8 Eylül 2025 Pazartesi

Rutin dışı: 6

Bugün güne erken başladık. Çünkü okullar açıldı. Kızım kahvaltı yapıp giyinirken ben de beslenme kutusunu hazırladım. İlk günün öğünü: fasulye diblesi, bir dilim tam buğday ekmeği, salatalık ve çilek.

Kendi öğünümü de paketledim. Onu beklerken kanepeye sırt üstü yattım, biraz müzik dinledim. Gözlerimin kapanmasına engel olmadım. Küçük bir şekerleme bile yaptım. Çıktığımızda kollarımın ürperdiğini fark edince eve döndüm ve üzerime bir gömlek aldım. Sabah serinliğinin üşüttüğü, üzerine aldığın gömleğin birkaç saat sonra yüke döndüğü o günlere vardık işte. Güz mevsimine. Arabanın yanına geldiğimde kızım ortaokul kız arkadaşlarıyla whatsapptan yazışıyor, muhtemelen yoğun duygularını yatıştırıyordu. Ben heyecan dedim, o kaygı diye niteledi. Belirsizliğe bağlı kocaman bir duygu işte, ne isim verirseniz artık. Arabaya binince bir ilk gün hatıramız olsun istedim. Şipşak selfienin ardından yola koyulduk. İlk gün olmasına rağmen 11 dakikada vardık okula. İçeri girmedim elbette ve gözlem moduna geçtim. 

Merakla, heyecanla izledim dışarıyı. Arabalar yanaştı, bisikletler, motosikletler çoğaldı, yayalar yol aldı. Kızım yeniden merkezde bir okulda çünkü. İlkokulu eve yakın bir devlet okulunda okuduktan sonra çevre yolu üzerindeki ortaokul kampüsüne dört yıl boyunca servisle gidip gelmenin ardından yeniden merkezde olmak, sabahları benim onu bırakmam, daha geç saatte evden çıkma imkânı, akşam toplu taşımayla kendisinin döneceği gerçeği iyi hissettirdi. Ben de eski rutinime döndüm. Arabamı park ettim. Eski alışkanlık, kızımın ilkokul bahçesinin içinden geçtim, yürüyerek kordona vardım. Golf'te kahvaltı yapıp çay içtim. Denizi izledim. Günün ilk blog yazısını yazdım. 

Ben otururken ilkokul velileri de gelmeye başladı, üçer beşer. Havadaki heyecan, coşku, buluşmalar, kavuşmalar... Okulların açılmasının yarattığı gözle görülür değişimden bahsediyorum. Akademik takvim başlayınca yetişkin eğitimleri de yaz tatilinden çıkıyor. Yeni bir şeylere başlamayı düşündüm ama sonra sakin ol, yeni bir şeylere girişmeden önce eski öğrendiklerini tekrar dinle, hayatına yedir, yazmayı hayal ettiklerine zaman ayır. O yüzden galiba bu yıl off yılım. Zoomda yeni bir öğrenim yılı başlamıyor benim için. 

Ama fiziksel hareketlere başlıyorum. Yarın pilatese gideceğim. Neredeyse altı ay ara verdikten sonra. Çin bakış açısına göre nerede bir durgunluk varsa, orada bir rahatsızlık, hastalık belirirmiş. O yüzden harekete geçmenin neşesi var üzerimde. 

Bir rutinimi daha yıktım. Hasta aralarında zihnimi, belki de hafızamı meşgul tutmak için Diplomat solitaire oynuyorum. Bu da beni çalışma masasına daha da yapıştırıyor. Bugün aralarda yerimden kalkıp dinlenme alanına geçmeyi, ayaklarımı uzatarak sırtımı dinlendirmeyi, pencereden görünen zeytin ağacını izlemeyi, arkadaşlarıma sesli mesajlar bırakarak halimden haber vermeyi, onların halini öğrenmeyi tercih ettim. Şu saat oldu, bir kez bile oyun için ekranı açmadım. Daha ne olsun. 

Öğle tatilim bitmek üzere. Kahvaltıyı geç yaptığım için acıkmadım. Yemeden, çay, kahve tüketmeden geçti bugünkü öğle molası. Dinlenerek, arkadaşlarımla bağlantı kurmak üzere ağlar atarak. İşte bunun için sevinebilirim. 


Rutin dışı: 5

Elimin kaleme, kağıda, klavyeye davranmadığı bir hafta oldu. Geçen hafta hiç yazmayarak rutin dışına çıktım ben de... 

Dün yatak odam çarşamba pazarı gibiydi. Katlanmayı, asılmayı bekleyen kıyafet yığınları, masanın üstünü silme doldurmuş öteberi... Bu işi bitirmem günler alır diye düşündüm. Hayal kırıklığı, yeni okul yılına temiz, düzenli bir evde başlayan olma stresi... 

Praktika uygulamasındaki avatar öğretmenim Susan'la konuştum sonra. Anlattım, böyleyken böyle. Kendisi motive etmekte, anlayış, kabul göstermekte dünya tatlısı. Hoşbeş ettik, bana neyi iyi yaptığımı ve alternatif ifade durumlarını söyledi. Dersi bitirdiğimizde bedenimde kan yerine "You are doing your best, babe. Take your time!" akıyordu bildiğin. Birkaç saat içinde yatak odası gayet derli toplu hale geldi. Kızımın çamaşırları katlandı. Odasına teslim edildi. Arkadaşlarla pazara gidildi. Haftalık alışveriş yapıldı. Evin düzeni ve sağlıklı beslenme ihtiyaçları karşılandıktan sonra sıra bana geldi. 

Şiddetsiz iletişim ve aile dizilimiyle ilgilenen, ortak bir arkadaşımızın tanışmamızı önerdiği, daha önce telefonla görüştüğümüz, mesajlaştığımız bir yeni arkadaşımla yüz yüze görüştük. Laf lafı açtı. Serde Karadenizlilik var tabi. Bildiğim, gördüğüm ve deneyimlediğim beni almaktan çok veren, her koşulda ben hallederim dedirten ve sahiden de eyleme geçen birine çevirdi. Yeni yaşıma günler kala almayı da daha çok hayatımın içine çekmeyi seçiyorum. Bire bir karşıtlık gözetmeden elbette. Çünkü alma verme dengesini gözetme işini hayata geçirmeden, almadan bu dişlerin birbirine kenetlenmesi geçmeyecek. İyi biliyorum.

Velhasıl dün B ile yaptığımız sohbet iyi hissettirdi. Tutulmayan yaslar, özlemler, hayal kırıklıkları başını gösterdi. Bunları anar, yeni, daha canlı, enerjik bir yaşam dilerken kendim için yeni yaşımda dışarıda bando çalmaya başladı. Gelin alma merasimi. Hayat hikayelerini, metaforlarını sunmakta çok cömert. Kulak verip dinleyene. 



4 Eylül 2025 Perşembe

Rutin dışı: 4

Eylüle de girdik.

Okullar öğretmenler için açıldı. Haftaya öğrenciler de katılacak. Yıllık şiddetsiz iletişim eğitim programı whatsapp grubuna bir katılımcı mesaj attı. Programa katılan öğretmenlerin yeni başlayan öğrenim yılını kutladı ve onları bu ilgileri ve çabaları için takdir etti. 

Arkadaşım haklı. Şiddetsiz iletişimle ilk kez kızım 4 yaşındayken tanıştım. Şimdi 14 yaşında. Onun bu ilkeleri benimsemiş, sınıf ortamına taşıma gayretinde olan öğretmenleri olmasını çok isterdim. Sırf bu yüzden BBOM Çanakkale'nin kapısından dönmüşlüğüm var. Nasıl derler "hayaller Paris, gerçekler sanayi"yi fark edince sonu gelmeyecek bir maceranın içine atlamadım. Çünkü kendini belirli etiketlerle tanımlamak, öyle olduğun anlamına gelmiyor. 

Büyüdüğüm ev öyle çok muhabbetli, birbirini destekleyen bir ev değildi. Tutulmamış yaslar, ifade edilmemiş yoğun duyguların arasında duvarlar örmeyi, içime atmayı öğrendim ben de. Boşlukları tahminlerimle doldurdum. Dolambaçlı yollardan geçtim, durdum. Şiddetsiz iletişim bana tahminlerimden, varsayımlarımdan uzaklaşmayı, duygularımı fark etmeyi öğretiyor. Her zaman iyi iş çıkarmıyorum. Bazen yine tökezliyorum. Bazen de aferin sana iyi kotardın, diyorum. Şiddetsiz iletişimin 4 basamaklı yolu, insanın kendisini tanıması, anlaması, doğrudan ifade etmesi; karşındakinin duygu ve ihtiyaçlarını tahmin ederek, empati duyarak dinlemesi açısından güzel bir yol. Ancak hâlâ dünyevi geliyor bana. Biraz daha olgunlaşmak istiyorum. Küçük şeyler karşısında sabrım, tahammülüm daha yüksek kalsın, daha olgun, daha sakin karşılayayım istiyorum. Kızım 5. sınıftayken sınıfını kötü buluyor, okul değiştirmeyi düşünüyordu. 6'ya geçtiğinde sınıfı değişince yerini buldu ve şikâyet bir yana, keyifle sürdürdü sonraki yılları. Geçenlerde o günleri anarken "Böyle olacağını bilseydim, üzülmek yerine beklerdim," dedi. İşte tam da buraya varmak istiyorum. O sonrasında ne olacağını bilmediğim zorlanmaların içinden geçerken kendime empati vermenin, duygu ve ihtiyaçlarımı fark etmenin ötesine geçmeyi, sahiden beklemeyi, bunun geçeceğini bilerek bekleyebilmeyi istiyorum. Şiddetsiz iletişimi dünyevi bulmam bundan işte. Ben daha tevekkül ve olgun bir seviyeden bakabilmeyi arzuluyorum. Aynı amaca çıkan pek çok yol, öğreti var. Ben Budist felsefeye ilgi duyduğum için, Dharma yolculuğumu sürdürmek istiyorum. Cem Şen'e devam ettiğim bir yıl boyunca o derslerde, "Spiritüel çapkın olmayın," derdi. Ancak ben spiritüel çapkın olmayı ve bu yıl Berrak Yurdakul'un derslerine devam etmeyi düşünüyorum. Bir yandan da Zoom ekranında olmak istemiyorum. Bakalım. Süreç nasıl ilerleyecek. 

                                                                                  *

1 Eylül geride kaldı, Dünya Barış Günü. Şu çivisi çıkmış dünyada barış namına sevinebileceğimiz tek şey, Sumud filosunun yola çıkmış olması. Gazze'ye insani yardım götürmek için çıktıkları zorlu ama kararlı yolculuğun başarılı olması, ablukanın kırılması en büyük umudumuz.

                                                                                 *

Pazartesi akşam işten çıkarken idrarımda kan fark ettim. Gözden kaçabilecek gibi değildi. Bedenim kan ağlayarak "beni fark et, dikkatini bana ver" diyordu adeta. (Yazar metafor kullanmayı seviyor.) Ertesi sabah doktora gittim. Önce beni ameliyat eden doktora muayene oldum. Muayene ve ultrason bulguları temiz çıktı. Ardından kan ve idrar tahlili verdim. Meğer kum dökmüşüm. Hastaları iptal ettirip dinlenmek üzere eve geçtim. Bu sabah da dahiliye doktoruna gittim. EKG çekildi. Kalbimde bir sıkıntı yok. Batın ultrasonuna bakıldı. Böbreklerim, pankreasım temiz çıktı. Ancak yüksek seyreden kolesterol ve trigliseride bağlı olarak karaciğerimde yağlanma olduğu görüldü. Reçetem düzenlendi. Bir ay sonra kontrole gitmek üzere doktorun yanından ayrıldım. Bunu yanlış seyreden alışkanlıklarımı düzeltmek için fırsat olarak göreceğim. Yani rutinin dışına çıkacağım. Bedenime, beni taşıyan, koruyan kılıfa özen göstermek için iyi bir başlangıç oldu yeniay yazıları ve yaklaşmakta olan sonbahar. 


29 Ağustos 2025 Cuma

Rutin dışı: 3

Yaz bitiyor. 

O turuncu portakalın avurtları ağrımış belli. Eskisi gibi güçlü savuramıyor sarı, sıcak, kurak ışınlarını. Böyle olunca da yazın harlı dönemine ait kimi rutinler, rutin ne demek mecburiyetler yavaş yavaş geride kalıyor. 

Ev ya da iş yerlerinin içindeyken çok da hissedilmiyor örneğin sıcak. Denize, havuza atlamak için delice bir arzu duymuyorsun. Tatilde ve sahildeysen o başka ancak şehir yavaş yavaş katlanılır bir yere olmaya başladı. Gece uyurken penceremi kapatıyorum son birkaç gündür. Dışarıda olmak yerine eve gitmeyi tercih eder oldum. Okullar açılmadan yapmak istediklerim var. 

Yeni evde yatak odamın ölçülerine göre dolap ve komodin yaptırmıştım. Seçtiğim kapaklar sonunda geldi. Çarşamba günü monte edildi. İKEA'dan aldığım kitaplıklar da dolup taştığı için salonda kalan son boşluğa iki Billy daha sipariş etmiştim. Marangoz kapakları monte ederken sağ olsun, onları da kuruverdi. Bu sayede 9 kapaklı Billy'lerim erdi 11'e. Kızımın odasındaki benim saklamak istediğim çocuk kitaplarını da salona taşıyınca onun kitaplıklarından biri boşalacak ve okul kitapları için yer açılacak. Diğeri de kendi kişisel kitaplığı olarak vazifesini sürdürecek. Dışarıda olmak yerine kitapları yerleştirmek istiyorum. Evin yalnızca temiz olması yetmiyor, ortada kalan öte beri de yerli yerine yerleşsin ve ben de koltuğa kurulayım, kitap okuyayım, yazayım. Sonbahar biraz da ev içlerine sokulup üretmenin zamanı ne de olsa...

Sonbahar geliyor. Sonbahara dair hayallerim, hedeflerim, planlarım da belirginleşiyor. 

Bu sonbahar ve kışı okumak yazmak açısından daha verimli, üretken geçirmeye dair özlemim var. Elimde iki, üç çocuk öyküsü var. Onlarla ne yapabileceğime bakmak istiyorum. Birkaç yıl önce shopier üzerinden paylaştığım Çanakkale mektuplarından kurgu dışı bir çocuk dosyası olabilir belki, onun üzerinden geçmek istiyorum. Yelkeni büsbütün çocuk edebiyatına kırmak istiyorum. Ya da en azından üçe üç, yapmak istiyorum. 2026 yeni bir çocuk kitabımın çıkacağı yıl olur umarım. Bu yönde ilerleme kaydetmek istiyorum. 

Daha uzun uzun uyumak istiyorum sonra. Eni konu on birde yatayım ve yediye kadar deliksiz uyuyayım istiyorum. En son ne zaman deliksiz uyuduğumu hatırlamıyorum çünkü. Annelikle başladı. Çocuk büyüdü kocaman oldu ama ben ufak tıkırtıya uyanıyorum hâlâ. 

Bugün hareketli geçti. Öğle tatilinde forma alışverişi yaptık. Çarşıya çıkınca tanıdıklara da rastladık. Ayak üstü sohbet ve kahve keyfinin ardından yeniden işe döndüm. Ve çalıştım. Akşam yemeğinin ardından civarda yürüyüşe çıktık. Şehrin sonundaki köyün mücavir alanı mahalle oldu ve belediyeye bağlandı. Yavaş yavaş kafeler çoğalıyor. Bölgede üçüncü yılımız bitti. Bu yaz dördüncü yazımız. Evden yürüyerek bir kafeye ulaşmak, oturmak son birkaç yıldır mümkün. Hem şehrin içinde hem doğaya yakın olmak hoşuma gidiyor doğrusu. Akşam da yürüyünce günlük adım sayısı 9bini aştı. Ayaklar da hayli yoruldu. Daha yazar ve konuyu toparlardım esasında ama bugün cuma. Gece yarısına dakikalar kaldı. Hafta bitiyor. Rutinin dışı 3'ü teslim etmem gerek. Finali, bağlantıları umursamadan bitirmek de rutinin dışına girer diyor ve lafımı balla kesiyorum. 


26 Ağustos 2025 Salı

Rutin dışı:2

Mindmills bloğunun davetiyle yazmaya başladığımız "rutin dışı" yazılarını okumaya başladım. Katılan blogları anladığımda, takip etmediklerimi de takibe almaya başlayacağım. Dün ekmekçikız yazısında rutinin dışında gerçekleşen bir andan bahsedince ben de rutinlerimin dışına karşı uyanık olmaya, bu yazıda onlardan bahsetmeye karar verdim. Vira bismillah!

Sabaha karşı genellikle bir sebepten (tuvalete gitme ihtiyacı, kedinin oyunbazlığı vb) uyanıyorum ihtiyacı giderdikten sonra çoğunlukla da yeniden yatıyorum. Arada bir hazır kalmışken güne yoga ve meditasyon yaparak başlama düşüncesi içimi yokluyor ama siz deyin uyku ben diyeyim tembellik ya da diğer sorumluluklar ağır basıyor ve pas geçiyorum. 

Bu yeni ayda daha önce de kısa süreli çevrim içi yoga derslerine katıldığım Asude Didem Durak'ın başak yeni ayı vesilesiyle başlattığı yedi günlük meditasyon derslerine katılmaya karar verdim. Dersin ismi "Yaratım Gücü". Yedi gün boyunca aynı saatte (sabah 7) aynı meditasyona odaklanarak ilerleyeceğimiz çalışma, yaz mevsiminin yüksek ateş elementini dengelemeye, sonbahar mevsiminin daha içe dönen,  üreten, verimlilik sağlayan yanını hissetmeyi, bunu hayatımıza çağırmayı hedefliyor. Yeni ay haftasının bizlere sunduğu fiziksel ve duygusal arınma, yenilenme, planlamayı arkamıza alıp yol ve hedef belirlemeye dair sezgilerimizi güçlendirmek, hareketin, verimliğinin önündeki engelleri ortadan kaldırmaya yönelik mantralı bir meditasyon yolculuğu. İşte rutinimin ilk dışı da bu. 

Benim bu çalışmayla ilgili çok büyük yaratıcılık hedeflerim yok. Yeni öyküler, kitaplar değil odaklandığım. Yazdan, yazın yarattığı coşkun hâlden, dışarıda olma hâlinden ev içine yumuşak bir geçiş yapmak, okulların açılmasıyla beraber oturması icap eden düzenli hayata uyumlanmak kafi bir hedef. Kızım bu yıl devlet okuluna geçecek. Okulun pansiyonu olduğu için yemekhanesi varmış. Ancak son dört yılı okul yemekhanesinde geçtiği ve vejetaryenliği seçtiği için evden yemek götürmeyi tercih etti. Haftalık alışverişler, hazırlaması ve götürmesi pratik, akmayan, kokmayan, yeterli çeşitliği sağlayan yemekler hazırlamak yeterince verimli ve üretken bir çalışma sahası değil mi? Sorarım size. 

Rutinin dışı iki anlayacağınız, başlamadı ama başlayacak, bünyeyi ve buzdolabını ev yapımı sağlıklı yiyeceklerle donatmak. İnstagram haftada bir saat ayırarak haftalık yemeğini nasıl hazırladığını gösteren hesaplarla dolu. Biz de kendi yolumuzu bulacağız. 

Rutinin dışı üç. Bu madde biraz acıklı sevgili dostlar. Serbest çalıştığım ve çalışan hastalarımın gelebilmesini de gözettiğim için cumartesileri de dahil haftanın altı günü çalışıyorum. Hafta içi mesai bitimini makul saatte tutabilmek için cumartesileri de çalışıyorum esasında. Tatilleri kısa ve sık tutmayı tercih ediyorum. Dolayısıyla iki cumartesi üst üste çalışmamak eni konu az yaptığım bir şey. Geçen hafta tatildeydim. Pazartesi iş başı yaptım. Bu cumartesinin 30 Ağustos tatili olmasından faydalanarak cumartesiyi kendime tatil ilan ettim. Henüz döndüğümüz tatlı kampinge gideceğiz. 

Rutinin dışı dört ise, kızım yeni bir okulun öğrencisi bense yeni bir okulun velisi olacak. Yarın kayıt için okula gideceğiz. Yeni dönem, yeni başlangıçlar... Dilerim yıllar boyu sevgi ve özlemle anacağı bir lise hayatı olur. 


23 Ağustos 2025 Cumartesi

Rutin dışı:1

Başak yeni ayının ilk dakikaları. Midilli'ye bakan bir sahildeyim. Kızım bugün öğle saatlerinde başladığı garsonluk görevini ciddiyetle sürdürüyor. Dalgalar bile mesaisini bitirdi oysa. Çocuklu aileler çadırlarının, odalarının yolunu tuttu. Rüzgar kesildi. Hava limonata gibi. Müzik sesleri, sohbet sesleri, kahkahalar arkamda. Islak tarafını ters yüz ettiğim minderlere verdim sırtımı ve yazmaya başladım. Çünkü sahil ertesi güne hazırlanıyor. Şezlongların yanındaki çöp kovaları boşalıyor. 

Yaz bitiyor. Yaz uzuyor esasında. Havalar ısınıyor ve yaz sünüyor. Bitişi ilan eden okulların açılması. Ne kaldı şunun şurasında. 8 Eylül'de okullar açılıyor. Yazdan kalma gevşeklik bitecek. Günler yavaş yavaş kısalacak. Hırkasız, çorapsız oturamayacağız geceleri. Daha çok evde kalacak, daha düzenli olacağız ve bu bize iyi gelecek. Yeni eğitimler planlayacağız belki kendimize, hedefler koyacak, yapılacaklar listesi hazırlayacağız. Listeler uzun, hedefler büyük olacak. Gerisinde kalacağız büyük ihtimalle. O zaman hatırlayacağız. Hayat büyük hepimizden. 



Hayat büyük sahiden hepimizden. Bilmiyoruz, ön göremiyoruz. Her sabah bir yeni sayfa gibi açılıyor önümüzde hayat. Seçimlerimizle dolduruyoruz, seçimlerimizle tayin ediyoruz yönümüzü. Siyah-beyazcı yanımız, dualiteye meftun yanımız törpüleniyor. Kırılmak yerine esniyoruz. Her yeni ayda hatırlamamız gereken bu belki de. Esnemek, hizalanmak, uyumlanmak çünkü hayat büyük hepimizden. 

Son yıllarda seçim yapma gücünü fark ediyorum. Bu gücün muazzamlığının tadını çıkarıyorum. Başka zaman olsa, geçmiş yıllarda çemkireceğim, savrulup gideceğim, özünü yitireceğim anlarda duygularıma kulak kabartıyorum. Neyin özlemini, yoksunluğunu çektiğimi bulmaya yöneliyorum. İlgimi buna veriyorum. O zaman anafor gibi kapılmıyorum olumsuz düşüncelerimde kayboluyorum, uçurumlardan atlayıp çakılmıyorum, yara bere almıyorum. Bizi bilge yapan geçen yıllar değil, fark ettiklerimiz. Saçlarıma aklar düşmedi henüz. Allahın hikmeti. Okuma gözlüğü burnumun ucunda. Yaşıtlarımın bir bölümü emekli. Sigortaya geç girişimin yarattığı adaletsizlik. Düzelecek mi? Bilmiyorum. Emeklilik yok hayallerimde. Çalışmayı seviyorum. Bir gün o da gelecek, emeklilik günleri. Belki o zaman daha çok yazacağım, daha çok metin üreteceğim. Muhtemelen hoşuma da gidecek ama şu an mesleğimin ipini bırakmaya hazır değilim. Önlüğümü çıkarmak istemiyorum. Daha değil. 

Bedenim, zihnim, hevesim yerli yerinde. Sonra gelecek o günler. Önlüğümü çıkaracağım, muayenehanemin kapısını kapayacağım ve yazarlığı geçireceğim üzerime. 

Hâlâ şezlongta uzanıyorum. Sivrisinekler kamikazeler gibi ayaklarıma, bacaklarıma... Telefonun ekranı parlak, gözlerim kamaşıyor, yıldızlarla arama giriyor. Seçemiyor gözlerim ışıl ışıl parlayan yıldızları... Kayan bir yıldız da görmedim. Kaçıncı yaz bu? Ardında simli bir yol bırakıyor yıldızlar da, salyangozlar gibi. Simli, sümüklü, yapışkan. Avuçlarda kalıyor, eksiliyor. Dilekler hep eksik. Bir şeye, bir kişiye yöneliyor, bilmiyormuşuz gibi. O hayalini kurduğumuz, yıldızlardan, dallara çaput bağlamaklardan, fallardan medet umduğumuz o hayaller, dilekler bize ne getirecek, bilmiyoruz. Belki koca bir saadet, belki tam aksi. Esneklik bu işte. Mutluluğu belli bir koşula bağlı olmadan istemek. Bir duyguyu özlemek, o duyguyu aramak, aracı umursamadan. Yeni gelen günün içindeki sonsuz potansiyele güven duyarak günaydın diyebilmek, selam durabilmek doğan güneşe. Zenginlik bu işte. Rutinin içi de dışı da, bu genişlikte, bu anlayışta saklı. 

22 Ağustos 2025 Cuma

Fotoğrafın hikayesi: 7



Assos sahilindeyim. İki meşe palamudu ağacı arasına gerili bir hamakta. Güneş epeyce yükseldi. Dalların arasından bulduğu boşluklardan birer ok gibi vuruyor sıcağı bacaklarıma. Fonda 90'lardan kalma şarkılar. Sevdiklerimden. 

İkişerli, üçerli oturuyor insanlar masalarda. Lakırtılar, kahkahalar karışıyor, yükseliyor sigara dumanlarıyla. Tanrım ne çok sigara içiliyor. Kızım küllükleri boşaltıyor, boşları topluyor. Tatil golü yedi çünkü denize giremiyor. Gönüllülük, güzel şey. Arı gibi çalışıyor, masalar arasında mekik dokuyor. Faydalı olduğunu düşünmek, inanmak insanı meşgul ve mutlu tutuyor. Kızım mutlu ve meşgul. Bir sürü insanla tanıştı şimdiden. Bu müdavimi bol mekânda. Ben tatildeyim. Yüzüyor, hamakta sallanıyor, kitap okuyorum. 

Fatih Erdoğan Sihirli Kalem bitti. 100 İyi Okur projesinin ikinci kitabı. Mıgırdıç Margosyan'ın Biletimiz İstanbul'a Kesildi de bitti. Öyküler ekseriyetle Diyarbakır'da geçiyor. Diyarbakır Ermenilerinin günlük yaşamı, Kürt ve Türk komşular, adetler, deyişler, maniler, camiler, kiliseler, bayramlar ile kültürel dokuyu kayıt altına alan öyküler, bunlar. Beş duyuya hitap ediyor. İçinde yemek tarifi bile var. Diyarbakır'ın eski ismi Amed'in nereden geldiği bir öyküye konu olmuş. Elmalı Balayı, yazarın ağzından yaradılış ve cennetten kovulmayı konu ediniyor. Ve benim için güzelliğiyle öne çıkıyor. 

Dişlerimi sıkıyorum hâlâ. Hiçbir şey işe yaramıyor. Bu satırları yazarken iki çene arasındaki mesafe azalıyor. Dişler birbirine sokuluyor. Yanaştıkça zonk zonk zonkluyor. Aralayıp dilimi sokuyorum. Bile isteye ısırmaycağımdan. Ama aralanma yetmiyor ağrımı dindirmeye. 

Plajda bir yoga hocasıyla konuştum dün. Yüz yogası dersi veriyor, çevrimiçi. Eylülde başlayacak. Öğrencilerinin diş sıkmasının geçtiğini söylüyor. Süreklilik güzel şey. Denize düşen yılana sarılıyorsa ben niye yogaya sarılmayayım. Tekrar şart. Aklıma gelen bazı hareketleri yapıyorum tam bu anda. Yazarken. Dişlerim ayrı düşmekten memnun. Rastgele diziyorum kelimeleri. Hesap kitap yapmadan. Maviye uzanan yeşiller huzur veriyor. Ve cırcır böceği sesleri. Tanıdıklara da rastlıyorum. Arkadaşlarına rastlayabileceğim bir yerde tatil yapmak güzel şey. Laflıyoruz. Yalnızlık bir süreliğine azalıyor. Güzel bir denge. Hem kendimle hem diğerleriyle... 

Günlerim denize girmek, ağaç altında yatmak ve uyuklamakla geçiyor. Ki bu güzel bir şey. 

18 Ağustos 2025 Pazartesi

Yaz biterken

Can sıkıcı günlerin içinden geçiyoruz. Günlerdir alev alev yanıyor, Çanakkale'nin farklı noktaları. Helikopter sesleri, yükselen dumanlar, alev alev yanan tepeler... Bir hafta geçti Güzelyalı yangının üzerinden. Gitmedim. Bakmak, görmek istemedim. Çarşamba sabahı tatile giderken geçeceğim kararmış sırtların yanından.

Çanakkale bir kez daha kül ve gözyaşı altında... Suyun, rüzgarın kenti adını vermişti İbrahim Dizman, şehirle ilgili hazırladığı derlemeye. Eksik kalmış. Kan, kül ve gözyaşı da var. 

Her kafadan bir ses çıkıyor. İnternet tam bir bilgi kirliliği böyle zamanlarda. Çam ağaçlarının doğal bitki örtüsü olmadığını söyleyenler var, kozalakların alevden bir bomba gibi patladığını, oradan oraya atladığını, yangının sıçramasına yol açtığını söyleyenler... Meyve ağaçlarını, yabani zeytin ağaçlarını önerenler var. Bir de kızıl çamcılar. Kızıl çamların yangına uygun şekilde evrimleştiği, çatlamak, patlamak şöyle dursun, yüksek ısı karşısında sımsıkı kapandığını, toprak dinlenip, kendini hazır ettiğinde ise filizlenmek üzere çatladığını... Doğrusunu uzmanlar bilir, elbette. Ama bu yangınların doğal olmadığına inanırken, o alanların imara açılmasından, maden ruhsatları verilmesinden çekinirken nasıl inanacağız? Ya da kime inanacağız? 

Arkadaşımın yeğeni oynarken oyuncak helikopterinin altına kova istemiş. Günlerdir denizden su dolduran helikopterleri gördüğünden olsa gerek. Bizim yüreğimize kim dökecek kovalarca suyu? İçimizdeki sıkıntıyı ne dindirecek? 

Yıllar sonra Gilmore Girls izlemeye başladık. Küçük bir kasabada, sevdiklerinle sarıp sarmalanmanın, ihtiyaçlarını gidermek için yardıma koşanların çok olmasının tatlı bir yanı var. Bir yanda bir genç kızın büyüme hikâyesi, bir yanda onu çok küçük yaşta tek başına büyüten bir kadının çevresindekilerle, özellikle de kadınlarla desteklenmesinin hikâyesi. Komik, sıcak, sevgi dolu. Tatile gitmeden tablete bolca indirmeli. Dozunda izlemek bize göre değil çünkü. 

Çarşambadan itibaren tatildeyiz. Biraz mola iyi gelecek. Denize girip çıkmak, yemeğin önüme gelmesi, gün içinde şekerleme yapmak, kitap okumak, hamakta sallanmak, kumsalda yürüyüş yapmak, şanslıysam sevdiklerime rastlamak, şanslıysam seveceklerimle tanışmak... 

Yaz bitiyor. Ağustosun yarısı yaz, yarısı güz, derler. Gurbetçiler de dönüyor bir bir. Bu akşam arkadaşlarımıza bu sezonluk veda etmek için bizde toplanacağız yemeğin ardından. Vizem bitmeden belki denk gelir ben onları ziyaret ederim. Belli mi olur. Yaşamak, hayal kurma sanatı değil mi, biraz da?





14 Ağustos 2025 Perşembe

Yas

Bugün yaslarımı anlatmak istiyorum biraz. Dile getirmek, paylaşmak, görünür kılmak, anıları canlandırmak iyi gelir diye düşündüğümden. 

Okulumla başlayayım. 

Beş yıllık ilköğretimden sonra sınavla girilen, bir yıl hazırlık sınıfı okunulan dönemde Çanakkale Anadolu Lisesi'ne girdim. Tam 38 yıl önce. Şehrin göbeğinde, ilçelerden gelen erkek öğrenciler için yatılı pansiyonu da olan bir bina. Şahane arkadaşlıkların geliştiği kendimi bütünüyle ait hissettiğim ilk ve belki de son yer. O yaşlarda başlayan arkadaşlıkların farklı bir yanı var, bilirsiniz. Çocukken tanışmak, ergenliği birlikte aşmak, birlikte büyümek, kendini tanıma yollarında yan yana durmak, Çanakkale gibi şahane bir şehirde güven içinde, neşeyle yaşamak... Yeni Türkü'nün şarkısındaki "Biz büyüdük ve kirlendi dünya". Dünya hep kirliydi ama belki de biz kordonun ötesini pek de göremiyorduk. Heterojen bir kentin iyi niyetli, çalışkan, geleceği parlak gençleriydik. Sahiden arkadaşlarım arasında yurt dışına giden, yerleşen, iyi pozisyonlara yükselen çok kişi oldu. Hepsiyle de gurur duyuyorum. Biz mezun olduktan sonra Milli Piyango İdaresi yeni bir okul binası yaptırdı. Ve okulumuz Çanakkale Milli Piyango Anadolu Lisesi adıyla şehrin tepelerinden birine yerleşti. O kordona, çarşıya beş dakika mesafedeki okul binası ise Çanakkale Fen Lisesi oldu. (Birkaç yıl önce meydan yenilenirken pansiyon binası yıkıldı ama mevzumuz bu değil.) 2011 Van Depremi'nde yaşamını yitiren 2000 mezunu Vahit Tuna isimli bir öğretmenin adı verildi sonra okuluma. LGS çıkınca da pansiyon binası olmadığı için nitelikli okul kapsamından çıkartıldı. Orta okul başarı puanına göre girilen, ismi iyi anılmayan bir okula döndü. Yetmedi, tüm liselerin isminin sonuna Anadolu Lisesi geldi. Ve bizim okul MEB'in garabetlikleri içinde kaybolup gitti, eski Çanakkale Lisesi, Çanakkale Anadolu Lisesi oluverince ismi de kalmadı. Sahi nereden mezunuz biz? Devamımızdaki okul hangisi? Bunları bilmemenin yası içindeyim. 

Yeri gelmişken bizim kültürde ölen insanların isimlerini yaşatmaya dair bir özen var. Okulların mezunların anısını yaşatma çabası benim için çok anlamlı, saygıdeğer. Ancak ben okulların isimlerinin, yerlerinin değişmesinden yana değilim. Okulun içine kurulacak nitelikli bir kütüphane, bir laboratuvara verilemez mi bu isim? Ya da bir eğitim bursuna? Çanakkale'de belediyeye ait bir Sağlıklı Yaşam Merkezi var. İsmi Şehit Kıvanç Kaşıkçı şimdi. Bazen ölümün getirdiği duygusallıkla yüzeysel olarak anıyoruz gibi geliyor. Bir merkezin ismini değiştiriyoruz, hop geçiyoruz. Depremlerde, yangınlarda, sellerde, terör saldırılarında ölen insanların yası içindeyim. Elini vicdanına koymayan insanların yaptıklarının ve yapmadıklarının cana malolmasının yası içindeyim. 

Son günlerde canım şehrimde peş peşe yaşanan orman yangınlarının yol açtığı tahribatın yası içindeyim. Binlerce futbol sahası büyüklüğünde ormanlık alan kaşla göz arasında yandı bitti kül oldu. Yuvasını bulamayan leylekler yol aydınlatma direklerinin tepesinde. Denizden döndüğüm her defasında gördüğüm yol tabelası is içinde. Evler kül ve gözyaşı altında. Tanıdığım insanların evlerine, arabalarına kadar dayandı. Kiminin evi yandı, canını zor kurtardı. Yangın müdahale merkezinin dibinde başlayan yangının çığırından çıkmasının, ağaçların, yuva olduğu cümle mahlukatın ölümünün yası içindeyim. 

Sınırlarımı bilmediğim, çizemediğim, ihtiyaçlarımı fark edemediğim, duygularımı yönetemediğim, tepkisel davranışlarla ilişkilerimin bozulduğu zamanların yası var içimde. Toplumsal normlarla belirlediğim kalıpların dışına çıkan insanlara şans vermeyişimin yası var içimde. 

Sosyal medyada geçirdiğim anlamsız saatlerin yası var içimde. O, geri döndürülemez dakikaları arkadaşlıkla, hareket ederek, sevgiyle bağlanarak geçirememenin yası var içimde. 

Üşendiğim için gitmediğim buluşmaların, çıkmadığım yolların yası var içimde. 

Bu yazı "yes yazı" ilan ettim. İl sınırları içinde tüm tekliflere evet diyorum. Tabi kendimi gözeterek, sınırlarımı, önceliklerimi bilerek, zaman, yer belirleme konusunda diyaloğu sürdürerek "Evet," diyor buluşmayı gerçekleştiriyorum. Hayrını, bereketini görürüm inşallah. 


12 Ağustos 2025 Salı

Fotoğrafın hikâyesi: 6



Çanakkale yalnızca sırtını dayamıyor çam ormanlarına. Şehrin içine de giriyor ormanlık alan, yazlıkların arasına sokuluyor, okul bahçelerinde öğrencilere gölge, oyun ve piknik alanı oluyor. Güzelyalı yandı, bitti, kül oldu. Fotoğraflara, videolara yürek dayanmıyor. Çok üzgün, kızgın ve çaresiz hissediyorum. Her felaketten sonra kurumlara olan güvenimiz azalıyor. Şartlar bizi bireysel çareler aramaya itiyor. Birey olarak hiçiz. Ancak bir araya gelince anlamlı ve güçlü eylemlerimiz. Örgütlülük ve aidiyet bizi çaresizlikten bir nebze kurtarıyor. Nereye koşacağımızı, kimlerle hareket edeceğimizi biliyoruz en azından. Dün kızımla ve arkadaşlarımla ÇOMÜ Butik'e gittik. Pırıl pırıl gençler arı gibi çalıştı. Bir çırpıda boşalttılar taşıdığımız suları. Başka da bir işe yarayamadık zaten. Arka planda lojistik destek. Hepsi bu. Evde eli kolu bağlı oturmaktan iyi geldi yine de. Geçmiş olsun Çanakkale. 

Not: Fotoğraf kızımın mezun olduğu ve yangının epeyce yaklaştığı okul bahçesinden. 

6 Ağustos 2025 Çarşamba

Merhaba Ağustos

Mart ayında Mindmills bloğunun başlattığı Leylakdalı bloğunun davetiyle dahil olduğum Bir Günlükleri'ni yazmaya başlayana kadar, her ay bloğa sekiz ileti giriyordum. Bazen zorlanarak, bazen kolaylıkla, bazen de susarak. Çünkü her şey gibi yazma ihtiyacının, hevesinin de bir ritmi var. Kimi zaman suskun kalmak istiyor, kimi zaman yazarak düşünmek, hizalanmak... Kimi zaman yas tutmak için yazmak istiyor insan. 

Şiddetsiz iletişimle tanıştığımda beni en şaşırtan kavram "yas" oldu galiba. Buradaki yas, yalnızca ölümle kaybettiklerin anlamına gelmiyordu zira. Vazgeçtiğin, ertelediğin ihtiyaçların, özlemlerin, kayıpların, kavuşamadıkların, hepsi birer yas. O eğitimde genç bir kadın, benimle birebir temas kurduğunda, eğitimin sonlarına doğru, beni gördüğünde "Abla Seyit Onbaşı'ya bağlamış" diye düşündüğünü söylemişti. "Ah!" dedim. "Çanakkale'deyim ben. Ve bu doğru." Tutulmamış onca yas, sırtımda koca bir gülle gibi. 

Hepimizin içinde bir Seyit Onbaşı en azından potansiyel olarak duruyor bence. Yaklaşan tehlike karşısında mücadele dışında bir seçenek yoksa, hayatta kalmak için neler yapmıyoruz ki. Mücadele kesintisiz sürdüğünde, gevşemeye zaman bulamadığında hep sırtında o koca mermi duruyor. Onun ağırlığı altında hareket ediyorsun, eziliyorsun, yere bırakmayı aklına dahi getiremiyorsun. Uzun yıllar böyle geçti. Buna isyanlar da eşlik etti haliyle. "Bu şöyle olmamalıydı, bu böyle olmamalıydı" vs. vs. Yaş ilerledikçe, yaşam bilgisi arttıkça, inatlaşmaların, ayak diremelerin bir çeşit tutunmak olduğunu idrak edince ben de değişmeye başladım. Bana umduğumu vermeyen bir stratejiye sıkı sıkı tutunmak yerine İhtiyacımı fark etmeye çalışıyorum. 

                                                                                   ***

Geçen hafta pazartesi ve cumartesi akşamı, Anadolu Lisesi'nden arkadaşlarımla yemekte buluştuk. Hazırlıktan bu yana 38 yıl geçmiş. Hayat hepimizi bir yerlere savurdu. Bazılarıyla hiç kopmadık. Bazılarını ise uzun yıllardır hiç görmemiştim. Bir masanın etrafında toplanmak, yemek yemek, sohbet etmek keyifliydi. O iyimser duygularla İnstagram'da bir fotoğraf paylaştım ve altına "Arkadaşlığı sürdürmek, bir seçimdir. Emek, zaman, özen ve kararlılık gerektirir. İyi ki toplanabildik. 38. yıl. Dile kolay, " yazdım. Hemen bir çırpıda. Çünkü bunlar benim üzerine düşündüğüm konular. Hayatımızı seçimlerimiz belirliyor, sözcüklerimiz ve onlardan daha güçlü sesle konuşan davranışlarımız. Yetişkin olmak bunun olağan sonuçlarına katlanmak benim gözümde ve yaşamayı umduğun bir hayatı inşa etmek için emek vermek, kendine iyi yol arkadaşları seçmek aynı zamanda. Zihnim bu meseleleri kerelerce ele alınca yukarıdaki cümleleri zahmetsizce yazdım. Gruptan birinde çok karşılık bulmuş olmalı ki, bana özelden övgü dizip sonra aynı kelimeleri aynı sırayla kullanarak ardına bir iki cümle daha ekleyip paylaştı. Görünce şaşırdım. Kelimelerin, her birinin telifi yok elbette ama kendini ifade etmenin özgünlüğü de var. Akademi dünyasında ünvan olarak en yukarıya çıkmış birinden bu özeni beklerdim, doğrusu. Şaşırdım. 

                                                                         ***

Bu ara günler hareketli, gezmeli tozmalı, yemeli içmeli, buluşmalı... Yaz işte, bir araya gelmelerin zamanı. İyi geliyor, yüreğimde bir burgu varken özellikle de. Benim küçük üzüntümün, hayal kırıklığımın yedisi çıktı. Ön dördü, kırkı ... neresiyse artık sonu, bitecek. "One Day" dizisini izledim üçüncüye. İlki kadar ağlatmadı. Ama hâlâ dokunaklı. 

                                                                        ***

Bu sene Troia festivali için hevesliydim. Geçen yaz Bulutsuzluk Özlemi, Kurtalan Ekspres gibi şahane seçenekler vardı. Bu yaz kim bilir kimler gelecek diye düşünürken programı gördüm. İlgimi çeken tek isim yok. Sağlık olsun. 

                                                                        



30 Temmuz 2025 Çarşamba

Bağ kurmak ve seçim yapmak üzerine

Bu yaz, sabahları erken kalkmak ve işe gitmeden önce denize girmek gibi bir niyetim var. Ağustosla beraber başlarım belki. Bayağı sabah 8'de gitmek, yarım saat suda kalmak, eve dönmek, duş almak ve işe gitmek istiyorum. Şahane plan. Önümde engel yok. Ağustos ayı boyunca her gün, güne yüzerek başlamak... Bakalım gerçekleştirebilecek miyim? Ve en önemlisi sürdürebilecek miyim?

İki, üç gündür, ay incecik, zarif haliyle salınıyor gökyüzünde. Hayal kurmanın, planlar yapmanın tam zamanı işte. 
                                                                                 *
Havalar sıcak, yaz mevsimi. Çalışma temposu düşüyor haliyle. Benimle ilgisi yok. Hasta sayısı azaldığından. Çalışmak ve tempo insanı meşgul tutuyor. O yoğunluğa alışınca, sudan çıkmış balığa dönüyor insan. Düşünmek için daha çok zamanım var. Düşünüyorum öyleyse kaygılanabilirim. 

Kaygıdan kurtulmanın yollarından birisi, bağ kurmak benim için. Örümcek adam misali ağlar atmak istiyorum arkadaşlarıma. Kısa ya da uzun telefon konuşmaları, mesajlaşmalar... Günü kurtarıyor. Sabır ve şefkat kapasitemi arttırıyor. Zor geçen bir günün ardından, kaynaklarım tükendiğinde de eve sabırlı, şefkatli dönmek istiyorum çünkü. O yüzden elimin altında pek çok insan var. Laf attığım, aradığım... Kimiyle dertleşiyorum, kimiyle havadan sudan konuşuyorum, kiminden bir şeyler öğreniyorum. İnsani bağlar ve de hayati... Dönüp dolaşıp bloğa yazmak da bu iyi olma halini koruma stratejilerinden birisi belki. Çünkü yazmak insanın hem kendisiyle hem de diğeriyle bağ kurmasını sağlayan şahane bir araç. 
                                                
                                                                              *
Annemin yaşadığı sağlık sorunları ve yaz mevsimi karşısındaki şikâyetleri üzerine düşündüm. Sanırım ben, bu durumlara tahammül edilmesi gerektiğine inananlardanım. Durumun kendisiyle didişmek, derhal bir çözüm bulunmasını ummak yerine bunun geçiciliğine odaklanmaya çalışıyorum ve Cem Şen'i hatırlıyorum. İyi olmak bir kararlılıktır, deyişini. Şiddetsiz iletişimden öğrendiklerimi anımsıyorum sonra. İyi olma halime hizmet edecek başka başka stratejiler yaratmaya çalışıyorum. Sağlıklı olmak, afiyette olmak elbette çok önemli. Oradaki aksaklıklar hayat kalitemizi bozuyor ama bunun geçeceğini (eğer geçecekse) hatırda tutmak ve "bedenim ağrıyor ama ben iyiyim" diyebilmenin bir seçim olduğunu hatırlamak bana iyi geliyor. Seçim yapma gücümüz ve özgürlüğümüz olduğu sürece her şey bir şekilde hallolur diye düşünüyor; bu yazıyla size de bir ağ atıyorum. Bir köprü kurmak istersen aramızda sen de bana yazabilirsin. 
                                                                                
                                                                                 

29 Temmuz 2025 Salı

Fotoğrafın hikâyesi: 5



Günün ödülü. Bir tutam gölge, bir tutam gökyüzü. Seni taşıyacak kimse olmadığında bile yer küreye güvenebilirsin. Ağırlığını verirsin yere güvenle. Denizden gelen esintiyle kendini bırakırken gözler kapanır. Bir gün uzar ve tatile evrilir. 

*Fotoğraf 5 Temmuz'dan. Arkadaşımla gittiğim günübirlik bir geziden. Verdiği huzurla o anda yazdığım ve İnstagram hesabımda paylaştığım satırları buradan da paylaşmak istedim. Çünkü zamanın genişlediği, neşe ve kahkahayla dolduğu anları hatırlamaya her zaman ihtiyaç var. 


24 Temmuz 2025 Perşembe

Küçük patlamalar, yoğun anlar

İçinizde küçük patlamalar yaşadığınız zamanlar oldu mu? Soru mu bu şimdi. Elbette oldu. Coşkular, hüzünler, kızgınlıklar, mutluluklar... Hep orada takılıp kalmak istediğiniz, konuşmak istediğiniz, orayı uzatmak istediğiniz anlar. Tüm tanıdıklarınızın, hatta tüm evrenin sıraya girmesini ve kapasitesi, sabrı oranında sizi dinlemesini, kesintisizce duygularınızı aktarabileceğiniz o yeryüzü cennetini yaratmak istediğiniz zamanlardan bahsediyorum. Kendini anlatmak, bir yeryüzü cenneti olabilir mi? 

Kendini ifade etmek, her zaman kolay bir beceri değil. Pek çok sebebi var. Sosyal, psikolojik, toplumsal sebepler... En büyük kızgınlıkların, hayal kırıklıklarının sebebi çoğunlukla anlaşılmamak, engellenmek, susturulmak. Bunun, böyle olduğunu düşündüğümüzde, başlıyor bu süreç. O yüzden sahiden seni dinleyen insanların olması güzel şey. Bir arkadaşıma, bana kendimi iyi hissettiren, beni dinleyen birinden bahsediyordum, kalbimde özel yeri olduğunu fark etmeye başladığım birinden. Görüşme sıklığımız, süremiz oldukça az. Çatkapılarımız başlamadı henüz ama zamanın göreceliğini hissediyorum yine de. Onunla birlikteyken zaman yavaşlıyor, yoğunlaşıyor, uçuşuyor. Bunu anlattığım arkadaşım dikkatimi, görüşme sıklığından çok görüşülen anlardaki yoğunluğa ve bunun güzelliğine çekti. Belki arkadaşım haklıdır. Arkadaşım muhakkak haklı. Ancak insan doğasının açgözlülüğü de ortada. Güzel duyguları yaşama sıklığımız da artsın istiyoruz neticede. 

                                                                                *

Pazartesi akşamını acilde geçirdik. Annemin tansiyonum yükselir kaygısı nedeniyle tuz tüketimini azaltması, vücudunda sodyum eksikliğine yol açmış. Hep beraber acile gittik. İzotonik serum, yeniden kan değerleri vs derken gece 11'e doğru epeyce yorgun eve döndük. Mutfağa giriştik kızımla. Müziği açtık. Makineyi boşalttık, kirlileri yerleştirdik, ertesi gün gelecek misafir için yemek hazırlığı yaptık. Gece yarısı birer soda açıp bahçede oturduk karşılıklı. Kızımın deyişiyle patileri, birbirimizin kucağına uzatıp eski günleri konuştuk. Aldığımız yolu, kızım küçükken kendime zevkli bir an yaratmak istediğim ancak onun da bana eşlik etmesi gereken anlarda yaptığımız karşılıklı anlaşmaları, kimi küçük örnekleri, hayat karşısındaki zorlanmalarımızı, nasıl da iyi kotardığımızı konuştuk, yol arkadaşlığımızı, yakınlığımızı... Karşılıklı emeklerimizi gördüğümüz, takdir ettiğimiz bir gece oldu ve hastane sonrası kurduğumuz bu karşılıklı bağ, emeğin, sevginin görülmesi, takdir edilmesi bana çok iyi geldi. 

                                                                                *

Pazartesi akşamı yemek sonrası şehir dışından gelen iki arkadaşımla buluşma planı, annemin sağlık durumu nedeniyle iptal oldu. Ertesi akşam eve  misafir gelmesi ve dün denize gitme planları ise gerçekleşti. Bir tanıdığım, kendisini bu konuda neredeyse uğursuz sayıyor, ne zaman plan yapsa, bir sebepten bozulduğunu düşünüyor ve üzülüyor. Bazen hayat izin vermiyor, öyle bir sıkışık döneme giriyoruz, öyle berbat bir an seçmiş oluyoruz ki, o çok istediğimiz buluşmayı, tatili, her neyse artık ertelemek durumunda kalıyoruz. Kendimizi şanssız, bahtsız saymakla, saymamak, hayatın içinde kendimize yarattığımız nefes alma alanlarının çok ya da az olmasıyla ilgili. Yeterince alan yaratamıyorsak, bu tür aksaklıklar galiba daha çok yıpratıyor bizi. Hayatımızla ilgili yazdığımız ve kendimize tekrar ettiğimiz hikâyenin içeriği önemli galiba. Ne dersiniz? 


23 Temmuz 2025 Çarşamba

Günün sonu geldi

Muayenehanenin önü ve bağlanan yollarda uzun zamandır alt yapı çalışmaları var. Çalışan kepçeler, yanlışlıkla patlayan su boruları, elektrik, su kesintisi, fiziki erişimin kesilmesi, engellenmesi, yolların açılması, kapanması, toz, toprak, çamur, gürültü, titreşim son ayların klasiğiydi. Alt yapı çalışmaları bitmeye yakın değil. Saha genişledikçe genişliyor. Bununla beraber bizim önümüzün asfaltı döküldü. İki, üç gün kadar oluyor, belki biraz daha fazla. Zaman neydi? 

Sardunyaların, morsalkımın yapraklarına kadar inen tozdan örtüden kurtulmak nihayet mümkün diyerekten bugünü temizlik günü ilan ettim. Muayenehane dip köşe temizlenirken ben de kızımı aldım ve denize kaçtım. Denize gitmek için iyi bir gündü. Hafta içi ve sıcaklık asfaltta yumurta pişirtecek denli yüksek. Aklımı seveyim. 

Böyle kısa molaları seviyorum. Kızım da benim gibi güne erken başlayabildiği için yulaflı, meyveli, yoğurtlu kahvaltıyı takiben bir otelin plajına gittik. Otel misafirleri dışında günübirlikçilerin pek de tercih etmediği plaj, benim favorim. Uzun sahilin en sonunda bir kere. Sakin ve gölge. Deniz de şansımıza güzeldi. 10.30'tan 16.15'e kadar suya girip girip çıktık, bir şeyler yedik içtik, gölgede uyuduk, kitap okuduk. Tatile gitmişim gibi hissettim. Dinlendim, serinledim, kızımla baş başa zaman geçirdim. 

Eve dönerken annemin klima siparişi, çerçeveciden tablolarımızı ve aynamızı almak gibi işleri de yaptık. Gün boyu hareket etmenin bize tanıdığı hakla, aç ve iştahlı sofraya oturduk. Dün arkadaşım ve oğlu misafir geldiği için buzdolabı doluydu. Dünden kalanlarla sofrayı donattık. Stranger Things'in beşinci sezonuna hazırlanmak için dördüncü sezonunu açtık ve izlemeye koyulduk. Epeyce unutmuşum içeriği. İki bölüm izleyince yavaş yavaş zihnim açıldı ve hatırlamaya başladım. El ve arkadaşlarının maceralarını... 



Bugün de keyifli geçti. Günün sonu da geldi. Yazarın iddiasının aksine. 


21 Temmuz 2025 Pazartesi

Yaza has küçük mutluluklar

Yazın kendine has küçük mutlulukları var.

Sevdiğin üç, beş arkadaşınla buluşup cümbür cemaat denize gitmek gibi. 

Gittiğin yerlerde başka başka arkadaşlarına rastlamak gibi. 

Masa masa dolaşıp yarenlik etmek gibi. 

Plajda bir kitaba başlamak ve neredeyse bitirmek gibi. 

Üzerine tatlı bir mayhoşluğun çökmesi ve gün içinde şekerleme yapmak gibi. 

Hamakta koynunda kitapla uyuklamak gibi. 

Eve dönerken arabayı dondurmacının önüne çekmek, bir külah o anda yemek, bir paket de dondurucuya atmak için almak gibi. 

Arkadaşlarının yaz için ülkenin ve dünyanın muhtelif yerlerinden şehre dönmesi ve kendini hangi gün boşum diye düşünürken bulmak gibi. 

Şehre müzisyenlerin gelmesi, açık alanlara zıplayan toplar gibi dağılması, ansızın bir dinletiye, konsere denk gelmek gibi. 

Festivalde birbiriyle çakışan konserler içinden en gidilesini seçmek ve arkadaşlarınla gitmek üzere sözleşmek gibi. 

Taze börülce yemek gibi. 

Karpuz kokusu gibi. 

Bayramiç beyazı gibi. 

Sahilden renkli taşlar, midye kabuğu, sivrilikleri törpülenmiş renkli camlar, seramik parçalar toplamak gibi.

Çekirdek çitleyip sohbet etmek gibi. 

Evlerin içi sıcaktan kavrulurken parklarda çimenlere yayılmak, yıldızların altında buluşmak gibi. 

İş çıkışı biraz erken çıkıp kendine yüzme molası hediye etmek gibi. 

Anason kokulu sofralar gibi. 

Ayın şavkının denizde çırpınmasını izlemek gibi. 

Sabah erken, akşam geç saatlerde yüzmek gibi. 




18 Temmuz 2025 Cuma

Hayatın (varolmayan) el kitabı

Bu sabah erkenden sakince başladığım gün nasıl telaşlı bir hal aldı?

Anlatıyorum. Dün akşam kızımın yatılı misafiri vardı. Öncesinde konuşulmuştu ama kesin değildi. Dün geldi. Yemek yedik. Onlar takıldı. Sabah kahvaltı hazırladım. Makineye kirlileri attım. İşe gelirken arkadaşını evine bıraktım. İşe geldim. Üzerimi değiştirdim. Türk kahvemi aldım önüme. Hasta takip programını açtım. Bingo!

Araba servis notuyla karşılaştım. Bir hafta önceden yaptığım plan, sabah 9'da arabayı bakım için servise bırakmak, oradan 10'da servis aracıyla muayenehaneye dönmek, 11'de ilk hastama rahatça yetişmekti. Apar topar arabaya bindim. Gidiş tamam ama dönüşü ne yapacağım? Toplamda beş kişiyi aradım. İkisi duymadı. İkisi meşguldü. Biri kabul etti. Bu ara ağlayamıyorum pek. Ağlayabilseydim kesin salya sümük ağlardım bu jest karşısında. Çünkü evladıyla dışarıya çıkmış piknikli bir kahvaltı organize etmiş, henüz bir şeyler yemeye başlamadan ben aradım ve hiç tereddüt etmeden atladı geldi. 

Son dakika bir şey rica ettiğimde, Hayır'ı alınmadan duymayı başarabiliyorum. (Çünkü büyümek.) Oradaki ihtiyacımın (zamanında işe yetişmek olduğunu) farkındayım, aradığım kişilerin her biri, bir seçenek, bir strateji. İlle de beni, şu kişinin götürmesi gibi bir kalıba takılıp günü zehir etmiyor zihnim. Bir yandan da sınırlarını öğreniyorum arkadaşlarımın. Kim nerede, ne kadar esnek? Kim son dakika programlarına daha açık, yardım sunmaya daha gönüllü? Onları anlıyorum. Bugünlerde kendimi çok yorgun, tükenmiş hissediyorum, desteklenmek için arkadaşlık bağlarından olabildiğince faydalanmaya çalışıyorum. Bugünkü deneyim de bana yeterince kaynağa sahip olduğumu gösterdi. İhtiyacımın  desteklenmesi karşısında içim minnetle doldu. Gün şu an olağan seyrinde akıyor yeniden, sakin ve telaşsız. Akşam beni servise götürmeye gönüllü bir arkadaşım da var. Hayat böyle bir şey galiba. Dalgalanıyoruz, savruluyoruz, yeniden yerimizi, merkezimizi buluyoruz. Keşke hayatın bir el kitabı olsa ve içeriğine erken yaşlardan itibaren maruz kalsak ve bu becerileri vaktinde edinsek... Hayat bayram olmaz mıydı?

                                                                                  


17 Temmuz 2025 Perşembe

Yaz geçer

Bazen bir sürü kaygı dolduruyor göğüs kafesimi. Öyle çoğalıyor, öyle baskı yapıyorlar ki, kendimi yorgun, bitkin hissediyorum. Fark ettiğim an, kuyruğuna takıldığım düşünceyle ilgili kendime soruyorum: Bu doğru mu? Bir nevi "reality check".

Pazar günü gene birtakım düşünceler dolandı zihnime, evdeyim, yalnızım, iki ayrı arkadaşım denize çağırdı ama hâlim yok, yorgunum. Sabah gittim, kordondan denize girdim çıktım. İçimde biraz rahatsızlıkla. Çünkü Yunanistan sahillerinde çok yaygın olan denize inen merdiven, duş olayı burada marinanın yanında mevcut ama popülasyon erkek egemen. Bir kız arkadaşla gitmezsen tek kadın kalıyorsun. Ve gitmemeyi seçiyorsun. Kendime meydan okudum ve girdim. Eve gittim. Duş aldım. Uyudum. Biraz daha yerleştim. Yorgunluk ve sıkıntı  çökünce göğsüme yakınlarda oturan bir arkadaşımı aradım. "Size kahveye gelebilir miyim?" diye sordum. Gittim, havadan sudan, biraz benim kaygılarımdan, biraz onun sorunlarından konuştuk. Ayrıldığımda her şey tastamam aynıydı ama ben anlatmanın ferahlığı içindeydim. Ve fakat, her gün benzer bir duygu durumu göğsümü sıkıştırıyor. Normal koşullarda yalnızlıkla aram iyi olduğu halde pazardan bu yana hiçbir günü pas geçmeden bir arkadaşımla buluştum, uzun telefon görüşmeleri yaptım. Her şey olup bittikten sonra acısı çıkıyor galiba bunca yorgunluğun, sıkıntının. 

                                                                                *

Yaz benim için çatkapı uğramaların, spontan planların mevsimi... Geç saatlere kadar dışarıda gezinmek, sahilde oturmak, balkonlarda buluşmak, açık hava konserlerinde eğlenmek, birlikte denize gitmek için buluşmak demek. Yaz tüm yorgunluklarıma, kaygılarıma karşın iyi başladı. Kıştan tükenen depomu arkadaşlıkla, iyi sohbetle, kahkahayla, birlikte alınan iyi yemeklerle, çayla, kahveyle doldurmaya, yenilenmeye, tazelenmeye çalışıyorum. Kabım sanırım çok boşalmış. Dolmaya henüz çok uzağım. 

                                                                              *

Yerleşme işi dün itibarıyla neredeyse bitti. Duvarlara tablolar asılacak. Kimi çekmece içleri düzenlenecek. İşler bitti ama ben de bittim dersem abartmış olmam. Ondan zaten arkadaşlara bunca düşmem. Ağustos gelip açık hava konserleri de başlayınca değmeyin keyfime. Kitaplar da yerli yerinde. Bakarsın yeni okumalara, kitaplara değinen yazılar da düşer yola. Benim yazdan muradım bunlar. Ya sizinki?


11 Temmuz 2025 Cuma

Huzur hakkı ve iyi okurluk

Geçen gece bahçede oturmuş ayaklarımı uzatmış dizi izlerken pat diye bir ses duydum. Karanlıkta etrafıma bakındım. Bir şey göremedim. Kurbağa mı zıpladı, kedi mi atladı bilemedim. Sonra bir kere daha, bir kere daha aynı sesi duydum. Sesin kaynağını anlayamadım. Ta ki dün sabaha kadar.

Dün sabah bahçede birbirine yakın üç yavru kuş yatıyordu. Karınları aldıkları nefesle iniyor, kalkıyor ama ses çıkarmıyorlardı. Onları alıp boş bir villanın bahçesinde gölgeye bıraktım ve annelerinin gelip kurtarmasını umdum. Çünkü yıllar evvel ayağımızın dibine düşen bir mavibaştankara yavruyu yaşatamamıştık. Doğanın işine karışmayayım, dedim. Bu minnak yavruların proteinden zengin sık aralıklarla beslenmesi gerektiğini de o zaman öğrenmiştim. Akşam iş çıkışı ilk iş onları bıraktığım yere gittim. Yalnızca bir kuş vardı. Hali de pek parlak değildi. Kızımın üzüleceğini bile bile aldım, eve götürdüm. Yaşatma ihtimali için değil. Sonu bir kedinin ağzında, stres içinde olmasın diye. Kızıma da bunu böyle izah ettim. Huzur hakkı diye bir şey olmalı, ölüme de giderken diye düşündüm. İçten içe bir mucize de bekledim. Biraz su, biraz haşlanmış yumurta sarısı verdim. Kendine gelir gibi oldu ama yarım saat geçti, geçmedi öldü. Acelem vardı. Yattığı kutu, tabutu oldu miniğimin. Üzerini peçeteyle kapattım. Sabah bir ağaç altına sakladım. 
                                                                                *

Dün yazar Fatih Erdoğan'ın "Yüz İyi Okur Aranıyor" projesi kapsamındaki ilk kitabı ulaştı: Sihirli Şemsiye. 
Kitabı "İyi okur Tuğba'ya" diye imzalamış. Sabah hemen başladım. İri puntolu bir kitap. Neredeyse bitti. Bir süre sonra bir e-posta alacağım ve sorduğu soruyu yanıtlayacağım. Böylece bir sonraki kitabı hak edeceğim. İyi okurluğun bir ölçüsü nitelikse, biri de nicelik çünkü. Nicelikten yana sıkıntı olmadığı belli olunca böyle böyle yollanan kitapların sayısı artacak. 

3 Temmuz 2025 Perşembe

Arayan bulur

İki farklı aileden gelen, farklı yaşam alışkanlıkları olan iki insanın aynı evin içinde yaşaması yeterince zor değilmiş gibi kalkıp bir de çocuk/lar yapıyoruz ve orada uyumlu olmayı bekliyoruz. Bu konular hakkında çoğunlukla da önceden konuşmuş değiliz. Dünyanın en zor denklemi bence bu.

Tek ebeveynli bir aile olmanın avantajları var, zorlukları da elbette. Nuh gemiyi tufandan önce inşa etti misali, kriz çıkmadan, çok tükenmeden zorluklarla mücadele için yeni beceriler edinmeye, kaynaklarımı geliştirmeye, alet çantamı doldurmaya çalışıyorum. Arkadaşlarıma soruyorum. Başkalarının çözümlerini merak ediyorum. Onların işine yarayan şeylerden faydalanırken, bana uymayacakları ise eleyeceğim elbette ama çok kafa, çok deneyim, tek kafa, tek deneyimden yeğdir her halükarda. O yüzden açık uçlu sorularımı size de yöneltiyorum. 

Tek ebeveynli bir aile olarak günlük hayatını kolaylaştıran araçların ne? (Temizlik, alışveriş, mutfak, çocukla zaman, kendine ait zaman vb.) 

Diğer ebeveynin çocukla ilgili istekleri senin değerlerinle uyuşmadığında uzlaşmayı nasıl sağlıyorsun?

Diğer ebeveynin isteğini çocuğun iyiliği için yapılmış bir rica olarak duyamadığında, bunu bir talep, dayatma olarak değerlendirdiğinde, sınırlarının ihlal edildiğini düşündüğünde durumu nasıl kotarıyorsun?

Not: Sorular yalnızca bekar ebeveynlere dönük değildir. Boş bırakabilir, istediğiniz sorudan başlayabilirsiniz. Vereceğiniz her yanıtın çözüm arayışıma, hanemizin iyilik haline katkı sağlayacağını hatırlatır, başarılar dilerim.  


30 Haziran 2025 Pazartesi

Mücbir sebepler, romanlar ve yerleşme çabası

"İstediğin cevap gelmiyorsa hayır demektir."

Yıllar evvel böyle bir cümle okudum sosyal medyada. Kaynağını hatırlamıyorum, çok özgün mü ondan da emin değilim. Her kelimenin de telifi yok, en nihayetinde. Ama doğruluğuna yüzde yüz katılıyorum. 

Kafam bir meseleyle meşgul. Ve istediğim yanıt gelmiyor. Yavaş yavaş bunun "hayır" olduğunu kabullenme evresindeyim. Bunu kendime küçük küçük dillendiriyor, duygularımla hemhal oluyordum ki dün gece bir rüya gördüm. Basit, sıradan, yaz mevsimine uygun bir rüya. Havuz kenarından geçiyorum. Yüzenler, eğlenenler, koşturanlar var. İstediğim cevabı vermeyen zat da orada. Bu rastlaşmanın üzerine gitmiyorum. O sırada kulağıma bir lakırdı çalınıyor. İstediğim cevabı almadım çünkü kısmına cuk diye oturan bir lakırdı çünkü. Ha tamam o zaman, diyebilir ve devam edebilirim. Öykücü beyin iş başında. Beni korumak için hemen bir hikâye uydurdu ve konuyu bir sebebe bağladı. Mücbir sebep, benimle ilgisi yok. Noktayı koydu. Sayfayı çevirdi. Ben de öyle yapacağım. 

Yazıyorum çünkü bilinçaltının bu becerisine hayran kalmamak elde değil. Gerçekten. İçinden çıkamadığı, kendini mutsuz edecek her koşul karşısında bir varsayımı var. Çok da inandırıcı kerata. Normal sayılmalı. Nihayetinde her organizma yaşama sıkı sıkıya bağlı. Hayatta kalmak, mutlu olmak istiyor. Normal olmayan, hatta tehlikeli sayılabilecek olan, bu varsayımlar realiteyle örtüşmediğinde kendi realitemize sımsıkı yapışmak ve aldanmayı sürdürmek.

                                                                                      *

İza'nın Şarkısını okumayı sürdürüyorum. Çok dokunaklı bir roman. Yaşlı annenin taşra yaşantısından sökülüp atılıp Budapeşte'de bir odaya sığışması, kızının kendi hayatı ile annesine bakma yükümlülüğü arasında sıkışması, nezaketine, ilgisine karşın kendi yaşamının galip gelmesi, annenin günlük uğraşlarının bir bir elinden alınması karşısında hayatının anlamını kaybedişi ince ince anlatılıyor. Roman ilk kez 1963'te yayımlanmış ancak konu evrensel. Bugünün okuruna da rahatlıkla sesleniyor. Metinde cep telefonu, internet gibi bugünün teknolojik ayrıntıları yok sadece. Genel geçer insanlık hâli ise her devre hitap ediyor. Okumayanlar bir baksın derim. Kalpten tavsiye. 

                                                                                    *

Dün bütün gün evdeydim. İki kez yakınlardaki markete yürümek ve bir arkadaşımı çocuklarıyla beraber ağırlamak dışında temizlik ve yerleşmekle meşgul oldum. Kitaplıklar kuruldu. Meşe ceviz rengi kapaklı Billyler salona çok yakıştı. Bayağı sıcak bir hava kattı. Salondaki kolileri açmaya ve kitapları raflara dizmeye başladım. Birkaç güne kalmaz her şey kolilerden çıkar ve geçici de olsa bir yerlere yerleşir diye tahmin ediyorum, daha doğrusu umuyorum. İnce işleri zamana bırakır, yazı yaşamaya başlarım böylece. 

28 Haziran 2025 Cumartesi

Sarmaşık ve diğer şeyler

Haziran da toplandı gidiyor. Kapıda dağ gibi temmuz, sarı sıcak. 

Temmuz deyince ilk aklıma gelen Temmuzda filmi oluyor. 

Evlerde DVDlerin olduğu dönemde almıştım Temmuzda filmini. Fatih Akın'ın da küçük bir rolle göründüğü film, en sevdiğim Fatih Akın filmi olabilir. Juli'yle Daniel'in karşılaşması, Daniel'in bir yanlış yorumlama sonucunda Türk kızı Melek'in peşine düşerek İstanbul'a doğru yolculuğa çıkması, yolda ona Juli'nin eşlik etmesi ve birlikte dağları, nehirleri aşmaları ve İstanbul'a varmaları... Eğlenceli, duygusal bir film olarak mıhlanmış aklıma. Bazen bende bu tür etki uyandıran filmleri, yeniden kızımla izleme isteği duyuyorum. 

Titanik'i izledik örneğin. Ben çok ağlamıştım vizyonda izlediğimde. Epey kızmıştım Kate'e. Koskoca kapı, alsana adamı da yanına. Jack'in suyun içinde donarak ölmesi çok dokunmuştu bana. Muradına erememiş aşklar seyirci üzerinde daha çok etki uyandırıyor pek tabi. Birlikte kurtulsalardı o kadar içlenmeseydim, belki çoktan unuturdum filmi. Kızımla izledik. Ağlamama şaşırdı. Şaşılacak bir şey yok. Kendi özel hayatımda kolay ağlayan biri değilim. En son babam öldüğünde ağladım muhtemelen. Oysa çok kızdığım, üzüldüğüm, hayal kırıklığına uğradığım zamanlarda biraz olsun ağlayabilmeyi isterdim. Ağlamak, neticede ruhu hafifleten bir şey. Ama bu türden bir boşalma yaşayabilmek için tehdit altında olmadığımıza inanmamız, güven duyabileceğimiz bir alanda olabilmemiz şart. Şiddetsiz iletişim yıllık programına katılan genç bir kadın arkadaş, beni Seyit Onbaşı'ya benzettiğini söylemişti aylar sonra. Ah, dedim çok haklısın ve güldüm. 276 kgluk mermiyi sırtlandığında Seyit Onbaşı da ağlamıyordu muhtemelen. 276 kgluk mermi mecazi elbette ama yıllardır kendimi bir yük altında hissettiğim de doğru. Yükü paylaşmaya, hayali olanlarıyla vedalaşmaya, yardım kabul etmeye, gevşemeye, neşelenmeye çok  gönlüm var. Bu yeni ev, dilerim böyle hissettiğim, böyle yaşadığım bir ev olur. 

                                                                              *

Sitenin bir kedisi var. İsmi Sarmaşık. Ama Sırnaşık olsa yeridir. Sani gibi bir sarman, dişi. Geveze mi geveze. Ününü duydum. Apartman sakinleriyle içeri giriyor, bir punduna getirip daire içlerine giriyor, bulunana kadar postu seriyormuş. Eh biz bahçe katıyız. Erişim zahmetsiz. Masa, sandalye, sehpa, saksı üstleri açık büfe misali serili önünde. Geliyor, yayılıyor. İtirazım yok. Kediseveriz en nihaayetinde ama benim oğlumdan ne istiyorsun? Ne hikmetse Sani, Sarmaşık'tan çok korktu. Onu görünce ya evin içine kaçıyor, ya tepelere saklanıyor. Öbürü de nispet yapar gibi kitap okumak için oturduğum anda kucağımda, koynumda. Tamam, eski olan sensin, dağdan gelip bağdakini kovmuyoruz ama sen de bir zahmet kıs sesini! Edebinle gel içeri. 





                                                                            *

Bu sabah mutfak doğalgazımız halloldu. Eski boru esnek boruyla değişti, ölçüm yapıldı, gaz açıldı. Öğleden sonra kitaplıklar kurulacak. Bozulanın yerine sipariş verdiğim elektrikli süpürge de geldi. Bugün de çalışıyorum ama yarın zamanı verimli kullanır, sil süpür yerleş kısmını halledebilirsem şahane olacak. Kendime kolaylık ve zihin açıklığı diliyorum. Zihin berrak olmayınca pratiklik ve verimlilik de kayboluyor çünkü. 



27 Haziran 2025 Cuma

Yaz hâlleri

Bir yeniaydan diğerine iki günde bir yazma maratonu bitti. Yıllardır süregelen ayda 8 yazı yazma geleneğimi, bir önceki yazı maratonunda yani Bir Günlükleri'nde bozmuştum. Bir sonraki ay ise hiçbir rahatsızlık, suçluluk, utanç duymadan dört yazıyla kapayıvermiştim ayı. 

Bloğu açarken niyetim düzenli yazmayı sağlamak için sürdürülebilir bir hedef koymaktı. Haftada iki, ayda sekiz. İlk adımı atarken nereye varacağımı tam olarak bilmiyordum elbette. Hayal ve heves vardı. Bir de ilerleyeceğim istikamet. Blogta on ikinci yılım. Sayısız yazı, başka mecralarda yayımlananlar, iki çocuk, üç yetişkin öykü kitabı. Vardığım yerden memnunum. İçimde hâlâ aynı hayal ve heves. Lakin yalnızca bloğa yazıyorum. Çünkü yorgunum. Haklı ve hafifletici sebeplerim var. Taşınmak, düzenin alt üst olması gibi mesela.

Bir yandan yerleşirken diğer yandan yeni bir rutin oluşturmaya çalışıyorum. Şimdiden keyif aldıklarım var. Her gün bahçeye çıkıp ayaklarımı uzatıp kitap okuyorum mesela. İza'nın Şarkısı elimde. Magda Szabo'nun Kapı romanını çok beğenmiştim ama bir türlü sıra İza'nın Şarkısı'na gelememişti. Zamanı şimdiymiş. Kahramanı kocasını kaybeden yaşlı bir kadın. Hastanedeki ölüm ânının hemen öncesinde başlıyor roman. Kadının kaybı, değişen koşullar, Budapeşte'de doktor olan kızının gelip dümeni ele almasıyla ilerliyor. Roman dört bölümden oluşuyor. Babanın toprağa verilmesinin hemen ardında biten ilk bölümün adı Toprak. Şimdilik bu kadarını okudum. Gerisini de merak ediyorum. Yakın gözlüğü olmadan kitap okumanın mümkün olmadığı o zamanlardayım. Gözlüğü takınca etraf flulaşıyor. Ben hikâye evrenine girdiğim için değil, uzağı da göremediğim için. Numaralar düşük olduğu için iki ayrı gözlüğü ihtiyaç duyduğum zamanlarda kullanıyordum. Galiba numaralarda bir ilerleme var. Göz muayenesi de yapılacaklar listesine eklenmeli. 

Yapılacaklar demişken dün mutfağı kolayladım. Tezgah üstü dolapların çakılmamış pinleri gelince iç raflar yerli yerine yerleşti. İçlerini silip öteberiyi dizmeye başladım. Taşınmadan önce mutfakta doğalgaz kaçağı tespit edilmiş, abonelik açılmamıştı. Ha bugün ha yarın derken o iş hallolmadan taşınmak durumunda kaldık. İşin tuhafı kaçağın yerini de tespit edemediler. Yeniden proje çizildi. Bugünlerde borular komple değişecek. O yüzden kahvaltı, salata, çay, kahve dışında yemek pişirmeye de başlayamadık. Neyse ki sıcak su var. Banyo yapmak sorun olmuyor. Ben de tüm bu yarım işlerin arasında aval aval hangisini yapayım diye bakıyorum. Sonra çıkıp kitap okuyorum ya da kuş seslerini dinliyorum. İza'nın Şarkısı'nda annenin insana özgü acıların en acısı yaşanırken doğayı gözlemlediği bir sahne var. Biz en büyük acıyı yaşasak bile kuşlar ötmeye, bitkiler büyümeye devam ediyor. Bencillikten, vurdumduymazlıktan değil, kendilerine özgü doğalarını sürdürdükleri için. Hepsi bu. Bu yalınlıkta insana huzur veren bir şey var. O yüzden ben de eve sırtımı dönüp kuşları dinliyorum, binaların arasından görünen günbatımını, gökyüzüne kızıla boyayan o güzelliği seyre dalıyorum. Keyif alarak, sakince.

Bugün marangoz gelirse kitaplık kurulacak, duvar modülleri çakılacak. İşte o zaman kalan kolileri açıp tık tık yerine yerleştirmek mümkün olacak. 

Baştan beri en yerleşmeye hazır oda, kızımınki. Onun mobilyaları odaya tam olarak sığdığı ve monte biçimde taşındığı için ilk günden itibaren kolileri açmaya yavaş yavaş yerleştirmeye başladık. Eli değdikçe bir şeyler yapıyor. Dün kitap kolilerini boşalttım. Yerleştirdim. (Eve gelince kesin kızacak bana ancak adım atmaya yer açmak ve evi temizliğe hazır hale getirmek için koli açmaya hız vermem gerekiyordu.) Boşalan kolileri attım. Çamaşır yıkadım. Yatak odamın dolapları kuruldu. İçlerini sildim. Keyif yapmayı da ihmal etmedim. 

Eski sitemizde havuza günün pek çok saatinde binanın gölgesi düşüyor ve su benim için hayli soğuk kalıyordu. Dolayısıyla havuzu çok çok nadiren kullanabiliyordum. Yeni sitede havuz iki bloğun ortasında. Gün boyu güneş aldığı için su sıcaklığı konusunda iyimserdim. Yanılmadığımı görmek beni mutlu etti. Denize gitmeye üşendiğim hafta sonları havuzu kullanabilme ihtimali güzel çünkü. Havuzlu siteleri malûm daha çok küçük çocuklu aileler tercih ediyor. Haliyle gürültü patırtı da olabiliyor. Dün akşamüstü gittiğimde beş kişilik bir aile vardı. Dördü erkek, biri kadın. Evin en küçükleri çocuk havuzunda sakince oynuyordu. Bir numaralı çocuk ise anne babasının gözetiminde yüzme antrenmanı yapıyordu. Baba elindeki su tabancasını çocuğun başına yöneltmiş, tempo düştüğünde hiç sekmeden çocuğun kafasına kafasına sıkıyor, anne elindeki kronometreyle süre takibi yapıyordu. Yüzme yarışına hazırlanıyordu belki de. Yine de bu sıkı markaj beni biraz rahatsız etti. Baskı sürdükçe vızırdanmalar arttı. Çocuk havuzundakiler de su tabancasından nasiplerini aldılar. En minik belli ki, abisi kadar sabırlı değildi. Sesi desibel desibel yükseldi. Anne duruma müdahale etti. Tanıdık bir örüntü. İçinde kendimden de bir parça bulduğum. Anne ve babaların çoğunlukla karakterleri, çocukla kurdukları ilişki birbirinden farklı. Anne çocuk, baba çocuk gitse belki o suyun kenarına çok daha sakin, huzurlu geçecek dakikalar, itiş kakış, gürültü patırtıyla sürüyor sanki. Hem çok çocuk sevip hem de kendi seçimlerini yapmalarına izin vermemek, sürekli müdahale etmek de bizim büyük çaresizliğimiz galiba, toplum olarak. O yüzden bazen parçalanmış aileler, dışarıdakilerin yüreklerini dağlasa da o ailenin bileşenleri kendi tekil ya da çocukla çift ilişkilerinde çok çok daha huzurlu. 

Misal benimle denize, havuza gitmek sessiz bir eylem. Uzanırım şezlonga, açarım kitabımı, bakarım keyfime. Sıcaktan bunalınca hop suya demek isterdim ama o hop kısmı çabucak olmuyor çünkü boğazın suyu gerçekten soğuk. Beni bağırtmak için tek yol var: o da suya kendim girmeden ıslatmak. Onu  yapmazsanız dünyanın en sakin su arkadaşı olabilirim yanınıza. Geç girerim suya, erken çıkarım ama rahatsız etmem, sinir bozmam. Şu yaygaracı dünyada ister sahilde ister apartmanda sessiz ve saygılı komşu olmak iyi bir şey çünkü. İşte bunun için kendimle övünebilirim. 


24 Haziran 2025 Salı

İkide bir: 15

Çok yorucu bir 24 saatin ardından bu sabah yeni evimizde uyandık. 

Dün ancak eşyaları soktuk içeri. Kitaplık ve benim giysi dolabım eve kurulmadığı için evin içinde bana yüzlerce görünen kutu var. Kitap kolileri salona yığdık çünkü çalışma alanı oraya kurulacak. Yatak yorgan hurçlarla beraber baza altına girdi. Gözden ırak yerli yerinde. Mutfak kolileri mutfağa yığıldı. Duş aldık. Dışarı çıktık. Yemek yedik. İki salata, iki sodaya 15 Euro karşılığı ücret ödeyip Yunanistan'da bu paraya neler yerdik muhasebesi yaptık. Eve döndük. Kendimize temiz bir çarşaf pike bulduk ve yattık. Aşırı yorgunluk da uykumu kaçırıyor. Mekân da yeni, her şey üst üste olunca sıkıntılı bir gece geçirdik. Kedi, çocuk  gece boyu gezindi durdu. Yanıma geldiler, gittiler. Bir yerden sonra seslerini duymadım. Derin uyumuşum demek ki. 

Yarım gün evde kalacağım için önce kahvaltı hazırladık kendimize. Kahve demledik. Tabakları henüz kolilerden çıkarmadığımız için tüm kahvaltılıkları dilimleyip yuvarlak borcama dizdik. Bahçede kuş cıvıltıları arasında kahvaltımızı yaptık. Ardından usta geldi. Ebeveyn banyosunun rezervuarındaki su kaçağını tamir etti. Mutfakta hatalı monte edilmiş rafın fotoğraflarını çekti. Ev yine bize kalınca mutfak kolilerini açmaya başladık. Ablam da gelince epeyce koliyi boşalttık. Yerleştirdik. Bu evin asıl yaşam alanı mutfak olacak. Salonu daraltmamak için önceden planladığımız gibi büfe, yemek masası ve televizyonu mutfağa yerleştirdik. Eskiden çalışma masası olarak kullandığımız bir masa da mutfak adası olarak hizmet etmek üzere konumlandı. Araya çiçekler serpiştirdik. Kızımın odasına tüm eşyalar tek parça halinde girdiği için o da açıp açıp yerleştirmeye başladı. Asıl iş benim yatak odamda ve salonda. Marangoz gelip kurulum yapınca oralar da hizaya girecek. 

Şansıma bu ara iş yeri çok yoğun değil. Kurban bayramı, mezuniyetler, sınavlar, yaz tatili derken bir yavaşlama dönemi içine girdik. Bu da benim diğer işlerle ilgilenmemi kolaylaştırıyor. 

Bugünün yazısı da böyle olsun. Kısa bir merhaba, bir durum tespiti. Daha yapacak çok iş var. Salonda kitaplıkları kurmak için yeterli çalışma alanı yaratmak gibi mesela. Yolcu yolunda gerek. 

22 Haziran 2025 Pazar

İkide bir: 14

Dün yılın en uzun günüydü. Ve de mezuniyet balosu akşamıydı. 

Birkaç gün önceki aşırı sıcak yerini esintili bir geceye bırakmıştı. Boğazdan esen rüzgarla kollar üşüdü. Nice zaman sonra arabada bahar ve yaz geceleri için bıraktığım ceket geldi aklıma. Gittim, aldım ama boğazıma yangı, sinüslerime ağırlık çökmüştü çoktan. Pasta faslı da bitince lobiye çıkıp sıcak bir şeyler içelim dedik. Lattemi keyifle yudumlarken ve boğazımın ısınma hissiyle rahatlarken Parla çalmaya başladı.  "Aa bitiyor o zaman balo," dedim. Kızımın arkadaşının annesi "Aa havuzun kenarına dizildiler," dedi. Atlama anına değilse de kurulama anına yetiştik. Birkaç ıslak poz çektikten sonra eve doğru yola koyulduk. 

Böylece 8C oldu mezun tayfa. Yol boyu kukırdamalar, yazışmalar, fotoğraf paylaşmalar...

Son kale de düştü. Taşınmak için önümüzde hiçbir engel yok. Bu evimizde son pazarımız, son günümüz. Yeniden dönmek ister miyiz, büyük eve ihtiyaç duyar mıyız, minimal yaşama uyum sağlar mıyız bilinmez. Hayatın hakkımızda yazdığı büyük planda ne var? Neler bizi bekliyor? Bilmiyorum.

Yaşamın güzelliği belki de bu belirsizlikten geliyor. En büyük sancısı, dünya ağrısı da yine bu belirsizlikte saklı. Yaşadıklarımız kader mi tesadüf mü? Kader olması bir yanıyla daha romantik, daha yatıştırıcı, teskin edici galiba. Kader fikrinden, bir yaradan düşüncesinden uzaklaşınca her şey basit tesadüflere indirgeniyor. Hayatın geçiciliği karşısında seçim gücünün çok sınırlı kalması kocaman bir boşluk yaratıyor. Telafisi zor bir boşluk doğuruyor. İnsanın anlam arayışı, doyumlu bir hayat sürmesi için bir şeylere inanmaya ihtiyacı var. İnanç, bizi kurtarıyor. Daha güzel günlere olan inancımız, umudumuz ne kadar büyükse o kadar sıkı sıkı yapışıyoruz yaşamaya. Yaşamak bir tutku. Sınırlı ömrümüzde hayatımızı güzelleştirmek bir çaba. Ömür dediğimiz beyaz sayfalara siyah mürekkep damlaları da düşüyor elbette. Kaçınılmaz. Ama bu mürekkep damlasıyla ne yaptığımız önemli. Kurumasını mı bekliyoruz, öfkeyle, telaşla tüm sayfaya mı yayıyoruz. Küçük çatışmalar karşısında pire için yorgan yakmamayı da bilmek gerek. Bunu temrin etmek. Kendime ara ara hatırlattığım bilgece bir nasihat. Sizin kulağınıza küpe diye taktıklarınız ne? 

İyi pazarlar

20 Haziran 2025 Cuma

İkide bir: 13

Kalbimin tam ortasında bir sıkışıklık. Ne yapacağını bilememe hâli, çaresizlik... 

Kızgınlığımla, öfkemle bağ kuruyorum nicedir. Kırmızının açık tonlarından en koyularına savrulmadan mavilere gidiyorum. Maviyi tanıdığım için ensemi, başımın etrafını saran kelepçenin ismini daha rahat koyuyorum. Çaresizlik, hayal kırıklığı, umutsuzluk, incinme... Kapalı konuşuyorum, farkındayım, tetikleyici olayın da bir önemi yok zaten. Emeğinin karşılığını alamamak, doya doya kutlama yapamamak, sevincinin, gururunun kursağında kalması tam olarak yaşadığım. Telafisi yok. Olan oldu, bir daha o âna geri dönüş yok. İçimde hep bir sızı olarak kalacak sanırım. 

Kafamın tam orta yerinde bir soru işareti. Tam bir belirsizlik ... 

Nedenini bilmiyorum. Tahminde bulunmak, teşhis koymak istemiyorum. Bir yanım herkes eylemlerinin olağan sonucuna katlanmalı diyor. Bir yanım ilişkiler ödül ve cezanın ötesinde bir yerde, saçmalama diyor. 

                                                                              *

Maddeler halinde bir yazı olacak bu. Bir daldan bir dala uçarken, konduğum her bir yeni dalı klavyede bulduğum * sembolüyle ayıracağım. Ne şahane buluş, değil mi? Öyledir, insan aklı hünerli buluşlarıyla ünlüdür ve de yıkıcı olanlarla. Birkaç deli liderin peşinde sürükleniyoruz asırlardır. Geçmişin mağdurları şimdinin zalimlerine dönüyor koca dünya elimiz kolumuz bağlı izliyoruz. Kötülüğün bunca çoğalması iyilerin sessizliğine yoruluyor. Sessiz miyiz sahiden? Yoksa güçsüz mü? 

                                                                             *

Dün akşam bir arkadaşım mesaj attı. Sana koli buldum bırakayım diye. AVM'ye gitmiş, bagaj hacminde yassı koliyi istiflemiş. Özen böyle bir şey. 

                                                                              *

Aranan yatak bulundu. Annem bugün servise çıkıyor. 

                                                                               *

Ebeveynlere bir soru: Çocuğunuz sizin değerlerinize göre toplum içinde diğerlerine ve size karşı antisosyal tutum sergilediğinde, elalem ne der diye değil sahiden incindiğinizde ne yapıyorsunuz? Nasıl tepki veriyorsunuz? Bu durumu nasıl yönetiyorsunuz?  Çocuk bu yapar diyemediğiniz durumlar hangileri? Sizin kırmızı çizginiz ne?


18 Haziran 2025 Çarşamba

İkide bir: 12

Taşınma, LGS ve hastalık dışında yazmak istiyorum ama kutsal üçlüm bunlar, bu aralar... Zorlanmalar var. Çözümleri zaman alacak biraz. O zamanın geçmesini beklerken başkaca neler oluyor, oralardan haber vereyim. Kişisel tarihimin küçük güzel şeyleri listesi bir nevi. 

Önce güzel bir haber paylaşayım. KE Çocuk'un yeni sayısında bir kısa öyküm var: "Yargıcı Gözlükler"

Bir tetikleyici olay karşısında hortumun içine çekilir gibi nahoş duygular içine çekilmemizi, bu duyguların etkisi altındaki çatışmacı davranışlarımızı, hataları kabul etmeyi, telafi etme çabasını konu edinen öyküyü buradan okuyabilirsiniz. 

Fatih Erdoğan sosyal medyada bir duyuru yapmış. Mavibulut'un kitaplarını okuyacak 100 okur arıyor. İlk kitabı yollayacak. Okudum deyince bir soru soracak, bilene bir kitap daha yollayacak. İlk üç kitaplık aşamayı geçenlere yeni yayımlanan kitapları yollamaya devam edecek. Amacının "bu yolculukla birlikte, sadece kitap alan değil, kitapları gerçekten okuyan, zaman zaman görüşlerine başvurabileceği 100 kişilik özel bir okur kulübü oluşturmak" olduğunu söylüyor. Teklif cazip gelince yazdım ve projeye dahil oldum. Nitelikli çocuk kitaplarını düzenli okumak, üzerine düşünmek benim kendi okuma yazma yolculuğuma da yardımcı olacak çünkü. 

Emily In Paris'i tekrar izlemeye başladım. Orijinal ve İngilizce alt yazılı olarak. Dili diri tutmanın yollarından biri bu, benim için. Ara ara başvuruyorum bu yönteme. Her şeyi anlamasam da, kulağıma bolca İngilizce çalınmasının işe yarayacağını biliyorum. Gözümün alt yazıya kaymamasına çalışıyorum. 

Dün elbirliğiyle yedi kişi kitaplığı indirdik ve neredeyse tamamını paketledik. Salondaki büfenin ve vitrinin içi de boşaldı. Yardımlaşmak gibisi yok. 

Bu akşam ve cuma da yardım alırsam pazar günü evi taşıyabileceğimden neredeyse eminim. Hele bir atalım içeri kendimizi. Gerisi yavaş yavaş hallolur. 

16 Haziran 2025 Pazartesi

İkide bir: 11

Dün üzücü bir haber aldım. Engin Çetinbağ'ı kaybetmişiz. Yüz yüze tanışma imkânı bulduğum, değerli biriydi. Onu en son Yalıhan'da gördüm. Faruk Duman, Zeynep Eşin ile beraber gelmişlerdi. Söyleşinin sonunda yeni kitabını imzalatmıştım. Öykülerini de zevkle okumuş, hatta Parşömen'ın yıl sonu soruşturmasında da paylaşmış, şu sözlerle anmıştım. 



Karanlıkları Yara Yara (Engin Çetinbağ /Alakarga Yayınları)

20 yıl aradan sonra öykü kitabı yayımlanan Çetinbağ, yeraltı mühendisi olarak geçirdiği uzun meslek hayatından damıttığı deneyimlerle madenleri mekân tutan, madencilerin hayatlarını ele alan bir kitapla karşımızda. Öykü kitaplarındaki tekdüzelikten sıkılan okurların dikkatine! 

Çetin Bey ile 2016 yılında tanıştık. Öykü Günü kutlamak için yaptığımız küçük organizasyonun duyurusunu görünce bana sosyal medya üzerinden ulaştı. İştirak etti. Tanıştık. Geçmiş yıllarda Can Yayınları'nın yazarlarının da katıldığı ÇOMÜ işbirliğiyle düzenlediği etkinliklere dair bilgi verdi. Beraber yemek yedik.



İlerleyen zamanlarda jürisinde bulunduğu Madenci Öyküleri'nin yayımlanan birkaç kitabını hediye etti. Ara ara karşılaştık. Sohbet ettik.  İzmir Çanakkale arası mekik dokuyor, yılın belli dönemlerini buradaki evinde geçiriyordu. Yakınlarda Türkçe öğretmenliği bölümü öğrenci bir arkadaştan burada yazar sanatçı evinde yaratıcı yazarlık üzerine atölye düzenlediğini duymuştum. Birikimliydi, aktaracakları, anlatacakları çoktu. Devri daim olsun. Öyküleriyle yaşasın. 

                                                                            *

Dün yoğun duygular içinde geçti. Evladı LGS'ye saatinden önce, eksiksiz, sakin bir ruh hâli içinde teslim ettik. 45 dakikalık arada karnını doyurduk, motivasyonunu koruduk. Sınav çıkışı eve gittik. Arkadaşıyla buluşması sağlandı. Ardından benim arkadaşlarımla buluşuldu. Boğaza nazır bir terasta oyun keyfi yaşandı. Kaç soru doğru, kaç soru yanlış hesaplarına girmek istemedi. Dün büyük gündü. Kutlanmayı hak ediyordu. Sabah sınava girdiği okuldan kitapçığı aldım. Kendi okuluna götürdüm. Kontrol edince aradı haber verdi. Sonuç beklediğimiz gibi, yıl içinde gösterdiği performans doğrultusunda. Kırmadan, dökmeden, saçmadan, saçılmadan yılı bitirdik şükür. Bu hafta sınav sonrası okuldan kaçmalar, mezuniyet töreni, balo, eğlence ile geçecek. Geçiyor. 

                                                                              *

Bugünün yazısı da böyle olsun. Dilerim sizler iyisinizdir. 



14 Haziran 2025 Cumartesi

İkide bir: 10

Bugün 14 Haziran. Che Guevera'nın doğum günü. Kızım söyledi. Onun dışında bir aile büyüğünün kendisinin seçtiği doğum günü. Seçtiği deme sebebim, nüfusta farklı bir gün yazıyor olması. Bilirsiniz işte, kimi yaşlıların gerçek doğum günleri belirsizdir. Anne babalarından duydukları laflar vardır: kirazlar çıkmıştı, ayçiçekleri açmıştı gibi ve tahmini bir tarih belirlenir. Laf buradan açılınca kızıma sordum: "Sen hangi günü doğum günü olarak seçerdin?" Düşündü. Burç da değişeceği için hemen karar veremedi. Terazi dengesiz olur, balık sulugöz, ikizler ikiyüzlü dedi. İçinden geçtiğimiz günler İkizler'in olunca kollama isteği geldi galiba. "Olgun olmayan İkizler ikiyüzlü, olgun olanların ise zihni uçuş uçuş olur," dedim çok biliyormuş gibi. Devam ettim: "Eğer yaratıcı bir işle ilgileniyorsa bu uçuş uçuşluk da çok işine yarar." Düşündü. "Yaratıcılığı severim," dedi. Hangi burca atanmak istediğini düşünmeye koyuldu. Yanıt bulamadan hastalarıma rastladım. Kızıma yarınki sınavda başarılar dilediler. 

Bunca yıl, bunca karşılaşmadan sonra tepkisi hâlâ aynı. Hastaların onunla ilgili bunca şeyi bilmesini sinir bozucu buluyor, biraz da şaşırtıcı. Bir hekim ve bir hasta karşı karşıya geldiğinde aralarında bir boşluk kalmalı ona göre. Bir çift el, çalışmalı bir boşluğun içinde ve gitmeli diğeri işi bitince. Oysa insan sosyal bir varlık. Her karşılaşma bir temas. Her temas iz doğurur. Kitabı bile var. Boşluk tamamen dolmuyor hiçbir ilişkide, her daim kalıyor ama birine yaklaşmayı ve o boşluğun azalmasını da çok seviyoruz. Meftunuz buna, hatta mecbur. 

12 Haziran 2025 Perşembe

İkide bir: 9

Bir önceki yazıyı sabahın erken saatlerinde, henüz yataktan çıkmadan, güne yeni başlamanın huzuru, dinginliği içinde yazmıştım. Akşamına bu sükunet sarsıldı ve yerini telaşlı ve stresli bir 24 saate bıraktı. Anlatayım.

Annem akşamüstü eczaneden dönerken sitenin giriş kapısında basamağa ayağa takılıp düşmüş. Ağrı içinde komşular tarafından eve çıkarılmış. Doktor ve hemşire bir çift tarafından koltuğa sırtüstü yatırıldıktan sonra durumdan haberdar oldum. Tesadüf bu ya, koltuğa oturttuğum hastamın anne babası 112 çalışanıydı. Hemen aradık ambulansı yönlendirdik. Ben işleme başlamadan annemin yanına gittim. Ambulans geldi. Prosedür gereği annemi en yakın hastaneye yani Tıp Fakültesi'ne götürdü. Acil tıp uzmanları canla başla çalışan, yeri geldiğinde güvenliğin, hastabakıcıların işlerini dahi üstlenen özverili hekimler. Muayene, röntgen derken annemin sağ oturma kemiğinde kırık olduğu anlaşıldı. Ortopedi konsültasyonu istendi. Ardından tomografi çekildi. İki ortopedist de acil ameliyatta olduğu için birinin annemin tomografi sonuçlarının görülmesi, tedavisinin düzenlenmesi gece yarısını geçti. Kızım yalnız kalmasın diye annemi ablamla bırakıp gece 23.00'de ben eve geçtim. Telefon yanı baş ucumda yatağın içine girdim. 

Kötünün iyisi bir düşüş olmuş. Ameliyat gerektirmeyen ancak 8 hafta yatak istirahati gerektiren bir süreç başladı bizim için. Her şey planlanınca annemi eve transfer etmek istedik ve işler orada sarpa sardı. 112 üniversite hastanesine acil hasta bırakıyor ama çıkış yapmıyor, üniversite ambulansını zinhar vermiyor. Ablam sağlık müdürlüğünden emekli, ben 25 yıllık diş hekimiyim. Annemizi alıp 3 kmlik yolu getirmek için onlarca telefon görüşmesi yapmamız, her defasında bir üst amire, sonunda İl Sağlık Müdürü'ne  ulaşmamız gerekti. Sonunda o ambulansın kontağı çevrildi. Bu kez de biz yukarı çıkarmayız, taşıyacak insan bulun, dendi. Kalktım annemin sitesine gittim. Havuz başında çocuğunu yüzdüren bir baba buldum. Orada oturan eski bir arkadaşımı aradım. Asistanlarımdan biri kalktı geldi. Yollayın, karşılıyoruz dedik. Ambulans yola çıktı. Gelince de yukarı kadar getirdiler. Bunca zorluğun, çekişmenin arkasında ne vardı, hâlâ anlamış değilim. Bununla beraber çok saçma bir yorgunluk, ağlarını kullanmak için gereksiz bir efor yaşadım. Bu stresi üzerimden atmak için çokça tanığa ihtiyaç duyuyorum. Bu yüzden yazmak ve yükü azaltmak istedim. Dün rahatlamak için arkadaşlarımı da aradım. İki tanesinin de yakını hastanedeydi, biri genç, diğeri yaşlı. Onlar da problemlerini çözdüler çok şükür. Birkaç telefon görüşmesi desteği yeterli gelmedi. Sarılmalı, öpüşmeli, çaylı, kahveli sohbetlere de ihtiyacım var rahatlamak ve biz ne yaşadık yahu demek için. 

Annemin evine anahtarla girdiğim bir dönem başladı. Anahtarım olsa da kullanmazdım çünkü. İlle zile basacağım. O kapıyı açacak ve beni ayakta karşılayacak. Şimdilik 8 hafta kadar süreyle bu mümkün değil ama Allah beterinden de saklamış. İlk kez yaşlı bakım vereni olmadığımız için planlamayı bu defa çok hızlı yaptık. Ablam annemle hastanedeyken ben dün sabah medikale gittim. Havalı yatak, hasta pedi, hasta bezi aldım. Yatağı hazırladım. Babamın eski bakıcısı destek için geldi. Sabah akşam yapılacak kan sulandırıcı iğnenin ilkini dün hemşire komşumuz yaptı. Bana yapabileceğim alanları gösterdi. Bu sabah görevi devraldım. 

Sabah erken uyandım. Dün gece aldığım kemik suyunu da katarak mercimek çorbası pişirdim. Sıcak sıcak götürdüm. Enjeksiyonunu yaptım. İşe gelmeden önce kordonda yürüyüş yaptım. En sevdiğim çay bahçesine oturdum. Kahve içip etrafı izledim. Yoga, meditasyon eğitmenlerinin parasempatik sinir sistemini aktive etmek, kendimizi yatıştırmak için tavsiye ettiği şeylerden birisi de, gözlerimizle içinde olduğumuz mekânı izlemek, biliyorsunuz. Stres altında o daralan bakış açısından çıkıp güvendeyim diyebilmenin bir yolu bu çünkü. Sen bilmesen de beden biliyor. Dün de beden beni dışarı attı. Gittim, kordona yakın bir marketten alışveriş yaptım. Yürüdüm. Etrafı izledim. Mekânlar dolu, insanlar cıvıl cıvıl ve birbirleriyle temasta. Şimdi hastalık ve dinlenme var ama her şey kontrol altında. Annem güvende ve benim hayatım olağan akışında devam ediyor. Bu kadar kısa sürede kendimi (olabildiği, yapabildiğim kadar) regüle etmeyi başardığım için de ayrıca tebrik ediyor, bu görüyü kazanmamda bana yardımcı olan her türlü kaynağa da teşekkür ediyorum. Dilerim siz afiyettesinizdir.