı? 

Okula gittim, söyleşi ve imza günü için. Hevesli, heyecanlı çocuklar karşısında neşelenmek ne kolay. 

Öykü yazmıyorum nicedir. Özledim. 

Peynirle ismi özdeşleşmiş kentte, marketten süzme peynir alıyorum. Çünkü çocuklar baskın, aromatik tatlı peynirleri pek de sevmiyor. 

Reçel kalmadı evde. Annemin kapısını çalmalı. 

Schliemann, modern arkeologların atası, orta yerinden yarmışsın Truva'yı, bir yağmacı, define avcısı gibi, gayrı iflah olmuyor. 

Şans mıdır, bir sikke bulmak tarlanı sürerken? Çocukluk hayalim. Kızıma da anlattım. 

Truva ören yerini gezdik. İçinden hikayeleri çıkarınca, üst üste yığılmış taş parçaları yalnızca. 

Ufka baktık, Truva ören yerinde. İlyada ve Odysseia'nın çocuk versiyonlarını okudum yalnızca. Ayıp hatun ayıp! Al ve başla. 

Üzgün, bezgin, yılgın hissediyorum olanlar karşısında. İçime de bahar gelsin artık. Lütfen, rica ediyorum. 

Vişneli yoğurt, tatlı niyetine. Seviyorum. Boykot vesilesiyle buzluktaki stokları tüketiyorum. Fasulyeler bitti. Darısı iç baklaların başına. 

Yazlıkları çıkardım, kışlıkları kaldırdım arkadaşımın yardımıyla. Yardım isteyebileceğin arkadaşlarının olması güzel şey. 

Zencefilli bira. Ne güzel şeymişsin sen yahu. Kıştan kalma Bulgaristan stokları tükendi. 


30 Nisan 2025 Çarşamba

Hoşçakal Nisan

Nisanın son günü. Yarın 1 Mayıs. Birkaç hafta önce çalışmamaya karar vermiştim. Öyle yürüyüşe katılmak istediğimden değil. Pek canım istemiyor doğrusu. Onun yerine günü bahar bayramı gibi karşılamak istedim. Günübirlik Bozcaada'ya giderim diye de düşündüm. Ancak plan değişti. Yarın sabah bir hasta bakmam gerekiyor. Sonra da ev bakmam. Bunun bir zorunluluğu yok elbette ama hazır evdeyken bakayım, kıyaslayayım, bütçe açısından değerlendireyim ve bir karar vereyim istiyorum. 

Oturduğum eve taşınalı üç yıl oldu. Eski evimden daha geniş olması, kapalı otoparka ve sosyal donatılara sahip olması ve yeni deprem yönetmeliğine göre yapılan yeni bir bina olması gibi gerekçelerle taşınmıştım. Bir de kendine ait küçük bir bahçesi vardı. Ufacık, tefecik bahçe bitki çitiyle sitenin bahçesinden ayrılacaktı. Zaman içerisinde bu vaadin gerçeği yansıtmadığını gördüm. Site yönetimi çit yapmama izin vermiyor, toprak derinliği dikilen bitkilerin serpilmesine, yayılmasına, bitkilerden bir duvar oluşmasına  olanak tanımıyor. Böyle olunca da yeşil alana bakan bir zemin katta oturuyor gibiyim. Çocuklar içinden geçip gidiyor. Kedi dilediği gibi balkondan çıkıyor, gezip geliyor. Bunun konforuna o da biz de alışınca, bahçe kullanımlı bir zemin katın esasen bizim için iyi bir seçenek olduğuna inandım. Mahremiyetin sağlanması koşuluyla. İşte bu sebeple bir süredir bana bu müstakil bahçe kullanımını sağlayabilecek ev bakıyorum. Şartmış gibi. Evimden çıkabildiğim 30-40 metrekarelik bir yeşil alana mı bağlı tüm mutluluğum? Lavanta, gül dikmek, çiçeklendiğinde birkaç taze dal kesip vazoya koymak, kahvemi bahçeye nazır içmek, belki bir şezlongta uzanmak ve kitap okumak, bunları istiyorum işte. Birkaç yer de baktım. Bir firma takasa açık çalışıyor. Anlaşmalı emlakçı evime bir eder biçti. Aradılar yarın görüşeceğiz. İç kullanım alanında 29 metrekare daha küçük ve açık mutfaklı bir ev. Benim dairemde balkon kapalı ve ebeveyn yatak odasında giysi dolabı teslim edilmişti. Orada bunları benim yaptırmam gerekiyor. Kazanımı sınırları çizilmiş, çitle çevirmeme izin verilen, ölçüsünü tam olarak bilmediğim kimi yerde daha geniş kimi yerde daha dar ancak tüm daireyi çepeçevre saran toplamda 40-60 metrekare olduğunu tahmin ettiğim bir bahçe. Bunun için eyleme geçmeye, yeniden taşınmaya değer mi bilmiyorum. İyi haber benim daireme biçilen hızlı satış değeriyle satıştaki dairenin arasında çok büyük bir fiyat farkı yok. Karşılayabileceğim bir miktar. Ancak nakliye, bahçeyi çevirme, giysi dolabı, yorgunluk vb gibi ekstraları da katmak gerek. Bu sitede tanıdığım, sevdiğim insanlar da var.  Mevcut evime oldukça yakın. Bir hafta sonu taşınsam kızımın servisi dahi değişmeyecek. Ama bunca yorgunluğa, telaşa, harcamaya gerek var mı? Bu istek, anlamlı mı yoksa mutluluğu koşullara bağlayan bir pranga mı? Ah bir bilebilsem. Bir karar verebilsem. Bir silebilsem seçenekleri. Zihnim maymun gibi daldan dala atlamasa...

En iyisi yarın görüşmek ve bir karar vermek. Şartlar anlamlı değilse, hayır'ı da bir seçenek olarak değerlendirmek, kabul etmek ve elimdekilerle yetinmek. Dahası tatmin olmak. Yorulmayacağım, para harcamayacağım için. Uzun lafın kısası. Bu bahar ve yaz dönemi bir değişime gebe mi? Yaşayıp göreceğiz.  

Dipnot: Bu ay, canım yazmak istemedi. Dört yazı paylaştım ancak. Eskiden olduğu gibi telaşlanmadan, ille de sekize tamamlamaya çalışmadan. Dört yazıda bırakıyorum. Geçen ay çok yazmamda sakınca olmadığı gibi, bu ay az yazmamda da sakınca olmadığını görmek, bir ilk. 


29 Nisan 2025 Salı

Günün izi: 19

Geçen ay her gün yazmama rağmen bu ay iki yazı arasında tam tamına 26 gün mola vermişim. Her gün yazma niyetini ortaya koymak, yazma kararlılığını da sağlıyor. Kendimize hedef koymayınca kayboluyoruz galiba. Bu ev işlerinde bile böyle. Her şeyi yazan, her konuda listeler tutan, alışveriş, çamaşır, temizlik günü belli biri değilim. Bazen keşke olsam diyorum. Çünkü o günün niyetini önceden belirlemek beni verimli kılıyor. 

                                                                                   *

Adalet Ağaoğlu'nun Düşme Korkusu adlı öykü kitabını dinledim. Ölümünden önce yayımladığı son kitabın ortaya çıkmasında kendi düşüş hikâyesi yatıyor. Kitabın arka kapağında bundan şöyle bahsediyor: 

"Şimdi öyle bir şey ki yazmak, sigara tiryakiliğinden daha büyük bir tiryakilik. Sahiden. Ben elimden düşürmediğim sigarayı kolayca bıraktım, hiç de aramadım. Fakat yazmayı bırakamadım, tiryakilik o dereceydi. Şimdi yaklaşık son iki yıldır evden dışarı çıkamıyorum, yine de yazmadan durmuyorum. Yazmak, su içer gibi içimden geliyor hep. 

Son dönemde yatakta daha sık zaman geçiriyorum. Üç kere düşmüşüm yere. Doktorlar tarafından sırt üstü yatağa yatırılmışım. Zaman içinde yavaş yavaş kendime geldim. Fakat korkuyu yenemedim. O dönemde içimde büyük bir düşme korkusu vardı. Onu mutlak bir biçim altında anlatmak istiyordum. Düşmek sadece yere düşmekten ibaret değil. Bir de manevi yanı var. 

Düşme Korkusu adı altında altı tane hikâye yazdım. Çünkü düşmenin çeşitli anlamları var. Saygınlığını kaybetmek var, değerini kaybetmek, gözden düşmek, çaresizliğe düşmek var. Bunun manevi yanını göz önünde tutarak düşme korkusunu yazmaya karar verdim." Adalet Ağaoğlu 

Bir fikir etrafında öyküleri toplama fikrini sevdim. Düşmek, özellikle gözden düşmek, itibarını, güvenilirliğini kaybetmek esasen evrensel bir konu. İyi işlendiğinde okuru, izleyiciyi nasıl da güzel avcunun içine alıyor. Bu ara Muhteşem Yüzyıl'ı izliyorum. Dün gece izlediğim bölümde İbrahim Paşa uykusunda boğularak öldürüldü. Al sana bir gözden düşme hikâyesi daha. 

                                                                                *

Geçen gün kapıdan bir tedarikçi uğradı. Çalıştığım depo olduğunu, yeni bir yer arayışında olmadığımı söyledim. Bursa'dan kalkan genç arkadaşın hemen pes etmeye niyeti yoktu. Nazik olmaya karar verdim. Dinleyecek bir beş dakika ayırabilirdim kendisine. Bu tür ilk karşılaşmalardan genellikle hiç hoşlanmadığım halde. Konuşmaya kendini överek başladı. Pazarlama konusunda eğitim aldığından dem vurdu. Bir sağlık kuruluşunun zarar etmesinin sadece çalışan hekimi değil, yanında çalışanları da etkilediğini, çok üzücü olduğunu söyledi. Kendisinin yalnızca mal satmadığını, Bursa'daki klinikleri de tanıdığını, hekimlere iş de bulduğunu anlatmaya başladı. İçimde şaşkınlık, sabırsızlık ve giderek tırmanan kızgınlıkla bir süre daha dinledim ve müdahale ettim. Arzum ve tercihim olmadığı halde benden zaman talep eden, en başta belirttiğim HAYIR'ı duymayan kişi, bıraksam dakikalarca konuşurdu çünkü. Kendini dahi duymadan. Aklına gelen, dilinin ucuna düşen kelimeleri rasgele savurarak. Yeni bir hekimle bağlantı kurma isteğini anlıyorum, kendi tahammülsüzlüğümün sebebini de. Yazının başında belirttiğim gibi niyetini önceden bilmeyen satıcılar, pat diye telafi edilmesi mümkün olmayan bir şeye gözünü dikiyor, zamanımıza. Bizim isteğimiz ve rızamız dışında hem de. 

27 Nisan 2025 Pazar

Boykotlu pazar

Bugün ayın 27'si. Geçen ay her gün yazmanın ardından kendimi nadasa bırakmış gibiyim. Bu ara pek hevesim yok. Hemen hemen hiçbir şeye. Bıraksalar, gönlümün istediği saatte uyansam, otursam kalksam, yavaşlasam, öyle bir hâller. Hoş kendi hâlime bırakılsam, sabah güneşini üzerime gene çok yükseltmem. Geç de yatsam, uykum da bölünse, sabahları çok geç saatlere kadar uyumuyorum. Çocukluğumdan beri böyle, bu. Sabah saatlerinde pek çok işi halletmeyi de seviyorum dahası. Belki bu huy, ileride emeklilik yıllarımda işime yarar çünkü pek çok insanın geç yatacağım, öğlene kadar uyuyacağım, günüm geceme karışacak, ne yapacağım kaygılarıyla emeklilikten ürktüğünü biliyorum. 

Emeklilikle başa çıkmak kolay değil, elbette. Türkiye'de geçim gibi kocaman bir mesele var. Çocuklar büyümeden, üniversiteyi bitirip iş bulmadan emekli olmak öyle her yiğidin harcı değil. Hane gelirinin bir anda azalmasını dengeleyecek yan gelirlerin teminini önceden planlamak gerekiyor. Yabancıların pasive income dediği mevzu. Üniversiteye başladığım zaman, bir sınıf arkadaşım yalnız yaşayan emekli bir kadının evinde pansiyoner olarak kalıyordu. Bir akşam onu ziyarete gitmiştim. Evin içinin eski mobilyalarla döşeli olduğunu, banyo ve mutfağın hayli yıpranmış, arkadaşımın konaklama koşullarından mutsuz olduğunu hatırlıyorum. Yemeklerin içinden saç telleri çıktığı için yemek yemediğini, hemen her gün açma, poğaça ile beslendiği de hatırımda. Her ev sahibi Mary değil nihayetinde. Hangi Mary dediğinizi duyar gibiyim. 

Mary, adına kitap ithaf edilmiş, İrlandalı feminist, aktivist Mary. Meltem Gürle'nin İrlanda Defteri elimde şu sıra. Yavaş yavaş okuyorum. İçinden kitapların, yazarların, İrlanda'nın sosyal, kültürel ve siyasi tarihinin geçtiği, Mary'nin bir roman kahramanı gibi paragrafların içinden yükseldiği, ışıldadığı nefis denemeler. Okumaya, yazmaya özendiriyor insanı. 

Meltem Gürle'nin tarzına bayılıyorum. Hayata yazar gözüyle bakmasına, yaşam ve hikayelerin bağını incelikli bir yerden tutarak okura sunmasına hayranlık duyuyorum. Trinity College sonrası Almanya'da çalışıyormuş şimdi. Kim bilir belki ileride arka planda Alman edebiyatı ve Alman kültürünün aktığı yeni denemelerde çıkar karşımıza. 

İrlanda Defteri'ni yavaş yavaş okuyorum. Bugün dışarı çıkarken çantama attım. Kancalı iğne ve bir yumak iple beraber. Kitap okumaya da, makrome bileklik örmeye de zaman ayırmadım dışarıdayken. Dünden sözleştik kızımla. Sabah erken yollara revan olalım ve bahara koşalım diye. Boykot dedi. Para harcamadan günü dışarıda geçirmek mümkün değilmiş gibi. 

Sabah o uyurken kahvaltılıkları hazırladım. Paketledim. Peynirli gözleme bile yaptım. Termosa sıcak suyu koydum. Sallama çay, kahve... Her şey hazır olunca kızıma seslendim. Karnı acıkınca ilk molayı Güzelyalı'da deniz kenarında verdik. Piknikçiler çoğalmadan, mangala etler atılmadan kahvaltımızı yaptık. Çayımızı içtik. Truva antik kentine gittik. Otoparka ücret ödememek için arabayı köyün merkezinde bırakıp yürüdük. Mobil müze kartımla ücretsiz içeri girdim. 18 yaş altı zaten ücretsiz. 



Doğu kapısından girdik içeriye. Yıllar içinde pek de değişiklik göstermeyen kazı alanını dolaştık. Bir incir ağacının altında soluklandık. 



Schliemann yarmasında iken onun bir arkeolog mu, define avcısı mı olduğuna dair konuştuk. Sincap görme umuduyla etrafa bakındık. Ören yerinden çıkınca görebildik ancak. 

Yeniden arabaya bindik. Achileus'un mezarına gitmek üzere yola koyulduk. Yanlış yola saptık, rotayı yeniden mezara, Yeniköy plaja doğru yönelttik. Yeniköy plaja ve Bozcaada'ya tepeden bakan seyir terasında durduk. Kamp sandalyelerimizi, sehpamızı açtık. Menüde kuruyemiş, meyve, kahve vardı bu defa. Atıştırdık. Tarihi kahramanları konuştuk ve gelinciklerle kaplı tarlalara doğru yürüdük. 




Bir kaplumbağa ile karşılaştık. O rotada sinek kuşu da çıkar belki karşımıza diye ummuştum. Ve fakat yoktu. Köylerin, tarlaların arasından eve döndük. Ben şarkılara eşlik ettim, kızım örgü ördü, yol boyu. Dörde doğru girdik eve. Keyifli ama yorgun... Banyo, ardından pratik bir öğle yemeği (şehriye çorbası, mevsim salata, patatesli omlet). Kızım ders çalışıyor, ben bu satırları yazıyorum. Günün fotoğraflarını da ekleyince yazıya, İrlanda Defteri'yle buluşacağım. Sonra belki bir kahve daha içerim. Belli mi olur. 

1 Nisan 2025 Salı

Mart Alfabesi

Ağzımızın tadı yokken ne anlatacağım geride kalan ayla ilgili. Toplumsal alana yurdun dört bir yanından destek bulan protestolar, hukuka aykırı tutuklamalar, gözaltılar damgasını vurdu, kişisel alana ameliyatım. İkisi de sancılı, ağrılı. 

Bayram, bayram neşesiyle gelmedi pek çok eve. Tuttuk ucundan yine de. Annemle yemek yedik. Bayramlaştık. Ben Bilirim, izledik. 

Can sıkıntısı. Bu ülkede yaşamanın özeti bu. Facebook anıları, hatırlatıyor arada, bilirsiniz. Pek çoğu ülkedeki haksızlıklarla, hukuksuzluklarla ilgili. Bu günlere dair hatırlatacağı bir şey yok, olmayacak. Yazmadım, paylaşmadım. Başım belaya girer korkusu değil. Vurdumduymazlık hiç değil. Sessizliğim yeni değil. Var bir üç, beş yılı. Tam olarak hatırlamıyorum. Nedenini de çok iyi hatırlamıyorum. Belki kutuplaşmadan yorulduğum, yıldığım için. Belki gerçek hayatta sokakta değilken, klavye kahramanlığını ayıp bulduğum için. Belki sosyal medya protestolarının bize sağladığı tatminden kaçmak için. Belki gerçek mağdurlar varken tarafımı gösterme çabasında ayıp, kusurlu bir yan bulduğum için. Kendimi ifade etme, üzülme, tüm bu olanlar karşısında yas tutma hakkımı kendi, kişisel alanımda yaşamak istediğim için. 

Çay demleyeceğim bu yazı biter bitmez. Bayramın son gününde, ağzımıza layık kahvaltıda bize eşlik etsin diye. 

Dayanışma sandığı kuruldu yurdun dört bir yanında. Parti üyesi olmayan bizler de sandık başındaydık, Ekrem Başkan'a destek için. 

Ekrem İmamoğlu, bu ay içinde, diploması iptal edildi, yolsuzluk ve terör suçlamasıyla gözaltına alındı. Ve tutuklandı, yolsuzluk davasından. 

Filiz Akın da vefat etti. Çocukluk, gençlik hatıraları gidiyor birer birer. Yeşilçam'ın en zarif kadınlarından biriydi. Geçmiş Bahar Mimozaları dizisinden anımsıyorum onu. Mehmet Günsur bir ergen oyuncu o günlerde. Biz de öyle. Beğeniyoruz, konuşuyoruz. 

Gerim gerim geriliyoruz. Aklımıza mukayyet olmak şart. 

Halk protestoları. Kendiliğinden gelişti. Ekrem İmamoğlu'nun gözaltına alınmasından sonra. İfade özgürlüğü için, medya sansürü için, otoriter rejime karşı çıkmak için, hukukun üstünlüğünü savunmak için, özgür ve adil seçimler için, seçilmiş siyasetçilerin, mesleğini yapan gazetecilerin serbest bırakılması için. 

Ikınma! Ne çok duydum bu sözü doktorumdan. Ikınma. Bol su iç. Yazıya birkaç yudum su molası. 

İncel Kültürü. Ergenlik (Adolescence) dizisiyle gündeme geldi. Alfa Males dizisinde de yer alıyordu. Oradaki değini çok daha eğlenceli ve komikti. 

Japonya, Çin... Bayram için o taraflara giden bir tanıdığım var. Sosyal medyayı aktif kullanan, gezmeyi çok seven ve değişik yerlere giden. Bir tarafı eskisi gibi videolar, fotoğraflar paylaşmak istiyor belli. Bir yanı linçten korkuyor. Ülkem, güzel ülkem diyor. 

Konca Kuriş, Müslüman, feminist yazar. İslam ve kadın haklarına ilişkin görüşleri nedeniyle akıl almaz işkencelerle öldürülen cesur kadın. Sessizce çıkan bir afla katili serbest, canım gençler içerideyken. 

Leylek Yaren geldi yine, on dördüncü kez. Adem amca ile kavuşması gecikince yüreğimiz ağzımıza gelmedi desek yalan olur. 

Mahir Polat. Kültürel mirasın korunması, müzecilik ve mimarlık tarihi alanında uzman bir isim. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi bölümü mezunu. İTÜ Mimarlık Tarihi Yüksek Lisans programına kaydolmuş. Yüksek lisansı YTÜ'nden, müzecilik üzerine. İstanbul'daki tarihi ve kültürel değerlerin korunması üzerine sayısız projede çalışmış, katkı sunmuş değerli biri. Ve biz onu tutukluluğuyla, geçirdiği anjiyodan sonra sağlık hizmeti alması gerekirken hapishaneye geri gönderildiği haberleriyle anıyoruz. Ne acı! Ve Maltepe mitingi. Ne güzel, ne umutlu şey, alanları dolduran milyonları görmek.  

