31 Aralık 2020 Perşembe
Gülay ve Murat
Konuk yazar: Deniz Gürbüz
Günlerden pazardı. Gülay bir pazılın üzerinde yoğunlaşmıştı. Annesi ödevlerini hatırlatınca "Birazdan yaparım daha zamanım var" dedi. Öyle eğleniyordu ki zamanın farkına bile varmadı. Saati gören Gülay hemen ödevini yapmak üzere odasına gitti. Kitaplarını açmıştı ki annesi mutfaktan bağırdı.
"Gülay masayı kurmama yardım eder misin?"
Gülay, "Ödevimi yapmam lazım ama gelirim" diye geveledi. Masayı kurdu. Yemek yemeye başladılar. O sırada televizyonda en sevdiği program olan "Rafadan Tayfa"yı görünce izlemeye daldı. Annesi tekrar ödevini hatırlatınca ışık hızıyla odasına gitti. Ödevleri yapmaya koyuldu. Daha matematiği bitirmişti ama annesi yanına geldi. Yatmasını söyledi. Yatağına yattı ve uyudu.
Aynı saatte Murat şunları yapıyordu:
Arkadaşlarıyla oynuyordu. Annesinin yemeğe çağırışı ile eve gitti. Yemeğini yedikten sonra annesi ödevini yapıp yapmadığını sorar.
"Çoktan yaptım" der.
"Aferin benim oğluma" der annesi.
"Çizgi film izleyebilir miyim?" diye sorar Murat.
"Elbette oğlum. Kuru yemiş de ister misin?"
"Evet!" diye bağırdı Murat.
Gece olunca uykuya dalar.
Ertesi sabah okula giden kahramanlarımıza ödevlerini getirmeleri söylenmiş. Bütün sınıf tabi ki ödevlerini getirmiş. Öğretmen tahtaya kaldırmış. Önce Gülay'a sormuş öğretmen. Gülay yutkunmuş ve cevaplamış soruyu.
"Öğretmenim ben pazıl yaptım. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. Ödevlerime başlayacağım zaman akşam yemeği oldu. Yapamadım."
Öğretmen "Ödevlerini önce yapmalıydın!" diye kızdı Gülay'a. "Peki sen ödevini niye yapmadın Murat?" dedi.
Murat "Öğretmenim benim kardeşim hastalandı. Hastaneye gitmemiz gerekti. O nedenle yapamadım."
"Geçmiş olsun Murat. Şimdi daha iyi mi kardeşin?" der öğretmen.
"Evet daha iyi oldu."
Bütün sınıf "Geçmiş olsun" diye cikledi.
Öğle yemeği olunca herkes Murat'ın yanına doluştu. Kardeşi hakkında soru yağmuruna tuttular. Tam o anda karnına bir ağrı saplandı. "Ah!" dedi. Tuvalete gitti. Nedenini anlamamıştı bu ağrının.
O gece Gülay ödevlerini bitirdikten sonra okuduğu kitabı açtı ve okumaya başladı. Okudu... okudu... okudu... En sonunda annesinin sesiyle irkildi. Annesi yatmasını yoksa okula geç kalacağını söylüyor. Biraz daha diye yalvarıyor Gülay. Tamam tamam biraz daha oku der annesi. En sonunda öyle geç yatar ki sabah annesinin sarsmasına rağmen uyanmıyor.
Pazartesi gecesi Murat ise bilgisayar oyununa dalmıştı. O da Gülay gibi geç yatıp uyanamadı o gün. Uyandığında ilk dersi kaçırdığı kesindi. Koşa koşa giyindi.
Sınıfa girdiklerinde öğretmen çok sinirlendi. "Neden bu kadar geç kaldınız?" dedi.
Murat "Babamın arabasının lastiği patladı. Geç kaldım" dedi.
Gülay ise geç yattığını, uyanamadığını anlattı. Öğretmen Gülay'a kızdı. "Erken yatmalısın" dedi bıkkın bıkkın.
Öğle yemeği olunca Murat'ın annesi okula geldi. Murat'ın beslenmesini koymayı unutmuştu. Koridorda yürüyüp sınıfa girdi. Murat'a yemeğini verip dönüyordu. Koridorda öğretmen Murat'ın annesini gördü ve Ayten Hanım merhabalar. Kızınız hastalanmış. Geçmiş olsun" der.
Ayten Hanım "Ne? Kızım mı hastalandı?" der şaşırarak. "Benim kızım turp gibi."
"Öğretmen "Ayten Hanım öğretmenler odasında biraz konuşabilir miyiz lütfen?"
"Elbette elbette" der Ayten Hanım.
Öğretmenler odasına girerler. Öğretmen "Oğlunuz Murat bana pazartesi günü ödev yapamadığını çünkü kardeşinin hastalandığını söyledi. Bu doğru mudur?"
Ayten Hanım "Hayır kızım hastalanmadı. Bana da pazar günü ödevini yaptığını söylemişti" dedi şaşırarak.
Öğretmen "Peki bugün okula neden geç geldi?" diye sordu.
Ayten Hanım "Dün çok geç saate kadar bilgisayara bakmıştı."
"Bana babasının arabasının lastiğinin patladığını söyledi." der öğretmen.
O gece Ayten Hanım Murat'a çok kızdı. Murat da o günden sonra yalan söylemedi. Tabi Gülay da ödevlerini yapıp daha erken yatmaya başladı.
23 Aralık 2020 Çarşamba
20 Aralık 2020 Pazar
Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 32
Bilmek isteyen yola çıkar.
19 Aralık 2020 Cumartesi
Kadın Akademisyenler Edebiyat Tarihini Yeniden Yazmalı *
*Ekmekvegül'Ün "Edebiyat dünyasından kadınlar anlatıyor" serisinde yayımlanan yazım:
*Yazın alanının
erkek egemen yapısı son dönemde kadın yazarların sosyal medyada ortaya koyduğu
taciz anlatılarıyla daha görünür hale geldi. Genellikle erkeklerin “usta yazar,
eleştirmen, jüri üyesi” olduğu edebiyat dünyasında bir kadın olarak var olmak
ne demek?
Okudukça, okuduklarına
daha yakından baktıkça başlıyor her şey; sevdiğimiz, öykündüğümüz, usta
bildiğimiz yazarlar gibi yazma hevesiyle yontuyoruz kalemin ucunu, elimizi
kolumuzu bağlayan, bizi çekiştiren onca meşguliyete rağmen üstelik. Bu dünyada
kadın olmak, kadın olarak yazmaktan fazla da bir muradımız yok. Yazmak ne
sevilmek için, ne para ne de şöhret için. Olsa olsa yara izlerimizden
devşirdiğimiz öykülere söz geçirmeyi bilmediğimizden ya da onları görmezden
gelirsek renklerimizi yitirdiğimizi deneyimlediğimizden.
*Edebiyat dünyasının hangi dinamikleri sizce kadınlara
yönelik taciz ve ayrımcılığı besliyor?
Yunan mitolojisinin en
garip doğum hikâyelerinden biri Zeus ve
Metis’in kızı, akıl, sanat, strateji, barış ve savaşın tanrıçası Athena’ya ait
olandır. Zeus, zeki ve bilge karısı Metis’ten ve ondan doğacak çocukların kendi
iktidarını sarsmasından korkar ve karısını yutar. Bu sırada Metis, çoktan
Athena’ya hamile kalmıştır. Zeus’un kafasında bir şişlik belirir, gün geçtikçe
de büyür. Çektiği şiddetli baş ağrılarına dayanamayan Zeus, Ateş Tanrısı
Hephaistos’tan en güçlü balyozuyla kafasına vurmasını ister. Hephaistos’un
darbesiyle Zeus’un başının içinden miğferi ve zırhıyla Athena belirir ve “Ben
Pallas Athena. Diğer tanrılardan saygı bekliyorum,” der.
Buna “mitolojik bir
hikâye,” diyerek geçmek mümkün değil. Kadının ona tanınan özel alandan kamusal
alana çıkması, aklıyla, yapıtlarıyla yer almaya cüret etmesi, kendisini o aklın
yaratıcısı erkek zihinlerin içerisinden doğurarak ve farkına varmadan oradan
gelecek onayı, saygıyı bekleyerek gerçekleşiyor. Bu da erkeği otoriter kılan, kadınlara
yönelik taciz ve ayrımcılığı besleyen en büyük damar bana kalırsa.
Sizce bu nasıl değişir?
Dergilerin, kitap
eklerinin editörlerinin büyük çoğunluğunun erkek olduğu, erkek yazarların yapıtlarının
daha çok incelendiği, ödüllendirildiği, ölmüş erkek yazarların isimlerinin
edebiyat tarihine daha kalın puntolarla geçtiği bir ortamda, kadın
akademisyenlerin edebiyat tarihini yeniden yazma, sesi kısılan, görmezden gelinen
kadın yazarları diriltmesi, akademinin sınırları dışına çıkarma çabası çok
değerli, değişimi başlatacak denli de güçlü.
Kadınlar olarak kadın
yazarların yapıtları için yapılan “duyarlı kadın diliyle çocukları ve kadınları
yazıyor,” klişesinden daha gür, eleştirel bakış açılarını ortaya koymamız şart.
Yaz aylarında sosyal
medyada başlatılan #erkekyerinibilsin başlığı altında kadının, yıllarca maruz
bırakıldığı cinsiyetçi söylemi erkeğe yönelterek mizaha çevirmesi, bu yerleşik
bakış açısının gülünçlüğünü ortaya koymak açısından yerinde bir girişimdi. İlgi
çektiğini ve farkındalık yarattığını düşünüyorum.
Son olarak Cinsel
Şiddetle Mücadele Derneği işbirliğiyle kimi okullarda yürütülen gençlere
duygusal ilişkilerdeki baskı, kontrol, şiddet davranışlarını eşitlikçi bir
bakış açısıyla değerlendirmelerini sağlamayı hedefleyen “Güç Değil Eşitlik”
temalı eğitimlerin yaygınlaşması büyük fark yaratacaktır.
11 Aralık 2020 Cuma
Av Filmi Üzerine Notlar
7 Aralık 2020 Pazartesi
Nasıl Yazıyorlar? (27)
Yazarların okuma alışkanlıkları okurun ilgisini çeken bir konu. Sevdiğim, sevmediğim, okuduğum, okumadığım tüm yazarların söyleşilerinde yazım, üretim aşamasına dair söylediklerini iştahla, ilgiyle okuyorum.
İşte yirmi yedincisi: Oya Baydar
Yazmaya Başlamadan Önce
Yazmaya başlamadan, bilgisayarın karşısına geçtiğimde ilk yaptığım iş okumaktır. Önce internet sitelerinde dolanırım; günün gelişmelerine, güncel konularla ilgili yazılara, değerlendirmelere, açıklamalara bir göz atarım. Yazdığım konuyla, ya da dünyanın-ülkenin halleriyle ilgili bir haber ya da makale bulursam okurum. Sonra evi toplarım, gerekiyorsa yemek falan yaparım, yazın köyde bahçe ile uğraşırım. Bu bana iyi gelir, çünkü o sırada aklım yazacağım metindedir. Mesela roman yazıyorsam, mutlaka bir yere takılmışımdır; ev işiyle, bahçe işiyle uğraşırken metin kafamda berraklaşır, takıldığım şeyi çözerim.
Sonra yazmaya otururum. Bu defa da yazdıklarımı okurum. Çoğunlukla beğenmem, bir gün önce yazdığımı düzeltirim, değiştiririm bazen de silerim. Ama sonra hiç ara vermeden saatlerce çalışırım. Çalışırken dünya ile ilgisini kesen, yazı mekânına kapanan, gözü yazdığından başka şey görmeyen yazarlardan değilim. Böyle yazarlara imrendiğim oluyor, "İşte kendini ciddiye alan gerçek yazar böyle olur!" diye düşünüyorum bazen. Ama ben yaşamın çok boyutluluğunu hissetmeyi, insanlarla birlikte hayatın içinde olmayı seviyorum. İnsanların hikâyeleriyle besleniyorum. Acılara, sevinçlere ortak olmak hem beni hem de edebiyatımı zenginleştiriyor. Belki de yoğunlaştığım konular gerektiriyor bunu. Şu haksız, adaletsiz, berbat dünyada insanın trajedisini yazmaya çalışıyorum.
Sadece edebi metinler, romanlar, hikâye, deneme değil siyasal-toplumsal değerlendirme yazıları da yazıyorum. Bir yandan da barış, adalet, özgürlük mücadelelerine elimden geldiğince katılıyorum. İnsana, doğaya, yaşama dair hiçbir şeye yabancı olmamalı diye düşünürüm. Bunların tümünün edebiyatımı beslediğini hissediyorum.
Unutmadan söyleyeyim; bilgisayarın başına oturmadan ilk yaptığım iş çayımı içip televizyonda hayvan belgeseli seyretmek... O belgesellerden hem keyif alıyorum hem de canlıya dair çok şey öğreniyorum.
Bunca "ilk" işten sonra ne zaman yazmaya başlıyorsun, gece yarısı mı diyecek olursanız, ben sabahın altısında yedisinde kalkan, "Ölünce nasıl olsa çok uyuyacağız" diyen erkencilerdenim.
Kaynak: Rağmen Kitap Dizisi: "İlkler"
2020 Edebiyat Soruşturması
Onur Çalı'nın yönettiği Parşömen Sanal Fanzin'de yayımlanan çok katılımlı 2020 Edebiyat Soruşturması için verdiğim cevaplar.
Yıl içinde yayımlanan ve beğenerek okuduğunuz ama yeterli
ilgiyi görmediğini düşündüğünüz kurgu kitap ya da kitapları (telif ya da
çeviri), beğenme nedenlerinizden de kısaca bahsederek bizimle paylaşır mısınız?
Pandemiyle beraber gelen
içine kapanma, herkes gibi beni de etkiledi. 2020’yi yeni kitaplar edinmekten
ziyade var olan kitaplarıma yönelerek, onların içinden ilk kez/yeniden okumalar
yaparak geçirdim. Dolayısıyla 2020 yılında yayımlanan kitaplardan ziyade, bu
yıl okumaktan memnuniyet duyduğum kitaplardan oluşacak listem.
Fındık Kabuğu, Algernon’a
Çiçekler,Gecegezen Kızlar, Asılı Dağ’ın Kahini, Böcek
Çocuk gerçek olayların, tarihten ve mitolojiden kesitlerin, masalların,
klasiklerin yeniden yazımı üzerine düşünmeme olanak sağladığı için okumaktan
hoşnut olduğum kitaplar arasında.
Size göre 2020 yılının önemli edebiyat olayları nelerdi?
2020 yılı her anlamda zor
geçti. Pandemiyle beraber keskin bir duraklama süreci başladı. Yayımı planlanan
kitapların basımının ertelendiği, okura ulaşmanın daha da zorlaştığı, kitap
fuarlarının, edebiyat etkinliklerinin iptal edildiği, kültürel faaliyetlerin
durduğu sürecin ardından söyleşiler, uluslararası yazarların katılımıyla gerçekleşen
edebiyat festivalleri, atölyeler çevrimiçine dönerek okurlara ve yazarlara
nefes aldırdı. Mesafe, sağlık, yoğunluk
gibi pek çok nedenle fiziksel olarak bir araya gelemeyecek insanları aynı
ekranda toplayabilmek, özellikle benim gibi edebiyatın taşrasında yaşayanlar
için kıymetli.
Dikkate değer bulduğum
bir diğer oluşum iseekoloji alanında üretim yapan Ekofil Yayınları.Alternatif
bir yayına hazırlama ve dağıtım modeli oluşturan yayınevinin, yaz aylarında,
topluluk desteğiyle üçüncü kitaplarını yayımladı.
Edebiyat ortamımıza baktığınızda ne gibi sorunlar,
eksiklikler ve sıkıntılar görüyorsunuz?
Malum, elimizde sosyal
medya gibi bir imkân var, artık. Yayınevleri ve varsa yazarı temsil eden ajans
tarafından yürütülmesi beklenen tanıtım faaliyetlerinin yazarın bizzat yapması
gereken bir işmiş gibi algılanması, her an ürünlerini ve hayata nereden
baktığını duyurma çabasını giderek daha tuhaf ve yorucu buluyorum.
Okura, kitabı okumadan
hazırlandığı düşüncesi veren, arka kapak ve künye bilgisinin ötesine geçmeyen
tanıtım yazıları ve söyleşilerin giderek artması, hamarat ev hanımı misali
arkadaşının yeni yayımlanan kitabına dair hem tanıttım, hem söyleştim yazıları da
yine tuhaf bulduklarım arasında.
Bunların arasından
sıyrılan ortak düşünme ve üretme eylemini esas alan her türlü girişimi, çabayı
değerli buluyor, özlemini çekiyorum çünkü her yazarın bir müttefiğe ihtiyacı
olduğuna yürekten inanıyorum.