NotaBene Yayınları genç, yeni öykücüleri çatısı altında bir araya getirmeye devam ediyor. M. Belkıs Aydın ile ilk öykü kitabı Pembe Kızıl ve edebiyat yolculuğu hakkında konuştuk.
İlk
kitabın Pembe Kızıl geçtiğimiz
aylarda yayımlandı, Belkıs. Tebrik ederim. Seni tanımayan okurlar için 50
kelimeyle otobiyografini öğrenebilir miyim?
Eskişehir ile İstanbul arasında
iki kentli bir yaşamım var. Bol akrabalı geniş bir ailede büyüdüm. Yalnız
olmayı istemenin, bireyselliğin onaylanmadığı kalabalık sofralarda geçti
çocukluğum, hâlâ da öyledir. Kalabalık ailelerde büyüyünce insan kendisine ait,
gizemli bir alanın varlığına galiba daha çok gereksinim duyuyor. O yüzden metin
benim kendime ait odamdır aslında.
Yazmaya
başladığın andan bugüne uzanan yazı yolculuğunda yazı öğretmenlerin (sana ilham
veren metinler, yazarlar, yazı konusunda iyi tavsiyelerde bulunan dostlar)
kimler oldu?
İnsan illa ki sözüne güvendiği
ya da ne yazsa doğru yazmıştır diyerek okuduğu birtakım rehberler ediniyor.
Kerteriz olarak aldığı belli isimler olmalı ki kafasında onlarla tartışmalı,
onları izlemeli, kendince kavga etmeli, kimi zaman onları aşmak istemeli, kimi
zaman da onaylamalı. Ben bir tane isim vereceğim, o da feminist eleştirmen Hande Öğüt. Edebiyat dergilerini ilk okumaya başladığım zamanlardan
beri, neleri nasıl okumak gerektiği konusunda onun metinleri iyi bir yol
göstericidir. Üstelik hiç tahmin etmeyeceğiniz ve değerli görmediğiniz bir
bestseller üzerine zihin açıcı bir analizini okuyabilirsiniz. Bunun dışında
günümüz Türk edebiyatını tüm gücümle izlemeye çalışıyorum. Tek tek isimleri
saymak uzun sürer.
Ürünlerinin 14 Şubat Dünyanın Öyküsü, İstanbulplus, Varlık,
Virgül, Cumhuriyet Kitap gibi pek çok dergide yayımlanması ve Pembe Kızıl adlı dosyanın 2014 Yaşar
Nabi Nayır Gençlik Ödülleri’nde “Dikkate Değer” görülmesi kitaplaşma sürecini
kolaylaştırdı mı?
Bunlar yayınlatma sürecinde
bir kolaylık sağlama olarak değil de yolun başındaki bir yazarın kendisini
rahatlatması ve onaylatması olarak işe yaramıştır. Sözgelimi Dünyanın Öyküsü
dergisinde öyküm ilk yayınlandığında havalara uçmuş, hemen arkadaşımı
aramıştım. Sanki piyango bileti vurmuş gibi mutlu olmuştum. Pembe Kızıl’ın,
Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’nde “Dikkate Değer” bulunması da bu anlamda
rahatlattı beni. Hayranı olduğum yazarların oluşturduğu bir jüri tarafından onaylandığımı
düşünmek, yoluma doğru yerden devam ettiğime inandırdı. Aldığım kabul kadar
reddedilişim de oldu elbette. Bu yüzden kitaplaştırma aşamasında dosyanızı
değerlendiren editör çok önemli. Ben bu anlamda NotaBene’de bizim şanslı
olduğumuzu düşünüyorum. Sibel Öz hem iyi bir yazar hem de iyi bir editör. Hem
dilimizden anlıyor, hem de aşırı kontrolcü ve müdahaleci değil. Yani içerisi
hem güvenli hem püfür püfür esiyor. Yolun başındaki bir yazar için yerleşilen
yer çok önemli.
Kitapta
ilk dikkatimi çeken dili kullanımın oldu. Dil işçiliğine önem veriyorsun. Her
bir kahramanını mesleğine, sosyo-ekonomik konumuna uygun apayrı dille,
benzetmelerle konuşturuyorsun. Bu konuda neler söylemek istersin?
Bu saptaman beni çok mutlu
etti. Benim dille bir derdim var. Bir metnin en önemli yanı benim için dilidir.
Dilinden keyif alamadığım bir metin sanki tuzu fazla kaçmış bir yemek gibi,
işkence gibi geliyor bana. Yiyemem, yüzüm buruşur. Dilin olanaklarına kapıyı
baştan kapatmak, dilden korkmaktır biraz. Aslında dile özen gösterirmiş gibi
durursunuz, oysa hakikatte bu dilden korktuğunuzun apaçık kanıtıdır. Ondan
uzak durmak istediğinizi gösterir.
Değişen mesleklere göre dilin
değişmesi de bir zorunluluk. Durduğumuz yere göre dünyamız ve bu dünyayı
anlamlandırma biçimimiz de değişir. Çamaşırhanede çalışan biriyle kütüphanede
çalışan birinin dili aynı olmayacaktır. Ben dile duyarlığın dilden korkmamak,
onu sevmek anlamına geldiğini düşünüyorum. Dilin tekinsizliğinden ürküp onu
budamaya çalışmaktansa onun sonsuzluğuna hayran olmak gerek. Bu yüzden
sözgelimi dilde tasarruf denince kaşıntı tutuyor beni. Doğaya, dünyaya haddini
bildiren o eril zihnin, dili de terbiye etmek için parmak salladığını görür
gibi oluyorum ve irkiliyorum. Dil ile barış halinde olmalıyız, savaşmaktan, onu
kırpıp kısıtlamaktan, onu budamaya çalışma sevdasından vazgeçmeliyiz. Dil
bitmez, sonsuz olanaklarıyla bir mucizedir. Bunun yerine onu tükenecek bir
maden gibi görürsek, onu coşkuyla sevip onda esrimek yerine onun tükenmesinden
korkarsak banka hesabında biriktirme peşinde koşarız. Dil pintisi olmamak gerek.
Bizim evimiz o.
Öykülerinde
yalnızlık, sıkışmışlık, yanlış ilişkiler, intihar temalarını ele alıyorsun. Bir
kahramanın “İntihar en büyük yolculuk fikridir, hep hazırda can simitleri gibi bekletmek
gerekir,” diyor. Sen ne düşünüyorsun, yaşamı, ölmeye kalkışacak denli ciddiye
mi almalı insan?
Yok yaşamın kendisi bir travma
zaten, sanki o hiç yokmuş gibi davranmak gerek. Sanki hiç farkında değilmişiz
gibi yaşamalıyız. Yaşama zaten kendimize karşın maruz kaldığımız için bunu
kendimize sürekli anımsatmanın alemi pek yok, iyi madem deyip çaktırmadan
sürdürmek gerek. Bunun en güzel yöntemi de kendimizle bolca dalga geçebilmek.
Ben biraz sessiz ve izlemeyi seven bir tipim. Dışa dönük olamadığım için ve belki
kendimi yaşamın içinde eritemediğim için kendimle dalga geçmeden kendime tahammül
edemem. Yani bizi ironi kurtaracak J
Peki
bundan sonra? Temalarına, karakterlerine, öyküye sadık kalacak mısın? Teşekkür
ederim J
Bu sorunun yanıtı biraz da
ödediğiniz bedellerle ilgili. Yaşam kaybettikçe sanat kazanır denir, uğruna bir
şeyler yitirdiğiniz her neyse ona sadık kalmak zorundasınız. Ben gündeliğin
olağanlığını ya da sıradanın basitliğini değil tam da gündeliğin büyüsünü
seviyorum. Bir çay demlemek, akşam yemeği için sofra kurmaya kalkmak, reçel
kaynatmak, börek pişirmek bunlar minicik ve gereksiz ayrıntılar gibi görünür
ama kendine büyülü ayrıntılardır. Ayrıntıdaki o büyüyü seviyorum ben. Köşeye
bucağa girmiş kimsenin göremediği küçücük şeylerdeki coşkuyu ve tutkuyu görmek
önemli. Anlayamadığım biçimde ayrıntıların naifliğinden, küçük hayatların
sadeliğinden filan dem vuruluyor sözgelimi. Ben tam aksini düşünüyorum.
Küçükteki, ayrıntıdaki coşku ve tutkudan hoşlanıyorum. Bunu anlatmayı da sürdüreceğim
sanırım. Ben teşekkür ederim sevgili Tuğba J