30 Ocak 2023 Pazartesi

Bugünün getirdikleri

Tatil sonrası ilk iş günü. Köyden gelecek hastam araba bulamayınca, arkası da öğle tatili olunca koca bir boşluk belirdi. Yazmak ya da okumak için. Geçtiğimiz hafta boyunca ekranı çatlak, mürekkep lekesi bazı harflerin üzerini kapatan telefonumla yazdığımdan, şimdi bilgisayar ekranı ve klavye kullanmak büyük rahatlık. Hayatta her şey bir görelilik değil mi zaten?

İki hasta baktım şimdiden. Tuhaf hissettirdi çalışmak. Yeniden hastalarla olmak. Neredeydim, neredeyim? Yol yorgunluğu, bedenimde küçük arazlara yol açtı. Burun tıkanıklığı, ses kısılması, baş ağrısı. Önümüzdeki birkaç gün dinlenmeye ve üşütmemeye çalışmalıyım.

Pazar günü bütünlemem var: Erken Müdahale Programları ve Gelişimsel Destek. Her nedense dersin tam adını aklımda tutamıyorum, Erken Müdahale diyorum her defasında. Sanırım çok ilgimi çeken bir ders olmadı. Dünyadan ve Türkiye’den pek çok erken destek programı örneği, onlara dair ayrıntılar, zihnimde çok fazla yeni bilgiyi tutmamı gerektiriyor. Bu şimdilik mümkün gözükmüyor. Dolayısıyla çoktan seçmeli testte başarı göstermeye yönelik soru tekrarları ile geçecek kadar not almayı planlıyorum.

Bu aralar zihnim çok dolu. Bazen yaptığım şeyi fark etmeden, dikkatimi aslında ne yaptığıma vermeden yaptığımı görüyorum. Ezbere konuşuyorum, ellerim ezbere çalışıyor sanki. Bir şeyi nereden, ne zaman aldığıma ve nereye koyduğuma dair herhangi bir kayıt düşmüyor zihnim. Sonuç teflon tavaya dönmüş bir ben. Öyle negatif enerjiyi üzerimden akıtmak, tutmamak gibi hoş bir deneyim de değil; yalnızca hatırlamamak, yaptığımın farkında olmamak gibi bir şey. Biraz yavaşlayarak geçeceğini umuyorum. Ablamın yıllar evvel hediye ettiği “Bir Dilek Tut Hayatın Değişsin” kitabına başladım yeniden. Kabala öğretileriyle on haftalık bir yolculuk. Pek çok öğretide yer alan “yaşam ağacı” diyagramı üzerinden kendini ve dileğini gerçekleştirmeye yönelik çalışmalar bütünü. Her haftanın bir açıklaması ve ödevleri var. Meditasyon çalışmaları, mantralar, farkındalıkla olanı biteni izlemek, kısa yazı çalışmaları (dileğinizi yazmak gibi görevler) hepsi dileğinizi belirginleştirmeye, kendinizi duymaya, daha iyi bir ben olmaya yönelik. Yavaşlayıp bakış açısını değiştirmeyen, hep aynı kalıp ve yargılar ile çözüm üretmeye çalışan bir zihin, değişim yaratamıyor malum. Dolayısıyla on hafta boyunca fark yaratmak üzere kendinize eğiliyorsunuz. Hakkını vererek yapmak istiyorsanız şayet. Dün kendimi benzerleri sayısız kere tekrarlanmış bir sarmal içinde bulunca, aynı kelimeleri sarf etmek yerine bir nefes aldım ve bıkkınlığımı dile getirdim, mola istedim ve susup uzaklaştım. Kavgacı bir küskünlük değildi bana göre yansıttığım, ne yapacağını bilememekten kaynaklı, daha beterinden sakınmak için uzaklaştığımı belli eden bir tür çaresizlik ve yorgunluk işaretiydi. Benim zihnimin okuduğu buydu ama ya karşımdaki? Kızım nasıl okudu? Bilmiyorum, bilemem ama daha kötü olmadığından eminim. Hemen ellerim bir kişisel gelişim kitabı aradı. En sevdiklerim değil ama nasıl yapılır’ı öğreten, gösteren pek çok kitap, kılavuz, prospektüs okuyorsak şayet, kendini bulma, iletişimi güçlendirme niyetleriyle bir şeyler de okuyabilirim, dedim. Seçim yapmak üzere kitaplara göz gezdirirken karşılaştık “yaşam ağacı” ile. Hadi dedim kendi kendime. Ne duruyorsun? Bir dene.

Bu hafta taç küresi. Hemen her öğreti ve dinde tam olarak ne yapılacağına karar verilememiş (örtsek mi, kazısak mı, kazıyıp da mı saklasak ne yapsak) baş bölgesindeyim. Bir anten gibi, en tepede duruyor. Başlangıç teşkil ediyor. Harekete teşvik ediyor; dileğini bulmaya ve onu hayatına çekmeye. On haftalık süreç nasıl olacak bilmiyorum. Sadakatle sürdürebilir miyim, ondan da emin değilim. Bende bir değişim ve dönüşüm yaratırsa, deneyimimden bahsederim.

28 Ocak 2023 Cumartesi

Tatil, yaşam, ölüm ve diğer şeyler

Eve dönüş yolculuğu başladı. Kahvaltının ardından otobüslere bindik. Ben yine otobüsün içinden Wi-Fi ile internete bağlandım. Elimde telefon yazıyorum. Bu ayın her bir blog yazısı böyle çıktı. Anlık yazdıklarımı paylaştım. İki gece kaldığımız Mui Ne arkamızda şimdi.

Mui Ne bölgesi Güney Çin Denizinin kıyısında (Doğu Pasifik sayılabilir) balıkçılık ve turizmle geçinen bir bölge. Yazlık sitelerin yanı sıra pek çok otel de yer alıyor. Kış mevsimi olduğu için deniz pek parlak değildi. Bununla beraber mayo, şort, şıpıdık terlikler, havuz başında lak lak etmek, tropikal meyveler yemek, iki üç kulaç da olsa yüzmek, sakin ve dingin bahçede gözlerimi, bedenimi dinlendirmek muhteşemdi.







Kaldığımız süre boyunca hava rüzgârlı, deniz çırpıntılıydı. Kite surfçülere takla attıran rüzgar her nasılsa havuz başında, özellikle binalar arasında, bahçe içinde dolaşırken hiç tesir etmiyordu. Otelin mimari tasarımına, peyzaja bayıldım. 





İnsan eliyle yapılan göletler, çiçek tarhları geçişler öyle yumuşak, belli belirsiz. Sanki hep oradaymış gibi. Tıplı ilk sabah yaptığımız Tai Chi gibi. Birbirini takip eden, sert, kesin, kati duruşlardan uzak hareketlerle mimari tasarım arasında fark yok. Bu yumuşaklık, bu uyum bende acayip bir sarıp sarmalanma hissi yarattı. Kendimize verdiğimiz en mükemmel hediye. Öyle bir doygunluk, olmuşluk….




Otel küçük bir köye yakındı. Balık ve sebze pazarını görmeye gittik. Her çeşit deniz canlısının yerlerde dizildiği, baharatların, meyve sebzelerin, eriştelerin satıldığı pazar yeri olanca renkliliğine karşın pek de iştah açıcı değildi. Kötü kokular, fareler… Fotoğraf çekip, alacağımızı alıp hızla çıktık. Çok şatafatlı, altın sarısı renklerle, desenlerle bezenmiş, yanları kapalı bir kamyonetin içinde beyaz kıyafetli, ağzı maskeli insanlar vardı. Ellerindeki tokmakları davula vuruyorlardı. Bir cenaze aracı olduğunu tahmin ettik. Kötü ruhları kovmaya çalıştıklarını varsaydık. Arkadaşım Budizm'de ölünün yanında sessiz olunması gerektiğine dair bir inançtan bahsetti. Ölüm anında zaten çok korkan ruhların huzur içinde geçişlerini sağlayabilmeleri için sessizliğe ihtiyaç duyduklarını söyledi. Onu sakince, yaptığı güzelliklerle anarak uğurlamanın en uygun yol olduğunu izah etti. Öfkeyle ya da tam tersi “beni bırakma” haykırışlarıyla bırakamama hali korkuyu daha da arttırıyormuş. Bunu sanki bilmeden biliyordum. Babamın ölümünden aylar önce dualarımda ona dair içimde hiçbir kırgınlık olmadığını, onun elinden geleni yaptığını, bedeninin artık çok yorulduğunu, huzurla gidebileceğini söyledim. Vedası da böyle oldu nitekim. Kendi evinde, kendi yatağında uykusunda son nefesini verdi. Yanına gittim. Elini öptüm. Parmakları kasılmaya, dudakları morarmaya başlamıştı. Fotoğrafını çektim. Yatağı hafif dikti. Gözleri kapalı. Defnine dair vasiyetini uygulayacağımızdan emin olmasına yordum. Çıktım içeride ağladım. Ölüm haberini başka odada verdim. Sanki tüm bu bilgi içsel olarak mevcuttu da, İhtiyaç anında belirmiş gibi. Ölüm ve yaşam hep el ele aslında. Kentleşme bunun önüne geçiyor ve biz hayatın biricikliğini unutuyoruz gündelik hayatın hay huyu arasında. Oysa görsek neyin önemli olduğunu daha iyi anlayacağız. Belki yaş, beni değiştiren. Sırf yaşın büyümesi seni erdemli veya bilge yapmıyor elbette. Bununla beraber yıllar önce okuduğun ama gençliğin, haksızlığa uğramanın, öfkenin kalbini, bedenini ele geçirmesi, sana ait olmalı düşüncesiyle bir şeylere sımsıkı sarılmaya, bırakmamaya yol açıyor. Şimdi “içimdeki her şey değişir” hissi bana huzur veriyor. Evet her şey değişir. İhtiyaçlar değiştikçe değişme, yenilenme esnekliği, olanı kabul etme olgunluğu… Gitmek istediğim yön bu. Bazen doğallıkla oluyor, bazen olmuyor. Hinduizm'de olgun insan olana kadar defalarca insan ya da hayvan formunda dünyaya gelme fikri ne büyük rahatlık. Daha iyi, adil biri olma arayışı baki. Bu kez bu kadarını yapabildim, bu kadar oldu. Bir sonrakinde daha da iyisi olacak. İnsan aklının huzura ermek için icat ettiği en büyük keşif bu, bence. O halde kendimizi dövmeyi, başkalarını suçlamayı falan bırakıp daha iyi, daha şefkatli biri olma arayışımızı takdir edip bu hayatta, bu bedenle, bu benle bu kadarını yapabildiğimizi kabullenelim. Laf nereden buraya geldi hatırlıyorum. Pazar yerinde gördüğüm konvoyla zihnim buralara sürüklendi. Çünkü düşünceler bulutlar gibi. Ama merak etmeyin efendim içimdeki gökyüzü mavi ve aydınlık, bulutlar ise pamuksu, yumuşacık. Yolun uzaklığın karşın Uzak Doğu sevdası düştü belki de. Bu kadim öğretileri bir yerinden tutup dahil olma isteği… Bu yazı sizde ne uyandırdı bilmiyorum ama yazarsanız okurum ve yanıtlarım, biliyorsunuz.

27 Ocak 2023 Cuma

Cennetten bir köşe

Klişeler her zaman işe yarar. Ben cennetten bir köşe diyeyim siz anlayın. Gözlerinizi kapatın. Yok açın. Okudukça, kelimeler betimlesin beni saran atmosferi. 



Hindistan cevizi ağaçlarının gölgelediği geniş bahçeler arasında az katlı betonarme binaların olduğu bir tesisteyim. 





Ahşap iyi cilalanmış heykeller var sağda solda, at, timsah. Lotus göletleri begonvillerle çevrili. 




Saman balyalarından yapılan kedilerle yeni yıl köşesi var bahçede. Çünkü Vietnam takvimine göre kedi yılındayız. 



Okyanus kenarı değil, hâlâ iç denizdeyim, Güney Çin Denizi ama sonsuz, uçsuz. İncecik, beyaz bir kum. Dev dalgalar dövdüğünden rengi koyu. Kite surf yapanlar var denizde tek tük ve dalgaların içine zıplayan çocuklar… Hakim ses dalgaların sesi. Güçlü bir uğultu yutuyor çocuk seslerini. Uzakdoğulu yetişkinler ne kadar sakinse çocuklar bir o kadar cıvıltılı, kimi zamansa vızıltılı. Ara ara tanımadığım kuş sesleri eşlik ediyor kahkahalara. Vietnam dili inişli çıkışlı bir ezgi. Tiz yükselişler, vurgular. Tai Chi yaptık sabah sahilde. Güç ve esneklik gerektiriyor. Keskin tek hareket yok içinde. Yavaş, yumuşak ve kavisli. Otuz dakika sonra bugünlük yeter diyor işini ciddiye alan eğitmen. Bizim düz, keskin ve hızlı hareketlerimiz karşısında şaşkın, bıkkın, umutsuz ve de çaresiz belki de. Kim bilir. Elimizden geleni yaptık. Bedenimizin izin verdiği ölçüde esnedik. Benim gibi zihni ve düşünceleri baskın, bedeni geride tutan birinin yapabileceği kadar esnedim. Daha fazlasını yapabilme hevesi ve umudunu da koruyarak. Sevdim seni Vietnam.

26 Ocak 2023 Perşembe

Mekong Irmağının kıyısında

Dün Mekong ırmağı kıyısındaydık. Otobüsle 1,5 saatlik bir yolculuğun ardından tekneye bindik. Hindistan cevizi kabuklarının içinden Hindistan cevizi suyumuzu içtik. Turistler için tasarlanmış minik bir yerliymiş gibi oyununa katıldık. Ne kadar yerli o kadar gezgin. Mekong ırmağının taşıdığı bereketli alüvyonların oluşturduğu bir adacığa ayak bastık. Yerli kadınlar ve erkekler bize şarkı söyledi. Meyve ve lotus çayı da ikram ettiler. Ananasla başladı tadım. Bir çay tabağı içinde tuz ve baharat karışımı vardı. Ananası ona batırarak yememiz söylendi. Yerliymiş gibi batırıp bir lokma ananas ısırdım. Tuzsuz ananas daha güzel. Kesin bilgi yayalım.




İkinci istasyon bal tadımı ve akabinde polen, bal vb. ürünlerin pazarlaması, üçüncü istasyon çikolatanın kakao çekirdeğinden çikolataya olan yolcuğuydu. Kakao ağacı olmasa da çekirdek, birkaç parça fotoğraf mış gibi yapmaya yetti. Aralarda rengârenk çiçekler vardı. Mis gibi de kokuyordu. Ne yetersiz bir tanım. Ben dedim, inanın. Yazarınız konuşuyor. Birkaç yasemin çiçeğini göğüslerimin arasından içeri attım. "Persopolis" filminde büyükannenin yaptığı gibi. Filmler ve kitaplar bizi terbiye eder, biçimlendirir. Yeri geldiğinde oradaki eylemleri tekrarlarız. Mor yaseminleri geride bıraktım. Salon bitkisi olarak tanıştığım kimi bitkilerle selamlaştım. Sulak araziyi adımladım. Bizi bekleyen tuktuklara bindik ve suda yetişen bir tür Hindistan cevizinden şekerleme yapan imalathaneye gittik. Ilık şekerleme damağımızı şenlendirince kasaya yöneldik, üç, beş Allah ne verdiyse. Şu paradan kaç sıfır atacaktık? Gezginlik güzel şey.

Kadınların ve erkeklerin kürek çektiği kanolara bindik. Üzerimize eğilen Hindistan cevizlerinin gölgesinde, lotus çiçeklerinin arasında 2 km gittik. Yeniden tekneye bindik. Ve öğle yemeği yemek üzere lokantaya geçtik. Masanın tümüyle dolu olduğu yerel mutfak bizi mesut etti. Yalan yok.





Saygon’dan güneye Hoi Min’e olan yolculuk bitmek üzere. Oteller bölgesindeyiz. Biraz uyku, biraz kitap ve bu bitmiş yazı.

25 Ocak 2023 Çarşamba

Akıyor yol, çeltik tarlaları boyunca


Bugün Vietnam'da üçüncü günümüz. İlk gün akşam saatlerinde vardığımız için rehberimiz otelden ana meydana kadar götürdü. Maksat, yolu, nerelerde yemek yenileceğini göstermekti. Çok yorgun olduğumuz için yerel saatle 12'de yatmakla uyku düzeni oturur sandım. Kazın ayağı öyle değilmiş. Dün de yorgun olmama karşın yerel saatle 01.30'da uyandım. Sağa dön, sola dön. İki saat cin gibiydim. Ne zaman uyudum, ne zaman uyandım hiç anlamadım. 

Sabah bütünüyle Vietnam kahvaltısı yaptım. Po çorbası dedikleri et suyunda noddle, et ve sebze parçacıkları, pirinç pilavı, buharda pişmiş hamurlar, egzotik meyveler ve yeşil çay. 

Ardından Mekong deltasına gitmek üzere yola çıktık. Şimdi otobüsteyim. 1,5 saatlik yolculuğu ebi konu anlık gezi günlüğü tutar gibi kullanıyorum. 



Mekong deltasına yerel halk ülkenin pirinç kâsesi diyormuş, bizim Konya ovasını tarım ambarıma benzetmemiz gibi. Mutfaklarında geniş yer tutan pirinç ve egzotik meyveler burada yetişiyormuş. Nisan ekim arası muson yağmurlarıyla yükselen sular, taşıdığı alüvyondan zengin topraklar sayesinde epey verimli yörede tarımın sürdürülebilirliğini sağlamak için vergi muafiyeti tanınmış. Kırsal kesimin şehre göç yerine, yerinde kalması ve üretime devam etmesi için alınan önlem bugün de devam ediyormuş. 



Dünkü gezi tamamen Vietnam Savaşı, kuzey ve güneyin birleşmesi üzerine olduğu için otobüsle giderken telefonla yazmak yerine kendime yazmak için zaman tanımak, çektiğim fotoğrafların altındaki kimi notları gözden geçirmek, başlamak için bir eşik seçmek ve oradan ilerlemek için kabaca bir rota belirlemek istiyorum. O yüzden ikinci günü atlıyorum.

Yılbaşı bayramı sürüyor. Bugün dördüncü gün. Vietnamlılar ilk gün evi köşe bucak temizler, ailenin en büyüğünü ziyaret edermiş. Ailenin büyüğü gelen çocuklara kırmızı zarflarda para verir, içine mutluluk, para niyetleri koyarmış. Vietnamlılar atalarına çok saygılı bir millet. Ata kültü önemli. 9 kuşak geriye giderek kendilerinin dünyaya gelmesini sağladıkları için onları onore ediyorlarmış. Mezar ziyaretleri, orayı temizleme, evlerde sunak hazırlama hepsi bu ritüele dahil. Lobide geleneksel bir tet bayramı sunağı vardı. Taze çiçekler, meyve (5 adet), tütsü (üçlü olarak yakılıyor).

Şehir artık gerimizde kaldı. Pirinç tarlaları, tek katlı küçük yapılar, tarlalarını ortasında ataların mezarları... Yunanistan'a yol kenarlarında trafik kazasında hayatını kaybedenlerin anısına konan Ortodoks kilisesi görünümlü küçük anıtlar gibi, yan yana pek çok küçük anıt mezar yatıyor. Yaşamla ölüm kırsalda gittikçe el ele veriyor, bizim köy örneklerimizde olduğu gibi.

Çeltik tarlaları yeşil. Tek tük çiftçi çalışıyor yarı beline kadar otların arasında. Hindistan cevizi ve muz ağaçları, minik kanallar, Karadeniz kadar yeşil bir coğrafyada yol alıyoruz hala. Köprüler üzerinden geçiyoruz. Lotus çiçekleri kafa kafaya verip yeşil halı öbekleri oluşturmuş. Heves ve heyecan el ele. Kayıklara binmek, doğanın içinde huzur bulmak, bol bol fotoğraf çekmek, meyve ve lotus çayı içmek az ötemde. Şimdilik bana müsaade.

24 Ocak 2023 Salı

Vietnam turu başladı

Vietnam turumuz başladı.

Uzunca bir uçuşun ardından havaalanına indik. Kapıda vize onaylanınca pasaport kontrolünden geçtik. Kendimizi dört saat ileride bulduk. Baharat kokuları ve nem karşıladı bizi. Ve de Tet bayramı.



Tet bayramı Çin takvimine göre yeni yılın başlangıcı olan 21 Ocak'ta başlıyor. 6 gün resmi tatil. Saygon ışıl ışıl, canlı ve çok kalabalıktı. 



Binlerce motosiklet şehrin sokaklarında ilerliyordu. Düzensizliğin içindeki düzen. Asimetrik simetri. Hindistan trafiğinden hallice. Otel şehrin ce canlılığın göbeğinde olunca duş alıp çıktık. Sarı yeni yıl çiçekleriyle, kırmızı süslerle ışıl ışıl  sokaklar hayli davetkardı. Rehberimizin bu yıl tavşan yılı demesine karşın her yer kedilerle süslüydü. 



Bu yıl hem tavşan hem kedi yılıymış anlaşılan. Ancak halk nezdinde kedi yılı belli. Bunun tatlı da bir hikâyesi var. Gogıllayınca çıkıyor. Ucu gidip kedilerin neden fareleri sevmediğine kadar dayanıyor. Sokaklar panayır yeri gibi. Bizim aklımızda sokak lezzetleri. Kokuları takip ettik. Hem gözlerimizi hem midemizi şenlendirdik. Seçtiğiniz et, tavuk, deniz ürünü, sebze ne varsa kızgın yağda kızarıyor ve yanında sosla servis ediliyor. Hızlı ve leziz.



Saat farkı etkilemesin, düzenimiz iyice şaşmasın diye yerel saatle 11.30 gibi uyuduk. 6.30ta kalktık. 7.30'ta Cu Chi Tüneli kompleksini gezmek üzere yola çıktık. Size bu satırları şehre dönüş yolunda otobüste yazıyorum. Karnım zil çalıyor. Öğle yemeğinin ardından Savaş müzesine gideceğiz. Bugünün teması Vietnam Amerika Savaşı. Her ikisini birlikte yazacağım. İlk fırsatta aralara fotoğraf da eklerim.

23 Ocak 2023 Pazartesi

Her Yerde Sanat

İstanbul Havalimanı'nda Deniz Sağdıç'ın Ready Remade adlı portre sergisi var. Atık kağıt, kumaş, fermuar, ilaç tabletlerinden yapılan portreler canlı renkleri, gerçekçi ayrıntıları ile hayli ilgi çekici. Her türlü malzeme ile sanat yapmanın mümkün olduğunu gösterirken dünya üzerinde insan eliyle üretilen (ki artık bunun toplam ağırlığının yeryüzünde yaşayan doğal formların ağırlığını misliyle geçtiğini biliyoruz) materyallerin yarattığı atık sorununa da dikkat çekiyor. Sanatla her nerede olursak olalım karşılaşmak güzel. Özellikle de çocukların. Estetik algı, beğeni böyle gelişiyor.



Atık materyallerden yapılan portreler bana yıllar evvel izlediğim bir filmi hatırlattı. "Seviyor, Sevmiyor".



Film iki bölümden oluşuyor. Aynı sekansla başlayıp aynı sona ulaşıyor.  İlk bölüm Seviyor'da genç bir kadının evli sevgilisine duyduğu sevgi, yaşadığı hayal kırıklığı anlatıyor. Aynı sekansa geri dönüp bu kez erkek kahramanla yürüdüğümüzde olayların ilk tanıklığımızdan bambaşka olduğumuzu fark ediyoruz. Film hakkında spoiler vermek istemiyorum. Eğer izlerseniz neden aklıma geldiğini anlayacaksınız.

Karşımda ışıklı bir ekran var. Uçuşumuza ait bilgileri seçebilmek için gözlerimi kırpıştırıyorum. Beyaz ışıklar parıldıyor, uzuyor, kısalıyor, harfler birbirinin içine düşüyor. Sanırım yakın gözlüğü zamanım geldi. 

22 Ocak 2023 Pazar

Düş Yola

Havaalanına gitmek üzere yoldayız. Karanlığın içinde ilerliyoruz. Kızım büyüdü artık. Eskisi gibi yol boyu onu eğlemem gerekmiyor. Kulaklıklarını taktı. Film izliyor. Ben ise ayın 21'i olmasına karşın henüz tek blog yazısı girmediğimi hatırlıyor, yazmaya koyuluyorum.

Bugün ayın 21'i. Çanakkale mektuplarının ikincisi havalandığı gün. İkinci mektubu okuyanlardan selam aldığım gün. Mutluluk verici! (Mektupları her ayın 21inde yolluyorum ve fakat aradan da abone olmak ve almak mümkün. O durumda hızlı bir şekilde yolluyorum.)

Dışarıda yağmur var. Zifiri karanlık. Telefondan yazmak zor. Tatilde Wi-Fi bulma sıkıntım olmaz umarım. Daha yazmam gereken yedi blog yazısı var zira. Fotoğraf eklemeyi bilmiyorum. Ah blogspot, canım blogspot. El alışkanlığı gibisi yok. Yeniye geçiş her zaman kolay değil benim için. Yeniye direnç gösteren küçük çocuklara benziyorum kimi zaman. Daha esnek bir zihin, daha olumlu bir ben, bunlar konuşarak, okuyarak değil küçük yaşlardan itibaren izlenerek öğreniliyor belki de bilmiyorum. Pek çok insan buraya varmak için birtakım araçlardan medet umuyor: yoga, mindfulness, Budizm, Zen, Bektaşilik, Şiddetsiz İletişim, psikolog seansları... Hepsi aynı isteğe, amaca yönelik. Bir yol diğerinden üstün değil. Ama bunca sıkışmışlık, öfkeyle kuşatılma arasında sakin kalmak kolay iş değil. Niye bu konularda geviş getiriyorum bilmiyorum. Yazınca kalem buraya çekiyor galiba. Yol hâli, seferilik. Bu seferlik böyle olsun. Yeni aya ilk adımı atmış olayım. Gerisi gelir nasıl olsa...