28 Aralık 2022 Çarşamba

Hem taşındım hem buradayım

Açıklama: Wordpress'e geçmek beni biraz zorladı. Hâlâ alışabilmiş değilim. Ben de burada yazmaya devam etmeye, orada da aynı yazıları paylaşmaya karar verdim. İlk adım, wordpressten burada eksik kalan yazıları almak. 


Yeni Başlangıçlar (27 Aralık 2022)

Yeni adresimde ilk yazı.

Tuhaf şey, alışkanlıkların değişmesi.

Yeni bir eve taşınmışsın, eşyaların yerini bilmiyorsun gibi bir yabancılık hissi. Günlerdir elimin varmayışı belki de bu acemilik hissinden. Ama ne demiş Turgut Uyar, "Efendimiz acemilik"

Efendimiz acemilik olsun, varsın bu yeni yılda. Yeni, yepyeni şeyler denediğimizin, eskiye, mevcuta sımsıkı yapışmadığımızın işareti ne de olsa, acemilik.

Siz yeni şeyleri nasıl öğrenirsiniz? Kullanma kılavuzu kullanma alışkanlığınız var mıdır? Yoksa geçmiş deneyimlerden gelen el yordamıyla mı bulursunuz? Belki de bir bilene soruyorsunuzdur? Evdeki cihazların kullanma talimatını okuduğum vaki değil. Bey kızıyor, o kadar kitap okuyorsun, bir de şunu oku. Yok, gelmiyor içimden, servis elemanlarının gösterdiği, hatırımda kalan yetiyor, gerisi deneme yanılma. Geçen gün fırını çalıştırmam gerekince, beynim durdu, ya ne yapıyorduk, şu saat işaretinin sağına, soluna bir şeyler basıyorduk, (ah eski canım fırınım, keşke onu taktırsaydım), saatin ayarını bozdum, fırını çalıştıramadım, kös kös açtım kullanma kılavuzunu, saatin sağını soluna aynı anda basıyormuşsun, dereceyi, ısının geleceği yönü seçmek yetmiyor her nedense, ne saçma, basit ve sade olan güzeldir.

Sade deyince zihnim hop diye kitap kapaklarına zıpladı. Kitap kapaklarında da sadeliği seviyorum. Kapak görselinin dışında beyaz bir çerçeve kalması hoşuma gidiyor, gözün boşluk ihtiyacını da karşılıyor çünkü o görüntü. Lodos Çarpması'nda vardı öyle bir boşluk. Güzel kapaktı vesselam. Geçen gün bana göre biten, ama yayıncıları ikna edemediğim iki dosyama kapak tasarladım Canva'da. Yetişkin öykü dosyama verdiğim ismi değiştirmem gerek, aynı isimde bir film varmış meğer, üstelik de çok satan bir kitaptan uyarlanmış galiba. Zihin o kadar şok şeyi içeri alıyor ve o kadar çok şeyi unutuyor ki, bazen beğendiğimiz bir fikri, öykü ya da kitap başlığını ilk kez ben buldum sanıyoruz. Kendisiymiş Gibi'de de yapmıştım. Öykülerden birinin adını Boz Bulanık koymuştum, Nezihe Meriç'in kitabını unutup. Aynı isimle yayımlanan kitaplar olabilir elbette. Her dilde, tüm zamanlarda hangi isimlerin kullanıldığını nereden bilebiliriz ama arama motoru diye de bir şey var. Kullanmak gerek.

Yazı çizi işlerinin sabır gerektirdiğini biliyordum ancak ekonomik kriz, yüksek maliyetler nedeniyle bezdirici bir yavaşlık hüküm sürüyor şu sıra. Bir başka işim olduğuna şükrediyorum. Geçinme meselesi çözüldüğü için değil, zihnimi meşgul tutan başka, dolu dolu bir gündem olduğu için. Yoksa yazarak yaşamak, üretimin hızıyla uyuşmayan bekleyiş insanı küstürür, gücendirir. Çok net. 2023'ün bu makus kaderi yıktığım yıl olmasını dileyelim.

Çanakkale'den Mektuplar'ın dışında bir çağrım, davetim daha var

Benimle yazmak ister misin?

"Eğer her şeyin, kesinlikle her şeyin hazır olduğu ânı beklersek, hiçbir zaman hiçbir şeye başlayamayız."            Turgenyev
Bir yazarı, yazar adayından ayıran en önemli şey denemeye cüret etmesidir. Yazmak, diğer tüm beceriler gibi  alıştırma yapmak ve süreklilik ister. Yazmak istiyor, nereden başlayacağını bilmiyorsan ya da düzenli yazma alışkanlığı edinmek istiyorsan sana bir teklifim var. 
Bir ay boyunca benimle yazmak ister misin? 
Her hafta sana, içinde yazma ipuçları, yazmaya dair düşüncelerin, en az bir alıştırmanın yer aldığı bir eposta yollayacağım. Bir sonraki mektuba kadar alıştırmayı/alıştırmaları yapıp bana geri yollayacaksın. Yazdıklarının üzerinden birlikte geçeceğiz.  
Amacım, üretkenliğini, başlamayı belli koşullara bağlamadan yalnızca yola çıkman, yazmanın çok da zor olmadığını görmen,  düzenli yazma alışkanlığı edinmen ve el kasının ısınmaya başladığını hissetmen. 
Zıplayın ağ belirecektir!

Davetim ilgini çektiyse ayrıntılara shopierden ulaşabilirsin. Yazı alıştırmalarında buluşmak ümidiyle... 


Bu Sabaha Dair (28 Aralık 2022)

Çanakkale Mektupları'nın ikincisini 21 Ocak'ta yollayacağım.

Cümleler kuruyor, bozuyorum. İkinci mektubun konusunu seçmeye çalışıyorum. Truva Savaşı ile devam edeceğim için seçmek kolay değil. Muazzam genişlikte bir anlatı neticede. Biliyorsunuz, Truva Savaşı'nı ağırlıklı olarak İlyada ve Odyseia'dan öğreniyoruz. İlyada savaşın son on altı gününü anlatıyor. Agamemnon'un Apollon'a saygısızlığı nedeniyle Akhalar arasında yayılan ölümcül salgınla başlıyor, Priyamos'un Hektor'un ölüsünü almak için Akileus'un ayaklarına kapanması ve kurtarmalıklar vermesi, Hektor'un naaşının Truva kentine gelmesiyle bitiyor. Odyseia ise on yıla varan maceralı bir eve dönüş yolculuğunun kısa bir özeti gibi. Tüm bunları özetlemeye çalışmak oradan oraya sekmeyi gerektiriyor. Lineer bir anlatıyla anlatmak neredeyse imkânsız. Her olayın, bir başkasına bağlı olduğu, Tanrıların, Tanrıçaların sık sık ölümlülerin işine karıştığı, gidişatı değiştirdiği devasa bir anlatı. Yıllardır okumak istediğim, yapısı nedeniyle neresinden tutacağımı bilemediğim bir bütün. Çocuklar için yazılmış, başka kurgu ve kurgu dışı anlatılar yoluyla yavaş yavaş aşina olduğum bir dünya. Bu yıl her iki destanı okumak istiyorum. Mektup projem ve şimdiye değin okuduklarım sayesinde yabancılık hissi artık kaybolduğu için şimdi buna hazırım. Madem anlatmaya soyunuyorum, yazacağım mektupların içeriğinin bir kısmını da buradan geçireceğim, bir kez baştan sona okumak boynumun borcu zaten. Bu konulara ilk kez ben değinmeyeceğim elbette. Bununla beraber benim zihnimden geçtiği şekilde, kendimce yorumlamayı da önemsiyorum. Çanakkale Mektupları tam da bu perspektif ve benim yorumum üzerinden yükseliyor aslında. Çanakkale'nin coğrafyasına, tarihi ve mitolojik söylencelerine benim perspektifimden bakmaya dair bir davet bu ve her daim geçerli. Bu mektuplara geç kalmak diye bir şey yok. Neresinden tutarsanız orasından gireceğiniz, yakalayacağınız, katman katman beraber üzerine çıkacağımız bilgiler yığını. Öğrenmek ve bir konuda yol almak tam da bu değil mi? Truva kenti katmanları gibi bilginin, üst üste yığıldığı, giderek gelişip genişlediği, hangi katmanın eski, hangi katmanın yeni, kaynaklarının nereler olduğunun belirsizleştiği bir alan. Yalnızca öğrenmek de değil, dünyaya okur yazar gözüyle bakmak de benzer bir seyir ve deneyim. Ne zaman aştık o eşiği, ne zaman görebilir hâle geldik o ayrıntıları, metaforları bilmiyoruz ama gördükçe, sınadıkça kurum kurum kuruluyoruz, yüzümüzde mütevazi maskemizle. Yazar kibri diye de bir şey var. Bunu kimi iş birliği gerektiren durumlarda görmüşlüğüm var. Ama konumuz bu değil.

Sabah 5.30'ta uyandım. Kitabımı alıp salona geçtim. Battaniyeyi serdim kucağıma, okumaya koyuldum. Çocuklar uyandı sırayla. Tüylü olan yılbaşı süsleriyle oynadı biraz. Büyük olan kucağıma kıvrıldı yeniden uykuya daldı. Bu sabah kahvaltı hazırlama sırası babada olduğu için ben kucağımda Deniz, sessizce bekledim. Çok daha rahat sığdığı, hafif olduğu günleri anımsayarak. Bu aralar bebekliği düşüyor aklıma. Benden büyüklerin tadını çıkar, zaman çok hızlı akıyor dediklerini hatırlayarak. Çocukların büyümesi, kendilik arayışları, kendilerine ait dünyaların genişlemesi ve bebeklik çağında merkezinde biz olduğumuz halde şimdi perifere itilmemiz, zevklerimizin, beğenilerimizin sorgulanması, burun kıvrılması, yine de özel günlerde hâlâ baş rolde olabilmemiz türlü çeşit haller... Bir çocuğun sağlıklı büyümesi, kendi alanını genişletmesi ve muhtaç olmaması güzel şey aslında. Uyandı, gitti geldi, sarıldı, yeniden kıvrıldı, kalktı. Ebeveynliğin tam da bu olduğunu düşündüm o anda. Sen yerindesin, merkezde o hep bir şeylere üşüşüyor, sonra sana dönüyor, uğruyor ve yeniden yol alıyor. Servise doğru yol alacakken sisi fark etti. Kedi de alıştı onunla çıkmaya. Sis var, dur şoför fark etmez, teker altında kalır mazallah deyip salmayınca direndi, kaçmaya yeltendi. Balkona çıkıp sisin yoğun bir süt denizi olmadığını görünce açtım pencereyi. Hop diye zıpladı. Bir an ne yapacağını şaşırdı. Deniz'i aradı belki de gözleri, bacaklarının arasına dolanıp peşinde hoplayıp zıplamak için. Sis nedeniyle ilk hastam iptal etmiş. Haber verdiler. Ocağı yaktım. Bir çay daha içtim. Renklileri ayırdım, makineyi çalıştırdım. Çalışma odasından birkaç kez seslendim dışarı. Ses gelmedi. Giyindim, parfüm sıktım. Balkona gittim, yeniden seslenmek için. Sani'yle göz göze geldik. İç saati tıkır tıkır işliyor. O mamasını yerken çıktım evden. Oturdum bunları yazdım. İkinci hasta da uyuyakalmış iyi mi....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder