28 Aralık 2022 Çarşamba

Hem taşındım hem buradayım

Açıklama: Wordpress'e geçmek beni biraz zorladı. Hâlâ alışabilmiş değilim. Ben de burada yazmaya devam etmeye, orada da aynı yazıları paylaşmaya karar verdim. İlk adım, wordpressten burada eksik kalan yazıları almak. 


Yeni Başlangıçlar (27 Aralık 2022)

Yeni adresimde ilk yazı.

Tuhaf şey, alışkanlıkların değişmesi.

Yeni bir eve taşınmışsın, eşyaların yerini bilmiyorsun gibi bir yabancılık hissi. Günlerdir elimin varmayışı belki de bu acemilik hissinden. Ama ne demiş Turgut Uyar, "Efendimiz acemilik"

Efendimiz acemilik olsun, varsın bu yeni yılda. Yeni, yepyeni şeyler denediğimizin, eskiye, mevcuta sımsıkı yapışmadığımızın işareti ne de olsa, acemilik.

Siz yeni şeyleri nasıl öğrenirsiniz? Kullanma kılavuzu kullanma alışkanlığınız var mıdır? Yoksa geçmiş deneyimlerden gelen el yordamıyla mı bulursunuz? Belki de bir bilene soruyorsunuzdur? Evdeki cihazların kullanma talimatını okuduğum vaki değil. Bey kızıyor, o kadar kitap okuyorsun, bir de şunu oku. Yok, gelmiyor içimden, servis elemanlarının gösterdiği, hatırımda kalan yetiyor, gerisi deneme yanılma. Geçen gün fırını çalıştırmam gerekince, beynim durdu, ya ne yapıyorduk, şu saat işaretinin sağına, soluna bir şeyler basıyorduk, (ah eski canım fırınım, keşke onu taktırsaydım), saatin ayarını bozdum, fırını çalıştıramadım, kös kös açtım kullanma kılavuzunu, saatin sağını soluna aynı anda basıyormuşsun, dereceyi, ısının geleceği yönü seçmek yetmiyor her nedense, ne saçma, basit ve sade olan güzeldir.

Sade deyince zihnim hop diye kitap kapaklarına zıpladı. Kitap kapaklarında da sadeliği seviyorum. Kapak görselinin dışında beyaz bir çerçeve kalması hoşuma gidiyor, gözün boşluk ihtiyacını da karşılıyor çünkü o görüntü. Lodos Çarpması'nda vardı öyle bir boşluk. Güzel kapaktı vesselam. Geçen gün bana göre biten, ama yayıncıları ikna edemediğim iki dosyama kapak tasarladım Canva'da. Yetişkin öykü dosyama verdiğim ismi değiştirmem gerek, aynı isimde bir film varmış meğer, üstelik de çok satan bir kitaptan uyarlanmış galiba. Zihin o kadar şok şeyi içeri alıyor ve o kadar çok şeyi unutuyor ki, bazen beğendiğimiz bir fikri, öykü ya da kitap başlığını ilk kez ben buldum sanıyoruz. Kendisiymiş Gibi'de de yapmıştım. Öykülerden birinin adını Boz Bulanık koymuştum, Nezihe Meriç'in kitabını unutup. Aynı isimle yayımlanan kitaplar olabilir elbette. Her dilde, tüm zamanlarda hangi isimlerin kullanıldığını nereden bilebiliriz ama arama motoru diye de bir şey var. Kullanmak gerek.

Yazı çizi işlerinin sabır gerektirdiğini biliyordum ancak ekonomik kriz, yüksek maliyetler nedeniyle bezdirici bir yavaşlık hüküm sürüyor şu sıra. Bir başka işim olduğuna şükrediyorum. Geçinme meselesi çözüldüğü için değil, zihnimi meşgul tutan başka, dolu dolu bir gündem olduğu için. Yoksa yazarak yaşamak, üretimin hızıyla uyuşmayan bekleyiş insanı küstürür, gücendirir. Çok net. 2023'ün bu makus kaderi yıktığım yıl olmasını dileyelim.

Çanakkale'den Mektuplar'ın dışında bir çağrım, davetim daha var

Benimle yazmak ister misin?

"Eğer her şeyin, kesinlikle her şeyin hazır olduğu ânı beklersek, hiçbir zaman hiçbir şeye başlayamayız."            Turgenyev
Bir yazarı, yazar adayından ayıran en önemli şey denemeye cüret etmesidir. Yazmak, diğer tüm beceriler gibi  alıştırma yapmak ve süreklilik ister. Yazmak istiyor, nereden başlayacağını bilmiyorsan ya da düzenli yazma alışkanlığı edinmek istiyorsan sana bir teklifim var. 
Bir ay boyunca benimle yazmak ister misin? 
Her hafta sana, içinde yazma ipuçları, yazmaya dair düşüncelerin, en az bir alıştırmanın yer aldığı bir eposta yollayacağım. Bir sonraki mektuba kadar alıştırmayı/alıştırmaları yapıp bana geri yollayacaksın. Yazdıklarının üzerinden birlikte geçeceğiz.  
Amacım, üretkenliğini, başlamayı belli koşullara bağlamadan yalnızca yola çıkman, yazmanın çok da zor olmadığını görmen,  düzenli yazma alışkanlığı edinmen ve el kasının ısınmaya başladığını hissetmen. 
Zıplayın ağ belirecektir!

Davetim ilgini çektiyse ayrıntılara shopierden ulaşabilirsin. Yazı alıştırmalarında buluşmak ümidiyle... 


Bu Sabaha Dair (28 Aralık 2022)

Çanakkale Mektupları'nın ikincisini 21 Ocak'ta yollayacağım.

Cümleler kuruyor, bozuyorum. İkinci mektubun konusunu seçmeye çalışıyorum. Truva Savaşı ile devam edeceğim için seçmek kolay değil. Muazzam genişlikte bir anlatı neticede. Biliyorsunuz, Truva Savaşı'nı ağırlıklı olarak İlyada ve Odyseia'dan öğreniyoruz. İlyada savaşın son on altı gününü anlatıyor. Agamemnon'un Apollon'a saygısızlığı nedeniyle Akhalar arasında yayılan ölümcül salgınla başlıyor, Priyamos'un Hektor'un ölüsünü almak için Akileus'un ayaklarına kapanması ve kurtarmalıklar vermesi, Hektor'un naaşının Truva kentine gelmesiyle bitiyor. Odyseia ise on yıla varan maceralı bir eve dönüş yolculuğunun kısa bir özeti gibi. Tüm bunları özetlemeye çalışmak oradan oraya sekmeyi gerektiriyor. Lineer bir anlatıyla anlatmak neredeyse imkânsız. Her olayın, bir başkasına bağlı olduğu, Tanrıların, Tanrıçaların sık sık ölümlülerin işine karıştığı, gidişatı değiştirdiği devasa bir anlatı. Yıllardır okumak istediğim, yapısı nedeniyle neresinden tutacağımı bilemediğim bir bütün. Çocuklar için yazılmış, başka kurgu ve kurgu dışı anlatılar yoluyla yavaş yavaş aşina olduğum bir dünya. Bu yıl her iki destanı okumak istiyorum. Mektup projem ve şimdiye değin okuduklarım sayesinde yabancılık hissi artık kaybolduğu için şimdi buna hazırım. Madem anlatmaya soyunuyorum, yazacağım mektupların içeriğinin bir kısmını da buradan geçireceğim, bir kez baştan sona okumak boynumun borcu zaten. Bu konulara ilk kez ben değinmeyeceğim elbette. Bununla beraber benim zihnimden geçtiği şekilde, kendimce yorumlamayı da önemsiyorum. Çanakkale Mektupları tam da bu perspektif ve benim yorumum üzerinden yükseliyor aslında. Çanakkale'nin coğrafyasına, tarihi ve mitolojik söylencelerine benim perspektifimden bakmaya dair bir davet bu ve her daim geçerli. Bu mektuplara geç kalmak diye bir şey yok. Neresinden tutarsanız orasından gireceğiniz, yakalayacağınız, katman katman beraber üzerine çıkacağımız bilgiler yığını. Öğrenmek ve bir konuda yol almak tam da bu değil mi? Truva kenti katmanları gibi bilginin, üst üste yığıldığı, giderek gelişip genişlediği, hangi katmanın eski, hangi katmanın yeni, kaynaklarının nereler olduğunun belirsizleştiği bir alan. Yalnızca öğrenmek de değil, dünyaya okur yazar gözüyle bakmak de benzer bir seyir ve deneyim. Ne zaman aştık o eşiği, ne zaman görebilir hâle geldik o ayrıntıları, metaforları bilmiyoruz ama gördükçe, sınadıkça kurum kurum kuruluyoruz, yüzümüzde mütevazi maskemizle. Yazar kibri diye de bir şey var. Bunu kimi iş birliği gerektiren durumlarda görmüşlüğüm var. Ama konumuz bu değil.

Sabah 5.30'ta uyandım. Kitabımı alıp salona geçtim. Battaniyeyi serdim kucağıma, okumaya koyuldum. Çocuklar uyandı sırayla. Tüylü olan yılbaşı süsleriyle oynadı biraz. Büyük olan kucağıma kıvrıldı yeniden uykuya daldı. Bu sabah kahvaltı hazırlama sırası babada olduğu için ben kucağımda Deniz, sessizce bekledim. Çok daha rahat sığdığı, hafif olduğu günleri anımsayarak. Bu aralar bebekliği düşüyor aklıma. Benden büyüklerin tadını çıkar, zaman çok hızlı akıyor dediklerini hatırlayarak. Çocukların büyümesi, kendilik arayışları, kendilerine ait dünyaların genişlemesi ve bebeklik çağında merkezinde biz olduğumuz halde şimdi perifere itilmemiz, zevklerimizin, beğenilerimizin sorgulanması, burun kıvrılması, yine de özel günlerde hâlâ baş rolde olabilmemiz türlü çeşit haller... Bir çocuğun sağlıklı büyümesi, kendi alanını genişletmesi ve muhtaç olmaması güzel şey aslında. Uyandı, gitti geldi, sarıldı, yeniden kıvrıldı, kalktı. Ebeveynliğin tam da bu olduğunu düşündüm o anda. Sen yerindesin, merkezde o hep bir şeylere üşüşüyor, sonra sana dönüyor, uğruyor ve yeniden yol alıyor. Servise doğru yol alacakken sisi fark etti. Kedi de alıştı onunla çıkmaya. Sis var, dur şoför fark etmez, teker altında kalır mazallah deyip salmayınca direndi, kaçmaya yeltendi. Balkona çıkıp sisin yoğun bir süt denizi olmadığını görünce açtım pencereyi. Hop diye zıpladı. Bir an ne yapacağını şaşırdı. Deniz'i aradı belki de gözleri, bacaklarının arasına dolanıp peşinde hoplayıp zıplamak için. Sis nedeniyle ilk hastam iptal etmiş. Haber verdiler. Ocağı yaktım. Bir çay daha içtim. Renklileri ayırdım, makineyi çalıştırdım. Çalışma odasından birkaç kez seslendim dışarı. Ses gelmedi. Giyindim, parfüm sıktım. Balkona gittim, yeniden seslenmek için. Sani'yle göz göze geldik. İç saati tıkır tıkır işliyor. O mamasını yerken çıktım evden. Oturdum bunları yazdım. İkinci hasta da uyuyakalmış iyi mi....

23 Aralık 2022 Cuma

TAŞINDIM

 Dostlar, Romalılar, yurttaşlar, beni dinleyin!

Arkadaşlarımın uyarısıyla blog yazılarımın eposta ile takip edilemediğini, yorum bırakmanın usandırıcı olduğunu fark ettim. Madem son yazının başlığı hayat eylemi ödüllendirir, ona uygun davranmak gerek. Tüm arşivimle birlikte wordpressteyim. Beklerim. 

www.kurmacabiyografiler.wordpress.com

22 Aralık 2022 Perşembe

Hayat eylemi ödüllendirir

2022 de bitiyor. Dün en kısa gündü. Ve de en uzun gece. 21 Aralık. Yazın habercisi. Gündüzün geceyle tutuştuğu kavganın galibi gündüz olacak ve yaz yavaş yavaş gelecek. Bir anda değişmeyecek elbette. Yine karanlıkta uyanacağız çoğu, karanlıkta gireceğiz eve. Geceler uzun sürecek. Havalar üşütecek. Battaniyelerin altına gireceğiz bazen. Koltukta büzüşüp dertop olacağız. Bir de bakacağız bahar gelmiş.

21 Aralık milat, nereden baksan. Ben de bu miladı kaçıramazdım yeni başlayacağım proje için. Evet, mektuplardan söz ediyorum. Yaratma hazzı ile paylaşma coşkusu, tüm dünya görsün hevesi kardeş. Yazar olmak, bir yerde okurunla paylaşacağın bilgisiyle yazmak demek olduğuna göre yazdıklarının bir an evvel okurunla buluşturma heyecanında ayıplanacak bir yan olmasa gerek. Dijital araçlar, aradan yayıncıyı çıkarıyor. Editörün, genel yayın yönetmenin onayı, yayın programı sırası, kâğıda, mürekkebe gelen zam seni etkilemiyor. Yazıyor ve paylaşıyorsun. Okuruna ulaşmanın türlü türlü yolu var neticede. Bununla beraber matbu kitap formunda ulaşmanın hazzı bambaşka. Kitapların et ve süt ürünü gibi raf ömrü olduğunu unutup raflar aracılığıyla okura ulaşmak kolaymış gibi yapalım. Çünkü yeni yıl ruhu iyimser, inançlı ve umutlu olmayı gerektirir. 

Ne diyordum. Çanakkale mektuplarının ilki dün havalandı. Okurlarına ulaştı. Bir kısmı okumakla yetinmeyip bana yazdı. Bu etkileşim şahane. Bu mektupların ağırlıklı ulaşmasını istediğim, yanıtlarını okumayı özellikle dilediğim kesim çocuklar elbette ama yetişkin okurlara da hiç itirazım yok. Bir hişt sesi neticede yazılan. Ve nereden gelirse gelsin güzel, kıymetli. 

İkinci mektubun odağına kimi, neyi alacağım konusunda kararsızım. İki seçenek var baştan beri kafamda. Şimdiden kolları sıvadım. Okuyorum, izliyorum. Yol boyu beliriyor mektuplar. Okuduklarım arasından biri belirginleşiyor ve peşine düşüyorum bulduklarımın. Bir arı misali çiçekten çiçeğe, pardon kitaptan belgesele sürükleniyor, oradan süzdüklerimi yalın, akıcı bir dille, 7den 77ye herkesin ilgisini çekeceğim bir üslupla anlatıyorum. Dijital araçların bize sunduğu olanaklardan da faydalanarak. Yani diyeceğim o ki arkadaşım, bu mektuplara geç kalmak diye bir şey yok. Tren kaçmış değil. Peron orada her ne zaman gelirsen binebilirsin. Bu mektupları yeni yıl hediyesi olarak düşünebilirsin. Kendine ya da bir arkadaşına, belki bir çocuğa. Bir sınıf öğretmeni tanıdığına hediye edebilirsin, öğrencileriyle paylaşsın diye. Bir sınıf dolusu çocuğa sesim ulaşsın, onların sesi bana taşınsın çok isterdim mesela. İlk adımın yola çıkmak ve yazdıklarını dünyanın kafasına atmak. Ben de tam olarak bunu yapıyorum şu an. Yazıyor ve yazdıklarımı dünyanın kafasına atıyorum. İlgini çekmezse içinden sövebilir, ilgini çekerse ne dediğime kulak verebilirsin. İncelemen için link burada

                                                                                *


Bir haftadır canda uygulamasıyla oynuyorum. Ücretsiz şablonlar aracılığıyla yazar adaylarına tavsiyeler niteliğinde görseller hazırlıyorum. Şablonlar sabit. Yaptığım yalnızca hazır şablondaki metin yerine kendi iletimi girmek. Ortada bir tasarım yok. Buna karşın ortaya çıkan görseller beni tatmin ediyor. Blogta uzun yıllar boyunca biriktirdiğim "Yazar Adaylarına Tavsiyeler" etiketli yazılardan küçük bölümler paylaşıyorum. Bloğuma verdiğim uzun soluklu emeği görünür kılan bu pratik dijital araç ve sundukları beni heyecanlandırdı. Bir kısmı yeni bir şey öğrenmeden kaynaklı muhtemelen. Yeni şeyler öğrenmek keyif veriyor. O heyecanı kaybetmemek mühim. Özellikle de yaş ilerleyince. Ama bizim ülke, kendisinden başkasıyla meşgul olma fırsatı tanımıyor. İç siyaset, insanı hep karamsarlığa, umutsuzluğa, isyana, sürüklüyor. Geçim, gelecek kaygısı tükenmiyor. O yüzden kendi küçük kişisel dünyamıza sahip çıkmak, içeriyi mutlulukla, hevesle, yaratıcılıkla doldurmak kıymetli ve de hayati. Yeni yıl için herkese sağlık, mutluluk, heves, doyum ve yaratıcılık diliyorum. Yeni yıl tasarımlarımdan  birine göz atmak ister misin? Nezaket, emeğim hazır şablon üzerinden yazı değişikliği yapmaktan ibaret değilmiş gibi tebrik etmeyi ve övmeyi gerektirir :)


                                                                                   *

Cumartesi, pazar finallerim var. Çocuk Gelişimi Önlisans 3. dönem öğrencisiyim. Diş hekimliği, annelik, iyi çocuk edebiyatı okuru olmaktan kaynaklı bir alt yapı olsa da, altı derse çalışmak gerekiyor. Uzaktan öğrenim, biraz öz disiplinle gidiyor. Hem çalışmak hem de başka işlerle de meşgul olmak oraya ayıracağım zamandan çalıyor. Yumurta kapıya dayanınca, son bir hafta pdfleri okuyorum ve giriyorum. Neticede genel kültürümü arttırma, çocuk kitapları yazma pratiğime faydası olur düşünceleriyle kaydoldum, bölüme. Öğretmen çıkayım, devlete atanayım, bir özel kurumda çalışayım gibi niyetlerim yok. Bununla beraber özellikle uzaktan öğretimde Çocuk Gelişimi'ne ilginin çok yüksek olduğunu okuyorum. Uzaktan öğrenimle öğretmenlik yapma yetki ve becerisi kazanmak mümkünmüş gibi dağıtılan diplomalara, en önemlisi umut tacirliğine ne demeli bilmiyorum. Hemen her meslekte, herhangi bir plan yapılmaksızın kontenjanlar arttırılıyor. Bilimsel eğitim yükü, doçent, profesör kadroları yerine henüz doktorasını almış, akademik kariyerlerinin başındaki uzmanların sırtında. Gençlerin de ailelerin de işi hayli zor. Etrafımda hiç kimse çocuğunu devlet üniversitelerine göndermek istemiyor. Özel üniversitelerin ücretleri, öğrencilerin barınma masrafları anne babaların belini büküyor. Bu zor şartlar altında alınan diplomaların maddi karşılığını almak istiyor gençler. Etik değerleri gözetmeksizin sosyal medyada gördükleri olumsuz örneklerin sınırlarını zorluyorlar. Hastalarını müşteri, koltuğuna oturanı yolunacak kaz gibi gören hekim sayısının arttığını görmek üzüntü verici. Nereden girdim bu konuya bilmem. Oysa yeni yıla doğru koştuğumuz günlere iyimser ve umutlu olmak yakışır. O halde çevirelim kazı yanmasın. İkinci üniversiteye ve uzaktan öğrenime talebin arttığını görüyorum. İnsanların kendini geliştirme, öğrenme çabasını olumlu buluyorum. Mesleğini bitirip para kazanmaya çalışan gençlerin çalışkanlığı meslekteki büyüklerinin etik değerleriyle birleştiğinde gençlik ateşi ve bilgelikten doğacak gücün, bu kıymetli işbirliğinin olumlu kazanımlarla sonuçlanacağına inanıyorum. Tıpkı en uzun gece, en kısa gün mevzusu gibi, nereden bakarsan, onu görürsün. Hepimiz etrafımızı çeviren insanların bir ortalamasıysak şayet, yeni yılda ve daima iyi, umutlu, çalışkan, erdemli insanlarla çevrili olsun dört bir yanınız. Yaratıcılığınızın ateşi hiç sönmesin. İdeal şartları aramadan harekete geçtiğiniz bir yıl olsun. Ne derler bilirsiniz: Hayat eylemi ödüllendirir. Bu finali güzel bir şarkıyla taçlandırmak gerek. 




11 Aralık 2022 Pazar

Çanakkale'den mektup var

Bir süredir yeni kurmaca metinler yazmadığımı ve yeterince okumadığımı  düşünüyor, dolu dizgin yazma anının geri geleceği zamanı kolluyordum. Bu arada içimi ferah tutmaya, bolluk ve kıtlık zamanlarının normal olduğunu hatırımda tutmaya çalışıyordum. Yazmanın da mevsimleri var ne de olsa. Sular seller gibi aktığın günler kadar kuraklık da yazıya dahil. Yine de yazılacak binlerce konu öylece beklerken boş boş oturuyorum algısının insanı huzursuz eden bir yanı var. 
Yazmak için yüzlerce fikri, senelerce zihninde taşımamışsın, defterden deftere geçirmemişsin, hakkında konuşmamışsın gibi o ilk taslağın bir türlü çıkmadığı, seni heyecanlandıran bir fikrin her şeyin önüne geçmediği bir hal, bahsettiğim. 
Yıllardır çocuklara Çanakkale'yi anlatmak istiyordum ama ne o eşiği geçebiliyor, ne de kapıyı açacak anahtarı bulabiliyordum.
Son birkaç günde kendiliğinden yolu açıldı. Heyecanlandım. Kâğıda kaleme sarıldım. Giderek belirginleşti, olgunlaştı. Şöyle, "Çanakkale'den mektup var!'' başlığı altında  mektuplarımı isteyen okurlarla paylaşacağım.
Bu amaçla Shopier.com'da kurmacabiyografiler adında bir dükkan açtım. Ayrıntıları buradan da paylaşmak isterim.

Eğer istersen, 2023 yılı bitene kadar sana her ay bir mektup yazmak istiyorum. 
İlk mektubu yılın en kısa gününde, 21 Aralık'ta yollayacağım. Kendimden, yazdığım çocuk kitabından, henüz kitaplaşmamış öykü dosyalarımdan, yaşadığım şehirden, burada yaşamış, yolu buradan geçmiş kimi önemli insanlardan bahsedeceğim. Toplam 13 elektronik mektup. 
Bu mektupların ağırlıklı hedef kitlesi 8-12 yaş arası çocuklar. Bununla beraber davetim ilgini çektiyse, içeriğin 7den 77ye herkese uygun olduğunu söyleyebilirim. 
Unutmadan istersen sen de bana yazabilirsin. Mektubunu okuyacağıma emin olabilirsin. 

Mektupları toplu olarak indirimli veya tek tek almak mümkün. 
Ürün açıklamasına, koşullarına aşağıdan ulaşabilirsiniz. İlginize şimdiden teşekkür ederim. Umarım görüşürüz. 

Yıllık paket 
Aylık paket

10 Aralık 2022 Cumartesi

Benimle mektuplaşmak ister misin?

Geçen gün mektup yazma gününde mektup yazmak yaklaşık beş, on dakikamı aldı. Düşünmeden, editlemeden, içimden nasıl akıyorsa öyle paylaştım mektubu. Heyecanla bekledim gelecek yanıtları. Beni mektup yazma gününde mektupsuz bırakmadığınız için teşekkür ederim. 

Mektup edebiyatı diye bir tür var, biliyorsunuz. (Yıllar önce Ayfer Tunç ve Murat Gülsoy Diyaloglar'da mektup edebiyatından örneklere dair sohbet etmiş, sağ olsunlar bizi de bu sohbete dahil etmişlerdi. O güne dair notlar şurada, Diyaloglar'a dair kitap ise burada. Türünün güzel örneklerine ulaşabilmek için belki göz atarsınız diye paylaştım.) Mektup bir kere çok samimi bir dil kurmaya olanak sağlıyor. Tamamen içeriden kendisini açıyor yazar. Mektup yazanı da, alanı da sağaltıyor çoğu kez. Ben dilinden akan yalnızca samimiyet değil, son derece öznel düşünceler, deneyimler akıyor yazarın kaleminin ucundan. Yazdığın anda yalnız olmak, kendini yazının akışına bırakmak, zihnini sansürlememek, karşıdakinin araya girme ihtimali olmayışı bu akıcılığı sonuna kadar koruyor. Bölünmeyen zihin şelaler gibi akıyor, berrak bir su birikiyor okurun ayaklarının ucunda. Berrak ama derin. Yazarın kaleminin kuvvetine bağlı olarak tabi. Bu yüzden mektup yazmak, ben, ben diye konuşmak başlı başına bir monolog olabilecekken okur kendini bu deneyime bırakıyor. Yazılan anla okunan anın biricikliği ve birbirinden kopukluğu, sağladığı mesafe sayesinde hiç de narsizme kaçmıyor ben, ben diye konuşmak. Okur da bölünmeden katılıyor bu deneyime. Duyduğuna cevap yetiştirmek telaşına kapılmıyor. Sözünü iletmek telaşına. Zihninde kuşlar gibi havalanan, başka başka yerlere konan düşüncelere bakıyor ve ardından konuşuyor. Çoğu zaman birbirine karşılık olarak gönderilen iki mektubun bambaşka yerlere değinmesi, buna rağmen sırıtmaması, her iki tarafı memnun etmesi bundan kaynaklı bence. Velhasıl yılı bitirirken mektuplar yazın, kendinize, sevdiklerinize, postacılar taşımasa da olur, eposta da görür aynı işi, hem de bir çırpıda varır karşı tarafa. 

Bunca mektup demişken, mektup yazma hayalim dürttü için için. Çocuklara ve/ya yetişkinlere ayda bir, cüzi bir ücret karşılığı mektup (elektronik veya matbu) yazmak, kendimden, yazdığım kitaplardan, yeni projelerimden, yaşadığım şehirden, şehrin tarihi ve kültürel dokusundan, geçmişinden satırlar iletmek istiyorum. Bunu bir edebi metni ele aldığım titizlikle yazacağımdan hiç kuşkunuz olmasın. Uzunca zamandır hayalini kurduğum bu proje özgün değil elbette. Dünyanın her yerinde yazarlar bu türden mektuplar yazarak o günlerde merceğine takılanları, okuduklarını, izlediklerini paylaşıyor, kimisi ücretsiz, kimisi de ücret karşılığı. Beni bugüne kadar durduran (bir arkadaşıma da izah ettiğim gibi) şey, sosyal medyanın sonsuz sayıda atölye çağrılarıyla dolu olması. Hesabımı ayaklı bir reklam panosuna çevirmekten çekiniyorum, hay bir ses eksiktin intibası yaratmaktan da keza. Bununla beraber pek çok kaynaktan okuyarak, araştırarak yaratacağım içeriğe vereceğim emeğin karşılığını almaya bir yazar olarak ihtiyaç duyuyorum. Malum iş yazmak ve kitaplar olunca emeği en kolay gözden çıkarılan kesim yazarlar oluyor. Kütüphanelere ve İnstagram annelerine ücretsiz kitap göndermesi, eşe dosta kitap hediye etmesi, yayıncılık sektörü krizde olduğu için teliften feragat etmesi beklenen nedense hep yazar oluyor. Hemen hemen hiçbirimiz yalnızca yazarak geçinemiyoruz. Hepimiz üretkenliği belli koşullara bağlamadan başka hayati zevklerden ödün vererek okuyoruz, yazıyoruz, zira yazmanın kendisini bir ödül olarak görüyoruz, yayımlanmaktan azade yazıp çiziyoruz. Yine de yazar olarak verdiğimiz emeğin karşılığını almak da istiyoruz haliyle. Bu da yazar olarak kabulgörmenin yolu ve çok temel bir ihtiyaç. Yazdıklarımın sizde nasıl duyulduğunu çok merak ediyorum. Yılbaşında hayata geçirmeyi planladığım mektup projelerim hakkında yorum yazarsanız sevinirim. 

Bu kadar mektup dedikten sonra dinlemeniz için bir de şarkı bırakıyorum buraya. 




7 Aralık 2022 Çarşamba

Öylesine bir mektup

Sevgili okur, 
Bugün mektup yazma günüymüş. İlk kez duyuyorum. Doğruluğunu kontrol dahi etmeden hemen bu satırlara yazmaya giriştim. Bir mektup yazmaya ihtiyacım varmış demek ki. Belki senin de bir mektup okumaya ihtiyacın vardır. Mektup almak, en nihayetinden nasıl olduğunu merak eden en az bir kişinin varlığına işarettir ve iki kişi tek olmaktan daima kalabalıktır. 
Sen nasıl hissediyorsun bilmiyorum. Ben bu aralar biraz yorgun hissediyorum. Geceleri çoğunlukla erken yatıyorum. Bedenim yatağa giriyor ama onu gün içinde yeterince çalıştırmadığımdan ötürü (eller, beyin ve diğer iç organlar, beş duyu yeterli gelmiyor) uykuya geçmekte zorlanıyorum. Uyumadan önce kulaklıkları takıp podcast dinleme gibi bir huy edindim. Kulağımda birilerinin sözleri uykuya dalıyorum. Kaçıncı dakikada inan hiç bilmiyorum. O yüzden aynı podcastleri bir daha bir daha dinliyorum bazen. Podcast dediğime bakma, bu bazen bir Youtube videosu oluyor, çoğunlukla Youtube videosu oluyor. Spotify veya storytel üyeliğim yok çünkü. Bebekken uyumak için insan sesine ihtiyaç duyarmışım. Bunu fark eden annem yanıma radyo açıp odadan çıkmaya başlamış. Radyo sesini yanımda birilerinin varlığına yorup uyurmuşum. İnsan yedisinde neyse yetmişinde odur deyişine örnek sayılır belki de ne dersin? 
Bebeklerin ve küçük çocukların yanında insan sesi istemesinde şaşılacak yan yok. Uykuya geçmek, hayatı askıya almak bir nevi. Sen uykudayken herkesin başka bir yere çekilip eğlenmeye devam edeceği bilgisiyle pek de başa çıkamıyor çocuklar. Kızım örneğin. Hiç hoşlanmazdı geceleri uykuya geçmekten. Biraz dillenince o uyuduktan sonra bizim ne yapacağımızı sorar olmuştu. Belki de az önceki yargım tamamen kızımı izlemekten kaynaklı, kaynağını kişisel bir deneyimden alan bir yargı. 
Yargılarımız, düşüncelerimiz böyle şekilleniyor muhtemelen. Kişisel deneyimlerimizden çıkarımlarda bulunuyoruz ve inançlar geliştiriyoruz. Bazen öyle keskin ve kuvvetli oluyor ki bu inançlar, başka şeyler görmeye, duymaya hiç de açık olmuyoruz. Bazen dünyanın en büyük mucizesi iki insanın birbirini doğru anlaması olabilir diye düşünüyorum. Çok girdili bir veri sisteminde aslında ne olduğunu gerçekte kim bilebilir. 
Yazarken zihnim hayli hızlandı. Yeni paragraflara geçtiğimde, anla ki zihnime yeni, yepyeni bir düşünce üşüştü ve dile gelmek istiyor. Dolayısıyla bir öncekiyle bağını kurmadan, yazdıklarım üzerinde düzelti yapmadan devam edeceğim. Bu çağrışımların beni taşıyacağı yerleri merak da ederek. Bu açıklama üzerine devam ediyorum. Sosyal medya zoom toplantısı fotoğraflarıyla dolu. Herkes, ilgisini çeken eğitimlere çevrimiçi ulaşabilmenin keyfini sürüyor. Çok da güzel eğitimler var, doğruya doğru. Pandemi döneminde ben de katıldım kimilerine. Kimisine bayıldım, kimisinde (adetim olmadığı halde) dersleri ektim. Şimdi hiç ilgimi çekmiyor. Zooma doydum. Ekranlarda buluşmak, yüz yüze konuşmanın, buluşmanın yerini almıyor. Kolaylığı büyük avantaj elbette, yadsınamaz ama biraz da beni rahat bırakmak gerek, sanki. Sen çevrimiçi eğitimler, seminerler, sohbetler hakkında ne düşünüyorsun? 
Bu aralar feci dişimi sıkıyorum. Şu anda bu satırları yazarken dişlerimi birbirine kenetlediğimi fark edince hafif araladım ve araya dilimi soktum. Farkına varayım diye. Ne bileyim stresliyim demek ki. Hepimiz stresliyiz. Geçenlerde eyt ile emekliliğini bekleyen devlet memuru bir arkadaşımız, bize geldi. Yakınlarda yaptığı bir Ortadoğu seyahatinin üzerindeki etkisini anlattı. Bey kişisi dalga geçti epey. Sözleri fazlasıyla romantik, aşırı anlam çıkarmacı görünüyordu çünkü. O anda arkadaşımı etkileyen şeyi kavramaya yaklaştığımı hissettim. Çalıştığı kurumda (on yıl olmuş tayinle geleli) yaşadığı ikiyüzlülükler, hasta yakını olarak geçirdiği uzun yıllar ve kayıp sonrası yaşadığı yasın onu hırpaladığı, yaşama coşkusunu azalttığı muhakkak. Bitmesi için gün sayarak yapılan bir iş (neticede hayatımızın merkezini iş ve oradaki insanlar kaplıyor) için ne kadar keyifle çıkılır o yataktan? Ne kadar neşeyle işe gitmeye hazırlanır insan? Oysa oradaki rutini durdurup bedenen ve zihnen uzaklaştığında her gün yeni bir potansiyel demek. Canının istediği gibi hareket etmek demek. İnsan çoğu zaman kendini başkalarıyla karşılaştırıyor, kıskançlık ya da hasetten değil. Kendi gençliğini hatırlayıp yapmak istedikleri için önünde koca bir ömür varken hayal ettiklerinin ne kadarını gerçekleştirebildiğine bakıyor. Kendi potansiyelini ne ölçüde hayata geçirebildiğini ölçüyor. Orada bir uyumsuzluk görürse derin bir hayal kırıklığı yaşıyor. Arkadaşımdan bahsetmiyorum artık fark etmişsinizdir. Genel bir insanlık halinden bahsediyorum. İşte o sebeple her zaman bulunduğun yerden uzaklaşmak, tatile gitmek insana potansiyelini gerçekleştirebilecekmiş gibi güç veriyor, bir ivme, ateşlenme... O ruh hali içindeyken gün batımı yalnızca gün batımı olmuyor. Kendini hayatın akışına bırakmak, yaşadıklarının olumlu deneyimlere dönüşmesi başlı başına bir mucizeymiş gibi geliyor. Her şeyin zamanlaması mükemmel, her karşılaşma büyülü... Bilmem anlatabildim mi? Yazdıklarım sende bir yerlere dokunabildi mi? 
Eşzamanlılık ilkesini bilirsiniz. Bir şeyi gerçekten isterseniz, bu yönde adım atarsanız, sanki her şey yolunuzu açmak ister gibi sıralanır. İşte öyle bir şey... 
Diyeceğim o ki, bu mektup elinize bir eşzamanlılık örneği olarak geçtiyse, okurken yüzünüzde bir gülümsemeye yol açtıysa, selam vermeyi ihmal etmeyin. Ne de olsa bugün mektup yazma günü. Bir yorum bir mektup yerine geçebilir pekala. 
Sevgilerimle. 





