31 Ağustos 2023 Perşembe

Huzurlu yaşam ipuçları: 13


www.nonviolentcommunication.com web sitesi Şiddetsiz İletişim ile ilgili Türkçede kaynakların sınırlı olduğu günlerde, ücretsiz belgelerinden sıklıkla yararlandığım bir dijital platformdu. Halen seyrek aralıklarla devam ettiğim Şefkatli Ebeveyn Günlükleri’nin ipuçlarını oradan alıyorum örneğin. O günlerde hevesle üye olduğum bültenlerin her birinden gelen ipuçları kıymetli esasında ama günlük hayatın hızı içinde, İngilizce bültenlere ilgimi, dikkatimi vermek, okuduğumu içselleştirmek her zaman mümkün olmuyor. O yüzden buraya ara ara bir başka serinin, Mary Mackenzie’den Huzurlu Yaşam Meditasyonu çevirilerini paylaşacağım. Her ne zaman, hangisine rastlar ve okursan dilerim şifa olur, ilham olur ve seni dönüştürür. 

                                                                                  *

Aşk bir sahiplik değildir. Tanrı'nın enerjisinin akışıdır.

–Swami Chidvilasananda

13. Gün: Derinlemesine Dinleme

Sevgi ve şefkat doğru ya da yanlış, iyi ya da kötü tanımaz. Bir ilişkide mücadele ediyorsanız, onu yargılamamaya çalışın. Bunun yerine, ikinizin de ne istediğine odaklanın.

Hem insanların sözlerinin hem de eylemlerinin ardındaki önemli şey nedir? Birisi "Beni hiç umursamıyorsun" derse, onun gerçekten ne istediğini düşünüyorsun? Sanırım değer verilmek ve önemsenmek istiyor. Ayrıca ihtiyaçlarının dikkate alınmasını isteyebilir.

Onun sözlerine odaklanırsanız, onun için her zaman şefkatli bir şey yaptığınızı hatırlayabilirsiniz. Ya da umursayıp umursamadığınız konusunda tartışabilirsiniz. Bu tür bir tartışma, daha fazla öfke ve hor görme ile sonuçlanır çünkü bu, diğer kişiyi duyduğunuzu veya onu önemsediğinizi göstermez.

Daha etkili bir yanıt, "Sanki canın sıkkın ve sana değer verdiğimi bilmek istiyorsun. Bu doğru mu?" Kişinin ifadesine katılmayabilirsiniz. zorunda değilsin. Yaptığın tek şey onun duygularını kabul etmek. Duyulduğunu hissettiğinde, durumu çözmek için tam bir konuşma için sahneyi hazırlamış olursunuz.

Bugün en az bir kişinin duygularıyla bağlantı kurmayı taahhüt edin.



29 Ağustos 2023 Salı

Anılar, çağrışımlar...

Haziran ayından itibaren ayda bir kez iş yeri yemeği yapıyoruz. Dahası her defasında yeni bir mekâna gitmeye çalışıyoruz. Bazen yeni tatlar deniyoruz, Adanalı bir çiftten Uzak Doğu yemeği denedik örneğin. Tam tutmasa da fena değildi. Farklı bir tat denemiş, girişimci bir çifti desteklemiştik. Her nereye gidersek gidelim sonunda kendimizi deniz kenarında veya denize tepeden bakarken buluyoruz. Suya bakmak, su kenarında olmak benim için temel ihtiyaç gibi bir şey. Babam Çanakkale'den Kayseri'ye tayin olduğunda ne kadar zorlandığımı hatırlıyorum. İlk kez ha deyince deniz kenarına çıkamamanın verdiği şaşkınlık, üzüntü, hem arkadaşlarından hem sevdiğin şehirden, hem denizden ayrılmanın yol açtığı yas... 

Annem öğretmen olduğu için, beni kırk günlükken bırakıp çalışmaya döndüğü için bakıcı teyzelerin elinden çıkıp kreşe başlama yaşım epeyce küçük. İlk günümü hatırlamıyorum dahi. Annem elini sıkı sıkı tuttuğumu, bırakmak istemediğimi söylüyor. Belki annelere özgü vicdan azabı yaşadığı. Bende tek olumsuz kare yok zira, bu ayrılığa dair. Bilinçaltında neler yatıyor bilemem. Oralara da girmek istemem. Çünkü bahsedeceğim bu değil. Üç yaşında bebeyken başladığım okul hayatında ağladığım tek gün lise ikiye geçtiğim gündü. O gün doğum günümdü. Ben hazırlıktan beri tanıdığım, sevdiğim arkadaşlarım yerine yabancı bir şehirde, yabancı insanlarla çevriliydim. Zil çaldı. Sınıfa girdik. Lojmandan benimle yaşıt bir arkadaş (yaz tatilinde taşındığımız için tanışıp arkadaş olmuş ve lojman ortamına alışmış, sevmiştim) ile aynı sınıfa kayıt olmuştum. İlk günü kolayca atlatabilmem için beni arkadaşlarıyla tanıştırmış, elinden geleni yapmıştı. Hakkını yiyemem. Okulun ilk günü, her zamanki gibiydi. Herkes birbirine yaz tatilinde neler yaptığını anlatıyor, ayrı geçen zamanı telafi etmeye çalışıyordu. Havada espriler uçuşuyordu ama ben gülmüyordum. Çünkü mizah, acı gibi değil, evrensel bir dili yok, aşinalık ve yarenlik gerektiriyor. Kendini ait hissedememenin zirve noktasıydı o gün, benim için. Çocukluktan çıktığım gündü belki de. Hani bir şey olur ve saflığını, masumiyetini kaybedersin, seni içeride güvende tutan duvarlar kırılır ve dünyadaki mevcut kötülükleri, zorlukları görürsün ve bir daha eskisi gibi olamazsın. Benim bu masumiyeti lise yıllarına kadar koruyabilmiş olmam bir mucizeydi belki ama o gün olan oldu ve ben bir daha hiçbir zaman kendimi yüzde yüz bir yere ait hissetmedim. Bu his, yine burada kayboldu galiba, geri döndüğümde. Ne şehir aynıydı, ne ben. Bıraktıklarım yerli yerinde değildi ama yine de aşina bir şeyler var. Benim yürüdüğüm kumsallarda yürüyor kızım, benimle aynı denize kulaç atıyor. Bunda insana iyi gelen bir yan var, iyimser bir yan. Laf lafı açtı. Çenem düştü. Anılar "beni de gör beni de gör" diye bağırmakta. Oysa en başta anlatmak istediğim, Kayseri'ye gittiğimde, rakın ikiden binlerce metreye yükseldiğimde denizi görememek, iyot kokusunu içime çekememek, ayaklarımın tabanında kum tanelerini hissetmeye hasret kalmak, martı seslerini, vapur düdüklerini duyamamaktı. Uyur uyanık saatlerde bazen tren düdükleri çalınırdı kulağıma. Gözlerimi içinde bulunduğum gerçekliğe açmak istemiyor, kendimi yeniden deniz kenarında hayal ediyor, "Denizi Özleyenler İçin" şiirinin dizelerini geçiriyorum zihnimden ve deniz kenarında kalanlara biteviye mektuplar yazıyordum. Devir değişti, mektupların yerini epostalar, blog yazıları aldı. Benim için yazmak böyle bir şey işte. Beni zorlayan, yoklayan yerlerde kendimi yeniden konumlandırabilmek için, kendimi ait hissedebilmek için geride kalanlara yazmak ve onlardan gelecek yanıtı beklemek. 

Yani diyeceğim o ki sevgili okur, konuş ki, seni duyayım, konuş ki üzerine bastığım dünya renklensin, şenlensin, ben o eski, gamsız, tasasız liseli kız olayım yeniden, bir anlığına. 

23 Ağustos 2023 Çarşamba

Günün izi: 8

Yangınlar

Çanakkale merkez bu yaz ikinci kez alev alev. Merkeze yakın bir tarım alanından başlayan yangın, rüzgarın da etkisiyle geniş bir alana yayıldı. Ormanlık ve tarım alanlarını tuttu. Dün akşam işten çıkana kadar pek bir şey anlamadım. Eve giderken aracımın içinden, tepelerde yükselen dumanları gördüm. Yoğun duman evden de izleniyordu ancak alevler fark edilmiyordu. Yangın söndürme uçakları ve helikopterler vızır vızır çalışıyordu. Yemek yedik, biraz dizi izledik, olağan ev işlerini yaptık. Hava karardı. İşte o zaman uzaktan kızıl alevler görünür hâle geldi. Takke düştü, kel göründü derler ya, o hesap. Yangının ne kadar geniş bir alanı kapladığını, İzmir yolunun üstündeki tepelerin alev alev parladığını, gece görüşlü birkaç uçağın, helikopterin alevleri söndürmeye yetmediğini anladık. Telefonlar, mesajlar, hastane tahliye ediliyormuş, doğru mular ile geçti gece. Endişeli, üzgün... Uykuya dalmak pek kolay olmadı. Sabah daha iyi bir güne uyandık. Dün akşamki yoğun duman görüntüsü yoktu. Yangın tam olarak sönmemişti ama kontrol altına alındığı söyleniyordu. 

