Çocuklar belli bir yaşa
gelince ilk sosyalleşme kurumu olan aileden çıkar ve eğitim almak üzere okula
gider. Okul,bilgi ve becerilerin kuşaktan kuşağa aktarıldığı eğitim kurumudur. Bununla beraber okulun işlevi yalnızca bilgiyi aktarmak
değildir. Pek çok örtük işlevinden birisi de bireylerde “istenen” davranışların
yaratılmasına hizmet etmektir.
Çocuklar okulda
okumayı, yazmayı, konuşmayı ve diğer temel becerileri edinirken, kendilerini
rekabetçi bir ortamda buluverirler. Okul, bu rekabeti, başarının olumlu
sonuçlarını göstererek meşrulaştırır, yani bir diğer deyişle ekonomik kazanç ve
statü vaat eder. Öğrenciler bu yolla “istenen” davranışları sergilemeye teşvik
edilir. İstenen davranışlar bir standart gibi çocukların önünde belirir. Standartın
üzerinde kalan çocuklar doğal olarak el üstü tutulurken, altında kalanların okul
hayatı çekilmez bir hâl alır. Kimi fiziksel farklılıklar bu durumu daha da
çetinleştirir, örneğin kekemelik.
Kekemelik, en yalın
hâliyle kişinin akıcı konuşamamasıdır. Kimi zaman fiziksel kaynaklıdır, kimi
zaman duygusal. Kekemeliğin ayıplanacak, kınanacak, alay edilecek bir yanı
yoktur. Buna karşın çoğu kişi için kekeme birini dinlemek çok da kolay
değildir.
Dilin ve sesin
sınırlarının zorlandığı, alışık olunan akışkanlığı sağlayamayan konuşma
karşısında, ilgimindağıldığını, takip etmekte güçlük çektiğimi, konuşmayı
tamamlama eğilimine girdiğimi fark edebilirim. Yetişkin olduğum için bu
davranışı sergilememin karşımdaki kişinin işini kolaylaştırmayacağını,
kendisine duyduğu güveni tepetaklak edeceğini tahmin edebilir, dikkatimi
akışkanlığın yitimi yerine konuşulanlara vermeye çalışabilirim. Kelimeler,
ağza, dile çarpsa da, bir araya toplanması zaman alsa da oradadır, birbirinin
üzerine birikecek ve gücünden bir şey kaybetmeden bana ulaşabilecektir. Peki ya
üzerine düşünerek, bilinçli çaba göstererek anlamaya çalıştığım kekemelik
hâliyle daha küçük yaşlarda, “istenen” davranışların normal, “istenmeyenlerin”
anormal sayıldığı bir sınıf ortamında karşılaşsaydım ne olurdu?
Sesleri dilediğince çıkaramayan
sınıf arkadaşıma güler miydim, alay eder miydim, alay edenlere karşı koyabilir
miydim? Bugünden bunların cevabını vermek güç. Belki de bu konuda en doğru, en
kalbimize işleyen ve bizde dönüştürücü sonuç yaratan cevabı yalnızca bu
deneyimin içinden geçenler verebilecektir, Jordan Scott gibi.
Jordan Scott, o
çocuklardan biri. Çam ağacındaki Ç’nin köklerini ağzının içine saldığı, K
harfinin bir karga gibi boğazına tutunup kaldığı, aydaki A’nın dudaklarına onu
inleten bir sihir serptiği, her sabah ağzına yapışan bu seslerle uyanan, okulda
sınıfın en arkasına saklanan, söz sırası ona geldiğinde tüm sınıf
arkadaşlarının dönüp baktığı kekeme çocuk. Scott, bu döngüden çıkmayı başardığı
günü şöyle aktarıyor:
Çocukken,
babam bazen, “kötü konuşma günleri”nde beni okuldan alır ve nehre götürürdü. O
günlerde ağzım işlemezdi. Her sözcük acı verir, sınıf arkadaşlarımdan gelen
kahkahalarsa dayanılmaz olurdu. Sadece sessiz kalmak isterdim. Nehir boyunca
taş sektirirdik, somon balığını bekler, böcekleri bulur ve böğürtlenleri
toplardık tek söz söylemeden.
Bir
gün suyun kıyıya vuruşunu izlerken babam şöyle dedi: “Suyun nasıl hareket
ettiğini görüyor musun oğlum? Sen de işte öyle konuşuyorsun.”
Bu yeni imge ve dil
sayesinde kekemeliğine bambaşka gözlerle bakmayı öğrenen Jordan Scott, yıllar
sonra hikâyesini “Nehir Gibi Konuşurum” adlı, resimli kitapla paylaşmış. Bir
şairin dilinden çıkan hikâye yine bir şair, Gonca Özmen tarafından
Türkçeleştirilmiş. Kırmızı Kedi Çocuk tarafından yayımlanan kitap “New York
Times Yılın En İyi Resimli Çocuk Kitabı-2020” ve “Schneider Aile Kitap Ödülü-
2021” ödüllerinin de sahibi.
Hikâye kekeme bir çocuğun
okula gitmek üzere hazırlanırken yaşadığı kaygıyı, sınıfta işlerin nasıl daha
da kötüye gittiğini gösteriyor. Herkesin dünyadaki en sevdiği yer hakkında
konuşması gerektiği “kötü konuşma günü”nün ardından babası oğlunun yaşadığı
sıkıntının farkına varıyor ve onu nehir kenarına götürüyor. Sessizlik ve
babayla yalnız kalmak iyi hissettirse de kötü konuşma gününün hatıraları
üşüşüyor anlatıcının zihnine, izleyen gözler, kıkırdayıp gülen ağızlar… Oğlunun
üzüntüsünü gören baba, gözlerinin önünde akıp giden nehri gösteriyor ve
anlatıcının konuşmasını KÖPÜREN, GİRDAPLANAN, ÇALKALANAN ve ÇARPIŞAN nehre
benzetiyor. Böylece çocuk, nehir gibi konuşmayı, eşsiz bir armağan olarak cebine
koymayı, ilerleyen günlerde okulda en sevdiği yeri, gururlu nehri anlatmayı
başarıyor. Bu yeni imgeyle sınıfta yepyeni bir iletişim dili yaratıyor ve kendini
ifade etme, olduğu gibi kabul görme olanağı buluyor.
“Nehir Gibi Konuşurum”
güçlü duyguları, çatışmaları doğanın içinden imgeler kullanarak aktaran kısacık
bir anlatı. Her iyi çocuk kitabında olduğu üzere metin görsel el ele gidiyor.
Sydney Smith gerek renk seçimiyle gerekse netliğin kaybolduğu, flu çizgilerden
oluşan desenlerle çocuğun içinde bulunduğu çatışmayı, güvensizliği, sınıfın
içinde kendisini değersiz hissetmesini olduğu gibi okura geçiriyor.
Kekeme bir çocuğun
çektiği yalnızlık ve iletişim kurma güçlüğüne şefkatle ve onarıcı bir şekilde
yaklaşan bu kitabın okul öncesi ve ilköğretim öğrencilerine verecek güçlü bir
mesajı var. Öğretmenlerin ve ebeveynlerin gözünden kaçmamasını diliyorum.
Künye
Nehir Gibi Konuşurum
Yazan Jordan Scott
Resimleyen Sydney Smith
Çeviri Gonca Özmen
Kırmızı Kedi Çocuk
* Bu yazı ilk kez 13 Ocak 2022 tarihinde Parşömen Sanal Fanzin'de yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder