Yakın
tarihimizi, ayıplı tarihimizi öğrenmek için inceleme, tarih
kitaplarına ihtiyacımız yok. İstatistik, insan yaşamını en
hiçe sayan bilim dalı iken neden gereksinim duyalım belgelere,
sayılara? Unutulmak değil midir belgelerin, sayıların kaderi? Hem
bizim görerek yazan, görerek okuduğumuz yazarlarımız var.
İstesek de unutamayız
onların
yazdığı hikâyeleri. Oradaki anlar,
durumlar, sahneler, boğazımızda bir düğüm olur, yutamayız. Murathan Mungan'ın Dersim Hikâyelerinin önsözünde dediği gibi
“Edebiyat kin değil hafıza tazeler.”
Ahmet Büke,
hafıza tazeleyen yazarlardan biri. 2011'de kazandığı Sait Faik
Hikâye Armağanı'nın gerekçeli kararı onun yazarlığını en
iyi şekilde özetler nitelikte: “Kendine özgü anlatımı ve
gündelik yaşamın tarihe tanıklık eden ayrıntılarını işleyen
öyküleri nedeniyle” Unutmamak, unutturmamak için yazıyor sanki,
kendi acılarıyla başa çıkabilmek için. Son kitabı Yüklük'de
yüklendiğimiz toplumsal yaraları anlatıyor, ezilen, çalışan
bedenleri, çocuk işçilerin dramını, güney doğuda süren kirli
savaşı, hapishanede işkence gören çocuk mahkumları, devletin
hantal işleyişini... İlk bölüm hâl “Bu Sene Her
Şey İyi Olacak” öyküsüyle başlıyor. Bu, ilk bölümün en
sevdiğim öyküsü oldu. Kitabın ikinci bölümü bakiye'de
ise sevdiği yazarlarla konuşuyor. Bu öykülerin bir kısmını Birgün
Kitap Ekinden hatırlıyorum. Onların arasında en çok Vus'at O
Bener'i hikâye kahramanı yaptığı Dostumuz Yaşamasız,
Kömürümüz Kara'yı sevdim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder