30 Nisan 2025 Çarşamba

Hoşçakal Nisan

Nisanın son günü. Yarın 1 Mayıs. Birkaç hafta önce çalışmamaya karar vermiştim. Öyle yürüyüşe katılmak istediğimden değil. Pek canım istemiyor doğrusu. Onun yerine günü bahar bayramı gibi karşılamak istedim. Günübirlik Bozcaada'ya giderim diye de düşündüm. Ancak plan değişti. Yarın sabah bir hasta bakmam gerekiyor. Sonra da ev bakmam. Bunun bir zorunluluğu yok elbette ama hazır evdeyken bakayım, kıyaslayayım, bütçe açısından değerlendireyim ve bir karar vereyim istiyorum. 

Oturduğum eve taşınalı üç yıl oldu. Eski evimden daha geniş olması, kapalı otoparka ve sosyal donatılara sahip olması ve yeni deprem yönetmeliğine göre yapılan yeni bir bina olması gibi gerekçelerle taşınmıştım. Bir de kendine ait küçük bir bahçesi vardı. Ufacık, tefecik bahçe bitki çitiyle sitenin bahçesinden ayrılacaktı. Zaman içerisinde bu vaadin gerçeği yansıtmadığını gördüm. Site yönetimi çit yapmama izin vermiyor, toprak derinliği dikilen bitkilerin serpilmesine, yayılmasına, bitkilerden bir duvar oluşmasına  olanak tanımıyor. Böyle olunca da yeşil alana bakan bir zemin katta oturuyor gibiyim. Çocuklar içinden geçip gidiyor. Kedi dilediği gibi balkondan çıkıyor, gezip geliyor. Bunun konforuna o da biz de alışınca, bahçe kullanımlı bir zemin katın esasen bizim için iyi bir seçenek olduğuna inandım. Mahremiyetin sağlanması koşuluyla. İşte bu sebeple bir süredir bana bu müstakil bahçe kullanımını sağlayabilecek ev bakıyorum. Şartmış gibi. Evimden çıkabildiğim 30-40 metrekarelik bir yeşil alana mı bağlı tüm mutluluğum? Lavanta, gül dikmek, çiçeklendiğinde birkaç taze dal kesip vazoya koymak, kahvemi bahçeye nazır içmek, belki bir şezlongta uzanmak ve kitap okumak, bunları istiyorum işte. Birkaç yer de baktım. Bir firma takasa açık çalışıyor. Anlaşmalı emlakçı evime bir eder biçti. Aradılar yarın görüşeceğiz. İç kullanım alanında 29 metrekare daha küçük ve açık mutfaklı bir ev. Benim dairemde balkon kapalı ve ebeveyn yatak odasında giysi dolabı teslim edilmişti. Orada bunları benim yaptırmam gerekiyor. Kazanımı sınırları çizilmiş, çitle çevirmeme izin verilen, ölçüsünü tam olarak bilmediğim kimi yerde daha geniş kimi yerde daha dar ancak tüm daireyi çepeçevre saran toplamda 40-60 metrekare olduğunu tahmin ettiğim bir bahçe. Bunun için eyleme geçmeye, yeniden taşınmaya değer mi bilmiyorum. İyi haber benim daireme biçilen hızlı satış değeriyle satıştaki dairenin arasında çok büyük bir fiyat farkı yok. Karşılayabileceğim bir miktar. Ancak nakliye, bahçeyi çevirme, giysi dolabı, yorgunluk vb gibi ekstraları da katmak gerek. Bu sitede tanıdığım, sevdiğim insanlar da var.  Mevcut evime oldukça yakın. Bir hafta sonu taşınsam kızımın servisi dahi değişmeyecek. Ama bunca yorgunluğa, telaşa, harcamaya gerek var mı? Bu istek, anlamlı mı yoksa mutluluğu koşullara bağlayan bir pranga mı? Ah bir bilebilsem. Bir karar verebilsem. Bir silebilsem seçenekleri. Zihnim maymun gibi daldan dala atlamasa...

En iyisi yarın görüşmek ve bir karar vermek. Şartlar anlamlı değilse, hayır'ı da bir seçenek olarak değerlendirmek, kabul etmek ve elimdekilerle yetinmek. Dahası tatmin olmak. Yorulmayacağım, para harcamayacağım için. Uzun lafın kısası. Bu bahar ve yaz dönemi bir değişime gebe mi? Yaşayıp göreceğiz.  

Dipnot: Bu ay, canım yazmak istemedi. Dört yazı paylaştım ancak. Eskiden olduğu gibi telaşlanmadan, ille de sekize tamamlamaya çalışmadan. Dört yazıda bırakıyorum. Geçen ay çok yazmamda sakınca olmadığı gibi, bu ay az yazmamda da sakınca olmadığını görmek, bir ilk. 


29 Nisan 2025 Salı

Günün izi: 19

Geçen ay her gün yazmama rağmen bu ay iki yazı arasında tam tamına 26 gün mola vermişim. Her gün yazma niyetini ortaya koymak, yazma kararlılığını da sağlıyor. Kendimize hedef koymayınca kayboluyoruz galiba. Bu ev işlerinde bile böyle. Her şeyi yazan, her konuda listeler tutan, alışveriş, çamaşır, temizlik günü belli biri değilim. Bazen keşke olsam diyorum. Çünkü o günün niyetini önceden belirlemek beni verimli kılıyor. 

                                                                                   *

Adalet Ağaoğlu'nun Düşme Korkusu adlı öykü kitabını dinledim. Ölümünden önce yayımladığı son kitabın ortaya çıkmasında kendi düşüş hikâyesi yatıyor. Kitabın arka kapağında bundan şöyle bahsediyor: 

"Şimdi öyle bir şey ki yazmak, sigara tiryakiliğinden daha büyük bir tiryakilik. Sahiden. Ben elimden düşürmediğim sigarayı kolayca bıraktım, hiç de aramadım. Fakat yazmayı bırakamadım, tiryakilik o dereceydi. Şimdi yaklaşık son iki yıldır evden dışarı çıkamıyorum, yine de yazmadan durmuyorum. Yazmak, su içer gibi içimden geliyor hep. 

Son dönemde yatakta daha sık zaman geçiriyorum. Üç kere düşmüşüm yere. Doktorlar tarafından sırt üstü yatağa yatırılmışım. Zaman içinde yavaş yavaş kendime geldim. Fakat korkuyu yenemedim. O dönemde içimde büyük bir düşme korkusu vardı. Onu mutlak bir biçim altında anlatmak istiyordum. Düşmek sadece yere düşmekten ibaret değil. Bir de manevi yanı var. 

Düşme Korkusu adı altında altı tane hikâye yazdım. Çünkü düşmenin çeşitli anlamları var. Saygınlığını kaybetmek var, değerini kaybetmek, gözden düşmek, çaresizliğe düşmek var. Bunun manevi yanını göz önünde tutarak düşme korkusunu yazmaya karar verdim." Adalet Ağaoğlu 

Bir fikir etrafında öyküleri toplama fikrini sevdim. Düşmek, özellikle gözden düşmek, itibarını, güvenilirliğini kaybetmek esasen evrensel bir konu. İyi işlendiğinde okuru, izleyiciyi nasıl da güzel avcunun içine alıyor. Bu ara Muhteşem Yüzyıl'ı izliyorum. Dün gece izlediğim bölümde İbrahim Paşa uykusunda boğularak öldürüldü. Al sana bir gözden düşme hikâyesi daha. 

                                                                                *

Geçen gün kapıdan bir tedarikçi uğradı. Çalıştığım depo olduğunu, yeni bir yer arayışında olmadığımı söyledim. Bursa'dan kalkan genç arkadaşın hemen pes etmeye niyeti yoktu. Nazik olmaya karar verdim. Dinleyecek bir beş dakika ayırabilirdim kendisine. Bu tür ilk karşılaşmalardan genellikle hiç hoşlanmadığım halde. Konuşmaya kendini överek başladı. Pazarlama konusunda eğitim aldığından dem vurdu. Bir sağlık kuruluşunun zarar etmesinin sadece çalışan hekimi değil, yanında çalışanları da etkilediğini, çok üzücü olduğunu söyledi. Kendisinin yalnızca mal satmadığını, Bursa'daki klinikleri de tanıdığını, hekimlere iş de bulduğunu anlatmaya başladı. İçimde şaşkınlık, sabırsızlık ve giderek tırmanan kızgınlıkla bir süre daha dinledim ve müdahale ettim. Arzum ve tercihim olmadığı halde benden zaman talep eden, en başta belirttiğim HAYIR'ı duymayan kişi, bıraksam dakikalarca konuşurdu çünkü. Kendini dahi duymadan. Aklına gelen, dilinin ucuna düşen kelimeleri rasgele savurarak. Yeni bir hekimle bağlantı kurma isteğini anlıyorum, kendi tahammülsüzlüğümün sebebini de. Yazının başında belirttiğim gibi niyetini önceden bilmeyen satıcılar, pat diye telafi edilmesi mümkün olmayan bir şeye gözünü dikiyor, zamanımıza. Bizim isteğimiz ve rızamız dışında hem de. 

27 Nisan 2025 Pazar

Boykotlu pazar

Bugün ayın 27'si. Geçen ay her gün yazmanın ardından kendimi nadasa bırakmış gibiyim. Bu ara pek hevesim yok. Hemen hemen hiçbir şeye. Bıraksalar, gönlümün istediği saatte uyansam, otursam kalksam, yavaşlasam, öyle bir hâller. Hoş kendi hâlime bırakılsam, sabah güneşini üzerime gene çok yükseltmem. Geç de yatsam, uykum da bölünse, sabahları çok geç saatlere kadar uyumuyorum. Çocukluğumdan beri böyle, bu. Sabah saatlerinde pek çok işi halletmeyi de seviyorum dahası. Belki bu huy, ileride emeklilik yıllarımda işime yarar çünkü pek çok insanın geç yatacağım, öğlene kadar uyuyacağım, günüm geceme karışacak, ne yapacağım kaygılarıyla emeklilikten ürktüğünü biliyorum. 

Emeklilikle başa çıkmak kolay değil, elbette. Türkiye'de geçim gibi kocaman bir mesele var. Çocuklar büyümeden, üniversiteyi bitirip iş bulmadan emekli olmak öyle her yiğidin harcı değil. Hane gelirinin bir anda azalmasını dengeleyecek yan gelirlerin teminini önceden planlamak gerekiyor. Yabancıların pasive income dediği mevzu. Üniversiteye başladığım zaman, bir sınıf arkadaşım yalnız yaşayan emekli bir kadının evinde pansiyoner olarak kalıyordu. Bir akşam onu ziyarete gitmiştim. Evin içinin eski mobilyalarla döşeli olduğunu, banyo ve mutfağın hayli yıpranmış, arkadaşımın konaklama koşullarından mutsuz olduğunu hatırlıyorum. Yemeklerin içinden saç telleri çıktığı için yemek yemediğini, hemen her gün açma, poğaça ile beslendiği de hatırımda. Her ev sahibi Mary değil nihayetinde. Hangi Mary dediğinizi duyar gibiyim. 

Mary, adına kitap ithaf edilmiş, İrlandalı feminist, aktivist Mary. Meltem Gürle'nin İrlanda Defteri elimde şu sıra. Yavaş yavaş okuyorum. İçinden kitapların, yazarların, İrlanda'nın sosyal, kültürel ve siyasi tarihinin geçtiği, Mary'nin bir roman kahramanı gibi paragrafların içinden yükseldiği, ışıldadığı nefis denemeler. Okumaya, yazmaya özendiriyor insanı. 

Meltem Gürle'nin tarzına bayılıyorum. Hayata yazar gözüyle bakmasına, yaşam ve hikayelerin bağını incelikli bir yerden tutarak okura sunmasına hayranlık duyuyorum. Trinity College sonrası Almanya'da çalışıyormuş şimdi. Kim bilir belki ileride arka planda Alman edebiyatı ve Alman kültürünün aktığı yeni denemelerde çıkar karşımıza. 

İrlanda Defteri'ni yavaş yavaş okuyorum. Bugün dışarı çıkarken çantama attım. Kancalı iğne ve bir yumak iple beraber. Kitap okumaya da, makrome bileklik örmeye de zaman ayırmadım dışarıdayken. Dünden sözleştik kızımla. Sabah erken yollara revan olalım ve bahara koşalım diye. Boykot dedi. Para harcamadan günü dışarıda geçirmek mümkün değilmiş gibi. 

Sabah o uyurken kahvaltılıkları hazırladım. Paketledim. Peynirli gözleme bile yaptım. Termosa sıcak suyu koydum. Sallama çay, kahve... Her şey hazır olunca kızıma seslendim. Karnı acıkınca ilk molayı Güzelyalı'da deniz kenarında verdik. Piknikçiler çoğalmadan, mangala etler atılmadan kahvaltımızı yaptık. Çayımızı içtik. Truva antik kentine gittik. Otoparka ücret ödememek için arabayı köyün merkezinde bırakıp yürüdük. Mobil müze kartımla ücretsiz içeri girdim. 18 yaş altı zaten ücretsiz. 



Doğu kapısından girdik içeriye. Yıllar içinde pek de değişiklik göstermeyen kazı alanını dolaştık. Bir incir ağacının altında soluklandık. 



Schliemann yarmasında iken onun bir arkeolog mu, define avcısı mı olduğuna dair konuştuk. Sincap görme umuduyla etrafa bakındık. Ören yerinden çıkınca görebildik ancak. 

Yeniden arabaya bindik. Achileus'un mezarına gitmek üzere yola koyulduk. Yanlış yola saptık, rotayı yeniden mezara, Yeniköy plaja doğru yönelttik. Yeniköy plaja ve Bozcaada'ya tepeden bakan seyir terasında durduk. Kamp sandalyelerimizi, sehpamızı açtık. Menüde kuruyemiş, meyve, kahve vardı bu defa. Atıştırdık. Tarihi kahramanları konuştuk ve gelinciklerle kaplı tarlalara doğru yürüdük. 




Bir kaplumbağa ile karşılaştık. O rotada sinek kuşu da çıkar belki karşımıza diye ummuştum. Ve fakat yoktu. Köylerin, tarlaların arasından eve döndük. Ben şarkılara eşlik ettim, kızım örgü ördü, yol boyu. Dörde doğru girdik eve. Keyifli ama yorgun... Banyo, ardından pratik bir öğle yemeği (şehriye çorbası, mevsim salata, patatesli omlet). Kızım ders çalışıyor, ben bu satırları yazıyorum. Günün fotoğraflarını da ekleyince yazıya, İrlanda Defteri'yle buluşacağım. Sonra belki bir kahve daha içerim. Belli mi olur. 

1 Nisan 2025 Salı

Mart Alfabesi

Ağzımızın tadı yokken ne anlatacağım geride kalan ayla ilgili. Toplumsal alana yurdun dört bir yanından destek bulan protestolar, hukuka aykırı tutuklamalar, gözaltılar damgasını vurdu, kişisel alana ameliyatım. İkisi de sancılı, ağrılı. 

Bayram, bayram neşesiyle gelmedi pek çok eve. Tuttuk ucundan yine de. Annemle yemek yedik. Bayramlaştık. Ben Bilirim, izledik. 

Can sıkıntısı. Bu ülkede yaşamanın özeti bu. Facebook anıları, hatırlatıyor arada, bilirsiniz. Pek çoğu ülkedeki haksızlıklarla, hukuksuzluklarla ilgili. Bu günlere dair hatırlatacağı bir şey yok, olmayacak. Yazmadım, paylaşmadım. Başım belaya girer korkusu değil. Vurdumduymazlık hiç değil. Sessizliğim yeni değil. Var bir üç, beş yılı. Tam olarak hatırlamıyorum. Nedenini de çok iyi hatırlamıyorum. Belki kutuplaşmadan yorulduğum, yıldığım için. Belki gerçek hayatta sokakta değilken, klavye kahramanlığını ayıp bulduğum için. Belki sosyal medya protestolarının bize sağladığı tatminden kaçmak için. Belki gerçek mağdurlar varken tarafımı gösterme çabasında ayıp, kusurlu bir yan bulduğum için. Kendimi ifade etme, üzülme, tüm bu olanlar karşısında yas tutma hakkımı kendi, kişisel alanımda yaşamak istediğim için. 

Çay demleyeceğim bu yazı biter bitmez. Bayramın son gününde, ağzımıza layık kahvaltıda bize eşlik etsin diye. 

Dayanışma sandığı kuruldu yurdun dört bir yanında. Parti üyesi olmayan bizler de sandık başındaydık, Ekrem Başkan'a destek için. 

Ekrem İmamoğlu, bu ay içinde, diploması iptal edildi, yolsuzluk ve terör suçlamasıyla gözaltına alındı. Ve tutuklandı, yolsuzluk davasından. 

Filiz Akın da vefat etti. Çocukluk, gençlik hatıraları gidiyor birer birer. Yeşilçam'ın en zarif kadınlarından biriydi. Geçmiş Bahar Mimozaları dizisinden anımsıyorum onu. Mehmet Günsur bir ergen oyuncu o günlerde. Biz de öyle. Beğeniyoruz, konuşuyoruz. 

Gerim gerim geriliyoruz. Aklımıza mukayyet olmak şart. 

Halk protestoları. Kendiliğinden gelişti. Ekrem İmamoğlu'nun gözaltına alınmasından sonra. İfade özgürlüğü için, medya sansürü için, otoriter rejime karşı çıkmak için, hukukun üstünlüğünü savunmak için, özgür ve adil seçimler için, seçilmiş siyasetçilerin, mesleğini yapan gazetecilerin serbest bırakılması için. 

Ikınma! Ne çok duydum bu sözü doktorumdan. Ikınma. Bol su iç. Yazıya birkaç yudum su molası. 

İncel Kültürü. Ergenlik (Adolescence) dizisiyle gündeme geldi. Alfa Males dizisinde de yer alıyordu. Oradaki değini çok daha eğlenceli ve komikti. 

Japonya, Çin... Bayram için o taraflara giden bir tanıdığım var. Sosyal medyayı aktif kullanan, gezmeyi çok seven ve değişik yerlere giden. Bir tarafı eskisi gibi videolar, fotoğraflar paylaşmak istiyor belli. Bir yanı linçten korkuyor. Ülkem, güzel ülkem diyor. 

Konca Kuriş, Müslüman, feminist yazar. İslam ve kadın haklarına ilişkin görüşleri nedeniyle akıl almaz işkencelerle öldürülen cesur kadın. Sessizce çıkan bir afla katili serbest, canım gençler içerideyken. 

Leylek Yaren geldi yine, on dördüncü kez. Adem amca ile kavuşması gecikince yüreğimiz ağzımıza gelmedi desek yalan olur. 

Mahir Polat. Kültürel mirasın korunması, müzecilik ve mimarlık tarihi alanında uzman bir isim. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi bölümü mezunu. İTÜ Mimarlık Tarihi Yüksek Lisans programına kaydolmuş. Yüksek lisansı YTÜ'nden, müzecilik üzerine. İstanbul'daki tarihi ve kültürel değerlerin korunması üzerine sayısız projede çalışmış, katkı sunmuş değerli biri. Ve biz onu tutukluluğuyla, geçirdiği anjiyodan sonra sağlık hizmeti alması gerekirken hapishaneye geri gönderildiği haberleriyle anıyoruz. Ne acı! Ve Maltepe mitingi. Ne güzel, ne umutlu şey, alanları dolduran milyonları görmek.  

Nefes almak kolay değil bu şartlar altında. Ama bir yolunu bulmalı. Her zaman bulmalı. Benimki okumak (bunu sürdürmek daha güç) ve yazmak. Bir de dikkatimi nefesime vererek, sahiden fiziksel olarak nefes almak ve vermek. Ya seninki?

