23 Nisan 2015 Perşembe

ANLATMANIN KUTSAL ÇILGINLIĞI



Bizler hikâye anlatmak için buradayız.
Kimsenin moralini bozmak istemem ama insanların hikâye anlatmayı bilenler ve bilmeyenler olarak ikiye ayrıldıklarını düşünüyorum. Ozan olarak doğulur, sonradan ozan olunmaz demek istiyorum. Nasıl olduğunu bilmem ama muhtemelen genleri ya da masalarda edilen sohbetler sayesinde ailesinden aldığı bir şeydir. Doğuştan gelen böyle bir yeteneğe sahip kişiler, belki de başka şekilde kendilerini ifade etmeyi bilmedikleri için niyetleri olmasa bile hikâyeler anlatırlar. Fazla uzağa gitmeden kendimi örnek vereyim, soyut terimlerle düşünemem. Bir söyleşide ozon tabakası hakkında ne düşündüğümü ya da gelecek yıllarda hangi etmenlerin Latin Amerika politikasının gidişatını belirleyeceği görüşünde olduğumu sorsalar, aklıma tek gelen onlara bir hikâye anlatmak olur. Neyse ki bunu artık daha kolay yapabiliyorum, çünkü bu işe yatkınlığımın yanı sıra deneyim sahibi de oldum, giderek daha kısa hikâyeler anlatıyor, böylelikle de daha az sıkıcı oluyorum.
Formasyonuma başladığım hikâyelerimin yarısını annemden dinledim. Annem şu anda seksen yedi yaşında, ne edebi söylevlerden haberi var ne de anlatı tekniklerinden, böyle şeyleri hiç bilmez ama vurucu darbeyi hazırlamayı iyi bilir, giysisinin kollarında öyle bir as saklar ki, şapkadan mendiller ve tavşanlar çıkaran sihirbazdan çok daha iyidir. Bir keresinde bize bir şey anlattığını hatırlıyorum, anlattığı şeyle hiç ilgisi olmayan birinden söz etti, sonra heyecanla hikâyesine devam etti, o kişiye de bir daha değinmedi, ama hikâyesinin sonuna yaklaştığında, paff! birden yine aynı kişi -teknik bir dille söylemem gerekirse hem de ilk planda- ortaya çıkmaz mı, herkesin ağzı açık kaldı. Kendime, annemin kimilerinin öğrenmeye bir ömür harcadığı bu tekniği nereden öğrendiğini sordum durdum. 
Ben hikâyeleri oyuncaklara benzetirim, onları şu ya da bu şekilde donatmak da bir oyuna benzer. Bir çocuğun önüne farklı özelliklerde bir sürü oyuncak konursa sanırım önce hepsiyle birden oynamaya yeltenir, ama sonunda birini tercih eder. Bu tercih ettiği oyuncak yeteneklerinin ve yapmak istediği işin ifadesi olacaktır. İşte bizlere bu yeteneğin tüm bir ömür süresince gelişebileceği koşullar sağlanabilirse mutluluğun ve uzun ömrün sırlarından birini keşfetmiş oluruz. Gerçekten hoşuma giden biricik şeyin hikâyeler anlatmak olduğunu keşfettiğim günden sonra bu arzumu gerçekleştirmek için elimden geleni ardıma koymadım. 
Alçakgönüllülükle söyleyebilirim ki kendimi dünyanın en özgür insanı olarak görüyorum. Ne kimseye verilmiş sözüm var ne de herhangi bir şeyle bağım, bunun nedeniyse tüm yaşamım boyunca sadece ve sadece yapmak istediğim şeyi yapmış olmamdır: hikâyeler anlatmak. Arkadaşlarımı ziyarete giderim ve onlara kesinlikle bir hikâye anlatırım; eve dönünce bir başkasını, belki de bir önceki hikâyeyi dinleyen arkadaşlarmın anlattığını anlatırım; duşa girip de sabunlanırken kendi kendime günlerdir kafamın içinde dönen duran bir fikri anlatırım... Yani anlatmanın kutsal çılgınlığına boyun eğerim.


Notos Öykü'nün 51. sayısında yer alan Gabriel García Márquez'in 1998'de Madrid Uluslararası Sinema ve Televizyon Okulu'nda verdiği Senaryo Atölyesi notlarını aktardığı Hikâyeler Anlatmak İçin yazısından kısaltılarak alınmıştır.
Çeviri Pınar Savaş

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder