Yılın en sevdiğim zamanları. Kıştan çıkmışız. Hava limonata gibi. Ne üşüyorsun ne sıcaktan bayılıyorsun. Tişört, sandalet sezonu başlamış. Sıcaktan, nemden uyuyamama, kara sinek, sivrisinek derdi yok. Gelincikler, papatyalar açmış. Kırlara çıkmaya dahi gerek yok. Bir avuç toprakta bile can vermiş rengârenk çiçkeler, morlar, kırmızılar, sarılar, pembeler... Renk cümbüşü...
Baharda neşelenmeyen, yeni başlangıçlara niyet etmeyen ya da imrenmeyen var mıdır acaba? Hiç sanmam. O soğuk, uzun, karanlık kış günlerinden sonra aydınlığa kavuşmak ve kuru dalların canla dolup taştığını görmek en karamsar insanı bile gülümsetecek, eyleme geçirecek türden bir içsel motivasyon sağlıyor bence. Doğanın güzelliklerine gözümüz açık bence, her birimizin. Güneşin altında göbeğini açmış miskince yatan kediye, rızkını arayan martıya, narince salınan gelinciğe, gökyüzünü şahane renklere boyayan gün batımına duyarlıyız. Bir an olsun durmayı, görmeyi zevk almayı başarıyoruz. Eh devir sosyal medya devri, elimiz telefona uzanıyor ve kadraja almaya çalışıyoruz bu güzellikleri. Şartlar ne denli güç olursa olsun hem de. Victor Frankl, aklını kaybetmeden, sağlığını yitirmeden, üstelik de elinde Logoterapi gibi bir yöntemle çıktığı toplama kampı günlerini anlattığı İnsanın Anlam Arayışı kitabında ne güzel anlatır, daracık zamanlarda, alanlarda gözleriyle buluşan gökyüzünü, etrafı kuşatan doğayı. Zaman her şeyin ilacıdır, derler ya, ona inanıyorsak şayet, bu, bunca yıldır, doğanın döngüsüne şahit olduğumuzdan.
Zaman bana da iyi geldi. Zor günler geride kaldı. (Bir sonraki zorluğa kadar elbette) Ameliyat olmak da keza öyle. Ağrı, sızı gibi bir şikayetim yoktu. Bununla beraber, iyi huylu da olsa, içimde taşıdığım kitle, bir nevi tıkanıklığa, durgunluğa yol açıyordu belki de. Malûm, hareketsizlik, durgunluk iyi bir şey değil. Durgunluktan kastım, duruluk, berraklık değil, durağanlık, çürümeyi, kokuşmayı, bozulmayı temsil eden bir şey. Vücudumdan bu tür bir durağanlığı atmak, belki de içimdeki kördüğümleri de açtı. Kararsızlığım son buldu. Eyleme geçebildim. Ev mevzusundan bahsediyorum, tam burada, bu anda. Bir ev alıp onlarca yıl oturmak diye bir şey ille de şart değil. Evler alınabilir, satılabilir, ihtiyaçlara hizmet etmediği yerde terk edilebilir ve yeniden kurulabilir. Önümde bir liste var. Temizlik, sineklik, kornij montajı, nakliye şirketiyle anlaşma vb. Yaptıkça tik atacağım ve ilerleyeceğim. Okullar kapanır kapanmaz da ver elini, yeni ev.
Bu hayal olmasa, başıma sardığım zorlu iş çekilir çile değil. Şimdiye değin, bir miktar çocuk kitabı, kıyafet, oyuncak ayırdım ve verdim. İki büyük evrak çantası içlerini boşalttım. Miadı dolmuş kâğıtlar geri dönüşüm için ayrıldı. Kendi yatağımın bazası dışarı çıktı. Ne var ne yok elden geçti. Yeniden toplandı. İşe yaramayan şeylerle vedalaşıldı. Giysi dolabının yarısı boşaltıldı. Kalan kısmı üç hafta boyunca bana yeterli olacaktır. Ebeveyn yatak odasındaki giysi dolabı ve çalışma odası kitaplıkları kalacağı için onlara en son el atmaya karar verdim. En zorlu kısım kitapları taşımak olacak. Ayrı bir çalışma odası olmayacağı için salonda ya da yatak odasında kitaplık ve çalışma köşesi kurulacak. Bunun için de acele etmeyi düşünmüyorum. Eşyalar yerli yerine yerleşsin, hangi odayı nasıl kullanıyoruz görelim, kalan boşlukları itinayla değerlendiririz. Bir yerde, bir mimarın bahçe peyzajına, yürüme yollarına orada yaşam başladıktan sonra, son dokunuşları yaptığına dair bir şeyler dinlemiştim. Çok da mantıklı gelmişti. Orayı kullanan bireyler, yürüdükçe, kendiliğinden beliren yolakları, yürüme taşlarıyla bezemek, ya da ne bileyim rüzgâra, güneşe göre en şahane yerde konumlanan köşeleri, dinlenme, oturma alanlarına çevirmek... Bir önceki evimde, öteden beridir çalışma masamı pencere önüne koymayı hayal ettiğim için önce oraya yerleştirmiş, sonra odayı daha verimli kullanmak adına yine duvar önüne çekmiş, bu sayede 9 m2 odada bir duvarı boylu boyunca kitaplıkla kaplamayı, iki çalışma masası, sandalyesi ve bir yatak sığdırmayı başarmıştım. Mekânları tanımak şart. İçinde yaşarken, kendiliğinden gerçekleşen bir tanış olma hâli bu. Annemin yıllarca oturduğu eve ilk taşındığımda, onun yerleştirdiği şekilde yerleştirmiştim evi. Zaman içinde, ya bu köşe daha ışıklı, denizi de görüyor, yemek masasını oraya mı alsak sorusuyla, kanepeyi pencere önünden çekmiş, masayı oraya almış ve içime sinen yerleşimi bulabilmiştim. O son hâl için üç versiyon denemiştim hatta. Bıkmadan, erinmeden, denemek gerek. Yaşamak sanatı diye bir şeyden bahsedeceksek, bunun formülü de böyle bir şey, belki de. Her an gözlem yapmak, ihtiyaçlarınla bağ kurmak, değişimi fark etmek ve yeniden şekillendirmek, bıkmadan, usanmadan, erinmeden üstelik.
İkide bir günlüklerinin ilk yazısı burada bitiyor. Bıkmadan, usanmadan, erinmeden sonuna kadar okuyan herkese selam olsun!
Bir de fotoğraf. Kaktüsümün çiçekleri açtı. Ne zaman açacak diye beklerken ben.
Dediğin gibi insan vüdunda küçük bir değişiklik hemen bir tıkanma yaratıyor. Onu büyütmemek, yok etmeye çabalamak lazım. Mayıs güzel bir ay, uyanış başlamış, hava mis, enerji yüklenmiş hissediyorum. Evler hakkında düşüncelere de katılıyorum ama ben çok çabuk kozamı örüyorum, çokı bağlanıyorum. Bu esaret gibi de geliyor bana aslında. Rahatsız da ediyor bu duygu bir yandan. Ama hep böyleydim, ikilemler içinde..
YanıtlaSilYuva gibi hissettirdiği sürece bağlanmakta da bir sorun olmamalı bence.
SilSelam olsun. Durağanlığın atılmasıyla içerideki tıkanıklığın açılmasını anlıyorum. İnsana bir temizleme, boşaltma ve harekete geçme nefesi mi veriyor yerini mi açıyor desem? Ben de baktığım evlere ya sığamıyorum ya da hayalime uyduramıyorum. Uzun soluklu geçişler için sabrım yerinde ve zamanında gönlümüze göresi çıkacak, güveniyorum. Sizinki de öyle olmuş, tamamı da öyle gelsin. Yeninin hayali bile umutlandırıyor.
YanıtlaSilİçinize sikecek evi kolaylıkla bulmanızı diliyorum.
SilBir selam da benden. Taşınma zor süreç, beni de çok düşündürüyor, zira mahallemiz şu ara kentsel (esasen rantsal) dönüşüm cenneti ve elbet bir gün kapımız çalınacak. Hatta çalmışlar bile 1+1 teklifiyle. Delirdiler iyice, ev 3+1 halihazırda :) Kısmet diyorum ve size kolaylıklar diliyorum, İkide Bir'e hoş geldik :)
YanıtlaSilEşzamanlı yazmalars hoşbulduk ☺ 1+1ev teklif etmek tuhaf olmuş. 30-40 yıllık evlerin kentsel dönüşüme girmesi de yeterince tuhaf ☺
SilTekrar merhaba Tuğba! Ben de buradayım. :)
YanıtlaSilMerhaba Leylan. Kalemimizin ucu keskin, çağrışımımız, ilhamımız bol olsun ☺
Sil