Ordu'da, köyde babamın mezarı. Ne zamandır gidemedim. Sanal Yazıevi'nden tanıdığım, Cem Şen eğitimleri eğitmenlik sürecini sürdüren Özlem Çetinkaya, şöyle yazmış İnstagram hesabında: 

"Mezarlığa gitmeme gerek yok, ben zaten sevgimi, özlemimi sunuyorum olduğum yerden. Çokça duydum, çokça zikrettim bu sözü. Ama bu sabah başka bir şey oldu fark ettiğim: mezarlık sevdiğindeki toprağın toprağa, suyun suya, havanın havaya dönüştüğüne tanıklık eden yer ve çok kıymetli. O şahitlik düşünülerek idrak edilmiyor." Özlem haklı. Hem de çok. 

Özgür Özel. Daha iyi konuşuyor artık meydanlarda. Topluyor, kapsıyor ve koşturuyor. 

Pikaçu! Eylemcilerin arasında koşarkenki videosu ne çok insanı gülümsetti, yok yahu güldürdü, bildiğin. 

Rahatlık, kolaylık, destek ihtiyaçlarımı sağlamakta zorlandığım bir ay oldu. Evde, yanımda kalınsın, iki öğün yemeğim hazırlansın, şefkatli bir ortam sağlansın diye hayal etmiştim. Bunları talep etmenin de bir zorluğu, kırılganlığı var. Mahrum kalmanın yarattığı konforsuz duygular, hayallerime kavuşamamanın yarattığı özlem de fiziksel acı kadar yaralayıcı. 

Saraçhane. Doldu, doldu taştı. 

Şeker ikram ettim, karşı komşumuzun oğluna, fıstıklı badem şekeri. Çok lezzetli dedi, kendinden memnun. Çocukların memnuniyetlerini, memnuniyetsizliklerini doğrudan dile getirmesi yüzümüzü güldürüyor. Yalansız dolansız. Pat diye, dürüstçe. 

Temmuz, bir güzel çocuk. Bilgisayar mühendisi olacak. İsmi "bir oğlum olacak adı temmuz uykusuz korkusuz beter mi beter ben beynimi satarak yaşıyorum o benden proleter bir oğlum olacak adı temmuz  karataşın göbeğinde aşk karataşın göbeğinde barış karataş çatladı çatlayacak bende bitmeyen kavga onda yeniden başlayacak bir oğlum olacak adı temmuz öfkede benden fırtına sevgide deniz" dizelerinden. Bir hekim arkadaşımızın oğlu. Demokratik haklarını kullanmak için gittiği protesto gösterilerinde önce gözaltına alındı. Sonra tutuklandı. Silivri'de şimdi. Babası gösterilerde kırılan gözlüğünü yaptırmış. Veremedi hâlâ. 

Uzak yerlere gitmek istiyorum bazen. Kafa dinlemek. Gerçekten sadece yaşadığım o anla ilgilenmek. Anın tadını çıkarmak. Geçmişin ağırlığından, geleceğin belirsizliğinden kurtulmak, her ikisiyle de dost olmak ama en çok ana odaklanmak. 

Üzüntü. Bu ay bize en çok kalan. Üzüntü ve muz kabuğu. Bu repliği hatırlayan var mı? Pepe'nin balonuyla nereye gitmek isterdiniz? Tam şu anda?

Volkan Konak. Kuzey'in oğlu. Sahnede fenalaşarak vefat etti. Sevenlerinin, ailesinin başı sağ olsun. Duruşuyla sevilen bir sanatçıydı. Giderken kalplerden uğurlanışı da bunu gösterdi. 

Yumurtaları bir arkadaşımdan alıyorum, yıllardır, kendi küçük işletmesinde üretiyor, haftada üç gün dağıtıyor. Yerel üreticiden alışveriş yapmak, az tüketmek, gönüllü sadelik. Boykot öncesi de hayatımdaydı, kalmaya da devam edecek. 

Zeytin, peynir, haşlanmış yumurta, esmer ekmekle yapılan kahvaltılar. Bu ay da başımın tacıydı. Eh vakti geldi. Gidip hazırlamalı.