6 Aralık 2022 Salı

Bir keşif hikâyesi: Benim Adım Mavi*

 

Çocuk edebiyatı ürünleri doğrudan eğitim aracı değildir hiç kuşkusuz. Bununla beraber hikâyelerin çocuk üzerindeki etkisi yadsınamaz. Edebi metinler ve buna eşlik eden görseller, bir nevi ayna işlevi görür. Çocuk, yalnızca kahramanın yolculuğuna eşlik etmekle kalmaz; onun yaşadığı çatışmalar, içinden geçtiği zor durumlar, olası çözümler ile de yakından bağ kurar. Bu sayede zor duygularla yüzleşme, kendini tanıma, hatta ötekini anlama, empati geliştirme becerileri artar. Çok daha evrensel, hümanist bir dünyaya açılan yolda ilerleme fırsatı bulur. Bu, günümüzde çocukların özellikle edinmesi gereken bir erdemdir. Çünkü savaşlar, iklim mülteciliği gibi sebeplerle doğudan batıya göç sürmekte, artarak devam edeceği de açıkça görülmektedir. Bu durumun olası sonuçlarını kestirmek zor değildir.

Dili, ten rengi, etnik kökeni nedeniyle kendisini dışlanmış hisseden, yeni dâhil olduğu topluma entegre olmakta zorlanan çocuklar ile ön yargıları nedeniyle onları birer düşman olarak niteleyecek çocukların giderek daha çok karşı karşıya kalacağı ortadadır. Çocuk edebiyatı, okul öncesi dönemden itibaren bu konuyu ele almaktadır. Bu tip kitapların ortak izleği, farklılığı nedeniyle dışlanan, onlar gibi görünmeye çabalamaktan yorgun düşen, topluluktan ayrılmak zorunda kalan, yeni bir yer arayışına girişen, yolun sonunda farklılıklarıyla bir arada yaşamayı başarmış bir topluluğa dâhil olan, mutluluğu yakalayan kahramanlardır.

Mutluluk bir kez yakalanacak ve sonsuza dek sürecek bir final değildir elbette. Hayat bilinmezlikleriyle, inişleriyle, çıkışlarıyla sonsuz sayıda duygu vaat eder bize. Ancak bir topluluğa ait hissedememek, kabul görmemek telafisi hayli zor durumlardır ve bireyi çevreleyen şartlar ne olursa olsun mutluluğu yakalayabilmek pek de kolay değildir. Oysa, biz, hepimiz, başta kendimiz olmak üzere çocuklarımızın, sevdiklerimizin hayatın zorlukları karşısında bir hacıyatmaz direncinde olmasını arzu ederiz. Bunu kavratmaya yönelik her edebi eser dolaylı bir öğrenim aracı olarak görür, arkadaşlarımıza, ebeveynlere,  çocuklarla çalışan tanıdıklarımıza önermek isteriz.

O kitaplardan birinin sayfalarını çevirdim geçtiğimiz günlerde, İtalyan sanatçı Irene Guglielmi’nin yarattığı Benim Adım Mavi kitabını. Guglielmi hikâyesini kelimelerce hapsetmemiş. Resimler aracılığıyla her inceleyenin kendi hikâyesini yazabileceği, yeni anlamlara açık bir sessiz kitap yaratmış.

Kendini mavi hisseden herkese adanan kitap, sarı siyah arılarla dolu bir dünyada mavi bir arı olmanın zorluklarına değiniyor. Farklı görünmenin, dışlanmanın mavi arı üzerindeki etkisini, onun diğerleri gibi görünme çabasını, sarı-siyah kalma çabasının beyhudeliğini, yola çıkma cesaretini, bu sayede başkalarına benzeme ihtiyacını ortadan kaldırmasını, kendiliğini kabullenişini anlatıyor, tek bir sözcüğe ihtiyaç duymadan.

Kitabın sonunda yer alan “Anlatının Gizli Yollarında başlıklı yazıda Walter Foschesato sessiz kitapların bu gücüne şöyle değiniyor:

“Sessiz kitaplar, sözcüklerin koşullandırmalarından ve zorunluluklarından uzak oldukları için doğası gereği değişkendir. Bazen tarif edilemezler ve hatta kendi içlerinde çelişkilidirler. Bize bir hikâye anlatır gibi görünebilirler ama daha sonra büyük bir heyecanla şunu fark ederiz: Sessiz kitaplar, ortada bir fikir olmadan, bazı meseleleri açığa vurarak bize bir şeyler “öğretmek” isterler.

Öte yandan bize sıradan bir şekilde günlük yaşamdan bahsederler. Sonra bizi fantastik olanın topraklarına götürürler ya da gerçeklik ile hayal arasında rahatça hareket ederek büyülü gerçekliğin kapılarını açarlar. Tanımlamaya yönelik her türlü bağlayıcı girişimden çabucak kaçarlar ve konuşulmayan, askıya alınan, belirsiz olanın alanında kalmayı tercih ederler. Sessiz kitaplarla ilgili tek bir kesinlik vardır, o da anlatmanın önceliği ve zevkidir. Sessiz kitaplar son derece büyük zenginliklere sahiptir. Sayfalar arasında yavaşça ilerlerken içlerinde tıpkı bir matruşkadaki gibi birçok başka hikâye barındırdığını keşfederiz.”

Bu keşfe katılın. Hikâyesini kâğıt üzerinde değişmez, sabit kelimelere hapsetmeyen kitabı çocukların önüne koyun ve her birinden yükselen seslere kulak verin. Bizden farklı olan renklerin güzelliğini keşfetmek için ihtiyaç duyduğumuz en önemli unsur dinlemek ne de olsa.



                                                                                                                               

Benim Adım Mavi

Irene Guglielmi

Timaş Çocuk

* Bu yazı ilk kez 5 Aralık 2022 tarihinde Parşömen Sanal Fanzin'de yayımlanmıştır. 

3 Aralık 2022 Cumartesi

Aralık, hastalık ve kitaplar

Mevsim diziliminin ilkbahar, yaz, sonbahar yaz şeklinde ilerlemesini tercih ederdim. Anlayacağınız üzere hiç de kış insanı değilim. Saat 7.30'da karanlıkta kalkmanın, kahvaltı hazırlarken lambaları yakmak zorunda kalmanın, ıslanmanın, çamurlanmanın, üşümenin, kat kat giyinmenin sevilesi bir yanı yok. 

Kışın tek güzel yanı, yeni yılı karşılamak üzere süslenen aralık ayı. Çocukluğumdan beri severim yıl başlarını. Kış manzaralı simli kartpostalları, ışıl vitrinleri, parlak paket kâğıtlarına sarılmış hediye kutularını, simleri, karları, kurdeleleri, yeni yıla dair hayaller kurmayı... 

2022 bitmek üzere. Son otuz gün. İlk günü yaşıyoruz işte. Gerisi yokuş aşağı. Kızımın sınıfında yılbaşı çekilişi yapacaklar bugün. Diğer şubeler yapmış. Kim kime çıkmış biliyor, öyle bir heyecan, kıpır kıpır olma hâli. Büyüme heyecanları. Yeni yıla, kutlamalara duyulan coşku... 

Yılın son ayı gelir de yıl sonu bilançoları ortaya saçılmaz mı hiç? Okuduğum kitapların listesini yapmak istiyorum her yıl ama takip edemiyorum. Bu yıl yapabilir miyim, bilmem. Niyetine dahi girmiyorum. Benim yapamadığımı dijital platformlar yapıyor. Youtube yılın dökümünü göndermiş örneğin. Bu yıl 11619 dakika geçirmişim burada. 131 sanatçıdan, 304 parça dinlemişim. En çok Cem Adrian (1101 dk), Jehan Barbur (983 dk), İndila (848 dk) eşlik etmiş bana. Döne döne Derniere Dans, Lost On You ve İnsan İnsan dinlemişiz hastalarımla. 

                                                                                  *

Kızımın okulunda kusma ve ishalle seyreden viral bir hastalık seyrediyor bu aralar. Dün okula göndermedim. Kesintisiz üç gün izolasyon yayılımı azalatır düşüncesiyle. Ben de evde olacaktım hazır. Bir gün aylaklık yapalım, dedik. Kahvaltının ardından saat on sularında dışarı çıktık. İş yerindekilerin yeni yıl hediyelerini aldık. Kızım, sınıf çekilişinde çektiği arkadaşına armağan aldı. Toplamda üç mağaza dolaştık bunun için. Bankaya uğradık. Dardanel'in fast food markası I Love Fish'e gittik, bir şeyler atıştırdık. Yolda karşılaştığım bir arkadaşımla Meydani'ye gidip salep içtik. PTT kargoya gidip bir arkadaşıma kitap yolladık. Markete gittik. Tedi'den yeni yıl manzaralı metal kutular aldık. Eve vardığımızda günü yarılamış, cüzdanı boşaltmıştık. Antredeki dolaba el atmak istiyordum ne zamandır. Orayı düzenledim. Bir çamaşır sepeti ıvır zıvır çalışma odasında sedirin üzerinde şimdi. Hafta sonu onları ortadan kaldırır, çalışma odasındaki şifonyeri de elden geçirirsem daha ne isterim. Belki kendi giysi dolabımı düzenlemek, hemen değil. Sonraki haftaların hedefi. 

                                                                                   *

İnstagramda kitap fotoğrafları paylaşan, on binlerce takipçisi olan hesaplardan zaman zaman onların tanımıyla söylemem gerekirse "işbirliği" mesajları alıyorum. Üstü kapalı konuştukları için tam olarak ne karşılığı bu "hizmeti" sunduklarını bilemiyorum. Kitap gönderimi, ücret belki. Kitapların raflara çıkmasının, haklarında yazılan bir değerlendirme yazıların, söyleşilerin bile etkisi bunca uçucuyken, İnstagram hesap sahiplerinin kendilerine duydukları güven hayli şaşırtıcı. Kitabın fotoğrafının 2-3 bin beğeni almasının yazara ne gibi bir faydası, doyumu olabilir? Neden yazarın buna balıklama dalmak isteyeceği düşünülür? Benim bakış açım belli. Bugün bir hesaba daha yazdığım gibi, ücret ya da kitap gönderimi karşılığı kitaplarımın tanıtılmasını desteklemiyorum. Kendiliğinden paylaşan, hakkında sevdim, çok güzel dışında üç, beş samimi cümle yazan okura rastlamak mutluluk kaynağı elbette. İtirazım yok. Bununla beraber, yazan insanlar için en büyük haz kaynağı, sürdürüyor olmanın sebebi yazmanın kendisine duyulan haz. Yoksa yaşamak varken bunca yalnızlığa niye katlansın insan.