Nefes almak kolay değil bu şartlar altında. Ama bir yolunu bulmalı. Her zaman bulmalı. Benimki okumak (bunu sürdürmek daha güç) ve yazmak. Bir de dikkatimi nefesime vererek, sahiden fiziksel olarak nefes almak ve vermek. Ya seninki?

Ordu'da, köyde babamın mezarı. Ne zamandır gidemedim. Sanal Yazıevi'nden tanıdığım, Cem Şen eğitimleri eğitmenlik sürecini sürdüren Özlem Çetinkaya, şöyle yazmış İnstagram hesabında: 

"Mezarlığa gitmeme gerek yok, ben zaten sevgimi, özlemimi sunuyorum olduğum yerden. Çokça duydum, çokça zikrettim bu sözü. Ama bu sabah başka bir şey oldu fark ettiğim: mezarlık sevdiğindeki toprağın toprağa, suyun suya, havanın havaya dönüştüğüne tanıklık eden yer ve çok kıymetli. O şahitlik düşünülerek idrak edilmiyor." Özlem haklı. Hem de çok. 

Özgür Özel. Daha iyi konuşuyor artık meydanlarda. Topluyor, kapsıyor ve koşturuyor. 

Pikaçu! Eylemcilerin arasında koşarkenki videosu ne çok insanı gülümsetti, yok yahu güldürdü, bildiğin. 

Rahatlık, kolaylık, destek ihtiyaçlarımı sağlamakta zorlandığım bir ay oldu. Evde, yanımda kalınsın, iki öğün yemeğim hazırlansın, şefkatli bir ortam sağlansın diye hayal etmiştim. Bunları talep etmenin de bir zorluğu, kırılganlığı var. Mahrum kalmanın yarattığı konforsuz duygular, hayallerime kavuşamamanın yarattığı özlem de fiziksel acı kadar yaralayıcı. 

Saraçhane. Doldu, doldu taştı. 

Şeker ikram ettim, karşı komşumuzun oğluna, fıstıklı badem şekeri. Çok lezzetli dedi, kendinden memnun. Çocukların memnuniyetlerini, memnuniyetsizliklerini doğrudan dile getirmesi yüzümüzü güldürüyor. Yalansız dolansız. Pat diye, dürüstçe. 

Temmuz, bir güzel çocuk. Bilgisayar mühendisi olacak. İsmi "bir oğlum olacak adı temmuz uykusuz korkusuz beter mi beter ben beynimi satarak yaşıyorum o benden proleter bir oğlum olacak adı temmuz  karataşın göbeğinde aşk karataşın göbeğinde barış karataş çatladı çatlayacak bende bitmeyen kavga onda yeniden başlayacak bir oğlum olacak adı temmuz öfkede benden fırtına sevgide deniz" dizelerinden. Bir hekim arkadaşımızın oğlu. Demokratik haklarını kullanmak için gittiği protesto gösterilerinde önce gözaltına alındı. Sonra tutuklandı. Silivri'de şimdi. Babası gösterilerde kırılan gözlüğünü yaptırmış. Veremedi hâlâ. 

Uzak yerlere gitmek istiyorum bazen. Kafa dinlemek. Gerçekten sadece yaşadığım o anla ilgilenmek. Anın tadını çıkarmak. Geçmişin ağırlığından, geleceğin belirsizliğinden kurtulmak, her ikisiyle de dost olmak ama en çok ana odaklanmak. 

Üzüntü. Bu ay bize en çok kalan. Üzüntü ve muz kabuğu. Bu repliği hatırlayan var mı? Pepe'nin balonuyla nereye gitmek isterdiniz? Tam şu anda?

Volkan Konak. Kuzey'in oğlu. Sahnede fenalaşarak vefat etti. Sevenlerinin, ailesinin başı sağ olsun. Duruşuyla sevilen bir sanatçıydı. Giderken kalplerden uğurlanışı da bunu gösterdi. 

Yumurtaları bir arkadaşımdan alıyorum, yıllardır, kendi küçük işletmesinde üretiyor, haftada üç gün dağıtıyor. Yerel üreticiden alışveriş yapmak, az tüketmek, gönüllü sadelik. Boykot öncesi de hayatımdaydı, kalmaya da devam edecek. 

Zeytin, peynir, haşlanmış yumurta, esmer ekmekle yapılan kahvaltılar. Bu ay da başımın tacıydı. Eh vakti geldi. Gidip hazırlamalı.