Kaan Elbingil'in yeni çocuk romanı "Kardeş Mardeş Deme Bana!" Dil Dernği Beşir Göğüş 2022 Çocuk Romanı Ödülü'ne değer görüldü. Kaan Elbingil ile yazarlık serüveni ve ödüllü romanı hakkında konuştuk.
Biyografinize
baktığımızda Bilkent Üniversitesi Müzik Fakültesi Şan Bölümü mezunu olduğunuzu,
şimdilerde İstanbul Devlet ve Operası’nda görev yaptığınızı görüyoruz. Müzikal
geçmişinizin edebiyat anlayışınız ve yazım süreciniz üzerindeki izdüşümüne dair
neler söylemek istersiniz?
Yaklaşık yirmi sekiz yıllık profesyonel opera
sanatçısıyım. Bunun yazarlığıma bir etkisi var mıdır? Vardır tabii. Müzik ve
edebiyatın birbirine benzeyen esrarengiz kuralları var bir kere. Motifler, alçalmalar,
yükselmeler, minik tüyolar, tepe noktaları vs. İki dal da yeri gelir birbirlerinin
içine geçer. İyi bir metni okurken, bir müzik, bir ritim hissedebilirsiniz
mesela. Ya da sözsüz bir müzik dinlersiniz ama notalar konuşur, bir şeyler
anlatır. Böylesine bir içiçelik... Sahne sanatçısı olmanın bir avantajı da, yazarken
karakterleri seslendirip, sahneleri oynayabilmek.
Pozitif
köpek eğitmenisiniz ve çocuk kitaplarınızdan önce “Dedektif Köpek Cash” adlı
müzikal oyun seyirciyle buluştu. Bu iki farklı alanda seyirciyle ve okurla buluşmak
arasındaki farklılıklar ve benzerlikler nedir? Sanatçıya ne sağlar?
Tiyatroda canlı reaksiyon alabilmek yazar için büyük
avantaj. Seyirciyi eleştirel bir gözle takip ederseniz, değişikliğe ihtiyacı
olan yerler konusunda geri dönüşler almış olursunuz. Oysa kitap basıldığında, yazıldığı
haliyle donar kalır. Ancak yine de, hayallerinizin içinde dolanmış insanlarla
buluşmak apayrı bir şey. Siz, bir çılgın, uçurumun kenarından bir yerlere
bağırdınız. Okurla buluştuğunuzda, bu kez sesinizin yankısını duyarsınız.
Sözü
yavaş yavaş son romanınız “Kardeş Mardeş Deme Bana!”ya getirmek
istiyorum. “Berk
Mucit Oldu”, “Berk Operacı Oldu” ve “Berk ve Çıp Çıp Detektif Oldu”
birbirini takip eden bir üçleme idi. Bu üçlemenin ardından daha büyük yaş grubu
için özgün karakterler yaratmak, daha oylumlu bir eser ortaya koymak sizin için
nasıl bir yazma deneyimiydi?
Daha önce üç öykülük Berk dizisini yazmıştım. Yeni
kitabımsa bir roman. Dil ve kurgu açısından giderek derinleştiğimi, olgunlaştığımı
hissediyorum. Büyüyor insan. Birikimi, kalemi, sevdikleri değişiyor. Romanıma
da diğerleri gibi, büyük bir merak ve istekle başladım. Ancak tıkanıp karamsarlığa
kapıldığım anlar oldu. Yok dedim, kıvıramayacağım galiba. İnat ettim yine de.
Notlar aldım, antenlerimi açtım. Güvendiğim kişilerin fikirlerini dinledim.
Daha farklı düşünmeye çabaladım. Bazen de kontağı kapatıp başka şeylerle
uğraştım. Bir gün bir baktım, romanım ete kemiğe bürünmüş.
“Kardeş Mardeş
Deme Bana!”, “Kardeş” başlıklı bir kompozisyon ödeviyle başlıyor, aynı
ödevin yeniden yazılmasıyla bitiyor. Biz de okur olarak bu iki ödev arasında
romanın kahramanı Salih Emre’nin geçirdiği değişimi izliyoruz. Yazmaya
başlarken bu değişimin ne kadarı planlıydı? Yazarken sizi şaşırtan ayrıntılar
belirdi mi?
Yüzde yüz netleşmiş bir kurguyla yazmaya başlayan biri
değilim. Keşke olsaydım. Yazarken fikir değiştiririm, meraktan ya da çıkış yolu
bulamadığımdan yeni yollara saparım. O yüzden kitabımdaki bazı yerler planlıydı
ama bazı yerler bana da sürpriz oldu, diyebilirim. Çok emek vererek yazdığım
bazı bölümleri de çıkardım mesela. Hikâyede yeri olmadığını hissettiğimden.
Kurguyu aranmaktan çok keyif alan biriyim ben. Kendi kendime konuşurum,
karakterlerle açık oturumlar düzenler onları konuştururum. Yürümek önemli bir kaynak
benim için. Yürürken konuşur, düşünür notlar alırım.
Hikâye
boyunca iflas, haciz, kayıp, aile içi çatışmalar, tartışmalar,
aidiyet/aidiyetsizlik, yalnızlık, karşı cinsle yakınlaşma çabası gibi pek çok
zor konunun içinden geçiyoruz. Buna karşın Salih Emre’ye acımak aklımızın
ucundan geçmiyor. Bunu sağlayan en önemli unsur anlatının mizahla dengelenmesi
zannediyorum. Mizah, olmazsa olmazınız mıdır?
Bana sorsanız, “Kardeş Mardeş Deme Bana!”, daha ziyade hüzünlü
bir kitap derim. Ve doğru, Salih Emre’ye acımıyoruz pek. Hızla gelişen olaylar,
okura çok fazla içe kapanma fırsatı vermiyor olabilir. Salih Emre’nin o ya da
bu şekilde meseleleri çözebileceğine güveniyor da olabiliriz. Aslında komik bir
şeyler yazdığımın farkında değilim. Mizahi dil benden doğal olarak çıkıyor
galiba. Bilmiyorum. Henüz yolun çok başında görüyorum kendimi. Belki kalemim
gittikçe değişime uğrar, ileride koyu dramlar yazarım. Gerçekten
bilmiyorum.
Değişim
öğrencisi Hans hikâyede önemli bir kahraman. Onun, Salih Emre ve ailesi için
yaptıklarına tanık olmak bir nevi “Sevgi emektir,” sonucuna götürdü beni. Romana
başlarken ortaya çıkarmak istediğiniz belirgin bir niyetiniz var mıydı?
Hikâyemde bana bir olay lazımdı, sorunlara bulaşmalı,
kapana kısılmalıydım. Öyle bir noktaya gelmeliydi ki konu, her şey çıkmaza
girmeliydi. Öyle de oldu. Ancak, çocuk kitabı umut demek. Son sayfada umutla veda
etmeliydim okura. Yüz kırk dört sayfadaki en büyük derdim, hayat gibi yazmaktı
sanırım. Kimse tamamen iyi ya da kötü değil. Yeri geldi Salih Emre, Hans’ın
kafasına heykel fırlattı. Hans yalan söyledi, Sabit Usta alacaklısını yüzüstü
bıraktı. Oysa hepsi iyi insanlar özlerinde. İşte hayat da aynen böyle...
Yazarken eğlenmek, şaşırmak istedim sanırım. Bozuk yollara bile isteye kırdım
direksiyonu. Ama yine de sonunda umutla bitirdim.
Okuru
umutlu bir yerde bırakmak bilinçli bir tutum olsa gerek. Buradan yola çıkarak
çocuk ve gençlik edebiyatında zor konuları da ele almaktan çekinmeyen bir yazar
olarak başka hangi unsurları gözettiğinizi öğrenebilir miyim?
Gözettiğim unsurları, inanın bilmiyorum. Planlı bir,
şunu da içine koyayım, şuna da değineyim, bu konuyu da hatırlatayım durumu
olmuyor bende. Bazen kitaplarımla ilgili heyecan duyduğum açılımlar duyuyorum.
Oysa onların farkında bile olamamışım yazarken. Ama sonuçta öyle bir şey ortaya
çıkmış mı? Evet çıkmış. Benim önceliğim başka bir şey. Bir ya da birkaç olay ve
değer verdiğim karakterler lâzım bana. Sağduyumu elden bırakmadan, belli
belirsiz duyduğum sese doğru yaza yaza ilerliyorum. Hepsi bu.
Bir
kitapla vedalaşmak, okura emanet etmek ve sonrasına dair merak ettiklerim var.
Bir proje bittiğinde hemen yenisine koyulabiliyor musunuz? Orada hâkim dilden
uzaklaşmak için zamana gereksinim duyuyor musunuz? İki proje arasında en çok
hangi kaynaklardan besleniyorsunuz?
Bir kitap basıldığı anda, artık sizden tamamen çıkmış
oluyor. Kimi yazarlara göre ölüyor hatta. Kafasında sürüyle proje dolandıran
biriyim. Kimi kitap oldu kimi alıştırma olarak bir köşede kaldı. Kimi de hâlâ
kafamın içinde, hadisene diyor. Sağı solu çok belli bir yazma serüvenim olmadı
benim. O gün nasıl davranmaya ihtiyacım varsa öyle davranıyorum. Ancak ne
yaptığının bilincinde olmak gerek. Gerekirse silkelenmek, kendini bir
toparlamak. İnsan yazdığını ezberleme, ona aşık olma eğiliminde olabiliyor…
Yeni kitaba geçme aşamasında, okumak, izlemek, kendimi düşünmek, rutini, en
olmadı kafayı biraz değiştirmek iyi geliyor bana.
Sırada
ne var diye sorsam…
Yeni bir romana başladım.
* Bu söyleşi ilk kez 24 Şubat 2022 tarihinde Parşömen Sanal Fanzin'de yayımlanmıştır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder