27 Şubat 2024 Salı

Günün izi: 15

Sarı Duvar Kağıdı

İlk dalga feminist akımın önde gelen isimlerinden sosyolog, yazar, eleştirmen Charlotte Perkin Gilman'ın en önemli öyküsü Sarı Duvar Kağıdı'nın Delidolu basımını okudum. Bu özel baskıya Polonyalı çizer Maria Brozozowska'nın desenleri eşlik ediyor. Birinci tekil şahıs anlatısı. Adını bilmediğimiz kahraman genç bir anne. Muhtemelen lohusa depresyonunda. Eşi ve erkek kardeşi birer hekim. Kadının iç bunaltılarının giderilmesi için sezonluk bir kır evi tutulıyor. Görümce ve eşinin gözetiminde orada kalan kadın, adeta tecrit altında. Yazması engelleniyor, sosyalleşmesi mümkün görünmüyor. Evdeki sarı duvar kağıdı sanrılarının giderek artmasına yol açıyor. Otobiyografik ögeler taşıyan kısa bir hikaye. 



Daha önce de belirttiğim gibi, hikayeyi Şenay Eroğlu Aksoy'un Kendisiymiş Gibi hakkında yazdığı yazı sayesinde duymuştum. Benim öykümdeki kahraman duvardaki çatlaklara, lekelere bakarak sanrılara kapılıyordu, bu hikayede ise sarı duvar kağıtlarına... O gün bugündür okumak aklımda. Dün gece bitirdim nihayetinde. Kıssadan hisse koyalım mı cebimize: Yazmak özgürleştirir, delirmek de. Senin tercihin hangisi? 

                                                                             *

Aşıklar Bayramı 

Geçen hafta dinlediğim sesli kitaplar ve izlediğim filmler üzerine yazarken izlediğim bir filmi atladığımın farkındaydım. Ama hangisi olduğunu hiç mi hiç hatırlayamadım. Hafta sonu kendime izlemek için film, dizi ararken filme rastlayınca hah dedim, ben bu filmi izledim. Bana kendini unutturan film hiç de vasat bir yapım değildi. Ancak her nasılsa üzerimden kayıp gitmişti. 

Özcan Alper imzalı Aşıklar Bayramı filmi bahsettiğim. Kemal Varol'un aynı isimli romanından uyarlanan film, tam da sevdiğim gibi bir yol hikâyesiydi. Çekimler nefisti. Sevdim diyemem, sevmedim diyemem. Ama iz bırakmamasının, izlendiği gibi hafızamdan silinmesinin de bir sebebi olmalı. Zihinlerin dolu, hayatların hızlı olmasından öte bir sebep. 

Romanı okuduğumu hatırlıyorum. Bir arkadaşım övgüyle bahsetmiş, okumamı salık vermişti. Ödünç alarak okuduğumu, onun kadar etkilenmediğimi hatırlıyorum. Silik silik mektuplar kalmış aklımda. Filmde bahsi geçmeyen. Konu etkileyici. Yıllar sonra ansızın çıkagelen saz aşığı bir baba, onun terminal dönem kanser olduğunu fark eden avukat oğul, bu bilgiyle onun son yolculuğuna eşlik etme çabası. Yeniden tanışma, hesaplaşma, helalleşme... Tüm malzeme nefis ama bir araya geldiklerinde ortaya çıkan bana aradığım tadı vermedi. Belki de Kemal Varol ve onun kurgu evreni bana göre değildir. 

                                                                          *


Daha esnek, zinde bir ben için

İçsel Simya derslerinin ikinci modülü bitti. Teorik dersler tamam da, pratikleri hayatıma henüz tam anlamıyla geçiremedim. Üçüncü modüle kadar dersleri tekrar dinlemek, pratikleri bire bir uygulamak gerek. Yine de, yalnızca teorik bilgileri dinlemek bile beni olumlu yönde etkiliyor sanırım. Kendimi daha canlı, hevesli hissediyorum çoğu zaman. Yardım istemeye, sosyal ilişkilere daha açığım. Ertelemektense eyleme geçmeye de keza. Evdeki işler hariç diye şerh mi düşsem bilemedim. Evde yerli yerine yerleşemeyen kimi kitaplar, evraklar ve dosyalar için yeni depolama alanları ihtiyacımın farkındayım. Bununla ilgili yapılacak olan belli. Eve marangoz çağrılacak. Kitaplık genişleyecek. Ne derler bilirsiniz. Çok eşya/ kitap yoktur, az dolap/kitaplık vardır. Her şey iyi, güzel de dişlerimi sıkmaktan tam anlamıyla vazgeçebilmiş değilim. Belki henüz günlük rutinime sokmadığım pratiklerin buna anlamlı bir katkısı olacaktır. 

                                                                       *

Hayat dolu bitkiler gibi, yumuşak ve esnek

Yazın saçlarımı kısacık kestirdim. Bir tür zaman sayacı olarak. Hayatımın on altı, on yedi yıllık bir evresini geride bırakıp işte, evde, hayatta tek başıma olmanın sorumluluğunu taşıyacak, bu değişime ayak uyduracak, dahası hem kendimi, hem de kızımı karşıdan karşıya burnumuz bile kanamadan geçirecektim. İlkin saçlarımı kestirdim. Sonra tatile çıktık. Yaz bitti. Eylül geldi. Okullar açıldı. Günler kısaldı. Havalar soğudu. Bahar kapıda. İkinci cemre bile düştü. Ellerimle diktiğim bahar dalı çiçek açtı. 




Aradan geçen sekiz ayda epey iyi iş çıkardığımı düşünüyorum. Eskiye nazaran çok daha fazla yoruluyorum. Pek çok şeyi tek başıma hallediyorum. İşime yatırım yapıyorum, kendime, kızımla ilişkime. Eskiden üstlenmem gerekmeyen pek çok şey, omuzlarımda şimdi. 

Bir yük gibi görmüyorum. Yalnızca değişimin bir parçası, gerekliliği...  Şikayetçi olmanın, ayak sürümenin, mızırdanmanın yumuşak ve esnek bir yanı yok. Ne demiş Lao Tzu: 



Hem saçlarım da uzadı epey. Minicik bir kuyruk bile oluyor. 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder