16 Haziran 2025 Pazartesi

İkide bir: 11

Dün üzücü bir haber aldım. Engin Çetinbağ'ı kaybetmişiz. Yüz yüze tanışma imkânı bulduğum, değerli biriydi. Onu en son Yalıhan'da gördüm. Faruk Duman, Zeynep Eşin ile beraber gelmişlerdi. Söyleşinin sonunda yeni kitabını imzalatmıştım. Öykülerini de zevkle okumuş, hatta Parşömen'ın yıl sonu soruşturmasında da paylaşmış, şu sözlerle anmıştım. 



Karanlıkları Yara Yara (Engin Çetinbağ /Alakarga Yayınları)

20 yıl aradan sonra öykü kitabı yayımlanan Çetinbağ, yeraltı mühendisi olarak geçirdiği uzun meslek hayatından damıttığı deneyimlerle madenleri mekân tutan, madencilerin hayatlarını ele alan bir kitapla karşımızda. Öykü kitaplarındaki tekdüzelikten sıkılan okurların dikkatine! 

Çetin Bey ile 2016 yılında tanıştık. Öykü Günü kutlamak için yaptığımız küçük organizasyonun duyurusunu görünce bana sosyal medya üzerinden ulaştı. İştirak etti. Tanıştık. Geçmiş yıllarda Can Yayınları'nın yazarlarının da katıldığı ÇOMÜ işbirliğiyle düzenlediği etkinliklere dair bilgi verdi. Beraber yemek yedik.



İlerleyen zamanlarda jürisinde bulunduğu Madenci Öyküleri'nin yayımlanan birkaç kitabını hediye etti. Ara ara karşılaştık. Sohbet ettik.  İzmir Çanakkale arası mekik dokuyor, yılın belli dönemlerini buradaki evinde geçiriyordu. Yakınlarda Türkçe öğretmenliği bölümü öğrenci bir arkadaştan burada yazar sanatçı evinde yaratıcı yazarlık üzerine atölye düzenlediğini duymuştum. Birikimliydi, aktaracakları, anlatacakları çoktu. Devri daim olsun. Öyküleriyle yaşasın. 

                                                                            *

Dün yoğun duygular içinde geçti. Evladı LGS'ye saatinden önce, eksiksiz, sakin bir ruh hâli içinde teslim ettik. 45 dakikalık arada karnını doyurduk, motivasyonunu koruduk. Sınav çıkışı eve gittik. Arkadaşıyla buluşması sağlandı. Ardından benim arkadaşlarımla buluşuldu. Boğaza nazır bir terasta oyun keyfi yaşandı. Kaç soru doğru, kaç soru yanlış hesaplarına girmek istemedi. Dün büyük gündü. Kutlanmayı hak ediyordu. Sabah sınava girdiği okuldan kitapçığı aldım. Kendi okuluna götürdüm. Kontrol edince aradı haber verdi. Sonuç beklediğimiz gibi, yıl içinde gösterdiği performans doğrultusunda. Kırmadan, dökmeden, saçmadan, saçılmadan yılı bitirdik şükür. Bu hafta sınav sonrası okuldan kaçmalar, mezuniyet töreni, balo, eğlence ile geçecek. Geçiyor. 

                                                                              *

Bugünün yazısı da böyle olsun. Dilerim sizler iyisinizdir. 



14 Haziran 2025 Cumartesi

İkide bir: 10

Bugün 14 Haziran. Che Guevera'nın doğum günü. Kızım söyledi. Onun dışında bir aile büyüğünün kendisinin seçtiği doğum günü. Seçtiği deme sebebim, nüfusta farklı bir gün yazıyor olması. Bilirsiniz işte, kimi yaşlıların gerçek doğum günleri belirsizdir. Anne babalarından duydukları laflar vardır: kirazlar çıkmıştı, ayçiçekleri açmıştı gibi ve tahmini bir tarih belirlenir. Laf buradan açılınca kızıma sordum: "Sen hangi günü doğum günü olarak seçerdin?" Düşündü. Burç da değişeceği için hemen karar veremedi. Terazi dengesiz olur, balık sulugöz, ikizler ikiyüzlü dedi. İçinden geçtiğimiz günler İkizler'in olunca kollama isteği geldi galiba. "Olgun olmayan İkizler ikiyüzlü, olgun olanların ise zihni uçuş uçuş olur," dedim çok biliyormuş gibi. Devam ettim: "Eğer yaratıcı bir işle ilgileniyorsa bu uçuş uçuşluk da çok işine yarar." Düşündü. "Yaratıcılığı severim," dedi. Hangi burca atanmak istediğini düşünmeye koyuldu. Yanıt bulamadan hastalarıma rastladım. Kızıma yarınki sınavda başarılar dilediler. 

Bunca yıl, bunca karşılaşmadan sonra tepkisi hâlâ aynı. Hastaların onunla ilgili bunca şeyi bilmesini sinir bozucu buluyor, biraz da şaşırtıcı. Bir hekim ve bir hasta karşı karşıya geldiğinde aralarında bir boşluk kalmalı ona göre. Bir çift el, çalışmalı bir boşluğun içinde ve gitmeli diğeri işi bitince. Oysa insan sosyal bir varlık. Her karşılaşma bir temas. Her temas iz doğurur. Kitabı bile var. Boşluk tamamen dolmuyor hiçbir ilişkide, her daim kalıyor ama birine yaklaşmayı ve o boşluğun azalmasını da çok seviyoruz. Meftunuz buna, hatta mecbur. 

12 Haziran 2025 Perşembe

İkide bir: 9

Bir önceki yazıyı sabahın erken saatlerinde, henüz yataktan çıkmadan, güne yeni başlamanın huzuru, dinginliği içinde yazmıştım. Akşamına bu sükunet sarsıldı ve yerini telaşlı ve stresli bir 24 saate bıraktı. Anlatayım.

Annem akşamüstü eczaneden dönerken sitenin giriş kapısında basamağa ayağa takılıp düşmüş. Ağrı içinde komşular tarafından eve çıkarılmış. Doktor ve hemşire bir çift tarafından koltuğa sırtüstü yatırıldıktan sonra durumdan haberdar oldum. Tesadüf bu ya, koltuğa oturttuğum hastamın anne babası 112 çalışanıydı. Hemen aradık ambulansı yönlendirdik. Ben işleme başlamadan annemin yanına gittim. Ambulans geldi. Prosedür gereği annemi en yakın hastaneye yani Tıp Fakültesi'ne götürdü. Acil tıp uzmanları canla başla çalışan, yeri geldiğinde güvenliğin, hastabakıcıların işlerini dahi üstlenen özverili hekimler. Muayene, röntgen derken annemin sağ oturma kemiğinde kırık olduğu anlaşıldı. Ortopedi konsültasyonu istendi. Ardından tomografi çekildi. İki ortopedist de acil ameliyatta olduğu için birinin annemin tomografi sonuçlarının görülmesi, tedavisinin düzenlenmesi gece yarısını geçti. Kızım yalnız kalmasın diye annemi ablamla bırakıp gece 23.00'de ben eve geçtim. Telefon yanı baş ucumda yatağın içine girdim. 

Kötünün iyisi bir düşüş olmuş. Ameliyat gerektirmeyen ancak 8 hafta yatak istirahati gerektiren bir süreç başladı bizim için. Her şey planlanınca annemi eve transfer etmek istedik ve işler orada sarpa sardı. 112 üniversite hastanesine acil hasta bırakıyor ama çıkış yapmıyor, üniversite ambulansını zinhar vermiyor. Ablam sağlık müdürlüğünden emekli, ben 25 yıllık diş hekimiyim. Annemizi alıp 3 kmlik yolu getirmek için onlarca telefon görüşmesi yapmamız, her defasında bir üst amire, sonunda İl Sağlık Müdürü'ne  ulaşmamız gerekti. Sonunda o ambulansın kontağı çevrildi. Bu kez de biz yukarı çıkarmayız, taşıyacak insan bulun, dendi. Kalktım annemin sitesine gittim. Havuz başında çocuğunu yüzdüren bir baba buldum. Orada oturan eski bir arkadaşımı aradım. Asistanlarımdan biri kalktı geldi. Yollayın, karşılıyoruz dedik. Ambulans yola çıktı. Gelince de yukarı kadar getirdiler. Bunca zorluğun, çekişmenin arkasında ne vardı, hâlâ anlamış değilim. Bununla beraber çok saçma bir yorgunluk, ağlarını kullanmak için gereksiz bir efor yaşadım. Bu stresi üzerimden atmak için çokça tanığa ihtiyaç duyuyorum. Bu yüzden yazmak ve yükü azaltmak istedim. Dün rahatlamak için arkadaşlarımı da aradım. İki tanesinin de yakını hastanedeydi, biri genç, diğeri yaşlı. Onlar da problemlerini çözdüler çok şükür. Birkaç telefon görüşmesi desteği yeterli gelmedi. Sarılmalı, öpüşmeli, çaylı, kahveli sohbetlere de ihtiyacım var rahatlamak ve biz ne yaşadık yahu demek için. 

Annemin evine anahtarla girdiğim bir dönem başladı. Anahtarım olsa da kullanmazdım çünkü. İlle zile basacağım. O kapıyı açacak ve beni ayakta karşılayacak. Şimdilik 8 hafta kadar süreyle bu mümkün değil ama Allah beterinden de saklamış. İlk kez yaşlı bakım vereni olmadığımız için planlamayı bu defa çok hızlı yaptık. Ablam annemle hastanedeyken ben dün sabah medikale gittim. Havalı yatak, hasta pedi, hasta bezi aldım. Yatağı hazırladım. Babamın eski bakıcısı destek için geldi. Sabah akşam yapılacak kan sulandırıcı iğnenin ilkini dün hemşire komşumuz yaptı. Bana yapabileceğim alanları gösterdi. Bu sabah görevi devraldım. 

Sabah erken uyandım. Dün gece aldığım kemik suyunu da katarak mercimek çorbası pişirdim. Sıcak sıcak götürdüm. Enjeksiyonunu yaptım. İşe gelmeden önce kordonda yürüyüş yaptım. En sevdiğim çay bahçesine oturdum. Kahve içip etrafı izledim. Yoga, meditasyon eğitmenlerinin parasempatik sinir sistemini aktive etmek, kendimizi yatıştırmak için tavsiye ettiği şeylerden birisi de, gözlerimizle içinde olduğumuz mekânı izlemek, biliyorsunuz. Stres altında o daralan bakış açısından çıkıp güvendeyim diyebilmenin bir yolu bu çünkü. Sen bilmesen de beden biliyor. Dün de beden beni dışarı attı. Gittim, kordona yakın bir marketten alışveriş yaptım. Yürüdüm. Etrafı izledim. Mekânlar dolu, insanlar cıvıl cıvıl ve birbirleriyle temasta. Şimdi hastalık ve dinlenme var ama her şey kontrol altında. Annem güvende ve benim hayatım olağan akışında devam ediyor. Bu kadar kısa sürede kendimi (olabildiği, yapabildiğim kadar) regüle etmeyi başardığım için de ayrıca tebrik ediyor, bu görüyü kazanmamda bana yardımcı olan her türlü kaynağa da teşekkür ediyorum. Dilerim siz afiyettesinizdir. 


10 Haziran 2025 Salı

İkide bir: 8

Dün bayramın son günüydü. Annem dışında kimseyi ziyaret etmediğim, yalnızca bir arkadaşımı gördüğüm, bir diğeriyle telefonda sohbet ettiğim, hemen hemen hiç kimseyi aramadığım, sormadığım, çoğunlukla evde yalnız kaldığım, sessiz, sakin kendi halinde bir bayram oldu. Her bayram böyle geçse üzülürdüm belki ama bu bayram tenhalığı, sakinliği sevdim. Biraz evi toparladım. Daha çok çöp çıkardım aslında. Kimi eski defterler, eski makaleler, seminer notları, çözülmüş çoktan seçmeli testler...

Yıllar önce çoktan seçmeli bir testle baştan çıkmışlığım var, bir doğru bir yanlış doğurabilir, bir yanlış bir doğruyu götürebilir uyarısını dinlemeyip kendimi o doğruyanlışın kollarına atmışlığım, yoldan çıkmışlığım, davet edildiğim yere varmışlığım var. O günlere dair notlar, mektuplar da gitti bir bir. Unutmak için saklamamam gerekiyor bazen, özgürleşmek için atmam. Şimdi o günleri düşünürken, o tatlı başlangıcı, baş dönmesini, her şeyi başlatan ilk sözleri, ilk buluşmaları... her şeyin aslında nasıl gün gibi aşikar olduğunu görüyorum. Bile bile yanmak da aşka dair belki. 

Sabah uyandığımda bir yabancının nasıl olup da birdenbire en kıymetline döndüğünü düşündüm. Birdenbire olmuyor tabi. Günlere, haftalara, aylara, yıllara yayılıyor, bağ kurmak, köprüler inşa etmek. İlk kez sen diye hitap ettiğinde yaşadığı şaşkınlık utanma karışımı ifade gözünün önüne geliyor örneğin. Bir bakıyorsun gülümseyerek hatırladığın bir anıya dönmüş. Bir başka sefer seni ilgiyle dinlediğini, duyduğunu, dahası aklında yer ettiğini fark ediyorsun, hop bir bağ kuruluyor, bir köprü bir kalpten diğerine. Bilgi, ilgi, özen, dikkat akıyor karşılıklı. O hiçbir şeye yetişmediğinden yakındığın zaman, bir de bakıyorsun birinin kabına, damlıyor pıt pıt pıt. Ve bundan memnun olduğunu fark ediyorsun. Dile getirmediklerin gözlerinde, bedeninde hapisken yol alıyorsun, çok da bir şey ummadan. Çünkü beklenti öldürürken her şeyi, beklememek, beklemezken almak, her ne ise gelen mutluluk kaynağı. İki insanın, milyonlarcası içinden birbirini görmesi, fark etmesi, kalpten bir bağ kurması, emek vermesi, şu zalim dünyada aldığımız en kıymetli hediye, yaşama sevinci sebebimiz. Şimdi bu satırları yazarken bir gün yabancıyken kıymetlilerim arasında yer alan insanları düşünüyorum ve o gün orada olduğum, tanıştığım, emek verdiğim, anılar biriktirdiğim için minnetle, şükranla doluyorum. Çünkü sahip olduğumuz en kıymetli şey, kurduğumuz bu bağlar. 

Dün kızımla yürüyüş yaptık akşam üzeri. Geçenlerde Bahar Eriş'in sosyal medyada paylaştığı bir iletiyi okudum, o da bir başkasından alıntılıyordu. Ergenlerin gidip gelme halleri, siz bir şey sorduğunuzda umursamaz görünürken aynı gece yatağınıza gelip yarın devam ederiz, uyuyalım artık dedirten uzun sohbetleri başlatmaları. Hiç de kafa karıştırıcı değil. Uzmanımız bunu özerklik ve bağ kurma ihtiyaçlarına bağlıyor. Bunu bilmek iyi hissettirdi. Kapıdan selam vermeden girip yalnızca kediyi sormasına bozulmadan seçim yapmasını bekleyebildim bu hap bilgi sayesinde. Sonrası iyilik güzellik. Bir saatlik bol sohbetli doğa yürüyüşü. İlişkilerin milyonlarca sırrından biri de bu olabilir. Karşındakine seçim gücü olduğunu fark ettirmek ve dırdır etmeden beklemek. Beklediğini unutmak hatta, kendi işlerine odaklanmak, onlarla ilgilenmek ve geleni muhabbetle, ilgiyle, neşeyle karşılamak. Dünyanın 8. harikası bu olabilir mi?

Bu da akşam yürüyüşümüzden bir kare




8 Haziran 2025 Pazar

İkide bir: 7

Dün sabah erkenden Bursa'ya doğru yola çıktım. 10'u biraz geçerken İKEA'nın içindeydim. Evde planladığımızdan daha fazla Billy kitaplık aldım. Köşeyi dönerim belki diye bir de köşe kitaplık. Evde, komple cam kapak seçmiştik ancak mağazada dolaşırken panel kapak gördüm ve onu tercih ettim. Altı ahşap üstü cam, panel kapakları ileride istersem tamamlayabileceğim bir alt modül gördüm çünkü. Bununla beraber kitaplıklarda muhakkak düzensiz, kalabalık görünen yerler kalıyor. Bu planlamayla çalışma odasındaki kadar kitap depolama alanını yeni evin salonuna sığdırmayı başarıyorum. Bu da yeni evde çok da efektif kullanmadığım  çalışma odasının eksikliğini duymayacağımın ispatı. Çalsın sazlar, oynasın kızlar!

Çalışanların yardımıyla depolama alanından kutularımı aldım. Ödemeyi gerçekleştirdim. Nakliyeye verdim. Yukarı çıkıp İsveç köftesi yedim. Mobilya bölümünde kısa bir gezintinin ardından tekrar yola çıktım. Akşam beş civarı eve ulaştım. Kendimi banyoya attım. Bir şeyler atıştırırken Netflix'ten Ceren'in önerdiği Dört Mevsim dizisini açıp peşi sıra üç bölüm izledim. Gözlerim yorgunluktan kapanınca uyumaya gittim. 

Sabah altı gibi kendiliğimden uyandım. Çamaşırları katladım. Yerlerine yerleştirdim. Yatak odasındaki dağınıklığı toparladım. Yeni eve taşımak istediğim kimi kutular, hurçlar var. Bayram sonunda emlakçının gelip evin fotoğraflarını çekmesi için evi yeniden düzeli hâle sokmam gerek. Ya da acele etmeyip bu işi taşınma ertesine bırakabilirim. Böylesi çok daha kolay olacaktır. İçinde yaşarken evi göstermek de bir dert çünkü. Bu da yazarken aldığım bir karar oldu. Yoksa bugünün planların birisi çalışma odasından başlayarak evi fotojenik hâle getirmekti. Yine de bugün en az iki saati, bölünmeden, odaklanmadan çalışma odasını toparlayarak geçirmeyi düşünüyorum. Saat henüz erken. Evi toplamak, dizi izlemek, dışarı çıkıp yürüyüş yapmak, belki birileriyle buluşmak için koca bir gün var önümde. Günü verimli geçirme konusunda hevesim var. Önümde iki seçenek: Ya dikkat çeliciler günümü yutacak ya da çalışma odası elden geçecek. 

Bayramın üçüncü günü de başladı. Yarın son gün. Belki denize giderim. 

6 Haziran 2025 Cuma

İkide bir: 6

Bayramın ilk gününden herkese merhaba,

Kurban bayramı bizde çok uzun yıllardır kurban kesme işine girişilmeden kutlanıyor. Aile büyüklerinin kabirleri desen memlekette. Hâl böyleyken kurban bayramına özel o ilk gün koşturmacası da olmuyor. Sabah annemi kahvaltıya davet ettik. Birlikte kahvaltı yaptık, bayramlaştık. Onu eve bıraktım. Akşam yemeğinde buluşmak üzere ayrıldık. Sonra bir arkadaşımla yeni evde buluştuk. Boş odaların, duvarların ölçüsünü aldık. Mevcut mobilyaların büyüklüğünde gazete kâğıtlarını zemine serdik. Ne, nerede nasıl görünecek diye baktık. O evde ayrı bir çalışma odası olamayacağı, marangozun yaptığı kitaplık da sığmayacağı için modüler kitaplık seçeneklerine bakmak üzere eve geldik. Sanal İKEA gezintisi...

Renk seçtik. Salonda uygun boşluklara cam kapaklı Billy kitaplıklar,  yeni çalışma masası ve tekerlekli bir keson sığdırdık. Verimli bir gün oldu. Sıra siparişe gelince masa ve kesonun stokta olduğunu istediğim renk Billy kitaplıkların ise internet satış stoğunda olmadığını gördüm. Üzüntü ve muz kabuğu! Mağaza stoklarına bakınca Bursa'da olduğunu fark ettim. Günübirlik gitmek için hayli yol yine de. Ancak aradan çıkarmak da istiyorum. Çünkü planlamak, kolaylık sağlıyor. Neyin nereye yerleşeceğini bilmem, taşınmadan önce bunun planını yapmam şart. Ne derler bilirsiniz: Nuh gemiyi fırtınadan önce inşa etti. 

Taşınmayı fırtınaya benzetmem pek manidar oldu. Taşınmalar gerçekten de yorucu. Birer küçük felaket bir yanıyla. Hele de daha küçük bir eve geçiyorsan, küçülmen gerekiyorsa. Neleri geride bırakacağıma, neleri taşıyacağıma karar veremediğim için kaçınmam an meselesiydi. Kendime küçülmek, sadeleşmek, yeni bir başlangıç yapmak istediğimi hatırlatmam gerekiyordu.  İki kişiye yetecek büyüklükte bir ev olduğunu, tam da bu yüzden bu kararı aldığımı yineliyordum sonra. Fazla eşyaları depolamak için daha büyük alanları temizlemek zorunda kalmaktan yorulduğumu söylemiyor muydum herkese? O zaman nedir bu niceliksel kıyaslama... Nedir bu tutunmak? 

Her taşınma, sadeleşmek için bir fırsat. Elden geçirecek çok şey var daha. Özellikle kütüphanede. En az iki büyük boy poşet dolusu kâğıt çöpü çıkacağına eminim. Kitapları da azaltabilirim pekâla. Ama önce kitaplıkları almalıyım. Yarın Bursa'ya gideceğim. Kitaplıkları sığdırabilirsem bagaja atıp geleceğim. Sığdıramazsam nakliye hizmeti satın alacağım. Yarının yazmama günü olması iyi denk geldi.

Bugünün yazısı da böyle olsun, varsın, Z raporu gibi. 

4 Haziran 2025 Çarşamba

İkide bir: 5

Bu eve ilk taşındığımda bir heves fidanlığa gitmiş, gül, lavanta, adaçayı, bahardalı, hanımeli, sosyete sarımsağı ve sardunya dikmiştim. Toprak derinliği az olduğu için çoğu tutmadı, kurudu gitti. Bahardalı tuttu tutmasına ancak üç yıl geçmesine karşın pek de heybetli değil. Her yıl üç beş çiçek açıyor. Şu dünyada dikili ağacım var diyebilirim yine de. Bahçede toprakla buluşturduğum, yerini sevmiş, köklenmiş iki bitki var. Biri bahardalı, diğeri lavanta. İncecik, narin bir fideden diktiğim lavanta, yıldan yıla genişledi, dalları kalınlaştı ve birkaç hafta önce ilk kez çiçek açtı. Sevindim sevinmesine ama onu da bahçede bırakıp gideceğim işte. Tamamen geride bırakmaya kıyamadığım için köke yakın dallardan keserek çoğaltacağım. İnternetten baktım. Lavantayı çoğaltmak istediğinde saksıyı yanı başında hazır etmek gerekiyormuş. Çünkü lavanta topraktan ayrılmayı sevmiyormuş. Kim sever ki...

Kızım ilkokula başlamadan bir yıl önce acayip bir kaygı, stres içindeydim. "Bu ülkede artık yaşanmaz" düşüncesi beni yiyip bitiriyor, geceler boyu hangi ülkeye taşınabileceğime dair araştırmalar yapıyor, mesleğimi bir başka ülkede sürdürmenin yollarını arıyor, işin içinden çıkamıyordum. Varsayımlar ve hayali stres karşısında bir çıkmazın içinde yaşayıp gidiyordum. Sonra kızım ilkokula başladı ve o çok korktuğum (artık tam olarak neydiyse) şey olmadı. Bir yavrunun istikbalini düşünerek yurt dışına gitme girişimlerini anlayabiliyorum. Ancak yavruya ve kendime rağmen "bunu yapmam lazım" düşüncelerinden tamamen sıyrıldım. Çünkü günün birinde fark ettim ki, ben her şeye rağmen burada yaşamayı seviyorum. Buradaki kazanımlarımı kaybetmeyi, dille bağımı koparmayı istemiyorum. Bir ülkede kendimi rahatlıkla ifade ederken, kolaylıkla gündelik ayrıntılarla, formalitelerle baş ederken bir başka ülkenin acemisi, cahili olmayı istemiyorum. Bunu bu netlikte kendime karşı ifade ettiğim an, bütün stresim, kaygım kayboldu. Çünkü insanlar da lavantalar gibi, toprağından ayrılmayı sevmiyor. İçi toprak dolu bir saksı bağlanmaya, köklenmeye her zaman yetmiyor.