Yangın merkeze bağlı birkaç köyü etkiledi ağırlıklı. O bölgedeki insanlar tahliye edildi. KYK yurduna yerleştirildi. Merkeze çok yaklaştığı kısımlar ise üniversite yerleşkesi ve hastaneler... Dün gece 50 kadar ambulans bekliyormuş hastane önünde. Gerektiği takdirde durumu acil yatan hastaları sevk etmek için. Neyse ki korkulan olmadı. Bugün ortalık sakin. Can kaybı yok diyorlar. Can diye sayılan insan çünkü. Ormanı yurt edinmiş tilkiler, tavşanlar, kirpiler, kaplumbağalar, cümle canlının adını sayan yok. Köylünün hayvanları da taşınmış. Şimdilik asayiş berkemal.  Biz iyiyiz. Yangına uzak bir bölgede oturuyoruz. Alevleri, dumanları uzaktan izleyerek, endişelenerek geçirdik geceyi. 

Küresel iklim krizi nedeniyle ortalama sıcaklıklar arttığı için ormanlar daha kuru, yanmaya elverişli hâle geliyor. Dolayısıyla sayıca orman yangınları artıyor, etkilediği alan büyüyor,  kontrol altına alınma süreleri uzuyor. Bilimsel gerçek. Çam ağaçlarının kozalaklarının da alev aldığında pimi çekilmiş bomba gibi hareket ettiği, alevlerin sıçramasına sebep olduğu söyleniyor. Belki de Çanakkale'nin doğal bitki örtüsü çam değildir. Her kıraç alana çam ekilmemelidir. Troya Antik kentinin oralarda meşe palamutları var. Zamanında Çanakkale'nin en önemli ihraç malıymış bu palamutlar. Sincaplara, tavşanlara besin olmanın yanı sıra boya sanayiinde kullanılırmış çünkü. Sarıçay kenarındaki depolardan boğaz açıklarında demirli gemilere kayıklarla taşınırmış. Bir zamanların gündelik hayatına dair bilgilerin silinmesi, kırıntılar hâline dönmesi, kent sakinlerince pek de bilinmemesi ne tuhaf. 

Hayaller

Bazen bir zaman makinesi olsa da binsem, şehrimi başka başka dönemlerde görsem diye geçer aklımdan. Mesela Troya kazılarının başladığı günlere gitsem, bir hayalet gibi izlesem olanı biteni, _seyrini değiştirmeden çünkü diziler bizi geçmişe müdahale etme konusunda fazlasıyla eğitti _  İngilizler tarafından işgal edildiği günlere gitsem mesela. Priyamos'un zamanına bir de, güzeller güzeli Helen'i görmek için. Çanakkale Kara Savaşları'nı görmeyi içim kaldırmaz. İstemem. 60,70 yıl öncesi de olur, kentin daha kozmopolit hâllerini görmek için. Ha bir de mamut görmek isterdim. Belki. Çok da şart değil. Söylesene arkadaşım, sen bir zaman makinesine binsen, kendi şehrinde hangi dönemlere gitmek isterdin? Senin şehrin neresi? İnsanın yalnızca bir tane şehri olmaz elbette. Kalbine kaç şehir, kaç ülke sığdırıyorsun? Anlatsana... Konuş ki paylaşalım. İnsan insana iyi gelir neticede. 

Kitaplar

Geçen gün kütüphaneye uğradım. Pınar Öğünç Aksi Gibi'yi bıraktım. Çağatay Yaşmut Felsefe Cinayetleri Bir Başkomiser Galip Polisiyesi'ni aldım. Malum, polisiye romanlarda bir komiser, dedektif olur ve her kitapta ayrı vakalar çözülür. Polisiye sık okuduğum bir tür değil ancak özellikle insanın kendisini okumaya veremediği, odaklanma sorunu yaşadığı dönemlerde tıpkı çocuk edebiyatı gibi sarıp sarmalayan bir tür. Anda kalmanı mümkün kılıyor. Merak unsuru nedeniyle anlatıyla beraber akıp gidiyor insan, kitap bir çırpıda yarılanıyor, solda biriken sayfalar çoğalıyor ve mutlu son! Zihnim çelinmeden, dikkatim bölünmeden okuyorum polisiyeleri. Bu yanına bayılıyorum işte. Şimdide kalmak kolay iş değil çünkü. Başkomiser Galip'i sevdim. Yer yer güldüm. Behzat Ç'yi anımsadım. Çağatay Yaşmut da bir yerde çakmış zaten selamını. Behzat Ç'den hatırladığı bir ayrıntı ile çözdüğünü söylüyor çalışma arkadaşına. Eh yazar haklı, o hatırladıysa, başka hatırlayan okur da çıkacaktır neticede. Dün evde yemeğim vardı. Vakitlice çıkınca işten. Uzandım ve okudum. Son bir bölüm kaldı beni bekleyen. Onun da bir oturumluk canı var. Akşama, sabaha biter. 

Senin elinde hangi kitap var? Sen ne okuyorsun? 

19 Ağustos 2023 Cumartesi

Günün izi: 7

Dün son iki hastam, randevusunu iptal edince yerlerini doldurmaya yeltenmedim. Ne zamandır belediyeye gidip kızıma kentkart almamız gerekiyordu. Onu halletmeye karar verdim. Eve gittim. Yakın zamanda çekilmiş bir vesikalık buldum. Kızı kaptım. Doğru belediye! Ertelenenler listesinden bir madde daha eksildi. Vakit varken cuma pazarına da uğrayalım, dedim. Otoparka giren araç seline kapılıp döndüm, durdum. Nihayet uzak muzak park edecek bir nokta buldum. Spor taytı almak, başlamanın yarısıdır, derler. Üç tane tayt, bir adet tül perde ve gölgelik aldım. Perdenin sporla ilgisi yok. Çalışma odasının tülünü sevmiyordum. Gölgeliğini de Sani evden kaçmaya çalışırken yırtmıştı. Eve yeni taşındığımız dönemlerdi, küçüktü, bölge yabancıydı, evin yolunu bulabilir mi, kaçar mı, korkuyordum. O, eve geri dönmenin yollarını bildiğini gösterdi. Ben de ona güvenmeyi öğrendim. Artık yırtık gölgelik ve desenini sevmediğim tülle yaşamanın gereği yoktu. Tülün boyu azıcık kısa kaldı ama desenini, duruşunu sevdim. Gölgelik yerine yatak odasının perdesini asarsam tülün kısa kalması problem olmayacak. Perdelerin de yıkanması gerekiyordu zaten. Hazır çıkarmışken yıkar, yeni yerine asarım. 

                                                                           *

Çalışma odasında iki kişiyiz artık. Bir örnek çalışma sandalyelerimiz İKEA kutularında demonte halde bekliyor. Montajı için şarjlı tornavida şart. Yaz kızım listene. Her eve lazım şarjlı tornavida ve alet çantası tez alına. Hayat böyle, ne yapalım, ihtiyaçlar bitmiyor. 

                                                                          *

Pazardan dönerken annemi aradık, yemeğe çağırdık. Cevap hazır. Bende yemek var, burada yiyelim. Ama hazırlıklıyız. Bu topa hiç girmiyoruz ve aşağıda beklediğimizi söylüyoruz. Malum annelerin hep yemeği, evde çayları, kahveleri, meyveleri var. Onları dışarı çıkartmak kolay olmuyor bazen. Hele bu yeni fiyatlarla. Çocuklarına kıyamıyorlar ama maksat ona değişiklik olsun, o hizmet alan olsun. Neyse ki annem çok da nazlı değil. İkiletmeden giyinip indi. Yemeğin ardından o uzanarak televizyon izlerken ben de balkonu temizlemeye koyuldum. Saksılardaki kurumuş çiçekleri söktüm, kuruyan yaprakları temizledim. Çiçekleri suladım. Saksıları pencerenin önünden salonun önüne doğru aldım. (Maksat aşırı güneşe maruz kalmasınlar) Sebastian yerde dolandı, tozu, kiri yuttu. Çamaşır suyuyla bir boy kiri, tozu sildim. Yeniden temiz su yaptım. Çamaşır suyuna lavantalı duş jeli de damlattım. Mis gibi koktu balkon. Nazar boncuklu masa örtümü serdim. Mum yaktım. Işıkları kapattım. Rahat koltuklara yerleştik annemle. Oh mis gibi çıkardık tadını, temiz balkonun ve serin yaz gecesinin. Bir bedeli oldu elbette terleyip rüzgarı yemenin. Bugün boğazlarım alev alev. Baş ağrısı da sinsi sinsi yerleşmekte. Sıcak çayları yuvarlıyorum peşi sıra. Gargara ile boğazdan aşağı inmesini durdurabilirim umarım. 

                                                                        *

Benim için uykuya dalmak hep bir sorun. Ne kadar zamandır var bilmiyorum ama yatağa geçmişle, gelecekle, hayallerle girdiğimden, zihnim rüzgarda çırpınan çarşaflar gibi olduğundan kendimi uykunun kollarına bırakmak pek kolay olmuyor. Bir şeyler dinlemek işe yarıyor. Bu aralar Berrak Yurdakul'un "Yedi Çeşit Evet" podcastine sardım. İçerik, mindfulness, meditasyon, şimdiye ait bir zihin, âna odaklanmak vb konular üzerine. Dolayısıyla dinlerken dikkatimi gerçekten yalnızca dinlediklerime veriyorum. Bu her zaman böyle değil. Çünkü normal koşullarda podcastlere çamaşır katlamak, sebze doğramak, tencere karıştırmak gibi işler eşlik ediyor. Bu sayede o işleri daha motive yapıyorum. Ama zihnim aynı anda tek işle meşgul olmuyor. Uyumadan hemen önce dinlediğim podcast serisinde ise sadece dinliyorum ve nefes alıyorum. Zihnimin o kelimeler dışında başka bir yere savrulmasına izin vermiyorum. Geçmiş, gelecek ya da hayalle meşgul olmayan zihnim, bedenimi rahat bırakıyor ve hop uykuya geçiyorum. 

                                                                       *

Kütüphaneden üç öykü kitabı ödünç almıştım. Birini bitirebildim ancak. Pınar Öğünç Aksi Gibi. Kitap yanımda. Bugün iş çıkışı iade edip diğerlerinin süresini uzatacağım. Kütüphaneye epeydir gitmiyordum. Pek afili olmuş. TC kimlik numaramı girince hop diye elimde tuttuğum kitapları listelemişti cihaz. Kapsama alanına girince barkodları taramış. Bendeki meali bu. Düşünüyorum da epeyce değişimi görecek kadar yaşamışım. Siyah beyaz televizyondan, renkliye, uzaktan kumandadan telsiz telefona... Hepsini saymayayım tek tek ama bunca değişim bir ömre fazla galiba. Biraz da stabil gitsek, yavaşlasak...

                                                                   *

Annem sonunda kendisine pasaport çıkarttı. Her şey bir ay kadar önce şezlongta yan yana güneşlenirken oldu. "Mavi yolculuk var mı hâlâ?" diye sordu. Babamla çıktığı balayını düşündü muhtemelen. Ordu'dan İstanbul'a gemiyle yaptığı seyahat aklına geldi, anar çünkü zaman zaman. Yolculuk mümkündü, hele pasaport gelsindi. Dün geldi yeşil, gıcır bir pasaport. Bakalım siftahı ne zaman, nerede yaparız?

                                                                   *

Bir hastamdan edindiğim bilgiye göre üniversitenin kreşi aylık 2900'den 10 bin liraya çıkmış, bir anda, habersiz. Üniversite bünyesindeki kreşin kâr amacı gütmemesi gerek, bana göre. Bu denli fahiş artışın, annelerin elini kolunu bağlayacağını, kadın istihdamını azaltacağını söylemek için müneccim olmaya gerek yok. Ah sosyal devlet! Neredesin? 

                                                                *

Bir şarkı ile bitireyim. Kızımın sevdiklerindenmiş. Sizin bu ara severek dinlediğiniz şarkılar hangisi?




16 Ağustos 2023 Çarşamba

Günün izi: 6

Tespitimdir!

Geçen hafta yurt dışında yaşayan iki arkadaşımı ziyarete gittik kızımla. Bizim için oldukça keyifli bir yolculuk oldu. Bir ülkeden diğerine flixbus ile geçmeyi, lokal birinin evinde kalmayı deneyimledik. En önemlisi kızımla baş başa bir otelde kalmak yerine arkadaşlarımızla bir arada olmak, sohbet etmek, ağız dolusu gülmekti. 

Kızımla aramızda belirgin bir fark var. O dijital araçlara güvenirken ben insanlara güveniyorum. Haritaya göre doğru yönde olsak bile aralarda sorma ve bir insandan teyit alma ihtiyacı duyuyorum. 

                                                                        *

İtirafımdır!

Yaza doydum. Dört gözle sonbaharın gelmesini bekliyorum. 

Ben ki yazı severim. Kış aylarına ne gerek var, ilkbahar, yaz, sonbahar, yaz olsun derim. Bana bile bu gelmiş geçmiş yazın asfaltta yumurta pişirten sıcakları fazla geldi. 

                                                                        *


İzlediğimdir! 

İki, üç aydır ne televizyon ne Netflix... Yaz biraz da dışarı dışarı çıkma mevsimi malûm. Geçen yaz evi taşıdığım için yerleşme, genişleme, yayılma, yerini bulma ile geçti daha çok. Bu yaz, hâlâ yerleşmesi gereken, ince ince ayıklanması gereken yerler var ama durağanlık hâkim genel olarak, eve yerleşmişlik... Yine de evin işi dediğin şey, kuyruğunu yiyen yılan misali, kesintisiz bir döngü. Çok pratik, eli çabuk, her şeyi silip süpüren, hop diye yerine kaldırabilen biri olmadığımdan evin içi havuz problemine dönüyor. Bir yerden doluyor, öbür yerden akıyor. Ben, bir işçi, ancak bu kadarına yetebiliyorum, diyerek kendimi çok da üzmüyorum. Profesyonel yardıma yer açtım hayatımda. Kalan işler olduğu kadar, yetiştiği kadar... Lafı uzattım geçenlerde işlenirken "Aa," dedim kendi kendime. "Otur, bir şeyler izle." Ve Netflix'te Manifest diye bir dizi buldum. Gözüme girdi daha doğrusu. Bu hafta en çok izlenenlerde 6 numara mı, ne, öyle bir şey işte. Oturdum, birkaç bölüm izledim. Sardı da üstelik. Biraz polisiye, biraz mistizm... 

                                                                        *

Okuduğumdur!

Tatile çıkarken yanıma Bir Köy Hekimi (Prag için Kafka), Domuzu Kırmak (Varşova için Etgar Keret) almıştım. Her ikisini de okudum, bitirdim. İkisi de ince kitaplardı, aktı, gitti. Eskiden severek okuduğun kitapları yeniden okumak, odaklanma sorununa da bire bir galiba. Sen de bu ara odaklanma sorunu yaşıyor musun? Çağın hastalığı galiba.

                                                                        *

İhtiyacımdır! 

Her bahar balkonu çiçeklerle donatmayı seviyorum. Yazın bu en kurak zamanlarına geldiğimizde ise bir kısmı kuruyor, diğerleri ise canlılığını yitiriyor, cılızlaşıyor. Mevsimsel bir döngü aslında galiba. Karşı çayırlara baktığımda yalnızca sarı, sapsarı otlar görüyorum. Balkona el atma zamanı geldi. Kimi çiçekleri azaltmak, fazlalıkları ayırmak, saksıların yerini değiştirmek ve yeniden bir keyif alanı yaratmak için kolları sıvayacağım bu hafta. Hazır elim değmişken de sadeleşmeye devam! 

Fazla çocuk kitapları, kıyafetleri ve oyuncaklar var ayrılacak, yerini bulacak. Onları alıp çöpün kenarına koyamadığım için, işe yarasın istediğim için işler uzuyor ama yerli yerini bulup yeniden kullanıma girdiğini görünce de mutlu oluyorum. Adresler belli. İş ayırmaya, paketlemeye kaldı. 

                                                                     *

Sorduğumdur!

Sahici bir merakla soruyorum. "Nasılsın?" sorusuna nasıl yanıt veriyorsun? Ben genellikle. "İyiyim teşekkürler" ya da "bildiğin gibi işte, iş güç devam" diye yanıtlıyorum. Çoğu zaman, çoğumuz dile pelesenk olmuş kalıp cümlelerle yanıtlıyoruz bu soruyu. Sahici bir merakla sorulmadığı gibi sahici bir samimiyetle de yanıtlanmıyor sanki. Orada bile hız devrede! Bir an durup baksak nasıl olduğumuza ya da karşımızdakinin yanıtını duysak düşeceğimizden mi korkuyoruz? Altımıza bu koşu bandını kim yerleştirdi? Yavaşça düğmeye basıyor ve gerçekten içimden geçenlere bakıp yanıtlıyorum. Eğer bilmek istersen... 

Pek çok duygu var içimde, aynı anda, birbirine karşıt, komşu, yaren... 

Yorgunum. Yeniden düzenlemem gereken çok şey var. İşle başlamıştım. Orası stabil artık. Kararsızım. Annem yaşlanıyor. Daha mı yakınına taşınmalıyım? Oturduğu sitede satılık iki ayrı daire var. Girişimde bulunmalı mıyım? Ama oturduğum evi seviyorum. Kedi de bahçede geziyor. Üst kat dairelerden aynı kolaylığı sağlayabilir miyim? Endişeliyim. Kendime rahat yok, kendimden. Bir karar alıp uygulamam gerekmediğini neden kabul etmiyorum? Şu anki ihtiyaçlar doğrultusunda yerleşik olmaya devam edip sonra, gerektiğinde yeniden bakma kolaylığına geçmeyi istiyorum. Bezginim. Kilo verme konusunda bir türlü gerçek anlamda eylemliliğe geçmiyorum. Tutarsızım. Bakınız: kilo ve spor konusu. İstekliyim. Arkadaşlarıma daha fazla zaman ayırmak konusunda, iş ve ev arasında sürüklenmeme konusunda istekliyim. Gayretliyim. Okullar açılana kadar çalışma odasını cillop gibi yapacağım. Rahatım. Mezun oldum. Vize, final yok. Yeminliyim! Daha da açık öğretim okuma hevesim yok. 

Sahici bir merakla bakarsan içine, sen nasılsın? 





11 Ağustos 2023 Cuma

Wroclaw'dan gider iken

Wroclaw'da son gün. Sabah Varşova'ya doğru yola çıkacağız. Bugünü evde geçiriyoruz. Sabah arkadaşımın ablası ve yeğeni geldi Çanakkale'den. Geç kahvaltı ve Türk kahvesinin ardından onlar dinlenmek üzere odalarına çekildi. Biz yürüyüş yapmak üzere dışarı çıktık. Kaldığımız yer merkeze çok yakın bir köy. Tipik Orta Avrupa mimarisi. Dik çatılar, çiçekli bahçeler. Köy demeye bin şahit gerek.





 İçip içip şişe atmak burada da var.




Polonya'yı beklediğimden çok daha güzel buldum doğrusu. Doğu blok şehriydi beklediğim, tek tip gri apartmanlar, kasvetli bir hava. Hiç de öyle olmadı. Gökyüzü açık, masmavi, yemyeşil bir doğa karşıladı bizi. Prag'ın tersine hava da güzeldi. Tek gün yağmurluydu. Onda da Aquaparktaydık. Yüzdük, yedik, içtik kapalı ortamda. Bazen dışarıdaki havuza geçtik klor kokusu genzimizi çok yakınca. Kitabımı bitirdim. Şezlongta uyudum. Mis gibi dinlendim anlayacağınız. 

Arkadaşımın eşinin ofise gitmesi gerekmiyor. Öğle saatlerinde bizi şehre bırakıp işe geçti her defasında. Biz de eski şehri adımladık.








 Cüce avına çıktık. Wroclaw'ın simgesi cüceleri kovaladık. 


















Çocuklar için böyle bir aktivite de var. Elinize bir harita ve çıkartmalar veriyorlar. Haritayı takip ederek cüceleri buluyorsunuz ve ilgili çıkartmayı yapıştırıyorsunuz. Bizimkiler ergen artık. Yapmadık ama gittiğimiz şehir müzesinde benzer bir uygulama vardı.



 İki savaş arası dönemden başlayarak şehrin ve ülkenin siyasi, tarihi, sosyal ve kültürel dokusunun sergilendiği müzeyi sevdim. Dönemin tipik evleri, günlük gazete kupürleri, gündelik eşyalar sergileniyordu. Küçük ama fikir veriyordu.








Wroclaw 2016 yılında Avrupa kültür başkenti seçilmiş. O dönemde şehrin çehresi epeyce güzelleşmiş. Doğu blok havasından eser yok bugün bakınca. Bildiğin Orta Avrupa şehri. Arkadaşlarımız burada yaşamasa aklımıza gelmez, yolumuz düşmezdi. Alışmışız her yaz Çanakkale'de buluşmaya. Onlar gelmeyince kalktık, biz geldik, iyi de oldu. Yeni bir şehir, farklı bir kültür görmüş olduk. Kızlar da birlikte büyüdü sayılır. Beraber zaman geçirdiler. Kıkırdadılar, fısıldaştılar, giderek açıldılar. Yarın sabah veda zamanı. Geriye fotoğraf kareleri kalacak her zaman olduğu gibi.

7 Ağustos 2023 Pazartesi

Prag'a veda ederken

 Flixbustayım sevgili okur. İlk kez Avrupa içinde bir ülkeden bir ülkeye otobüsle geçeceğim. Kızım için de yeni bir deneyim. Çift katlı otobüsü görünce gözleri parladı. Ebeveyn olmanın en güzel yanı onların ilkelerine, heyecanlarına, heveslerine tanıklık etmek galiba.






Praha Florenc arkamızda şimdi. Daha 15 dakika önce Starbucks'ta oturmuş kahve içiyorduk. Kızım teyzesine söz verdiği kartpostalı yazıyordu. Şimdi yan koltukta, kulaklıklarını takmış, telefonuyla meşgul, tıpkı benim gibi.

Prag gezisi bitti işte. 




Dün Prag Kalesi'ni gezdik. Golden Lane no 22 önünde fotoğraf da çektirdim. Birtakım edebi klişeler işte, bilirsin. Prag'a gelirken yanıma aldığım Bir Köy Hekimi'nin bu evde yazıldığını bilmiyordum. Boşuna taşımadım tabi. Okudum, bitirdim. Kimi öyküleri sevdim, kimilerini anlamadım. Bir Köy Hekimi öyküsü ne kadar evrensel, ne kadar zamansız... Etkilendim. Yıllar evvel Çanakkale'de Tıp Haftasında hakkında bir sunum dinlemiştim. Kısa filmi de var, bak. YouTube'tan izleyebilirsin. 

Prag'ta beni en çok etkileyen şey mekanların devamlılığı oldu. Aradan 15 yıl geçtiği halde adımlarım beni aşina sokaklara çıkardı. Bellek ne ilginç şey. Gördüğü her şeyi kaydediyor ve sen ihtiyaç duyana kadar geriye atıyor. Sonra itinayla öne taşıyıp çıkarıyor. Yazma eyleminde olduğu gibi.






Tatilde olmanın en güzel yanı, kanıksadığın dünyadan çıkıp etrafa meraklı gözlerle bakmanı sağlaması. Tatlı, ilginç, komik ayrıntılar yakalamanı sağlaması. 2,5 günümüz geçti Prag'ta. Yedik, içtik, gezdik

. Gerisi iyilik, güzellik... 

6 Ağustos 2023 Pazar

Prag yeniden

Prag'a ilk kez 15 yıl önce gelmiştim. Balayı için. Bir hafta kadar kalmıştık. Yine ağustostu. Güneşli günler çoktu. Bir gün üşüdüğümü hatırlıyorum. Kutna Hora'ya gitiğimiz gün. Yağmurdan kaçmak için bir lokantaya girdiğimizi, içim ısınsın diye çorba istediğimi. Komik anılarımız olmuş. Kimi çok uzakta kalmış. Duygusu var, ama ayrıntıları hatırlamak zor. Aklımda kaldığı kadarını anlattım kızıma. Babası da kendi hatırladıklarını anlatmış, daha sonra. Ayrı evlerdeyiz çünkü. Noterde muvafakatname için beklerken "Bunu anlatmamışsın, dedi." Biraz eşeledik zihnimizi, pırıltısını yitirmiş anıları yakalamaya çalıştık. Güldük. Sonra gitti. Benim biraz daha işim vardı noterde. 

Niyetim Prag'a gelmek değildi aslında. Asıl hedef Polonya Wroclaw'dı. Direkt uçuş olmayınca farklı bağlantı seçenekleri de araştırdım. Prag'a yeni yerleşen bir arkadaşımda iki gün konaklamaya karar verdim. Günden kazanalım diye sabah 6.40 seferine bilet aldım. Ama İstanbul'a transferi hesaba katmamışım. Yamulduk.  

Havaalanından eve nasıl ulaşılacağını gayet ayrıntılı açıklamış arkadaşım. Mühendis kafası. Kabin tipi bavulları kaptık, çıktık. Temassız kredi kartıyla biletleri aldık. Deniz pek sever böyle işleri kendi halletmeyi. İngilizcesi de var artık. Durakları takip etti. Aktarmayı yaptık. Eve vardık.

İki kanatlı geniş bir dış kapı karşıladı ilkin bizi. At arabaları girebilsin diye böyle inşa edilmiş, 200 yıl önce. Avluyu geçtik. Apartmandan içeri girdik. Eski ama köhne değil. Her katta geniş pencereler var,dairelerin önü sıra uzanan. Apartmanın içi aydınlık, ışıklı bu yüzden. Pencereyi açtığında boylu boyunca uzanan iki sıra çamaşır ipi var. Merdivenler dönerek yükseliyor. Trabzanlar metal ve ahşap karışımı zemin gri taş. Asansör yok haliyle. Ev 1+1. Işıklı ve ferah. Yüksek tavan, geniş ve uzun pencereler sayesinde. Biraz hoşbeşten sonra uyuduk, uyuduk, uyuduk. Akşam saatlerinde çıktık dışarı. Karl Köprüsünün ayağında pizza yedik. Köprüyü gezdik. Turistik noktalarda fotoğraf çektirdik.











 Yeniden yolumuz düşsün Prag'a diye biz de ovaladık heykelin sarı sarı parıldayan ayrıntılarını. Eski şehir meydanına gittik. Geleneksel tarçınlı hamurlu bir tatlı yedik.


 Ortasına krem şantiyi basmasalar çok daha lezzetli olurmuş doğrusu. Tepeleme doldurdukları şantiyi de düşürdüm çok geçmeden. Kalan çilek ve hamur tatlısı benim için daha tatmin ediciydi. Teselleme değil. Astronomi saatinin önüne gittik. Geçit törenini bekledik. Saat vurmaya başladığında ölümü sembolize eden iskelet sağ elinde tuttuğu çanı sallayıp sol elindeki kum saatini ters çevirdi, buraya dikkat der gibi.



En dikkat edilecek şey de bu değil mi zaten. Doğduğumuz anda kum saati ters çevriliyor. Önce koca bir ömür uzanıyor önünde. Çocukluk, ilk gençlik, gençlik, nihayet kırklar. Ölümlülüğü ancak o zaman idrak ediyor galiba insan. Önümde bir bu kadar daha zaman yok diyor ve silkeleniyor. Ertelemeden yap dedirtiyor. İşte bu gezi ertelemeden yap gezisi. Kızımla baş başa.

Prag'ta başlaması çok planlı değildi. Ama iyi oldu, sembolik oldu. Bir çemberi tamamlamak gibi bir şey.  İki kişiyle başladığımızı, çoğalıp üç olduğumuzu hatırladım. Kızımla yeni iki kişilik hayatıma yürüyorum Prag sokaklarında. Bir film sahnesi gibi. Yağmurlu ve gri bir hava var, atmosfere uygun.

Prag'ta ilk gün böyle geçti işte arkadaşım. Pazar sabahı. Hala yataktayım. Saat henüz 8 suları. Yeni güne karışmadan ilk gün izlenimlerimi yazayım, dedim. Sakin, iyimser bir gündü dün. Bugün yeni bir gün. Nasıl geçecek göreceğiz.