Bu eve ilk taşındığımda bir heves fidanlığa gitmiş, gül, lavanta, adaçayı, bahardalı, hanımeli, sosyete sarımsağı ve sardunya dikmiştim. Toprak derinliği az olduğu için çoğu tutmadı, kurudu gitti. Bahardalı tuttu tutmasına ancak üç yıl geçmesine karşın pek de heybetli değil. Her yıl üç beş çiçek açıyor. Şu dünyada dikili ağacım var diyebilirim yine de. Bahçede toprakla buluşturduğum, yerini sevmiş, köklenmiş iki bitki var. Biri bahardalı, diğeri lavanta. İncecik, narin bir fideden diktiğim lavanta, yıldan yıla genişledi, dalları kalınlaştı ve birkaç hafta önce ilk kez çiçek açtı. Sevindim sevinmesine ama onu da bahçede bırakıp gideceğim işte. Tamamen geride bırakmaya kıyamadığım için köke yakın dallardan keserek çoğaltacağım. İnternetten baktım. Lavantayı çoğaltmak istediğinde saksıyı yanı başında hazır etmek gerekiyormuş. Çünkü lavanta topraktan ayrılmayı sevmiyormuş. Kim sever ki...
Kızım ilkokula başlamadan bir yıl önce acayip bir kaygı, stres içindeydim. "Bu ülkede artık yaşanmaz" düşüncesi beni yiyip bitiriyor, geceler boyu hangi ülkeye taşınabileceğime dair araştırmalar yapıyor, mesleğimi bir başka ülkede sürdürmenin yollarını arıyor, işin içinden çıkamıyordum. Varsayımlar ve hayali stres karşısında bir çıkmazın içinde yaşayıp gidiyordum. Sonra kızım ilkokula başladı ve o çok korktuğum (artık tam olarak neydiyse) şey olmadı. Bir yavrunun istikbalini düşünerek yurt dışına gitme girişimlerini anlayabiliyorum. Ancak yavruya ve kendime rağmen "bunu yapmam lazım" düşüncelerinden tamamen sıyrıldım. Çünkü günün birinde fark ettim ki, ben her şeye rağmen burada yaşamayı seviyorum. Buradaki kazanımlarımı kaybetmeyi, dille bağımı koparmayı istemiyorum. Bir ülkede kendimi rahatlıkla ifade ederken, kolaylıkla gündelik ayrıntılarla, formalitelerle baş ederken bir başka ülkenin acemisi, cahili olmayı istemiyorum. Bunu bu netlikte kendime karşı ifade ettiğim an, bütün stresim, kaygım kayboldu. Çünkü insanlar da lavantalar gibi, toprağından ayrılmayı sevmiyor. İçi toprak dolu bir saksı bağlanmaya, köklenmeye her zaman yetmiyor.
Gerçekten öyle, insan toprağından ayrılamıyor. Geçen yıl ilk kez gittiğim ve bayıldığım Hollanda'da, hadi gel sana ev verelim, burada yaşa deseler bile gitmem, köklerinden ayrılmak çok zor be Yonca :) (Bülent Ortaçgil'e selam çakayım dedim)
YanıtlaSilBirkaç ay farklı ülkelerde yaşamak hoş gelebilir ancak süreklilik benim için de zor ☺
SilGitmek fikri bana da çok uzak. Şikâyet ettiğim, beni mutsuz ve umutsuz hissettiren bir sürü şey var, özellikle bu son dönemde. Ama gitmeyi, kelimenin tam anlamıyla reddediyorum! Gideceğim yerin buradan daha iyi olacağının garantisi var mı? Üstelik kendimi, en iyi bildiğim dille ifade edebilmek benim için çok önemli. Ben de senin gibi dille bağımı koparmak, başka ülkenin yabancısı olmak istemiyorum. Hayat ne getirir, bilemem; büyük konuşmamak lazım. Ama gitmeyi düşünmüyorum ve açıkçası gidenlere de üzülüyorum.
YanıtlaSilBu yaşa kadar emekle inşa ettiğin tüm ilişkileri arkada bırakma kısmı da zor.
SilÇok doğru bir karar vermişsin. Bir defa senin için dil çok önemli, dil senin toprağın belki de ve dilden ayrılmak aynen o lavanta gibi zorlardı seni..
YanıtlaSilEşim yabancı olmasaydı neler yapardım hiç bilmiyorum.. Bazen düşünüyorum, çocuklarımı Türkiye'de büyütüyor olsaydım ne değişirdi. Sanmıyorum çok şeyin değişeceğini çünkü zaten istediğimiz türde okullarda okutuyoruz çok şükür mesleğimiz kolumuzda altın bilezik ve gelen parayı doğru şekilde harcama kültürümüz var.. Bunlar nedeniyle korkmazdım ben de sanırım.. Tamam bazı negatifleri var türkiyenin, suç oranı özellikle çocuk güvenliği, işte doğadan uzak büyümek vs. ama burada da bunlar varken diğer bazı şeyler yok yani hep bir eksiklik, yabancılık var nerede yaşarsan yaşa... Ben tamamen bizde bittiğini düşünüyorum. Ha bir sardunya olarak burada gelişebildim mi hayır, cılız kaldım rengim soldu ama Türkiye'de olsam da belki dalım kırılacaktı.. Düşünmüyorum artık.. Böyle olması gerekiyordu, böyle oldu.
Her seçim, diğer ihtimalleri öldürüyor. Bilemiyoruz. İyi olmak da, bir kararlılık, bir seçim imiş. Onu anlıyorum yıllar geçtikçe. Dediğin gibi böyle olması gerekiyordu, böyle oldu. Buradaki güzellikleri fark etmek gerek. ☺
SilEkmekçikız da hanımeliler, yaseminlerden bahsetmiş. Yaseminlerin istilacı bir tür olup olmadığını bilmiyoruz ama arsız bir sarmaşık türü olduğu malum. Artık hanımeline az rastlamamız ondan mı?
YanıtlaSilGöç ve yurtdışına gitmek konusunu da bizlerin geldiği gibi coğrafyalarda mecbur kalmakla daha iyi bir gelecek hayaliyle, umuduyla davranılan bir kurtuluş itkisi olarak görüyorum. Bu yaseminin hanımeline yaptığı gibi istilacılığa da dönebiliyor, ama öyle ama böyle. Çocukluları ise çok iyi anlıyorum. Bu yolda dünyanın binbir tarafına dağılan bir dolu dostumuzu özlem ve hüzünle yolcu ettik. Onlar için mutlu olduk, kendimiz için üzüldük çünkü eksildik. Biz hiçbir zaman gitmeyi düşünmedik, ailece ellileri devirdik ve şimdi ne kaçmak ne kurtulmak için değil de ileri yaşlarımızı daha sakin, hayat tempomuza daha uygun coğrafyalarda sürdürmeyi düşünür hale geldik. Dil kısmına katılıyorum, evet, anadilden uzaklık zor. Öte yandan ingilizce de bana anadilim kadar yakın geliyor. Yaşımız yeter mi bilmiyorum ama ingilizce bir zaman sonra dünya gezegeninin üst/ana dili olabilirmiş gibi geliyor. Dil öğrenmeyi, yeni dillerle zenginleşmeyi seviyorum. Bu yorum da bir yazı kadar uzun oldu, amma yazasım varmış! :)
İyi yaptınız. Birlikte düşünüyoruz. Çiçeklerin de modası var galiba. Devir yaseminlerin devri. O güzel çiçekleri ve mis gibi kokusu, tutkuyla bağlanması, naz anmadan sarması, sarılması nedeniyle çokça tercih ediliyor galiba. Ben de sarmaşık türü bir şey dikmek istiyorum yeni bahçeme. Sarmaşık düşünüyorum. Kızarsın, sararsın, yeşillensin.
SilHopa'ya gelene dek ben de başka ülkelere gitmek istiyordum. Stresli ve endişeliydim ama Hopa'ya alıştıktan sonra tam da son bölümde anlattıklarını hissetmeye, düşünmeye başladım. Artık gitmek aklımın ucundan dahi geçmiyor.
YanıtlaSilYaşanılan yer çok etkiliyor. Hopa yaşamak için güzel bir yere benziyor. Görmek istiyorum.
SilAslına bakarsanız Hopa'da deniz ve biraz yeşil dışında hiçbir şey yok. Misal çarşı denebilecek bir yer, hatta pazar yeri bile yok. Ama hayat çok basit ve çok kolay. Her yer maksimum 20dk, herkes tanıdık, okul sayısı sınırlı... Tüm bunlar garip bir şekilde güvenli bir çevre oluşturuyor ve bu da bize yetiyor :)
Sil