Özge Bahar Sunar
KÖPRÜ

Çocukluğumun en heyecanlı hatıraları anneannemin anlattığı fantastik hikayelerle doludur. Gerçek bir uydurma ustasıydı anneannem. Bahçemizdeki perilerden konuşan hayvanlara, rüyalarında gezip dolaştığı yerlerden cebinde aniden beliren eşyalara kadar inanılmaz şeylerden bahsederdi. Gerçek ve hayal arasındaki ayrımı yapabilecek yaşta değildim ve bence o zamanlar öyle bir ayrım da yoktu.

Çok küçük yaşlarımda bir göz hastalığına yakalandım. Sabahları gözlerim kapalı kalkardım. İltihaplı bir akıntı yüzünden günün ilk birkaç saati hiçbir şey göremezdim. Anneannem gözlerimi sıcak suya batırılmış pamuklarla temizler ve ilaçlarımı sürerdi. Sonra gözlerim yavaş yavaş açılmaya başlardı. O ilk saatlerde pek çok arkadaş edindim. Odada uyanırdım ve onlar bana kalkmamda, odanın kapısını açmamda ve daha pek çok şeyde yardım ederdi. Birlikte oyunlar oynardık. Gözlerim açıldığında gitmiş olurlardı. Arkadaşlarımın hayali varlıklar olduğunu çok sonraları fark ettim. Aslında bana onların hayali olduğu söylendi. Oysa bana göre gerçeklerdi.

Evin tavanında küçük bir oda vardı. Bu oda kelimenin tam anlamıyla geçmişe açılırdı. Omuzlar üstüne alınıp oraya çıkardım. İnce bir ışık odadaki tozları peri tozlarına çevirir, eskiye ait o koku beni başka bir evrene ışınlardı. Ne işe yaradığını bilmediğim eşyalara kendimce anlamlar yüklerdim.

O ev, o bahçe, hâlâ kulağımda çınlayan nice hikaye ve daha fazlası. Çocukluğum bunlarla geçti. Tüm bunlar gerçeklikle hayal dünyası arasında sağlam bir köprü inşa etmemi sağladı. Bu köprünün yazarlığımda çok önemli bir yeri olduğunu düşünüyorum.

Bir şekilde öğretmen oldum. Bir şekilde diyorum çünkü kendi inisiyatifimle seçtiğim bir meslek değildi öğretmenlik. Üniversite sınavına gireceğim yıl meslek liseleri yönetmeliği değişmişti. Anadolu meslek lisesi bilgisayar bölümünde okuyordum ve alanım dışında bir şey seçersem puanım ciddi şekilde düşecekti. İşte bundan sonra ipin ucunu kaçırdım. Çevremin etkisinde kalarak, doğru düzgün düşünmeden bilgisayar öğretmenliğini yazdım. Mezun oldum, atandım, işe gidip geldim. Bu anlamda savrulmuş hissediyor bir yerde tekrar ipleri elime almam gerektiğini biliyordum ama bir yandan da her şey için geç kalmış hissediyordum. Neyse ki hayatın istisnalarla dolu olduğuna dair çok şey okudum.

Sanata hep çok düşkündüm. Sanatın ruhuma iyi geldiğini defalarca gözlemleme fırsatım oldu. Özellikle edebiyat beni kendine çekiyordu. Öğretmenliğimin beşinci senesinde roman yazacağım diye altı ay ücretsiz izne çıktım. Bir bilim kurgu romanı yazdım. Hala bilgisayarımda durur. Yazdığım şeyi beğenmemiştim ama yazabildiğimi görmek güç verdi. Öğretmenliğe geri döndüm ancak o ateş bir kere yanmıştı. Sonra çocuk edebiyatıyla tanıştım. Nitelikli çocuk kitapları beni büyülüyordu. O incecik sayfalarda hayatın özlerini görüyordum. Evdeki kitaplığımız çocuk kitaplarıyla dolmuştu. Çocuklara gün içerisinde defalarca yüksek sesle kitap okuyordum. Farkında olmadan kendi hikayelerim oluşmaya başladı.

Bir gün yazdıklarımı anaokulu öğretmeni bir arkadaşıma gösterdim. Bana zaman kaybetmeden bunları yayınevlerine yollamam gerektiğini söyledi. Kitaplığa gidip en çok hangi yayınevinden çocuk kitabımız olduğuna baktım. Sonra da o yayınevine hikayelerimi yolladım. Bu noktada gelecek cevabın önemsiz olduğunu anlamıştım. İşte buydu. Bulmuştum. İstifa dilekçemi yazdım ve tam da o günlerde hikayelerimin kabul edildiğini öğrendim.

Benim hikayemde bulmanın aslında başlamak olduğunu anlamışsınızdır. Geç gelen bir vuslat gibi. Değerini biliyorum. Hayat izin verdiği ölçüde yazmaya devam edeceğim.

* Bu yazı ilk kez 9 Kasım 2021 tarihinde Parşömen Sanal Fanzin'de yayımlanmıştır.