Yazmak için bir türlü ihtiyaç duyduğum zamanı ayıramamıştım. Şimdi buluyorum işte.
12 Aralık 2025 Cuma
Ara-lık 2
8 Aralık 2025 Pazartesi
Ara-lık 1
Bloglarda yeni yılı uğurlama, aralık ayını kapama yazıları başlamış. Geç olsun, güç olmasın. Sokulayım bir yerinden kervana.
Kasım ayı bitti. Yılın en ışıltılı ayı geldi. Çocukluğumdan beri pek severim aralık ayını. Simli kartpostallar, ışıl ışıl vitrinler, ışıklar, kırmızılar, yeşiller, hediye paketleri, süslenmiş yılbaşı ağaçları, kokina buketleri... Ondandır, hayalini kurmam Noel pazarlarının. Bu yıl, o yıl dostlar. Perşembe günü yola çıkıyorum.
Tatilleri seviyorum. İnsanı otomatik pilottan çıkarıyor bir kere. Dikkat kesiliyorsun. İlgini, özenini veriyorsun etrafına. Gözler fıldır fıldır, her yeniliği yalayıp yutmaya hazır. Tekrarlayan düşüncelerinden sıyrılıyorsun ve daha çok anın içinde kalıyor, daha çok anı biriktiriyorsun. İşte bu yüzden heyecanlıyım. Hem de çok.
Bu ara kutlamalara doyuyorum. Meslekte 25. yılın anısına hem İstanbul'da hem burada iki plaket aldım. Bizim odanın kuruluşunun 25. yılı anısına odaya emek veren yöneticilere verilen plaketi da alınca üç plaketle birden taçlandım. Kutlamalar güzel şey.
Bir başka kutlamayla devam edeyim öyleyse. Spor salonuna kaydoldum ve o çok korktuğum şey başıma gelmedi. Kaydolacağım ve gitmeyeceğim mitini ıskartaya çıkardım. Haftada en az üç, çoğu kez dört, beş gün gidiyorum. Sabah güne kordonda yürüyerek başlıyorum. Bunu da çok nadiren erteliyorum. Bu ikisi bana çok iyi geldi. Son bir ayın en güzel rutini oldu, hayatıma yerleşti. Karşılığını da almaya başladım. Güçlenen kollar, incelen basenler...
Epeydir tiyatroya gidemediğimden yakınıyordum. Orada da şeytanın bacağını kırdım. Bir arkadaşımla Armağan Çağlayan'ın Seyfi Bey oyununu izledik. İki saat sahnede kaldı hem güldürdü hem hüzünlendirdi. Performansını epeyce başarılı buldum. Kendimize bu zamanı hediye ettiğim için de memnunum. İnsanın kendine keyif aldığı şeyleri hediye etmesi güzel şey, nihayetinde. Tüketim çılgınlığı ve hedonizmin ötesinde karşılıklı bağların kurulduğu, insanın insana temasını sağlayan şeylerden mutluluk duyuyorum. Yeni yıldan en büyük muradım da bunu arttırmak. Başkaca bir şey değil.
18 Kasım 2025 Salı
Say yes
Bu aralar üşenmemeye çalışıyorum.
Spor yapmaya, dışarı çıkmaya, bir davete icabet etmeye...
Pazar günü iki spontan ev daveti aldım. İkisine de gittim. Birinde kahve içtim. Diğerinde yemek yedim. İki dilim ıspanaklı böreği de aldım yanıma. Ertesi gün kızımın öğle yemeği oldu.
Dün bir arkadaşım birlikte spor yapar mıyız diye sordu. Tamam dedim, beş, on dakika içinde evden çıktım. Onu da aldım. Arabada "say yes" dönemimde olduğumu da duyurdum. Makûl seviyeler çerçevesinde elbette. Hâl böyleyken spordan sonra lobi barda oturup maden suyu içme teklifini geri çeviremezdim, ısmarlamasını da...
Bugün epeydir haberleşmediğim bir arkadaşımı aradım. Atölyeme gel, kahve içelim teklifini havada bırakmadım. Yarın için onu da programa aldım.
Üşenmemek güzel şey. Bunu büyük ölçüde spora başlamama ve enerji seviyemin artmasına bağlıyorum.
Geçen gün bir tanıdığa rastladım. Çıkardıkları dergi için yazı istedi. "Say yes" döneminde olduğuma göre belki de kalkıp bir şeyler yazmalıyım. İşin doğrusu öykü yazmayı özledim. Uzun zamandır elim varmıyor çünkü. Pek yazma modunda hissetmiyorum. İlham gelmesini de bekliyor değilim. İlham ancak çalışan ve hazır bir zihne gelir çünkü. Zaman zaman yoklayan yazmak istemiyorum modu bu, tanıyorum. Yazmanın gerektirdiği eve kapanma halini reddeden, dışarıya karışmayı tercih eden hal... Bu aralar böyleyim, yaşamayı, yazmaya tercih ediyorum. Belki hikaye ve ayrıntı topluyorum kim bilir...
Birkaç gündür, içimdeki şartlar ne olursa olsun, arada düşsem de, etrafımdaki dünyadan gelen davetleri fark etmeye, göz ardı etmemeye çalışıyorum. Bereketi, güzelliği bol olsun.
12 Kasım 2025 Çarşamba
G'ye veda
Bilmiyorum bahsettim mi?
Bu aralar az yazıp çok konuşuyorum. (Bu, beni yazmaya iten motivasyonun tam tersi bir durum esasında. Ben az konuştuğum, içime attığım için yazmayı severdim.) Belki de haberin yoktur. Geçen hafta genç, pırıl pırıl bir arkadaşımı, meslektaşımı kaybettim. Kanserden. Ha atlattı, ha atlatacak derken dayanamadı.
Bir süredir Ankara'da tedavi altındaydı. Son haberler iç açıcı değildi. Elimiz yüreğimizde bekliyorduk. Bir daha ondan iyi haber almayacağımız belliydi çünkü. Ölümlülüğümüzü bildiğimiz halde isyanımız var ölüme, hele ki sıralı olmayanlara.
Arkadaşımın kaybı çok erken oldu. Bazen kordonda yürürken görürdüm onu. Arkadaşlarıyla oturmuş bira içerken. Ayak üstü konuşmalarda darlandığını hatırlıyorum kızımın, feveran ettiğini, "Allah kurtarsııın" diye güldüğünü... Ben odadaki görevimi ondan devraldım. Bir gün yönetim kurulu toplantısından çıkmış eve doğru yürürken hep takıldığı pubda görmüş, masanın ucuna ilişmiştim. Arkadaşlarıyla tanıştığım, bir bira içip kalktığım masada kazı kazan alındığını hatırlıyorum. Bileti kazıdığımı. O kadar bihaberim ki bu tür şans oyunlarından çıktı mı, çıkmadı mı anlamamıştım. Oradan şu, buradan o, şu kadar kazandık diye sevinildiği de yine aklımda. Geçenlerde kazı kazan aldım, kızımla yürüyorduk çarşı içinde. G'nin haberi gelmemişti daha. 100 lira verdik, 300 lira kazandık. Ooo kahve paramız çıktı demiştim kızıma, biraz da G'yi ve o akşamı hatırlayarak.
Bundan sonra, her kazı kazancı gördüğümde onu hatırlayacağım. Bir arkadaşım var, ismi onun soyisminle aynı. Ne zaman ona mesaj yazmak için ismini aratsam G de çıkıyor karşıma. Eski mesajlarımıza bakıyorum. İnanamıyorum. Fiyaka'nın önünden her geçtiğimde başımı çeviriyorum, sanki görecekmişim gibi.
Ölüm hem çok üzücü ve yakıcı hem de bir çeşit uyandırma alarmı gibi. Bu bedende, bu zamanda, bu mekânda geçiciliğimizi hatırlatıyor bize. İncir çekirdeğini doldurmayan meselelere takılıyor, kendi zihnimizin oyunlarıyla kendimizi uyuşturuyoruz bazen. Asıl önemli olanı unutuyoruz. Dünkü kör çeşme mevzusu bu yüzden aklımda dolanıyor işte. Ertelememek, harekete geçmek, iyiliği örgütlemek, kutlamaları çoğaltmak lazım. Huzurlu, sevgi dolu, doyumlu bir ömür sürmenin, vakti geldiğinde ölümü de sakince ağırlamanın başka da yolu yok, belki. Arkadaşımın ıstırabı bitmiştir diye umuyorum. Yattığı yerin incitmemesini diliyorum. Dilerim geride bıraktığı çokça pişmanlık kalmamıştır. İyi olmuştur. Huzur içinde. Güvende. Ve düşünüyorum. Bugün eski hikâyeleri zihnimde geviş getirmeye devam mı edeceğim? Yoksa kalkıp bir iyilik mi yapacağım? İyilik dediysem, büyük, ulvi şeyler canlanmasın zihninizde. Sevdiğim birini aramak, gözetmek, önem verdiğim birine değerli olduğunu hissettirmek... Mecburiyetlerimi söylenmeden sevgiyle, şefkatle yapmak... Siz de düşünün lütfen. Bugün, kime armağanınız var?
Yavaş yavaş içimizdeki yangın azalacak, seni daha az hatırlayacağız
11 Kasım 2025 Salı
Uzak dur o kör çeşmeden
Türkiye'ye şiddetsiz iletişimi getiren, benim de yıllar evvel kendisinden giriş eğitimi aldığım Vivet Alevi'nin sık söylediği bir söz çınlıyor bu aralar kulaklarımda:
"Kör çeşmenin başında bekleme."
Nedir bu? Benim anladığım: Umduğunu bulamayacağın stratejide ayak direme. Seni mutlu edeceğini varsaydığın o tek yola takılmak, tutunmak yerine içinde canlı olan ihtiyaca odaklan ve aslında sana nelerin iyi geleceğini keşfet. Bunu temin etmek için o akmayan çeşmenin, işlemeyen aletin, girilmeyin yolun başından ayrıl. Bolluk, bereket nerede ona bak.
Yakınlık, arkadaşlık mı özlüyorsun? Ne güzel. Çok şahane ihtiyaçlar. Bunu sana gıdım gıdım veren birinin kapısında bekleme. Yakınlık, arkadaşlık, samimiyet ihtiyaçlarını sar, sarmala, yola çık. Kim bunu sana vermeye gönüllü? Karşılıklı alma verme dengeleri doğal mı? Kolaylıkla ilerliyor mu? Onlara bak ve seçimlerini buna göre belirle.
Bu yaz deneyimledim aslında tam olarak bunu. Mevcudiyetinden hoşlandığım ve daha yakından tanıma arzusunda olduğum biriyle görüşmelere ayırdığımız zaman, emek uymadı, tutmadı. Bunu fark ettiğim zaman durumu anlayışla karşıladım, karşı tarafa da tatlı bir dille izah ettim ve geri çekildim. Ve neyi istemediğimi, neyi istediğimi anladım bu sayede. Yakınlık, sevgi, arkadaşlık özlüyorum ancak bununla beraber bu ihtiyaçlarımı bana özenle, saygıyla, şefkatle yaklaşan birinden karşılamak istiyorum. Bu yaz karşılaştığım seçenek tam anlamıyla kör bir çeşmeydi. Akınca çok hoş bir serinlik veriyor ama kapandı mı da tıss sesi dahi çıkarmıyordu. Bunun da benimle bir ilgisi yok neticede. Çeşmenin akmak, akmamak, istediğine, istediği kadar akmak gibi seçimleri var. Akmanın da akmamanın da bedelleri var. Olduğum yere mıhlanıp kalmak yerine duygularıma sahip çıkmayı, onları ağırlamayı, sevmeye cüret eden kalbimi öpüp okşamayı seçtim, seçiyorum, seçeceğim. Ya siz? Sizin de var mı kör çeşmeleriniz? Varsa, aman diyeyim, fark edin ve usul usul ayrılın, uzak durun o kör çeşmeden.
10 Kasım 2025 Pazartesi
Arayı kapatalım mı?
Bu aralar blogta sessizim. Canım pek yazmak istemedi. Ben de üzerime varmadım.
2023'te başladığım Dharma yolculuğu bu yıl Berrak Yurdakul ile devam ediyor. Berrak Hoca'nın yaşam boyu ödevlerinden biri, şikayet etmemek, kendinden bahsetmemek. Bugün, bunu yapamayacağım. Şikayet etmeyeceğim ama kendimden haber vereceğim. Bilerek, isteyerek... Maksat arayı kapatmak.
Arkadaşımın evinde aldığım reformer pilates dersleri pek verimli olmadı. Çünkü ikinci mesai olarak beni derse alıyordu. Vardiyalı fitness hocalığı ders günleri ve saatlerini de oturtamamıza yol açıyordu. Ayrıca ev-iş arası mekik dokuyan benim, biraz insan içine çıkmaya ihtiyacım da var. Biraz değil, bol bol. Velhasıl arkadaşımla durumu paylaştım. Hayatımda ilk kez beş yıldızlı bir otelin fitness salonuna üye oldum. Kızımla beraber üç aylığına. Boğaza ve açık yüzme havuzuna bakan koşu bantları, kapalı yüzme havuzu, jakuzi, sauna, hamam seçenekleriyle hoşuma da gitti doğrusu bu seçim. Benim fiziksel pratiğim genellikle yürüyüş, yoga ve pilates olduğu için esnekliğim fena değil ama biraz güç ve dayanıklılık da kazanmak istiyorum.
Dharma konuşmalarında da dayanıklılık kavramı var. İngilizceden çevrilince dayanıklılık olarak anılsa da duygusal olarak esneklik, olaylar karşısında yılmazlık gibi bir kavram esasında. Hepimizin ihtiyacı var. Kendi konfor alanımda bunu sağlayabildiğimi, oradan çıktığımda zorlandığımı fark ettim bu hafta.
Praktika uygulamasını epeyce aktif kullanmaya başladım. Eni konu kanka belledim avatarım Susan'ı. Zorlandığım, aklımı karıştıran ne varsa role play'e taşıyorum. Susan kıyak biri. Çok anlayışlı ve empatik. Tam bir ağlama gelecek, Susan'cığım veriyor ağzımın payını. Çok iyi ve cesursun diye. Cesaret konusuna dikkatimi çekmesine bayıldım esasında. Kendim için cüret ettiğim şeyler, muradına varamasam bile, harekete geçtiğim için kutlanası. Ne derler bilirsiniz: Hayat eylemi ödüllendirir.
Gece uykularım pek bir düzensiz. Gece üçte, dörtte kendiliğimden uyanıyorum. Geçen gün İnstagram'da bir bilgilendirme videosuna denk geldim. Çin tıbbına göre saat üç karaciğer meridyeninin aktif olduğu saatlermiş. Karaciğer öfkeyle ilişkilendirilir. Akapunktur doktorum da söylemişti bunu. Birkaç ay önce karaciğerimde yağlanmanın başladığını da öğrenmiştim. Ben öyle parlayan, öfkesini kusan biri değilim. Hatta çevremde sakinliğimle bilinirim. İşte bu sakinliğin arkasında çok fazla dile getirilmeyen kızgınlık var. Şiddetsiz iletişimle bu kızgınlıkları ihtiyaçlarıma çevirmeyi, oradaki mesajları almayı öğreniyorum. Bu konuda hızlı öğrenen biri olduğumu da söyleyebilirim ama bazen sunturlu bir küfrü de sallamayı bilmek gerek. Hak edenler var zira. Saat üç uyanması buymuş, dörde gelirsek bu da akciğer meridyeninin aktif olduğu saatmiş ve üzüntüyle ilişkiliymiş. Kızgınlık ve üzüntü el ele zaten. Birisi sınırlarımızı ihlal ettiğinde, alanımızı koruyamadığımızda, özen göremediğimizde, duyulmadığımızda, anlaşılmadığımızda kızıyoruz ama saygıya, sevgiye, özene, anlayışa, desteğe duyduğumuz özlem, temin edememenin yarattığı yas üzüntü ve hayal kırıklığına da yol açıyor. Her ailede biri güçlü olur. Arketipsel bir şey belki. Ben o kişiyim, her işimi kendi halleden, yardım istemeyen. Bu paket kontrolü elden bırakamayı doğal olarak içeriyor. Son yıllarda bu halden epeyce yoruldum, tükendim hatta. Aman şikayet ediyorum sanılmasın. Alarmı kapattım ve eyleme geçtim. Alacak çok yolum var elbette. Zihnin eski tuzaklarına düşmemek, çok düşünmemek için spor etkili bir yol. Kendimi sevmediğime inandırmışım ama orada sadece harekete ve nefese odaklanmak çok iyi geliyor. Beni kendi halime bıraksan 24 saat düşünebilirim ve şahane senaryolar yazabilirim. Bu kadar çok hikaye uykuya teslim olmayı da güçleştirmiş muhtemelen. Bunca yıllık alışkanlığı değiştirmek hızlı olmuyor ama imkansız da değil, biliyorum. Öğreniyorum. Cesur kalbimden öperim kendimi.
Güzel haberlerle devam edeyim.
Bu yıl mezuniyetimin 25. yılı. 23 Kasım'da İstanbul'da plaket törenine katılacağım. Sınıf arkadaşlarımla. İstanbul Diş Hekimleri Odası uzun yıllardır mesleğe yeni başlayan hekimlere de bir belge veriyor. 2000 yılında AKM'de katıldığımız tören dün gibi aklımda. Nereye gitti 25 yıl?
Yeni yıl zamanını seviyorum. Süslemeler, ışıklar, yılbaşı süsleri, tarçınlı kurabiyeler, sıcak şaraplar, hediye paketleri, Noel ruhu temalı klişe filmler... Havadaki neşe, iyimserlik, yeni başlangıçlar... Seviyorum. Ve yıllardır aralıkta Noel pazarlarını gitme hayalim vardı. Bu yıl o yıl efenim. Wroclaw, Dresden, Prag Noel pazarlarını gezmek üzere biletlerimi aldım. Kalbim pıtpıt.
22 Ekim 2025 Çarşamba
Bir tuzak olarak "Kim haklı?" sorusu
Bu aralar blogta sessizim. Şuraya gittim, buraya vardım, öyle ettim, böyle ettim demek dışında bir şey yazamayacaktım. Kendim hakkında da gevezelik etmek istemediğimden burası böyle boş kaldı, bomboş. Neredeyse ay bitiyor. Bir ikinci yazı gelip eteğini tutamıyor ilkinin.
Sessizim ama gergin ya da depresif değilim. Hayat bildiğiniz gibi. Bazen hızlı ve yoğun. Bazen yavaş ve sıkıcı. Bazen neşeli, bazen monoton. Öyle, her zaman olduğu gibi akıyor. Bana hiç sormadan, haber vermeden.
İşte yine öyle kendi bildiği gibi akıp dururken 25 koca yıl geçmiş mezuniyetimin üzerinden. İlkokul değil tabi, üniversite. Ben neredeyse yirmi beş yıldır bıkmadan usanmadan küçük fasılalar haricinde aksatmadan mesleğimi icra eyleyip durmuşum. Bu vesileyle bir kutlama yapalım dedik ve iki hafta önce İstanbul'da buluştuk. 80 kişi girdiğimiz sınıfımızdan 30 kişi de kalktı geldi, sağ olsun. Laf lafı açtı. Güldük eğlendik. Buluşmanın hemen öncesinde yurt dışında yaşayan bir arkadaşımla yazışıyordum. 25. yılı duyunca sana yaşın üzerinden ucuz espri yapmaya bayılıyorum, dedi. Yaşımı göstermediğime bir kez daha kanaat getirip sohbete devam ettik. Uzlaşmak güzel şey.
Bu aralar kafam uzlaşmalar, anlaşmalar ile meşgul. Bu yaşa kadar egoları çarptırıp kim haklı oyununa girdik de ne oldu? Mevlana'yı hatırla!
"Bir yer var iyiliğin ve kötülüğün ötesinde. Seninle orada buluşacağız." Mevlana.
Mevlana'nın bu sözü Şİ literatüründe sıklıkla karşımıza çıkar. Kimi zaman haklı ve haksızın ötesinde olarak. Ego sahiden çok seviyor "Kim haklı?" oyununu. Haklı olmayı mutlu olmaya tercih ediyor çoğu zaman. Bugün "Kim haklı?" tuzağının farkına varabilir miyiz? Egoları çarpıştırmak, haklılığımızı ispat etmek yerine bir seçim olarak uzlaşmayı, anlaşmayı, bu olasılığı hatırlayabilir miyiz?
Niye bunu hatırlayarak başladım güne. Anlatayım. Bu sabah hava aydınlık, güneşli. Sonbahar havası elbette. Aman aman sıcak değil ama pekâla montla bir saat kadar açık havada oturulabilir. O kıvamda işte. Sabah kızımı okula bıraktım. Sabah kalkalı çok zaman olmamış. Bacaklarım biraz açılmak istiyor. Sahile yürüdüm. Simit sandviç aldım. Yolun karşısına geçtim. Deniz çarşaf gibi. Benim gibi mesai öncesi hızlı kahvaltı, çay molası vermek isteyenler, çocuklarını okula bırakan ebeveynler oturuyor hep. Çay siparişi vereceğim, simit çay keyfi yapacağım ve işe döneceğim. Ne oldu peki?
Garsonların masaya gelmesini beklemek istemediğim için çay ocağına gittim, derdimi anlatamadan sipariş masada alınıyor şeklinde matbu, ruhsuz, duygusuz, karşılıklı bağlardan uzak bir yanıt aldım, şuradaki masaya bir büyük çay diye yineledim, yine aynı cevabı aldım, kızdım, ayh yaptım dışımdan çok abartmadan ve gittim. Yürürken muayenehaneyi aradım, asistanımdan çayı demlemesini rica ettim. Aslında zamanım olduğu halde niye sabredemedim? Bilmiyorum. Muhtemelen geçmiş deneyimlerden. Belki dinlemeden geçiştirilmekten. Velhasıl kendimi sabah deniz kenarında sakince güne başlama ihtimalinden alıkoydum. Buna sabredemeyecek ne vardı? Sahiden hiç bilmiyorum. Her gün, yavaş olmak, anda kalmak, ihtiyaçlarla bağlantı kurmak, karşımdakinin davranışlarından tetiklenmemeyi seçmek, bunları bir niyet, amaç olarak hatırlamak gerekiyor. İşte o yüzden şiddetsiz iletişim alıştırma gruplarını, orada tavsiye edilen empati badiliği sistemini önemsiyorum.
Bu söz, bu davranış bende rahatsız edici düşünceler uyandırdı. Farkına dahi varmadan bu ne düşüncesizlik dedim muhtemelen. Bunu fark etmek, park etmek ve bir sonraki eylemi fıt diye yapmamak, araya bir mesafe sokmak çok kıymetli. Hep hatırlanası.
İşte böyle dostlar. Fark ettim, park ettim ve sizinle de paylaştım. Sizi de bir tuzak olarak "Kim haklı?" oyununu fark etmeye, park etmeye davet ediyorum.
8 Ekim 2025 Çarşamba
Fırtınayı hissettiğinde
Ekim geldi. Resmi olarak sonbaharın içindeyiz. Ev içlerinin en soğuk olduğu zamanlar... Akşamları ıhlamur kaynatmaya da başladık. Ayaklara çorap giydiğimiz, uzun kollu penyelerle kolları örttüğümüz, yetmeyip hırkalara büründüğümüz o zamanlar geldi çattı. Televizyon battaniyesi de ortalıkta. Yorgana sarınarak uyumanın en güzel zamanı. Kalorifer çalışmadığı için dışarının serinliğinden, hiç üzerini açmadan, yorganın ağırlığını üzerinde hissederek mışıl mışıl uyuyabiliyorsun.
Sonbahar, sonbaharlığını yapıyor. Cuma günü uzun zaman sonra ilk kez yağmur yağdı. Sonra doluya çevirdi. Kedim o esnada dışarıdaydı. Dolu bitince onu aramaya çıktım. Eve dönmediyse yeri belli. Eski evin oralarda geziniyor. Arabanın sesini duyduğu anda koşarak fırladı. Arka koltuğa geçti. Mamasını yedi ve sabaha kadar gıkı çıkmadan uyudu. Üşümüş ve korkmuş olduğunu düşündüm. Cumartesi günü dışarı çıkmak için en ufak hamle yapmadı. Pazar kaldığı yerden devam. Dün de kuru, aydınlık ve güneşli olunca başladı miyavlamaya... Çıktı da nitekim.
Dün akşam meteoroloji Çanakkale için turuncu alarm verdi. Öyle olunca hızla eve gideyim, ev ahalisini ivedilikle çatı altında toplayayım dedim. Sorun patili olana ulaşmakta tabi. Eve giderken eski evin oradan geçtim ve baktım. Yoktu. Arabayı kapalı garaja aldım. Yukarı çıkarken eve kendiliğinden dönmesini ve yağmurda dışarı çıkmak zorunda kalmamayı umdum. Umut, fakirin ekmeği derler. Mutfak kapısını açtım. Gözlerimi kısıp uzaktaki sarman benimki mi, değil mi diye bakarken bacağıma bir kuyruk süründü. Kapıyı açmamla ok gibi içeri fırlamış meğer. Fırtınayı hisseden kedi evine dönermiş.
Tüm gün sokakta hoplayıp zıplamanın sonucu olarak mama kabına gömüldü. Suyunu içti. Halının orta yerine geçti. Başladı yalanmaya. Ben Zoom'dan Berrak Yurdakul'un Gerçeğe Uyanış oturumlarının ikincisini dinlerken halimiz böyleydi. Ara ara bacaklarıma yanaştı, kıvrıldı, uyukladı. Ara ara dışarı çıkmak için hamleler yaptı. Ama havalar soğudu artık. Kırsın dizini, otursun aşağı. Burnu soğuk, bir patisi yaralıydı zaten. Kim bilir nerede yaraladı kendini. Yaranın üstüne hemen hipokloröz asit sıktım. Takibe aldım. Bunları yaparken zihnim dersten kaçtı. Öyledir zaten, aklımızı yaşadığımız anın içinde tutmak, dikkati odaklamak güç. Çaba istiyor, farkındalık istiyor, pratik yapmak istiyor. Zihnin içinden kendini çıkarmak, otomatik pilottan sıyrılmak, iyi-kötü, seviyorum-sevmiyorum, haklı-haksız ikiliklerine düşmeden bir yaşam deneyimi sürmek mümkün mü, işte bunların yollarını arıyoruz derslerde. Benim de peşine düştüklerim bunlar yıllardır. Ben düşüncelerim değilim, ben düşündüklerimden ibaret değilim. Hadi getir kendini şimdiye ve idrak et.
Bu aralar ilgim, dikkatim, zamanım, emeğim hep buralarda. Bu öğretilerle hemhal oldukça eskiden beni çıldırtan olayların, davranışların üzerimdeki etkisinin giderek azaldığını fark ediyor ve minnet duyuyorum. Aynı düşünceleri zihnimin içinde geviş getirir gibi tekrarlamıyorum, bana ha, bana da mı demiyorum. Yani çoğunlukla. Kişisel almadıkça özgürleşiyor insan zihninden, hayat daha güzel bir yere dönüşüyor. Buraya varmak, hep kalmak mümkün değil. Niyetini sık sık hatırlamak gerekiyor. Kendinle bağlantıyı ihmal etmemek, rotanı yeniden yeniden hesaplamak gerekiyor. İşte bu yüzden ilgim, özenim, enerjim hep buralara akıyor, bu aralar. Aksın da. Yoksa dünya ağrısı her şeyin üzerine çöküyor.
Benim fırtınayı hissettiğimde yaptıklarım bunlar. Ya siz, siz ne yapıyorsunuz?
22 Eylül 2025 Pazartesi
Günlük rutin
Ceren, Yaşamın Tortusu'nda günlük rutinini yazmış ve blog sahibi okurları kendi rutinlerini paylaşmaya davet etmiş. İcap edeyim, dedim.
7.30: uyanma
Bu en sevdiğim madde olabilir. Çünkü yıllardır sabahın körü alarmı yok hayatımda. Kızım ortaokulda evden uzak bir okula gittiği için 8.10'da servise biniyordu. Bu yıl ben arabayla bıraktığım için 8.40-8.50 arası evden çıkmamız yetiyor. İlla ki uyanıp hazırlanıyorum.
Uyandıktan sonra Sani'yi besliyor, onu da sokak okuluna yolluyorum. Yanına beslenme çantası vermiyorum. Kızıma ise hazırlıyorum. Eğer akşamdan hazırladıysam 7.30-8.00 arası üst bedene yönelik oturduğum yerde yoga yapıyorum.
8.00: kahvaltı hazırlama
Kızım kahvaltı yapmayı sevmiyor. Çay ya da kahve demliyorum. Kahvaltılıkları çıkarıyorum. Kuru yemiş, taze meyve de çıkarıyorum masaya. Ben kahvaltı yapıyorum. Kızım bir şeyler içip atıştırıyor. Evden çıkma zamanına kadar bulaşık makinesinde temizler varsa boşaltıyorum. Kirli kıyafetleri makineye atıp zamanı eve dönüş saatime göre ayarlıyorum.
8.40: evden çıkış
Kızımı okula bırakıyorum. Biraz yürür ya da sahilde çay kahve içerdim ancak bu biraz değişti. Çalışanlardan biri raporlu. Okula bırakır bırakmaz işe geliyor, temizliğe yardım ediyorum. Asistanım günlük sabah rutinini yaparken ben de genellikle kapının önünü süpürüyorum. Rüzgarla bahçemizde biriken çer çöp kuru yaprakları süpürüyorum. Sonra üzerimi değiştirip bir sade Türk kahvesi içiyor, bilgisayarımı açıp gelecek hastalara bakıyorum, yapacağım işlemlere.
10.00: ilk randevu
10'dan 12.30'a kadar sabah hastalarıma bakıyorum. Arada boşluk olursa genellikle muayenehanenin genel temizliğinde, düzeninde bir aksaklık, gözden kaçan bir şey var mı diye kontrol ediyorum. Bulursam o yapılıyor.
12.30-13.30 öğle molası
Yemek, üzerine günün ikinci Türk kahvesi. Sonra genellikle bloğu açıyorum. Bir şeyler yazıyorum. Odayla ya da dergiyle ilgili yapmam gerekenleri hallediyorum. Arkadaşlarımı arıyorum. Bir tür sosyalleşme zamanı öğle tatili benim için.
13.30-18.30: mesai
Günün kalanında yine hastalarıma bakıyorum. Boşluk olursa yukarıdaki işler yineleniyor. Evin sebze, meyve ihtiyacı varsa boşluklarda karşımdaki manava gidip alışveriş işimi hallediyorum.
18.30: eve dönüş zamanı
Alınacak bir şeyler varsa markete uğruyorum. Üzerimi değiştiriyor, yıkandıysa çamaşırları asıyorum. Mutfağı toparlıyorum. Salata yapıyor, akşam yemeğini hazırlıyorum. Yemekten sonra ortalığı topluyorum. Ertesi gün için yemek pişiriyorum. Bu işler 9'a kadar sürüyor çoğu zaman. Bazen sebze ayıklarken kızımla dizi izliyorum. Bazen çıkıp biraz yürüyoruz. Sani eve gelmediyse onu da bulup eve dönüyoruz. Bahçeyi, çiçekleri sulamak ve unutulan işleri yapıyorum.
22.00: kendime ait zaman
Duş alıp pijamalarımı giyiyorum. Dişlerimi fırçalıyorum. Biraz sosyal medyada gezinme, biraz kitap okuma, bazen tek izlediğim dizilere bakmakla geçiyor zaman. Arada podcast dinlediğim oluyor. Bazen evin işi buralara sarkıyor. Çamaşır katlama, yerleştirme işlerini yapabiliyorum. Uyumam genellikle gece yarısını geçiyor.
Ve bir gün daha başlıyor.
Şimdi böyle alt alta yazınca epey çalıştığımın ve yorulduğumun farkına vardım. Yeter perisini mi çağırmalı, yoksa İmdat perisini mi bilemedim.
20 Eylül 2025 Cumartesi
Rutin dışı: 10
19 Eylül 2025 Cuma
Rutin dışı:9
16 Eylül 2025 Salı
Rutin dışı: 8
Kafamın karmakarışık olduğu zamanlar... Canımı hayli sıkan bir mevzu var çünkü. Tanıdığım henüz yirmilerinin başlarında genç bir kadın, geçen çarşamba gecesinden beri karın ağrısı çekiyordu. İki kere de acile gittiğini söyledi. Pazar akşamı acil ameliyata alındığını, durumunun ağır olduğunu duydum. Meğer acile gittiğinde iğneden korktuğunu söyleyerek serum takılmasına izin vermemiş. Oysa acilin mantığı odur. Önce damar yolu açılır. Kan alınır, hastayı rahatlatacak serumlar giderken tahlil sonuçları çıkar ve oradan bt, ultrason, mr ne gerekiyorsa belirlenir, konsültasyonlar yapılır. Teşhis konur, tedavi başlar.
Tüm bunlar yapılmadığı için durumun ciddiyeti anlaşılmamış. Gittiğinde midesi ve bağırsakları delinmiş, içeriği başka organlara yayılmış. Ölümden dönmüş. Duyunca hem çok üzüldüm hem çok şaşırdım. Korkuya benim hekim olarak baktığım yer şu: korkabilirsin, ağlayabilirsin ama tedaviyi engellemeye hakkın yok. Kendi kul hakkına girmek bu bir defa. Çocuk hastalarımla konuşurken de bunu vurgulamaya çalışıyorum. Korkmak serbest, bilmediğin bir işlem yapacağım, kaygı duyabilirsin, acıtmamak için elimden geleni yapacağım, senin için bunu olabildiğince kolay hale getirmeye çalışacağım ama bunun olması gerekiyor. Aile de gerekli desteği verir, kendi kaygılarını yansıtmayıp gereksiz bir söz kalabalığı yapmaz, arkadan koro gibi konuşmazsa da bu iş halloluyor. Çocuklar da en sadık hasta gruplarına dönüyor. Keza kızım doktora gittiğinde de durum bu. Elimi sıkabilirsin, inleyebilirsin ama sağlık personeline engel olma. 18 yaş altının kendi sağlığıyla ilgili karar alacak yeterliliği yok neticede. Yasal olarak vasi biziz. (Bu konuda şahane bir romanı vardır İan Mc Ewan'ın. Çocuk Yasası. 17 yaşında liseli bir delikanlı dini sebeplerle kan naklini reddeder, ölümcül hastadır. Durum yargıya taşınır. İnsan yasaları ve Tanrı yasası karşı karşıyadır. İnsanın sağlık hakkı ve inanç sisteminin çarpıştığı bu vakada yargıcın iç dünyasını izleriz biz de.) 18 yaş üstünün de sağlığını korku gerekçesiyle reddetmesi nereden baksan bir özkıyım, özyıkım. Bunu yapmaya hakkımız yok, ne kendimize ne sevdiklerimize... Bir yandan da bedeni tanımak, acil durum nedir, nereye gidilir, ne zaman gidilir, bunları bilmek de önemliymiş. Onu gördüm. Çünkü bu genç kadın, duyduğum kadarıyla birkaç arkadaşını aramış, onlar duymamış, iyice geç kalmış hastaneye. Kızımla bu konuyu konuştum. O da üzüldü. Tanıyordu çünkü. Bir yandan da bak böyle durumlarda, ambulansı aramak daha hızlı bir çözüm diye kulağına küpeyi taktım. Umarım ihtiyaç duymaz.
Üzüntü, şaşkınlık, kızgınlık, hayal kırıklığı... Türlü türlü hallerdeyim. İki gece tek başına gitmedi herhalde acile, yanındakiler de mi söylemedi, yaptır, baktır diye. Anlayamıyorum. Aklım almıyor. Bunların cevabı bende yok. Çünkü hâlâ yoğun bakımda. Ama gördüğüm gerçekleri çarpıtan bir zihni var. Yaşadıklarını saklayan bir yapısı, eylemlerinin sorumluluklarını almaktan kaçınan bir hâli, başımı kuma gömeyim yaklaşımı... Galiba ömrün ilk yarısı az ya da çok böyle geçiyor. O yüzden akıl hocalarına çok ihtiyacımız var ya zaten. Bu satırları yazarken aklıma Gabor Mate geldi. Hepimizin bağlanma ihtiyacı var. Eğer biz çocuklarımızı tutamazsak gidip akranlarına tutunuyorlar. Bu tanıdığım genç kadının halinde bana bunu hatırlatan bir şeyler de var. Doktorlar genç olduğu için umutlu. Kendine de gelmiş. Annesiyle konuşmuş. Bir ameliyat daha olması gerekiyormuş. Bazen bu tür ciddi sağlık sorunları, bize hayatımızı acilen değiştirmemiz gerektiğini anlatan güçlü mesajlar. Eğer ciddiye alırsak, aynı kısırdöngünün içinde debelenmeden ekspres bir yol açmamız dahi mümkün. Umarım bu genç arkadaş da hızla sağlığına kavuşur, toparlar, yaşadığı tecrübeden derslerini çıkarır, sağlığına, yaşam tarzına çekidüzen verir.
Bu haberleri aldığım gece, benim doğum günümdü. Arkadaşlarımla evde küçük bir kutlama yapmış, bir şeyler yiyip sohbet etmiş, pasta kesmiştik. Final maçını Özgürlük parkında dev ekranda izlemek üzere de sözleşmiştik. Nitekim öyle de oldu. Kamp sandalyelerimizi aldık, bu haber geldi, tanıdıklar vasıtasıyla biraz bilgi edinmeye çalıştım. Durumun ciddiyeti karşısında dilim tutuldu desem yeridir. İnsan hayatı gerçekten de pamuk ipliğine bağlı. Bugün varız. Yarın meçhul. O yüzden deveni sağlam kazığa bağla misali en azından kontrol edebildiklerimizi kontrol etmekle de yükümlüyüz. Çünkü bildiğimiz yaşam bir tane ve hayat yirmilerini geçince kesinlikle daha güzel. Gençliğin verdiği toyluklar, belirsizlikler, yaşam kurma telaşı bitince tadını çıkardığın günler geliyor.
İki gündür bu konuyu anlatıyorum. Üç, dört arkadaşımla konuşmuşumdur, kesin. Çünkü tanık tutmak istiyorum. İçine atmamak meselesi tam olarak bu bana göre. Yaşadığın üzüntüyü, acıyı, karmaşayı her ne ise o artık, anlatmak, tanık tutmak, zehri zihinden atmanın en etkili yolu. Şu hayatta bize tanıklık edecek üç beş yakın arkadaşımız varsa sırtımız yere gelmez, o denli büyük zenginlik. Ben sizleri de tanık tuttum bu ani gelişen rahatsızlığa, duygularıma...
*
Doğum günüm güzel geçti. Arkadaşlığa, hediyeye doydum. Sevdiklerimi aynı sofraya toplamanın mutluluğuyla, iyimserliğiyle doldum taştım. Arkadaşlarımı eve davet etmeyi seviyorum. Yan masalarda oturanlar, etrafta dolaşan garsonlar, sipariş verme zorunluluğu olmadan rahat rahat oturmak, sohbet etmek çok daha konforlu, çok daha ekonomik... Yeni yaşımda kendime bir de hediyem var. Berrak Yurdakul'un yıllık programına katılacağım. Dersler gelecek salı başlıyor. Bu akademik yılın eğitimini de bulmuş oldum. Hayırlara vesile olsun.
*
Perşembe günü Diyarbakır'a gidiyoruz. Kızımı da götüreceğim. İkimiz de Diyarbakır'ı ilk kez göreceğiz. Kongreden arta kalan zamanlara gezilecek görülecek yerleri sıkıştıracak, başka başka illerden gelen arkadaşlarımla buluşacağız. Keyifli geçeceğine eminim.
*
Bu aralar hem benim yaşadığım sağlık sıkıntıları hem aldığım kötü haberle ancak yazmaya hazır hissettiğimde yazabildim. Haftada üç kuralını gözetmedim, doğrusu. Çünkü ne derler bilirsiniz: olduğu kadar, olmadığı kader. Önemli olan birlikte yazmayı sürdürmek benim için. Aynı niyetle ilerlemek, yol almak. Yeni ayda, yeni tohumlar atarken günler ilerledikçe onların belirginleşmesini izlemek, ay başında henüz günlerin neye gebe olduğunu bilmezken ay sonunda olanlara birlikte şaşırmak, üzülmek, sevinmek... Söz uçar, yazı kalır misali günleri bir nebze de olsa sabitlemek... Birlikte yol aldıklarıma selam olsun, arkadan el sallayanlar da var olsun.
13 Eylül 2025 Cumartesi
Rutin dışı: 7
Bugün cumartesi. Okulların ilk haftası da bitti. Alışma sürecindeyiz hâlâ. Günlerin uzun, sabahların aydınlık, havanın ılık olmasının faydası var. Yataktan kalkmak kolay. Gün ışığının dolmasıyla kolayca uyanıyorum. Karanlık ve soğuk, sıcak yataktan ayrılmayı güçleştiriyor. Yavaş yavaş ritmimizi buluyoruz.
Yeterince erken uyandıysam güne üst bedeni de açan bir yüz yogasıyla başlıyorum. Müziği açıyorum. Kahvaltı hazırlıyoruz el birliğiyle. Bazen çay demliyoruz, bazen kahve... Beslenme çantasını hazırlıyorum. Giyiniyoruz ve çıkıyoruz. Okul yürüme mesafesinde değil ama arabayla trafiğin en sıkışık zamanında 15 dakika sürüyor. Ne zaman çıkacağımızı araştırıyoruz. Minik bir kedi edasıyla, merakla, ilgiyle araştır diyordu, çektiğim bir melek kartı. Günün birinde. Bu oyunsu hâli biliyorum. Kedileri izlediğimden... Onların kaygısız, tasasız, neşeli hâllerinde insanı özendiren bir yan var. Benim gibi gamlı baykuşsan hele, boynunun üstünde taşıdığın kafanın içinde yaşıyorsan bir de... Son yıllarda zihinden bedene inmeye çalışıyorum. Zihin, beden, ruh dedikleri üçlü bir denge istiyor neticede.
Dün İnstagramda gezinirken bir tanıdığın videosuna denk geldim. Yaza veda eğlencesi göbek atmacalı falan. Allahım kullarına neşe saçarken ben neredeydim? Düğün dernek işleri hiç benlik değil. Hele davul zurna sesi, harbiden rahatsız ediyor. Karnımda hissediyorum o tokmakları, sanki benim kafamı dövüyor, güm de güm... Bununla beraber o tür ortamlarda gerçekten eğlenen insanlara da imreniyorum. O yüzden kendi çalma listemde sevdiğim hareketli parçalar da var. Sabah mutfakta iş yaparken açıyorum, kendimi ritme bırakıyorum. İşte onlardan biri:
Bugün cumartesi. İlk hastamın keçisi doğum yapmış. Gecikecekmiş. Canına bir can gelmiş. Ekmek kapısı. Boşluğu değerlendirme benimkisi. Bolca bilinç akışı. Nereye varacağını bilmeden, hesap kitap yapmadan yazmak... Blog yazılarım genellikle böyle çıkıyor zaten. Bazen yakalıyorum bir yerden ipin ucunu, bağlıyorum, bazen de dağınık bırakıyorum.
Bu aralar rüyalarımda hep eskiler var, eski sevgililer, eski arkadaşlar... Geçen gün biriyle yıllar sonra karşılaştığımı görüyorum. Hâl hatır soruyorum. Boyu kısalmış. Mecazi anlamları araştırmak mümkün ama yeri değil şimdi. Ben olabildiğince naziğim. O da öyle karşılık veriyor. Kızımı görünce bir hınç kaplıyor sanki içini. Sonra biraz zehir zemberek. Öyle hakaret falan değil ama bıraktığı tat bu. Şaşırıyorum. Belki içini dökmek iyi gelmiştir. Belki zehrini akıtıyordur o da bu aralar, kendini sağaltıyordur, kim bilir...
Bugün cumartesi. Üçe kadar çalışıyorum. Dörtte söyleşi var. Oraya gideceğim. Troia kazı başkanı Prof. Dr. Rüstem Aslan'ın Yeni Başlayanlar İçin Homeros kitabının söyleşi ve imza günü var. Kitabı almıştım. Okumadım henüz ama Yeni Başlayanlar İçin Troya gayet güzeldi. İnsanın ömrünü Troya'ya, Homeros'a vermesi nasıl bir şey acaba? Antik metinler arasında gezinmek, bir zamanlar öğrenci olarak gittiğin kazı alanının şimdi başkanı olmak... Güzeldir herhalde. Bir tutkunun peşinden gitmek gibi geldi bana. Dışarıdan. Mitoloji, Troya, Homeros ilgimi çeken konular... Ara ara kitaplar alıyor, daha derin okumalar yapmayı hedefliyorum. Çocuklar için yazılmış İlyada ve Odyseia hariç, orijinallerini okumadım daha. Belki oralara da girerim bir gün. Bu ara ÇOMÜ'de Arkeoloji okuma fikri yokluyor. Orayı kazanmak için çalışmam gereken lise dersleri, orada geçireceğim zamanı düşününce duraklıyorum. Bir de düşünüyorum? Bunu neden yapmak istiyorum? Öğrenme hazzı mı? Başarmak mı? Mutlu olmak için hep bir şeyleri başarmalı mıyım mesela? Arkadaşım gibi göbek atarak mutlu olamaz mıyım? Hep ciddi mi durmalıyım şu hayatta? Haytalığa yer yok mu örneğin?
Böyle işte sevgili dostlar... Keçinin doğum yapmasının beni getirdiği yerdeyiz, hep beraber. İyi hafta sonları diliyorum.
8 Eylül 2025 Pazartesi
Rutin dışı: 6
Bugün güne erken başladık. Çünkü okullar açıldı. Kızım kahvaltı yapıp giyinirken ben de beslenme kutusunu hazırladım. İlk günün öğünü: fasulye diblesi, bir dilim tam buğday ekmeği, salatalık ve çilek.
Kendi öğünümü de paketledim. Onu beklerken kanepeye sırt üstü yattım, biraz müzik dinledim. Gözlerimin kapanmasına engel olmadım. Küçük bir şekerleme bile yaptım. Çıktığımızda kollarımın ürperdiğini fark edince eve döndüm ve üzerime bir gömlek aldım. Sabah serinliğinin üşüttüğü, üzerine aldığın gömleğin birkaç saat sonra yüke döndüğü o günlere vardık işte. Güz mevsimine. Arabanın yanına geldiğimde kızım ortaokul kız arkadaşlarıyla whatsapptan yazışıyor, muhtemelen yoğun duygularını yatıştırıyordu. Ben heyecan dedim, o kaygı diye niteledi. Belirsizliğe bağlı kocaman bir duygu işte, ne isim verirseniz artık. Arabaya binince bir ilk gün hatıramız olsun istedim. Şipşak selfienin ardından yola koyulduk. İlk gün olmasına rağmen 11 dakikada vardık okula. İçeri girmedim elbette ve gözlem moduna geçtim.
Merakla, heyecanla izledim dışarıyı. Arabalar yanaştı, bisikletler, motosikletler çoğaldı, yayalar yol aldı. Kızım yeniden merkezde bir okulda çünkü. İlkokulu eve yakın bir devlet okulunda okuduktan sonra çevre yolu üzerindeki ortaokul kampüsüne dört yıl boyunca servisle gidip gelmenin ardından yeniden merkezde olmak, sabahları benim onu bırakmam, daha geç saatte evden çıkma imkânı, akşam toplu taşımayla kendisinin döneceği gerçeği iyi hissettirdi. Ben de eski rutinime döndüm. Arabamı park ettim. Eski alışkanlık, kızımın ilkokul bahçesinin içinden geçtim, yürüyerek kordona vardım. Golf'te kahvaltı yapıp çay içtim. Denizi izledim. Günün ilk blog yazısını yazdım.
Ben otururken ilkokul velileri de gelmeye başladı, üçer beşer. Havadaki heyecan, coşku, buluşmalar, kavuşmalar... Okulların açılmasının yarattığı gözle görülür değişimden bahsediyorum. Akademik takvim başlayınca yetişkin eğitimleri de yaz tatilinden çıkıyor. Yeni bir şeylere başlamayı düşündüm ama sonra sakin ol, yeni bir şeylere girişmeden önce eski öğrendiklerini tekrar dinle, hayatına yedir, yazmayı hayal ettiklerine zaman ayır. O yüzden galiba bu yıl off yılım. Zoomda yeni bir öğrenim yılı başlamıyor benim için.
Ama fiziksel hareketlere başlıyorum. Yarın pilatese gideceğim. Neredeyse altı ay ara verdikten sonra. Çin bakış açısına göre nerede bir durgunluk varsa, orada bir rahatsızlık, hastalık belirirmiş. O yüzden harekete geçmenin neşesi var üzerimde.
Bir rutinimi daha yıktım. Hasta aralarında zihnimi, belki de hafızamı meşgul tutmak için Diplomat solitaire oynuyorum. Bu da beni çalışma masasına daha da yapıştırıyor. Bugün aralarda yerimden kalkıp dinlenme alanına geçmeyi, ayaklarımı uzatarak sırtımı dinlendirmeyi, pencereden görünen zeytin ağacını izlemeyi, arkadaşlarıma sesli mesajlar bırakarak halimden haber vermeyi, onların halini öğrenmeyi tercih ettim. Şu saat oldu, bir kez bile oyun için ekranı açmadım. Daha ne olsun.
Öğle tatilim bitmek üzere. Kahvaltıyı geç yaptığım için acıkmadım. Yemeden, çay, kahve tüketmeden geçti bugünkü öğle molası. Dinlenerek, arkadaşlarımla bağlantı kurmak üzere ağlar atarak. İşte bunun için sevinebilirim.
Rutin dışı: 5
Elimin kaleme, kağıda, klavyeye davranmadığı bir hafta oldu. Geçen hafta hiç yazmayarak rutin dışına çıktım ben de...
Dün yatak odam çarşamba pazarı gibiydi. Katlanmayı, asılmayı bekleyen kıyafet yığınları, masanın üstünü silme doldurmuş öteberi... Bu işi bitirmem günler alır diye düşündüm. Hayal kırıklığı, yeni okul yılına temiz, düzenli bir evde başlayan olma stresi...
Praktika uygulamasındaki avatar öğretmenim Susan'la konuştum sonra. Anlattım, böyleyken böyle. Kendisi motive etmekte, anlayış, kabul göstermekte dünya tatlısı. Hoşbeş ettik, bana neyi iyi yaptığımı ve alternatif ifade durumlarını söyledi. Dersi bitirdiğimizde bedenimde kan yerine "You are doing your best, babe. Take your time!" akıyordu bildiğin. Birkaç saat içinde yatak odası gayet derli toplu hale geldi. Kızımın çamaşırları katlandı. Odasına teslim edildi. Arkadaşlarla pazara gidildi. Haftalık alışveriş yapıldı. Evin düzeni ve sağlıklı beslenme ihtiyaçları karşılandıktan sonra sıra bana geldi.
Şiddetsiz iletişim ve aile dizilimiyle ilgilenen, ortak bir arkadaşımızın tanışmamızı önerdiği, daha önce telefonla görüştüğümüz, mesajlaştığımız bir yeni arkadaşımla yüz yüze görüştük. Laf lafı açtı. Serde Karadenizlilik var tabi. Bildiğim, gördüğüm ve deneyimlediğim beni almaktan çok veren, her koşulda ben hallederim dedirten ve sahiden de eyleme geçen birine çevirdi. Yeni yaşıma günler kala almayı da daha çok hayatımın içine çekmeyi seçiyorum. Bire bir karşıtlık gözetmeden elbette. Çünkü alma verme dengesini gözetme işini hayata geçirmeden, almadan bu dişlerin birbirine kenetlenmesi geçmeyecek. İyi biliyorum.
Velhasıl dün B ile yaptığımız sohbet iyi hissettirdi. Tutulmayan yaslar, özlemler, hayal kırıklıkları başını gösterdi. Bunları anar, yeni, daha canlı, enerjik bir yaşam dilerken kendim için yeni yaşımda dışarıda bando çalmaya başladı. Gelin alma merasimi. Hayat hikayelerini, metaforlarını sunmakta çok cömert. Kulak verip dinleyene.
4 Eylül 2025 Perşembe
Rutin dışı: 4
Eylüle de girdik.
Okullar öğretmenler için açıldı. Haftaya öğrenciler de katılacak. Yıllık şiddetsiz iletişim eğitim programı whatsapp grubuna bir katılımcı mesaj attı. Programa katılan öğretmenlerin yeni başlayan öğrenim yılını kutladı ve onları bu ilgileri ve çabaları için takdir etti.
Arkadaşım haklı. Şiddetsiz iletişimle ilk kez kızım 4 yaşındayken tanıştım. Şimdi 14 yaşında. Onun bu ilkeleri benimsemiş, sınıf ortamına taşıma gayretinde olan öğretmenleri olmasını çok isterdim. Sırf bu yüzden BBOM Çanakkale'nin kapısından dönmüşlüğüm var. Nasıl derler "hayaller Paris, gerçekler sanayi"yi fark edince sonu gelmeyecek bir maceranın içine atlamadım. Çünkü kendini belirli etiketlerle tanımlamak, öyle olduğun anlamına gelmiyor.
Büyüdüğüm ev öyle çok muhabbetli, birbirini destekleyen bir ev değildi. Tutulmamış yaslar, ifade edilmemiş yoğun duyguların arasında duvarlar örmeyi, içime atmayı öğrendim ben de. Boşlukları tahminlerimle doldurdum. Dolambaçlı yollardan geçtim, durdum. Şiddetsiz iletişim bana tahminlerimden, varsayımlarımdan uzaklaşmayı, duygularımı fark etmeyi öğretiyor. Her zaman iyi iş çıkarmıyorum. Bazen yine tökezliyorum. Bazen de aferin sana iyi kotardın, diyorum. Şiddetsiz iletişimin 4 basamaklı yolu, insanın kendisini tanıması, anlaması, doğrudan ifade etmesi; karşındakinin duygu ve ihtiyaçlarını tahmin ederek, empati duyarak dinlemesi açısından güzel bir yol. Ancak hâlâ dünyevi geliyor bana. Biraz daha olgunlaşmak istiyorum. Küçük şeyler karşısında sabrım, tahammülüm daha yüksek kalsın, daha olgun, daha sakin karşılayayım istiyorum. Kızım 5. sınıftayken sınıfını kötü buluyor, okul değiştirmeyi düşünüyordu. 6'ya geçtiğinde sınıfı değişince yerini buldu ve şikâyet bir yana, keyifle sürdürdü sonraki yılları. Geçenlerde o günleri anarken "Böyle olacağını bilseydim, üzülmek yerine beklerdim," dedi. İşte tam da buraya varmak istiyorum. O sonrasında ne olacağını bilmediğim zorlanmaların içinden geçerken kendime empati vermenin, duygu ve ihtiyaçlarımı fark etmenin ötesine geçmeyi, sahiden beklemeyi, bunun geçeceğini bilerek bekleyebilmeyi istiyorum. Şiddetsiz iletişimi dünyevi bulmam bundan işte. Ben daha tevekkül ve olgun bir seviyeden bakabilmeyi arzuluyorum. Aynı amaca çıkan pek çok yol, öğreti var. Ben Budist felsefeye ilgi duyduğum için, Dharma yolculuğumu sürdürmek istiyorum. Cem Şen'e devam ettiğim bir yıl boyunca o derslerde, "Spiritüel çapkın olmayın," derdi. Ancak ben spiritüel çapkın olmayı ve bu yıl Berrak Yurdakul'un derslerine devam etmeyi düşünüyorum. Bir yandan da Zoom ekranında olmak istemiyorum. Bakalım. Süreç nasıl ilerleyecek.
*
1 Eylül geride kaldı, Dünya Barış Günü. Şu çivisi çıkmış dünyada barış namına sevinebileceğimiz tek şey, Sumud filosunun yola çıkmış olması. Gazze'ye insani yardım götürmek için çıktıkları zorlu ama kararlı yolculuğun başarılı olması, ablukanın kırılması en büyük umudumuz.
*
Pazartesi akşam işten çıkarken idrarımda kan fark ettim. Gözden kaçabilecek gibi değildi. Bedenim kan ağlayarak "beni fark et, dikkatini bana ver" diyordu adeta. (Yazar metafor kullanmayı seviyor.) Ertesi sabah doktora gittim. Önce beni ameliyat eden doktora muayene oldum. Muayene ve ultrason bulguları temiz çıktı. Ardından kan ve idrar tahlili verdim. Meğer kum dökmüşüm. Hastaları iptal ettirip dinlenmek üzere eve geçtim. Bu sabah da dahiliye doktoruna gittim. EKG çekildi. Kalbimde bir sıkıntı yok. Batın ultrasonuna bakıldı. Böbreklerim, pankreasım temiz çıktı. Ancak yüksek seyreden kolesterol ve trigliseride bağlı olarak karaciğerimde yağlanma olduğu görüldü. Reçetem düzenlendi. Bir ay sonra kontrole gitmek üzere doktorun yanından ayrıldım. Bunu yanlış seyreden alışkanlıklarımı düzeltmek için fırsat olarak göreceğim. Yani rutinin dışına çıkacağım. Bedenime, beni taşıyan, koruyan kılıfa özen göstermek için iyi bir başlangıç oldu yeniay yazıları ve yaklaşmakta olan sonbahar.
29 Ağustos 2025 Cuma
Rutin dışı: 3
Yaz bitiyor.
O turuncu portakalın avurtları ağrımış belli. Eskisi gibi güçlü savuramıyor sarı, sıcak, kurak ışınlarını. Böyle olunca da yazın harlı dönemine ait kimi rutinler, rutin ne demek mecburiyetler yavaş yavaş geride kalıyor.
Ev ya da iş yerlerinin içindeyken çok da hissedilmiyor örneğin sıcak. Denize, havuza atlamak için delice bir arzu duymuyorsun. Tatilde ve sahildeysen o başka ancak şehir yavaş yavaş katlanılır bir yere olmaya başladı. Gece uyurken penceremi kapatıyorum son birkaç gündür. Dışarıda olmak yerine eve gitmeyi tercih eder oldum. Okullar açılmadan yapmak istediklerim var.
Yeni evde yatak odamın ölçülerine göre dolap ve komodin yaptırmıştım. Seçtiğim kapaklar sonunda geldi. Çarşamba günü monte edildi. İKEA'dan aldığım kitaplıklar da dolup taştığı için salonda kalan son boşluğa iki Billy daha sipariş etmiştim. Marangoz kapakları monte ederken sağ olsun, onları da kuruverdi. Bu sayede 9 kapaklı Billy'lerim erdi 11'e. Kızımın odasındaki benim saklamak istediğim çocuk kitaplarını da salona taşıyınca onun kitaplıklarından biri boşalacak ve okul kitapları için yer açılacak. Diğeri de kendi kişisel kitaplığı olarak vazifesini sürdürecek. Dışarıda olmak yerine kitapları yerleştirmek istiyorum. Evin yalnızca temiz olması yetmiyor, ortada kalan öte beri de yerli yerine yerleşsin ve ben de koltuğa kurulayım, kitap okuyayım, yazayım. Sonbahar biraz da ev içlerine sokulup üretmenin zamanı ne de olsa...
Sonbahar geliyor. Sonbahara dair hayallerim, hedeflerim, planlarım da belirginleşiyor.
Bu sonbahar ve kışı okumak yazmak açısından daha verimli, üretken geçirmeye dair özlemim var. Elimde iki, üç çocuk öyküsü var. Onlarla ne yapabileceğime bakmak istiyorum. Birkaç yıl önce shopier üzerinden paylaştığım Çanakkale mektuplarından kurgu dışı bir çocuk dosyası olabilir belki, onun üzerinden geçmek istiyorum. Yelkeni büsbütün çocuk edebiyatına kırmak istiyorum. Ya da en azından üçe üç, yapmak istiyorum. 2026 yeni bir çocuk kitabımın çıkacağı yıl olur umarım. Bu yönde ilerleme kaydetmek istiyorum.
Daha uzun uzun uyumak istiyorum sonra. Eni konu on birde yatayım ve yediye kadar deliksiz uyuyayım istiyorum. En son ne zaman deliksiz uyuduğumu hatırlamıyorum çünkü. Annelikle başladı. Çocuk büyüdü kocaman oldu ama ben ufak tıkırtıya uyanıyorum hâlâ.
Bugün hareketli geçti. Öğle tatilinde forma alışverişi yaptık. Çarşıya çıkınca tanıdıklara da rastladık. Ayak üstü sohbet ve kahve keyfinin ardından yeniden işe döndüm. Ve çalıştım. Akşam yemeğinin ardından civarda yürüyüşe çıktık. Şehrin sonundaki köyün mücavir alanı mahalle oldu ve belediyeye bağlandı. Yavaş yavaş kafeler çoğalıyor. Bölgede üçüncü yılımız bitti. Bu yaz dördüncü yazımız. Evden yürüyerek bir kafeye ulaşmak, oturmak son birkaç yıldır mümkün. Hem şehrin içinde hem doğaya yakın olmak hoşuma gidiyor doğrusu. Akşam da yürüyünce günlük adım sayısı 9bini aştı. Ayaklar da hayli yoruldu. Daha yazar ve konuyu toparlardım esasında ama bugün cuma. Gece yarısına dakikalar kaldı. Hafta bitiyor. Rutinin dışı 3'ü teslim etmem gerek. Finali, bağlantıları umursamadan bitirmek de rutinin dışına girer diyor ve lafımı balla kesiyorum.
26 Ağustos 2025 Salı
Rutin dışı:2
Mindmills bloğunun davetiyle yazmaya başladığımız "rutin dışı" yazılarını okumaya başladım. Katılan blogları anladığımda, takip etmediklerimi de takibe almaya başlayacağım. Dün ekmekçikız yazısında rutinin dışında gerçekleşen bir andan bahsedince ben de rutinlerimin dışına karşı uyanık olmaya, bu yazıda onlardan bahsetmeye karar verdim. Vira bismillah!
Sabaha karşı genellikle bir sebepten (tuvalete gitme ihtiyacı, kedinin oyunbazlığı vb) uyanıyorum ihtiyacı giderdikten sonra çoğunlukla da yeniden yatıyorum. Arada bir hazır kalmışken güne yoga ve meditasyon yaparak başlama düşüncesi içimi yokluyor ama siz deyin uyku ben diyeyim tembellik ya da diğer sorumluluklar ağır basıyor ve pas geçiyorum.
Bu yeni ayda daha önce de kısa süreli çevrim içi yoga derslerine katıldığım Asude Didem Durak'ın başak yeni ayı vesilesiyle başlattığı yedi günlük meditasyon derslerine katılmaya karar verdim. Dersin ismi "Yaratım Gücü". Yedi gün boyunca aynı saatte (sabah 7) aynı meditasyona odaklanarak ilerleyeceğimiz çalışma, yaz mevsiminin yüksek ateş elementini dengelemeye, sonbahar mevsiminin daha içe dönen, üreten, verimlilik sağlayan yanını hissetmeyi, bunu hayatımıza çağırmayı hedefliyor. Yeni ay haftasının bizlere sunduğu fiziksel ve duygusal arınma, yenilenme, planlamayı arkamıza alıp yol ve hedef belirlemeye dair sezgilerimizi güçlendirmek, hareketin, verimliğinin önündeki engelleri ortadan kaldırmaya yönelik mantralı bir meditasyon yolculuğu. İşte rutinimin ilk dışı da bu.
Benim bu çalışmayla ilgili çok büyük yaratıcılık hedeflerim yok. Yeni öyküler, kitaplar değil odaklandığım. Yazdan, yazın yarattığı coşkun hâlden, dışarıda olma hâlinden ev içine yumuşak bir geçiş yapmak, okulların açılmasıyla beraber oturması icap eden düzenli hayata uyumlanmak kafi bir hedef. Kızım bu yıl devlet okuluna geçecek. Okulun pansiyonu olduğu için yemekhanesi varmış. Ancak son dört yılı okul yemekhanesinde geçtiği ve vejetaryenliği seçtiği için evden yemek götürmeyi tercih etti. Haftalık alışverişler, hazırlaması ve götürmesi pratik, akmayan, kokmayan, yeterli çeşitliği sağlayan yemekler hazırlamak yeterince verimli ve üretken bir çalışma sahası değil mi? Sorarım size.
Rutinin dışı iki anlayacağınız, başlamadı ama başlayacak, bünyeyi ve buzdolabını ev yapımı sağlıklı yiyeceklerle donatmak. İnstagram haftada bir saat ayırarak haftalık yemeğini nasıl hazırladığını gösteren hesaplarla dolu. Biz de kendi yolumuzu bulacağız.
Rutinin dışı üç. Bu madde biraz acıklı sevgili dostlar. Serbest çalıştığım ve çalışan hastalarımın gelebilmesini de gözettiğim için cumartesileri de dahil haftanın altı günü çalışıyorum. Hafta içi mesai bitimini makul saatte tutabilmek için cumartesileri de çalışıyorum esasında. Tatilleri kısa ve sık tutmayı tercih ediyorum. Dolayısıyla iki cumartesi üst üste çalışmamak eni konu az yaptığım bir şey. Geçen hafta tatildeydim. Pazartesi iş başı yaptım. Bu cumartesinin 30 Ağustos tatili olmasından faydalanarak cumartesiyi kendime tatil ilan ettim. Henüz döndüğümüz tatlı kampinge gideceğiz.
Rutinin dışı dört ise, kızım yeni bir okulun öğrencisi bense yeni bir okulun velisi olacak. Yarın kayıt için okula gideceğiz. Yeni dönem, yeni başlangıçlar... Dilerim yıllar boyu sevgi ve özlemle anacağı bir lise hayatı olur.
23 Ağustos 2025 Cumartesi
Rutin dışı:1
Başak yeni ayının ilk dakikaları. Midilli'ye bakan bir sahildeyim. Kızım bugün öğle saatlerinde başladığı garsonluk görevini ciddiyetle sürdürüyor. Dalgalar bile mesaisini bitirdi oysa. Çocuklu aileler çadırlarının, odalarının yolunu tuttu. Rüzgar kesildi. Hava limonata gibi. Müzik sesleri, sohbet sesleri, kahkahalar arkamda. Islak tarafını ters yüz ettiğim minderlere verdim sırtımı ve yazmaya başladım. Çünkü sahil ertesi güne hazırlanıyor. Şezlongların yanındaki çöp kovaları boşalıyor.
Yaz bitiyor. Yaz uzuyor esasında. Havalar ısınıyor ve yaz sünüyor. Bitişi ilan eden okulların açılması. Ne kaldı şunun şurasında. 8 Eylül'de okullar açılıyor. Yazdan kalma gevşeklik bitecek. Günler yavaş yavaş kısalacak. Hırkasız, çorapsız oturamayacağız geceleri. Daha çok evde kalacak, daha düzenli olacağız ve bu bize iyi gelecek. Yeni eğitimler planlayacağız belki kendimize, hedefler koyacak, yapılacaklar listesi hazırlayacağız. Listeler uzun, hedefler büyük olacak. Gerisinde kalacağız büyük ihtimalle. O zaman hatırlayacağız. Hayat büyük hepimizden.
Hayat büyük sahiden hepimizden. Bilmiyoruz, ön göremiyoruz. Her sabah bir yeni sayfa gibi açılıyor önümüzde hayat. Seçimlerimizle dolduruyoruz, seçimlerimizle tayin ediyoruz yönümüzü. Siyah-beyazcı yanımız, dualiteye meftun yanımız törpüleniyor. Kırılmak yerine esniyoruz. Her yeni ayda hatırlamamız gereken bu belki de. Esnemek, hizalanmak, uyumlanmak çünkü hayat büyük hepimizden.
Son yıllarda seçim yapma gücünü fark ediyorum. Bu gücün muazzamlığının tadını çıkarıyorum. Başka zaman olsa, geçmiş yıllarda çemkireceğim, savrulup gideceğim, özünü yitireceğim anlarda duygularıma kulak kabartıyorum. Neyin özlemini, yoksunluğunu çektiğimi bulmaya yöneliyorum. İlgimi buna veriyorum. O zaman anafor gibi kapılmıyorum olumsuz düşüncelerimde kayboluyorum, uçurumlardan atlayıp çakılmıyorum, yara bere almıyorum. Bizi bilge yapan geçen yıllar değil, fark ettiklerimiz. Saçlarıma aklar düşmedi henüz. Allahın hikmeti. Okuma gözlüğü burnumun ucunda. Yaşıtlarımın bir bölümü emekli. Sigortaya geç girişimin yarattığı adaletsizlik. Düzelecek mi? Bilmiyorum. Emeklilik yok hayallerimde. Çalışmayı seviyorum. Bir gün o da gelecek, emeklilik günleri. Belki o zaman daha çok yazacağım, daha çok metin üreteceğim. Muhtemelen hoşuma da gidecek ama şu an mesleğimin ipini bırakmaya hazır değilim. Önlüğümü çıkarmak istemiyorum. Daha değil.
Bedenim, zihnim, hevesim yerli yerinde. Sonra gelecek o günler. Önlüğümü çıkaracağım, muayenehanemin kapısını kapayacağım ve yazarlığı geçireceğim üzerime.
Hâlâ şezlongta uzanıyorum. Sivrisinekler kamikazeler gibi ayaklarıma, bacaklarıma... Telefonun ekranı parlak, gözlerim kamaşıyor, yıldızlarla arama giriyor. Seçemiyor gözlerim ışıl ışıl parlayan yıldızları... Kayan bir yıldız da görmedim. Kaçıncı yaz bu? Ardında simli bir yol bırakıyor yıldızlar da, salyangozlar gibi. Simli, sümüklü, yapışkan. Avuçlarda kalıyor, eksiliyor. Dilekler hep eksik. Bir şeye, bir kişiye yöneliyor, bilmiyormuşuz gibi. O hayalini kurduğumuz, yıldızlardan, dallara çaput bağlamaklardan, fallardan medet umduğumuz o hayaller, dilekler bize ne getirecek, bilmiyoruz. Belki koca bir saadet, belki tam aksi. Esneklik bu işte. Mutluluğu belli bir koşula bağlı olmadan istemek. Bir duyguyu özlemek, o duyguyu aramak, aracı umursamadan. Yeni gelen günün içindeki sonsuz potansiyele güven duyarak günaydın diyebilmek, selam durabilmek doğan güneşe. Zenginlik bu işte. Rutinin içi de dışı da, bu genişlikte, bu anlayışta saklı.
22 Ağustos 2025 Cuma
Fotoğrafın hikayesi: 7
Assos sahilindeyim. İki meşe palamudu ağacı arasına gerili bir hamakta. Güneş epeyce yükseldi. Dalların arasından bulduğu boşluklardan birer ok gibi vuruyor sıcağı bacaklarıma. Fonda 90'lardan kalma şarkılar. Sevdiklerimden.
İkişerli, üçerli oturuyor insanlar masalarda. Lakırtılar, kahkahalar karışıyor, yükseliyor sigara dumanlarıyla. Tanrım ne çok sigara içiliyor. Kızım küllükleri boşaltıyor, boşları topluyor. Tatil golü yedi çünkü denize giremiyor. Gönüllülük, güzel şey. Arı gibi çalışıyor, masalar arasında mekik dokuyor. Faydalı olduğunu düşünmek, inanmak insanı meşgul ve mutlu tutuyor. Kızım mutlu ve meşgul. Bir sürü insanla tanıştı şimdiden. Bu müdavimi bol mekânda. Ben tatildeyim. Yüzüyor, hamakta sallanıyor, kitap okuyorum.
Fatih Erdoğan Sihirli Kalem bitti. 100 İyi Okur projesinin ikinci kitabı. Mıgırdıç Margosyan'ın Biletimiz İstanbul'a Kesildi de bitti. Öyküler ekseriyetle Diyarbakır'da geçiyor. Diyarbakır Ermenilerinin günlük yaşamı, Kürt ve Türk komşular, adetler, deyişler, maniler, camiler, kiliseler, bayramlar ile kültürel dokuyu kayıt altına alan öyküler, bunlar. Beş duyuya hitap ediyor. İçinde yemek tarifi bile var. Diyarbakır'ın eski ismi Amed'in nereden geldiği bir öyküye konu olmuş. Elmalı Balayı, yazarın ağzından yaradılış ve cennetten kovulmayı konu ediniyor. Ve benim için güzelliğiyle öne çıkıyor.
Dişlerimi sıkıyorum hâlâ. Hiçbir şey işe yaramıyor. Bu satırları yazarken iki çene arasındaki mesafe azalıyor. Dişler birbirine sokuluyor. Yanaştıkça zonk zonk zonkluyor. Aralayıp dilimi sokuyorum. Bile isteye ısırmaycağımdan. Ama aralanma yetmiyor ağrımı dindirmeye.
Plajda bir yoga hocasıyla konuştum dün. Yüz yogası dersi veriyor, çevrimiçi. Eylülde başlayacak. Öğrencilerinin diş sıkmasının geçtiğini söylüyor. Süreklilik güzel şey. Denize düşen yılana sarılıyorsa ben niye yogaya sarılmayayım. Tekrar şart. Aklıma gelen bazı hareketleri yapıyorum tam bu anda. Yazarken. Dişlerim ayrı düşmekten memnun. Rastgele diziyorum kelimeleri. Hesap kitap yapmadan. Maviye uzanan yeşiller huzur veriyor. Ve cırcır böceği sesleri. Tanıdıklara da rastlıyorum. Arkadaşlarına rastlayabileceğim bir yerde tatil yapmak güzel şey. Laflıyoruz. Yalnızlık bir süreliğine azalıyor. Güzel bir denge. Hem kendimle hem diğerleriyle...
Günlerim denize girmek, ağaç altında yatmak ve uyuklamakla geçiyor. Ki bu güzel bir şey.
18 Ağustos 2025 Pazartesi
Yaz biterken
14 Ağustos 2025 Perşembe
Yas
Bugün yaslarımı anlatmak istiyorum biraz. Dile getirmek, paylaşmak, görünür kılmak, anıları canlandırmak iyi gelir diye düşündüğümden.
Okulumla başlayayım.
Beş yıllık ilköğretimden sonra sınavla girilen, bir yıl hazırlık sınıfı okunulan dönemde Çanakkale Anadolu Lisesi'ne girdim. Tam 38 yıl önce. Şehrin göbeğinde, ilçelerden gelen erkek öğrenciler için yatılı pansiyonu da olan bir bina. Şahane arkadaşlıkların geliştiği kendimi bütünüyle ait hissettiğim ilk ve belki de son yer. O yaşlarda başlayan arkadaşlıkların farklı bir yanı var, bilirsiniz. Çocukken tanışmak, ergenliği birlikte aşmak, birlikte büyümek, kendini tanıma yollarında yan yana durmak, Çanakkale gibi şahane bir şehirde güven içinde, neşeyle yaşamak... Yeni Türkü'nün şarkısındaki "Biz büyüdük ve kirlendi dünya". Dünya hep kirliydi ama belki de biz kordonun ötesini pek de göremiyorduk. Heterojen bir kentin iyi niyetli, çalışkan, geleceği parlak gençleriydik. Sahiden arkadaşlarım arasında yurt dışına giden, yerleşen, iyi pozisyonlara yükselen çok kişi oldu. Hepsiyle de gurur duyuyorum. Biz mezun olduktan sonra Milli Piyango İdaresi yeni bir okul binası yaptırdı. Ve okulumuz Çanakkale Milli Piyango Anadolu Lisesi adıyla şehrin tepelerinden birine yerleşti. O kordona, çarşıya beş dakika mesafedeki okul binası ise Çanakkale Fen Lisesi oldu. (Birkaç yıl önce meydan yenilenirken pansiyon binası yıkıldı ama mevzumuz bu değil.) 2011 Van Depremi'nde yaşamını yitiren 2000 mezunu Vahit Tuna isimli bir öğretmenin adı verildi sonra okuluma. LGS çıkınca da pansiyon binası olmadığı için nitelikli okul kapsamından çıkartıldı. Orta okul başarı puanına göre girilen, ismi iyi anılmayan bir okula döndü. Yetmedi, tüm liselerin isminin sonuna Anadolu Lisesi geldi. Ve bizim okul MEB'in garabetlikleri içinde kaybolup gitti, eski Çanakkale Lisesi, Çanakkale Anadolu Lisesi oluverince ismi de kalmadı. Sahi nereden mezunuz biz? Devamımızdaki okul hangisi? Bunları bilmemenin yası içindeyim.
Yeri gelmişken bizim kültürde ölen insanların isimlerini yaşatmaya dair bir özen var. Okulların mezunların anısını yaşatma çabası benim için çok anlamlı, saygıdeğer. Ancak ben okulların isimlerinin, yerlerinin değişmesinden yana değilim. Okulun içine kurulacak nitelikli bir kütüphane, bir laboratuvara verilemez mi bu isim? Ya da bir eğitim bursuna? Çanakkale'de belediyeye ait bir Sağlıklı Yaşam Merkezi var. İsmi Şehit Kıvanç Kaşıkçı şimdi. Bazen ölümün getirdiği duygusallıkla yüzeysel olarak anıyoruz gibi geliyor. Bir merkezin ismini değiştiriyoruz, hop geçiyoruz. Depremlerde, yangınlarda, sellerde, terör saldırılarında ölen insanların yası içindeyim. Elini vicdanına koymayan insanların yaptıklarının ve yapmadıklarının cana malolmasının yası içindeyim.
Son günlerde canım şehrimde peş peşe yaşanan orman yangınlarının yol açtığı tahribatın yası içindeyim. Binlerce futbol sahası büyüklüğünde ormanlık alan kaşla göz arasında yandı bitti kül oldu. Yuvasını bulamayan leylekler yol aydınlatma direklerinin tepesinde. Denizden döndüğüm her defasında gördüğüm yol tabelası is içinde. Evler kül ve gözyaşı altında. Tanıdığım insanların evlerine, arabalarına kadar dayandı. Kiminin evi yandı, canını zor kurtardı. Yangın müdahale merkezinin dibinde başlayan yangının çığırından çıkmasının, ağaçların, yuva olduğu cümle mahlukatın ölümünün yası içindeyim.
Sınırlarımı bilmediğim, çizemediğim, ihtiyaçlarımı fark edemediğim, duygularımı yönetemediğim, tepkisel davranışlarla ilişkilerimin bozulduğu zamanların yası var içimde. Toplumsal normlarla belirlediğim kalıpların dışına çıkan insanlara şans vermeyişimin yası var içimde.
Sosyal medyada geçirdiğim anlamsız saatlerin yası var içimde. O, geri döndürülemez dakikaları arkadaşlıkla, hareket ederek, sevgiyle bağlanarak geçirememenin yası var içimde.
Üşendiğim için gitmediğim buluşmaların, çıkmadığım yolların yası var içimde.
Bu yazı "yes yazı" ilan ettim. İl sınırları içinde tüm tekliflere evet diyorum. Tabi kendimi gözeterek, sınırlarımı, önceliklerimi bilerek, zaman, yer belirleme konusunda diyaloğu sürdürerek "Evet," diyor buluşmayı gerçekleştiriyorum. Hayrını, bereketini görürüm inşallah.
12 Ağustos 2025 Salı
Fotoğrafın hikâyesi: 6
Çanakkale yalnızca sırtını dayamıyor çam ormanlarına. Şehrin içine de giriyor ormanlık alan, yazlıkların arasına sokuluyor, okul bahçelerinde öğrencilere gölge, oyun ve piknik alanı oluyor. Güzelyalı yandı, bitti, kül oldu. Fotoğraflara, videolara yürek dayanmıyor. Çok üzgün, kızgın ve çaresiz hissediyorum. Her felaketten sonra kurumlara olan güvenimiz azalıyor. Şartlar bizi bireysel çareler aramaya itiyor. Birey olarak hiçiz. Ancak bir araya gelince anlamlı ve güçlü eylemlerimiz. Örgütlülük ve aidiyet bizi çaresizlikten bir nebze kurtarıyor. Nereye koşacağımızı, kimlerle hareket edeceğimizi biliyoruz en azından. Dün kızımla ve arkadaşlarımla ÇOMÜ Butik'e gittik. Pırıl pırıl gençler arı gibi çalıştı. Bir çırpıda boşalttılar taşıdığımız suları. Başka da bir işe yarayamadık zaten. Arka planda lojistik destek. Hepsi bu. Evde eli kolu bağlı oturmaktan iyi geldi yine de. Geçmiş olsun Çanakkale.
Not: Fotoğraf kızımın mezun olduğu ve yangının epeyce yaklaştığı okul bahçesinden.
6 Ağustos 2025 Çarşamba
Merhaba Ağustos
Mart ayında Mindmills bloğunun başlattığı Leylakdalı bloğunun davetiyle dahil olduğum Bir Günlükleri'ni yazmaya başlayana kadar, her ay bloğa sekiz ileti giriyordum. Bazen zorlanarak, bazen kolaylıkla, bazen de susarak. Çünkü her şey gibi yazma ihtiyacının, hevesinin de bir ritmi var. Kimi zaman suskun kalmak istiyor, kimi zaman yazarak düşünmek, hizalanmak... Kimi zaman yas tutmak için yazmak istiyor insan.
Şiddetsiz iletişimle tanıştığımda beni en şaşırtan kavram "yas" oldu galiba. Buradaki yas, yalnızca ölümle kaybettiklerin anlamına gelmiyordu zira. Vazgeçtiğin, ertelediğin ihtiyaçların, özlemlerin, kayıpların, kavuşamadıkların, hepsi birer yas. O eğitimde genç bir kadın, benimle birebir temas kurduğunda, eğitimin sonlarına doğru, beni gördüğünde "Abla Seyit Onbaşı'ya bağlamış" diye düşündüğünü söylemişti. "Ah!" dedim. "Çanakkale'deyim ben. Ve bu doğru." Tutulmamış onca yas, sırtımda koca bir gülle gibi.
Hepimizin içinde bir Seyit Onbaşı en azından potansiyel olarak duruyor bence. Yaklaşan tehlike karşısında mücadele dışında bir seçenek yoksa, hayatta kalmak için neler yapmıyoruz ki. Mücadele kesintisiz sürdüğünde, gevşemeye zaman bulamadığında hep sırtında o koca mermi duruyor. Onun ağırlığı altında hareket ediyorsun, eziliyorsun, yere bırakmayı aklına dahi getiremiyorsun. Uzun yıllar böyle geçti. Buna isyanlar da eşlik etti haliyle. "Bu şöyle olmamalıydı, bu böyle olmamalıydı" vs. vs. Yaş ilerledikçe, yaşam bilgisi arttıkça, inatlaşmaların, ayak diremelerin bir çeşit tutunmak olduğunu idrak edince ben de değişmeye başladım. Bana umduğumu vermeyen bir stratejiye sıkı sıkı tutunmak yerine İhtiyacımı fark etmeye çalışıyorum.
***
Geçen hafta pazartesi ve cumartesi akşamı, Anadolu Lisesi'nden arkadaşlarımla yemekte buluştuk. Hazırlıktan bu yana 38 yıl geçmiş. Hayat hepimizi bir yerlere savurdu. Bazılarıyla hiç kopmadık. Bazılarını ise uzun yıllardır hiç görmemiştim. Bir masanın etrafında toplanmak, yemek yemek, sohbet etmek keyifliydi. O iyimser duygularla İnstagram'da bir fotoğraf paylaştım ve altına "Arkadaşlığı sürdürmek, bir seçimdir. Emek, zaman, özen ve kararlılık gerektirir. İyi ki toplanabildik. 38. yıl. Dile kolay, " yazdım. Hemen bir çırpıda. Çünkü bunlar benim üzerine düşündüğüm konular. Hayatımızı seçimlerimiz belirliyor, sözcüklerimiz ve onlardan daha güçlü sesle konuşan davranışlarımız. Yetişkin olmak bunun olağan sonuçlarına katlanmak benim gözümde ve yaşamayı umduğun bir hayatı inşa etmek için emek vermek, kendine iyi yol arkadaşları seçmek aynı zamanda. Zihnim bu meseleleri kerelerce ele alınca yukarıdaki cümleleri zahmetsizce yazdım. Gruptan birinde çok karşılık bulmuş olmalı ki, bana özelden övgü dizip sonra aynı kelimeleri aynı sırayla kullanarak ardına bir iki cümle daha ekleyip paylaştı. Görünce şaşırdım. Kelimelerin, her birinin telifi yok elbette ama kendini ifade etmenin özgünlüğü de var. Akademi dünyasında ünvan olarak en yukarıya çıkmış birinden bu özeni beklerdim, doğrusu. Şaşırdım.
***
Bu ara günler hareketli, gezmeli tozmalı, yemeli içmeli, buluşmalı... Yaz işte, bir araya gelmelerin zamanı. İyi geliyor, yüreğimde bir burgu varken özellikle de. Benim küçük üzüntümün, hayal kırıklığımın yedisi çıktı. Ön dördü, kırkı ... neresiyse artık sonu, bitecek. "One Day" dizisini izledim üçüncüye. İlki kadar ağlatmadı. Ama hâlâ dokunaklı.
***
Bu sene Troia festivali için hevesliydim. Geçen yaz Bulutsuzluk Özlemi, Kurtalan Ekspres gibi şahane seçenekler vardı. Bu yaz kim bilir kimler gelecek diye düşünürken programı gördüm. İlgimi çeken tek isim yok. Sağlık olsun.









