Bugün 30 Kasım. Annem ve babamın evlilik yıldönümü. Babam yaşasaydı, bu yıl 57. yılı kutlayacaklardı. Her zaman özel bir kutlama olmazdı evde ama zaman zaman sofra kurulur, pastaneden pasta alınır, birlikte yemek yerdik. Kimi zaman babam hepimizi dışarıya yemeğe götürürdü, damadın eli cüzdanına gidemezdi, keza kızların da. bebek Deniz'in de eşlik ettiği pozlar var o akşamlardan kalma. Birbirlerine hediye verdiklerini pek hatırlamam. Bir keresinde, babam eski köprüsünü yeniletirken ağzından çıkan altını bozdurmuş, muhtemelen üzerine de katarak anneme pırlanta bir gerdanlık almıştı. Pırlanta gerdanlık dediysem, öyle koca koşa karatlı taşlar canlanmasın zihninizde. Bir zincirin ucuna dizili küçük taşlardan oluşan bir motif. Kolye bende. Annemin düğün hediyesi. Aile yadigarı bir takının geline verilmesi adettendir ne de olsa.
İstanbul'da yaşadığımız son yıllardan birinde, Cercis Murat Konağı'na gittiğimizi hatırlıyorum. Babamın misafiriydik elbette. O güne değin gittiğim en lüks restoran olduğunu hatırlıyorum. Ne yedik hatırımda değil, tek narlı roka salatası kalmış aklımda, bir de bakır maşrapalardan içtiğim Süryani şarabı. O gün bugündür nar eklerim salatalara. Diğerlerini tekrar edebileceğimi gözüm almamış demek, silinip gitmiş dimağımdan. Şaşılacak şey değil. Tüm berraklığıyla bugüne getirebildiğimiz tek bir anı yok ne de olsa.
O akşam o masada oturan beş kişiden kalan dört kişi versek kafa kafaya, koysak hatıralarımızı birer birer ortaya, yine de yanına yaklaşamayız o akşamın, gecenin. Hatırlamanın duygularla doğrudan, güçlü bir bağı var. Güçlü duygular uyandıran sahneler kalıyor geriye. Şaşkınlık, heyecan, mutluluk, kızgınlık, öfke, rahatlama uyandıran anları kaydediyoruz. Seçtiğimiz duyguları, bu duyguların uyanmasını tetikleyen anıları tekrarlıyoruz ve sabitliyoruz. Hangi duyguya yatırım yaparsak onlar kalıyor geriye, kişisel tarihimizi böyle böyle inşa ediyoruz. Babamın beni sinir eden çok özelliği vardı. Şortun altına giydiği mokasenler ve soket çoraplar örneğin. Oldu mu şimdi derdim, herkesin yanında, gençlik işte. Ama biri bir söz söylesin yanında, canını sıksın, dünyayı yakacak kadar gözüm dönerdi. Yaşlı başlı bir akrabayı azarladığım dün gibi aklımda. Ayıp şey doğrusu. Kurtlarla Koşan Kadınlar'ın ilk masalıdır, bilirsiniz belki, Lo Loba. Kurt Kadın. Masal, bize yeniden doğuşun mümkün olduğunu müjdeler, bedenini saran deriyi, kaslarını, kanını, sinirlerini dahi yitirsen, geride kemiklerin kaldıysa şayet, yeniden doğuş mümkündür, der. Çünkü özün, hiç kaybolmayacak özün orada, asla yok olmayacak. Ölümle ilişkimiz de tam olarak böyle bir şey galiba. Babam gitti. Şortunun altına çoraplarını giyemeyecek. Eften püften şeylere karışamayacak. Olmadık şeylere parlayamayacak. Bunlar, bütünün içinde yer tutan ama çok da mühim olmayan şeyler, onun derisi, saçı, kanı, kasıymış meğer, geriye yalnızca kemikleri kaldığında aşikar olan babamın vericiliği, sevgisi, kızar diye çekindiğim zamanlarda arkamda durması, bizden hiçbir şey esirgemediğiymiş.. Eh bu da normal. Çünkü babalar cömerttir.
Ah anılar! Hele aileye, anne-babaya ait olanlar..Allah rahmet eylesin babacığını..
YanıtlaSilBir minik uyarana bakıyor, hatırlamak. İyi ki ☺️ İyi dilekleriniz için teşekkür ederim 🙏
Sil