30 Haziran 2025 Pazartesi

Mücbir sebepler, romanlar ve yerleşme çabası

"İstediğin cevap gelmiyorsa hayır demektir."

Yıllar evvel böyle bir cümle okudum sosyal medyada. Kaynağını hatırlamıyorum, çok özgün mü ondan da emin değilim. Her kelimenin de telifi yok, en nihayetinde. Ama doğruluğuna yüzde yüz katılıyorum. 

Kafam bir meseleyle meşgul. Ve istediğim yanıt gelmiyor. Yavaş yavaş bunun "hayır" olduğunu kabullenme evresindeyim. Bunu kendime küçük küçük dillendiriyor, duygularımla hemhal oluyordum ki dün gece bir rüya gördüm. Basit, sıradan, yaz mevsimine uygun bir rüya. Havuz kenarından geçiyorum. Yüzenler, eğlenenler, koşturanlar var. İstediğim cevabı vermeyen zat da orada. Bu rastlaşmanın üzerine gitmiyorum. O sırada kulağıma bir lakırdı çalınıyor. İstediğim cevabı almadım çünkü kısmına cuk diye oturan bir lakırdı çünkü. Ha tamam o zaman, diyebilir ve devam edebilirim. Öykücü beyin iş başında. Beni korumak için hemen bir hikâye uydurdu ve konuyu bir sebebe bağladı. Mücbir sebep, benimle ilgisi yok. Noktayı koydu. Sayfayı çevirdi. Ben de öyle yapacağım. 

Yazıyorum çünkü bilinçaltının bu becerisine hayran kalmamak elde değil. Gerçekten. İçinden çıkamadığı, kendini mutsuz edecek her koşul karşısında bir varsayımı var. Çok da inandırıcı kerata. Normal sayılmalı. Nihayetinde her organizma yaşama sıkı sıkıya bağlı. Hayatta kalmak, mutlu olmak istiyor. Normal olmayan, hatta tehlikeli sayılabilecek olan, bu varsayımlar realiteyle örtüşmediğinde kendi realitemize sımsıkı yapışmak ve aldanmayı sürdürmek.

                                                                                      *

İza'nın Şarkısını okumayı sürdürüyorum. Çok dokunaklı bir roman. Yaşlı annenin taşra yaşantısından sökülüp atılıp Budapeşte'de bir odaya sığışması, kızının kendi hayatı ile annesine bakma yükümlülüğü arasında sıkışması, nezaketine, ilgisine karşın kendi yaşamının galip gelmesi, annenin günlük uğraşlarının bir bir elinden alınması karşısında hayatının anlamını kaybedişi ince ince anlatılıyor. Roman ilk kez 1963'te yayımlanmış ancak konu evrensel. Bugünün okuruna da rahatlıkla sesleniyor. Metinde cep telefonu, internet gibi bugünün teknolojik ayrıntıları yok sadece. Genel geçer insanlık hâli ise her devre hitap ediyor. Okumayanlar bir baksın derim. Kalpten tavsiye. 

                                                                                    *

Dün bütün gün evdeydim. İki kez yakınlardaki markete yürümek ve bir arkadaşımı çocuklarıyla beraber ağırlamak dışında temizlik ve yerleşmekle meşgul oldum. Kitaplıklar kuruldu. Meşe ceviz rengi kapaklı Billyler salona çok yakıştı. Bayağı sıcak bir hava kattı. Salondaki kolileri açmaya ve kitapları raflara dizmeye başladım. Birkaç güne kalmaz her şey kolilerden çıkar ve geçici de olsa bir yerlere yerleşir diye tahmin ediyorum, daha doğrusu umuyorum. İnce işleri zamana bırakır, yazı yaşamaya başlarım böylece. 

28 Haziran 2025 Cumartesi

Sarmaşık ve diğer şeyler

Haziran da toplandı gidiyor. Kapıda dağ gibi temmuz, sarı sıcak. 

Temmuz deyince ilk aklıma gelen Temmuzda filmi oluyor. 

Evlerde DVDlerin olduğu dönemde almıştım Temmuzda filmini. Fatih Akın'ın da küçük bir rolle göründüğü film, en sevdiğim Fatih Akın filmi olabilir. Juli'yle Daniel'in karşılaşması, Daniel'in bir yanlış yorumlama sonucunda Türk kızı Melek'in peşine düşerek İstanbul'a doğru yolculuğa çıkması, yolda ona Juli'nin eşlik etmesi ve birlikte dağları, nehirleri aşmaları ve İstanbul'a varmaları... Eğlenceli, duygusal bir film olarak mıhlanmış aklıma. Bazen bende bu tür etki uyandıran filmleri, yeniden kızımla izleme isteği duyuyorum. 

Titanik'i izledik örneğin. Ben çok ağlamıştım vizyonda izlediğimde. Epey kızmıştım Kate'e. Koskoca kapı, alsana adamı da yanına. Jack'in suyun içinde donarak ölmesi çok dokunmuştu bana. Muradına erememiş aşklar seyirci üzerinde daha çok etki uyandırıyor pek tabi. Birlikte kurtulsalardı o kadar içlenmeseydim, belki çoktan unuturdum filmi. Kızımla izledik. Ağlamama şaşırdı. Şaşılacak bir şey yok. Kendi özel hayatımda kolay ağlayan biri değilim. En son babam öldüğünde ağladım muhtemelen. Oysa çok kızdığım, üzüldüğüm, hayal kırıklığına uğradığım zamanlarda biraz olsun ağlayabilmeyi isterdim. Ağlamak, neticede ruhu hafifleten bir şey. Ama bu türden bir boşalma yaşayabilmek için tehdit altında olmadığımıza inanmamız, güven duyabileceğimiz bir alanda olabilmemiz şart. Şiddetsiz iletişim yıllık programına katılan genç bir kadın arkadaş, beni Seyit Onbaşı'ya benzettiğini söylemişti aylar sonra. Ah, dedim çok haklısın ve güldüm. 276 kgluk mermiyi sırtlandığında Seyit Onbaşı da ağlamıyordu muhtemelen. 276 kgluk mermi mecazi elbette ama yıllardır kendimi bir yük altında hissettiğim de doğru. Yükü paylaşmaya, hayali olanlarıyla vedalaşmaya, yardım kabul etmeye, gevşemeye, neşelenmeye çok  gönlüm var. Bu yeni ev, dilerim böyle hissettiğim, böyle yaşadığım bir ev olur. 

                                                                              *

Sitenin bir kedisi var. İsmi Sarmaşık. Ama Sırnaşık olsa yeridir. Sani gibi bir sarman, dişi. Geveze mi geveze. Ününü duydum. Apartman sakinleriyle içeri giriyor, bir punduna getirip daire içlerine giriyor, bulunana kadar postu seriyormuş. Eh biz bahçe katıyız. Erişim zahmetsiz. Masa, sandalye, sehpa, saksı üstleri açık büfe misali serili önünde. Geliyor, yayılıyor. İtirazım yok. Kediseveriz en nihaayetinde ama benim oğlumdan ne istiyorsun? Ne hikmetse Sani, Sarmaşık'tan çok korktu. Onu görünce ya evin içine kaçıyor, ya tepelere saklanıyor. Öbürü de nispet yapar gibi kitap okumak için oturduğum anda kucağımda, koynumda. Tamam, eski olan sensin, dağdan gelip bağdakini kovmuyoruz ama sen de bir zahmet kıs sesini! Edebinle gel içeri. 





                                                                            *

Bu sabah mutfak doğalgazımız halloldu. Eski boru esnek boruyla değişti, ölçüm yapıldı, gaz açıldı. Öğleden sonra kitaplıklar kurulacak. Bozulanın yerine sipariş verdiğim elektrikli süpürge de geldi. Bugün de çalışıyorum ama yarın zamanı verimli kullanır, sil süpür yerleş kısmını halledebilirsem şahane olacak. Kendime kolaylık ve zihin açıklığı diliyorum. Zihin berrak olmayınca pratiklik ve verimlilik de kayboluyor çünkü. 



27 Haziran 2025 Cuma

Yaz hâlleri

Bir yeniaydan diğerine iki günde bir yazma maratonu bitti. Yıllardır süregelen ayda 8 yazı yazma geleneğimi, bir önceki yazı maratonunda yani Bir Günlükleri'nde bozmuştum. Bir sonraki ay ise hiçbir rahatsızlık, suçluluk, utanç duymadan dört yazıyla kapayıvermiştim ayı. 

Bloğu açarken niyetim düzenli yazmayı sağlamak için sürdürülebilir bir hedef koymaktı. Haftada iki, ayda sekiz. İlk adımı atarken nereye varacağımı tam olarak bilmiyordum elbette. Hayal ve heves vardı. Bir de ilerleyeceğim istikamet. Blogta on ikinci yılım. Sayısız yazı, başka mecralarda yayımlananlar, iki çocuk, üç yetişkin öykü kitabı. Vardığım yerden memnunum. İçimde hâlâ aynı hayal ve heves. Lakin yalnızca bloğa yazıyorum. Çünkü yorgunum. Haklı ve hafifletici sebeplerim var. Taşınmak, düzenin alt üst olması gibi mesela.

Bir yandan yerleşirken diğer yandan yeni bir rutin oluşturmaya çalışıyorum. Şimdiden keyif aldıklarım var. Her gün bahçeye çıkıp ayaklarımı uzatıp kitap okuyorum mesela. İza'nın Şarkısı elimde. Magda Szabo'nun Kapı romanını çok beğenmiştim ama bir türlü sıra İza'nın Şarkısı'na gelememişti. Zamanı şimdiymiş. Kahramanı kocasını kaybeden yaşlı bir kadın. Hastanedeki ölüm ânının hemen öncesinde başlıyor roman. Kadının kaybı, değişen koşullar, Budapeşte'de doktor olan kızının gelip dümeni ele almasıyla ilerliyor. Roman dört bölümden oluşuyor. Babanın toprağa verilmesinin hemen ardında biten ilk bölümün adı Toprak. Şimdilik bu kadarını okudum. Gerisini de merak ediyorum. Yakın gözlüğü olmadan kitap okumanın mümkün olmadığı o zamanlardayım. Gözlüğü takınca etraf flulaşıyor. Ben hikâye evrenine girdiğim için değil, uzağı da göremediğim için. Numaralar düşük olduğu için iki ayrı gözlüğü ihtiyaç duyduğum zamanlarda kullanıyordum. Galiba numaralarda bir ilerleme var. Göz muayenesi de yapılacaklar listesine eklenmeli. 

Yapılacaklar demişken dün mutfağı kolayladım. Tezgah üstü dolapların çakılmamış pinleri gelince iç raflar yerli yerine yerleşti. İçlerini silip öteberiyi dizmeye başladım. Taşınmadan önce mutfakta doğalgaz kaçağı tespit edilmiş, abonelik açılmamıştı. Ha bugün ha yarın derken o iş hallolmadan taşınmak durumunda kaldık. İşin tuhafı kaçağın yerini de tespit edemediler. Yeniden proje çizildi. Bugünlerde borular komple değişecek. O yüzden kahvaltı, salata, çay, kahve dışında yemek pişirmeye de başlayamadık. Neyse ki sıcak su var. Banyo yapmak sorun olmuyor. Ben de tüm bu yarım işlerin arasında aval aval hangisini yapayım diye bakıyorum. Sonra çıkıp kitap okuyorum ya da kuş seslerini dinliyorum. İza'nın Şarkısı'nda annenin insana özgü acıların en acısı yaşanırken doğayı gözlemlediği bir sahne var. Biz en büyük acıyı yaşasak bile kuşlar ötmeye, bitkiler büyümeye devam ediyor. Bencillikten, vurdumduymazlıktan değil, kendilerine özgü doğalarını sürdürdükleri için. Hepsi bu. Bu yalınlıkta insana huzur veren bir şey var. O yüzden ben de eve sırtımı dönüp kuşları dinliyorum, binaların arasından görünen günbatımını, gökyüzüne kızıla boyayan o güzelliği seyre dalıyorum. Keyif alarak, sakince.

Bugün marangoz gelirse kitaplık kurulacak, duvar modülleri çakılacak. İşte o zaman kalan kolileri açıp tık tık yerine yerleştirmek mümkün olacak. 

Baştan beri en yerleşmeye hazır oda, kızımınki. Onun mobilyaları odaya tam olarak sığdığı ve monte biçimde taşındığı için ilk günden itibaren kolileri açmaya yavaş yavaş yerleştirmeye başladık. Eli değdikçe bir şeyler yapıyor. Dün kitap kolilerini boşalttım. Yerleştirdim. (Eve gelince kesin kızacak bana ancak adım atmaya yer açmak ve evi temizliğe hazır hale getirmek için koli açmaya hız vermem gerekiyordu.) Boşalan kolileri attım. Çamaşır yıkadım. Yatak odamın dolapları kuruldu. İçlerini sildim. Keyif yapmayı da ihmal etmedim. 

Eski sitemizde havuza günün pek çok saatinde binanın gölgesi düşüyor ve su benim için hayli soğuk kalıyordu. Dolayısıyla havuzu çok çok nadiren kullanabiliyordum. Yeni sitede havuz iki bloğun ortasında. Gün boyu güneş aldığı için su sıcaklığı konusunda iyimserdim. Yanılmadığımı görmek beni mutlu etti. Denize gitmeye üşendiğim hafta sonları havuzu kullanabilme ihtimali güzel çünkü. Havuzlu siteleri malûm daha çok küçük çocuklu aileler tercih ediyor. Haliyle gürültü patırtı da olabiliyor. Dün akşamüstü gittiğimde beş kişilik bir aile vardı. Dördü erkek, biri kadın. Evin en küçükleri çocuk havuzunda sakince oynuyordu. Bir numaralı çocuk ise anne babasının gözetiminde yüzme antrenmanı yapıyordu. Baba elindeki su tabancasını çocuğun başına yöneltmiş, tempo düştüğünde hiç sekmeden çocuğun kafasına kafasına sıkıyor, anne elindeki kronometreyle süre takibi yapıyordu. Yüzme yarışına hazırlanıyordu belki de. Yine de bu sıkı markaj beni biraz rahatsız etti. Baskı sürdükçe vızırdanmalar arttı. Çocuk havuzundakiler de su tabancasından nasiplerini aldılar. En minik belli ki, abisi kadar sabırlı değildi. Sesi desibel desibel yükseldi. Anne duruma müdahale etti. Tanıdık bir örüntü. İçinde kendimden de bir parça bulduğum. Anne ve babaların çoğunlukla karakterleri, çocukla kurdukları ilişki birbirinden farklı. Anne çocuk, baba çocuk gitse belki o suyun kenarına çok daha sakin, huzurlu geçecek dakikalar, itiş kakış, gürültü patırtıyla sürüyor sanki. Hem çok çocuk sevip hem de kendi seçimlerini yapmalarına izin vermemek, sürekli müdahale etmek de bizim büyük çaresizliğimiz galiba, toplum olarak. O yüzden bazen parçalanmış aileler, dışarıdakilerin yüreklerini dağlasa da o ailenin bileşenleri kendi tekil ya da çocukla çift ilişkilerinde çok çok daha huzurlu. 

Misal benimle denize, havuza gitmek sessiz bir eylem. Uzanırım şezlonga, açarım kitabımı, bakarım keyfime. Sıcaktan bunalınca hop suya demek isterdim ama o hop kısmı çabucak olmuyor çünkü boğazın suyu gerçekten soğuk. Beni bağırtmak için tek yol var: o da suya kendim girmeden ıslatmak. Onu  yapmazsanız dünyanın en sakin su arkadaşı olabilirim yanınıza. Geç girerim suya, erken çıkarım ama rahatsız etmem, sinir bozmam. Şu yaygaracı dünyada ister sahilde ister apartmanda sessiz ve saygılı komşu olmak iyi bir şey çünkü. İşte bunun için kendimle övünebilirim. 


24 Haziran 2025 Salı

İkide bir: 15

Çok yorucu bir 24 saatin ardından bu sabah yeni evimizde uyandık. 

Dün ancak eşyaları soktuk içeri. Kitaplık ve benim giysi dolabım eve kurulmadığı için evin içinde bana yüzlerce görünen kutu var. Kitap kolileri salona yığdık çünkü çalışma alanı oraya kurulacak. Yatak yorgan hurçlarla beraber baza altına girdi. Gözden ırak yerli yerinde. Mutfak kolileri mutfağa yığıldı. Duş aldık. Dışarı çıktık. Yemek yedik. İki salata, iki sodaya 15 Euro karşılığı ücret ödeyip Yunanistan'da bu paraya neler yerdik muhasebesi yaptık. Eve döndük. Kendimize temiz bir çarşaf pike bulduk ve yattık. Aşırı yorgunluk da uykumu kaçırıyor. Mekân da yeni, her şey üst üste olunca sıkıntılı bir gece geçirdik. Kedi, çocuk  gece boyu gezindi durdu. Yanıma geldiler, gittiler. Bir yerden sonra seslerini duymadım. Derin uyumuşum demek ki. 

Yarım gün evde kalacağım için önce kahvaltı hazırladık kendimize. Kahve demledik. Tabakları henüz kolilerden çıkarmadığımız için tüm kahvaltılıkları dilimleyip yuvarlak borcama dizdik. Bahçede kuş cıvıltıları arasında kahvaltımızı yaptık. Ardından usta geldi. Ebeveyn banyosunun rezervuarındaki su kaçağını tamir etti. Mutfakta hatalı monte edilmiş rafın fotoğraflarını çekti. Ev yine bize kalınca mutfak kolilerini açmaya başladık. Ablam da gelince epeyce koliyi boşalttık. Yerleştirdik. Bu evin asıl yaşam alanı mutfak olacak. Salonu daraltmamak için önceden planladığımız gibi büfe, yemek masası ve televizyonu mutfağa yerleştirdik. Eskiden çalışma masası olarak kullandığımız bir masa da mutfak adası olarak hizmet etmek üzere konumlandı. Araya çiçekler serpiştirdik. Kızımın odasına tüm eşyalar tek parça halinde girdiği için o da açıp açıp yerleştirmeye başladı. Asıl iş benim yatak odamda ve salonda. Marangoz gelip kurulum yapınca oralar da hizaya girecek. 

Şansıma bu ara iş yeri çok yoğun değil. Kurban bayramı, mezuniyetler, sınavlar, yaz tatili derken bir yavaşlama dönemi içine girdik. Bu da benim diğer işlerle ilgilenmemi kolaylaştırıyor. 

Bugünün yazısı da böyle olsun. Kısa bir merhaba, bir durum tespiti. Daha yapacak çok iş var. Salonda kitaplıkları kurmak için yeterli çalışma alanı yaratmak gibi mesela. Yolcu yolunda gerek. 

22 Haziran 2025 Pazar

İkide bir: 14

Dün yılın en uzun günüydü. Ve de mezuniyet balosu akşamıydı. 

Birkaç gün önceki aşırı sıcak yerini esintili bir geceye bırakmıştı. Boğazdan esen rüzgarla kollar üşüdü. Nice zaman sonra arabada bahar ve yaz geceleri için bıraktığım ceket geldi aklıma. Gittim, aldım ama boğazıma yangı, sinüslerime ağırlık çökmüştü çoktan. Pasta faslı da bitince lobiye çıkıp sıcak bir şeyler içelim dedik. Lattemi keyifle yudumlarken ve boğazımın ısınma hissiyle rahatlarken Parla çalmaya başladı.  "Aa bitiyor o zaman balo," dedim. Kızımın arkadaşının annesi "Aa havuzun kenarına dizildiler," dedi. Atlama anına değilse de kurulama anına yetiştik. Birkaç ıslak poz çektikten sonra eve doğru yola koyulduk. 

Böylece 8C oldu mezun tayfa. Yol boyu kukırdamalar, yazışmalar, fotoğraf paylaşmalar...

Son kale de düştü. Taşınmak için önümüzde hiçbir engel yok. Bu evimizde son pazarımız, son günümüz. Yeniden dönmek ister miyiz, büyük eve ihtiyaç duyar mıyız, minimal yaşama uyum sağlar mıyız bilinmez. Hayatın hakkımızda yazdığı büyük planda ne var? Neler bizi bekliyor? Bilmiyorum.

Yaşamın güzelliği belki de bu belirsizlikten geliyor. En büyük sancısı, dünya ağrısı da yine bu belirsizlikte saklı. Yaşadıklarımız kader mi tesadüf mü? Kader olması bir yanıyla daha romantik, daha yatıştırıcı, teskin edici galiba. Kader fikrinden, bir yaradan düşüncesinden uzaklaşınca her şey basit tesadüflere indirgeniyor. Hayatın geçiciliği karşısında seçim gücünün çok sınırlı kalması kocaman bir boşluk yaratıyor. Telafisi zor bir boşluk doğuruyor. İnsanın anlam arayışı, doyumlu bir hayat sürmesi için bir şeylere inanmaya ihtiyacı var. İnanç, bizi kurtarıyor. Daha güzel günlere olan inancımız, umudumuz ne kadar büyükse o kadar sıkı sıkı yapışıyoruz yaşamaya. Yaşamak bir tutku. Sınırlı ömrümüzde hayatımızı güzelleştirmek bir çaba. Ömür dediğimiz beyaz sayfalara siyah mürekkep damlaları da düşüyor elbette. Kaçınılmaz. Ama bu mürekkep damlasıyla ne yaptığımız önemli. Kurumasını mı bekliyoruz, öfkeyle, telaşla tüm sayfaya mı yayıyoruz. Küçük çatışmalar karşısında pire için yorgan yakmamayı da bilmek gerek. Bunu temrin etmek. Kendime ara ara hatırlattığım bilgece bir nasihat. Sizin kulağınıza küpe diye taktıklarınız ne? 

İyi pazarlar

20 Haziran 2025 Cuma

İkide bir: 13

Kalbimin tam ortasında bir sıkışıklık. Ne yapacağını bilememe hâli, çaresizlik... 

Kızgınlığımla, öfkemle bağ kuruyorum nicedir. Kırmızının açık tonlarından en koyularına savrulmadan mavilere gidiyorum. Maviyi tanıdığım için ensemi, başımın etrafını saran kelepçenin ismini daha rahat koyuyorum. Çaresizlik, hayal kırıklığı, umutsuzluk, incinme... Kapalı konuşuyorum, farkındayım, tetikleyici olayın da bir önemi yok zaten. Emeğinin karşılığını alamamak, doya doya kutlama yapamamak, sevincinin, gururunun kursağında kalması tam olarak yaşadığım. Telafisi yok. Olan oldu, bir daha o âna geri dönüş yok. İçimde hep bir sızı olarak kalacak sanırım. 

Kafamın tam orta yerinde bir soru işareti. Tam bir belirsizlik ... 

Nedenini bilmiyorum. Tahminde bulunmak, teşhis koymak istemiyorum. Bir yanım herkes eylemlerinin olağan sonucuna katlanmalı diyor. Bir yanım ilişkiler ödül ve cezanın ötesinde bir yerde, saçmalama diyor. 

                                                                              *

Maddeler halinde bir yazı olacak bu. Bir daldan bir dala uçarken, konduğum her bir yeni dalı klavyede bulduğum * sembolüyle ayıracağım. Ne şahane buluş, değil mi? Öyledir, insan aklı hünerli buluşlarıyla ünlüdür ve de yıkıcı olanlarla. Birkaç deli liderin peşinde sürükleniyoruz asırlardır. Geçmişin mağdurları şimdinin zalimlerine dönüyor koca dünya elimiz kolumuz bağlı izliyoruz. Kötülüğün bunca çoğalması iyilerin sessizliğine yoruluyor. Sessiz miyiz sahiden? Yoksa güçsüz mü? 

                                                                             *

Dün akşam bir arkadaşım mesaj attı. Sana koli buldum bırakayım diye. AVM'ye gitmiş, bagaj hacminde yassı koliyi istiflemiş. Özen böyle bir şey. 

                                                                              *

Aranan yatak bulundu. Annem bugün servise çıkıyor. 

                                                                               *

Ebeveynlere bir soru: Çocuğunuz sizin değerlerinize göre toplum içinde diğerlerine ve size karşı antisosyal tutum sergilediğinde, elalem ne der diye değil sahiden incindiğinizde ne yapıyorsunuz? Nasıl tepki veriyorsunuz? Bu durumu nasıl yönetiyorsunuz?  Çocuk bu yapar diyemediğiniz durumlar hangileri? Sizin kırmızı çizginiz ne?


18 Haziran 2025 Çarşamba

İkide bir: 12

Taşınma, LGS ve hastalık dışında yazmak istiyorum ama kutsal üçlüm bunlar, bu aralar... Zorlanmalar var. Çözümleri zaman alacak biraz. O zamanın geçmesini beklerken başkaca neler oluyor, oralardan haber vereyim. Kişisel tarihimin küçük güzel şeyleri listesi bir nevi. 

Önce güzel bir haber paylaşayım. KE Çocuk'un yeni sayısında bir kısa öyküm var: "Yargıcı Gözlükler"

Bir tetikleyici olay karşısında hortumun içine çekilir gibi nahoş duygular içine çekilmemizi, bu duyguların etkisi altındaki çatışmacı davranışlarımızı, hataları kabul etmeyi, telafi etme çabasını konu edinen öyküyü buradan okuyabilirsiniz. 

Fatih Erdoğan sosyal medyada bir duyuru yapmış. Mavibulut'un kitaplarını okuyacak 100 okur arıyor. İlk kitabı yollayacak. Okudum deyince bir soru soracak, bilene bir kitap daha yollayacak. İlk üç kitaplık aşamayı geçenlere yeni yayımlanan kitapları yollamaya devam edecek. Amacının "bu yolculukla birlikte, sadece kitap alan değil, kitapları gerçekten okuyan, zaman zaman görüşlerine başvurabileceği 100 kişilik özel bir okur kulübü oluşturmak" olduğunu söylüyor. Teklif cazip gelince yazdım ve projeye dahil oldum. Nitelikli çocuk kitaplarını düzenli okumak, üzerine düşünmek benim kendi okuma yazma yolculuğuma da yardımcı olacak çünkü. 

Emily In Paris'i tekrar izlemeye başladım. Orijinal ve İngilizce alt yazılı olarak. Dili diri tutmanın yollarından biri bu, benim için. Ara ara başvuruyorum bu yönteme. Her şeyi anlamasam da, kulağıma bolca İngilizce çalınmasının işe yarayacağını biliyorum. Gözümün alt yazıya kaymamasına çalışıyorum. 

Dün elbirliğiyle yedi kişi kitaplığı indirdik ve neredeyse tamamını paketledik. Salondaki büfenin ve vitrinin içi de boşaldı. Yardımlaşmak gibisi yok. 

Bu akşam ve cuma da yardım alırsam pazar günü evi taşıyabileceğimden neredeyse eminim. Hele bir atalım içeri kendimizi. Gerisi yavaş yavaş hallolur. 

16 Haziran 2025 Pazartesi

İkide bir: 11

Dün üzücü bir haber aldım. Engin Çetinbağ'ı kaybetmişiz. Yüz yüze tanışma imkânı bulduğum, değerli biriydi. Onu en son Yalıhan'da gördüm. Faruk Duman, Zeynep Eşin ile beraber gelmişlerdi. Söyleşinin sonunda yeni kitabını imzalatmıştım. Öykülerini de zevkle okumuş, hatta Parşömen'ın yıl sonu soruşturmasında da paylaşmış, şu sözlerle anmıştım. 



Karanlıkları Yara Yara (Engin Çetinbağ /Alakarga Yayınları)

20 yıl aradan sonra öykü kitabı yayımlanan Çetinbağ, yeraltı mühendisi olarak geçirdiği uzun meslek hayatından damıttığı deneyimlerle madenleri mekân tutan, madencilerin hayatlarını ele alan bir kitapla karşımızda. Öykü kitaplarındaki tekdüzelikten sıkılan okurların dikkatine! 

Çetin Bey ile 2016 yılında tanıştık. Öykü Günü kutlamak için yaptığımız küçük organizasyonun duyurusunu görünce bana sosyal medya üzerinden ulaştı. İştirak etti. Tanıştık. Geçmiş yıllarda Can Yayınları'nın yazarlarının da katıldığı ÇOMÜ işbirliğiyle düzenlediği etkinliklere dair bilgi verdi. Beraber yemek yedik.



İlerleyen zamanlarda jürisinde bulunduğu Madenci Öyküleri'nin yayımlanan birkaç kitabını hediye etti. Ara ara karşılaştık. Sohbet ettik.  İzmir Çanakkale arası mekik dokuyor, yılın belli dönemlerini buradaki evinde geçiriyordu. Yakınlarda Türkçe öğretmenliği bölümü öğrenci bir arkadaştan burada yazar sanatçı evinde yaratıcı yazarlık üzerine atölye düzenlediğini duymuştum. Birikimliydi, aktaracakları, anlatacakları çoktu. Devri daim olsun. Öyküleriyle yaşasın. 

                                                                            *

Dün yoğun duygular içinde geçti. Evladı LGS'ye saatinden önce, eksiksiz, sakin bir ruh hâli içinde teslim ettik. 45 dakikalık arada karnını doyurduk, motivasyonunu koruduk. Sınav çıkışı eve gittik. Arkadaşıyla buluşması sağlandı. Ardından benim arkadaşlarımla buluşuldu. Boğaza nazır bir terasta oyun keyfi yaşandı. Kaç soru doğru, kaç soru yanlış hesaplarına girmek istemedi. Dün büyük gündü. Kutlanmayı hak ediyordu. Sabah sınava girdiği okuldan kitapçığı aldım. Kendi okuluna götürdüm. Kontrol edince aradı haber verdi. Sonuç beklediğimiz gibi, yıl içinde gösterdiği performans doğrultusunda. Kırmadan, dökmeden, saçmadan, saçılmadan yılı bitirdik şükür. Bu hafta sınav sonrası okuldan kaçmalar, mezuniyet töreni, balo, eğlence ile geçecek. Geçiyor. 

                                                                              *

Bugünün yazısı da böyle olsun. Dilerim sizler iyisinizdir. 



14 Haziran 2025 Cumartesi

İkide bir: 10

Bugün 14 Haziran. Che Guevera'nın doğum günü. Kızım söyledi. Onun dışında bir aile büyüğünün kendisinin seçtiği doğum günü. Seçtiği deme sebebim, nüfusta farklı bir gün yazıyor olması. Bilirsiniz işte, kimi yaşlıların gerçek doğum günleri belirsizdir. Anne babalarından duydukları laflar vardır: kirazlar çıkmıştı, ayçiçekleri açmıştı gibi ve tahmini bir tarih belirlenir. Laf buradan açılınca kızıma sordum: "Sen hangi günü doğum günü olarak seçerdin?" Düşündü. Burç da değişeceği için hemen karar veremedi. Terazi dengesiz olur, balık sulugöz, ikizler ikiyüzlü dedi. İçinden geçtiğimiz günler İkizler'in olunca kollama isteği geldi galiba. "Olgun olmayan İkizler ikiyüzlü, olgun olanların ise zihni uçuş uçuş olur," dedim çok biliyormuş gibi. Devam ettim: "Eğer yaratıcı bir işle ilgileniyorsa bu uçuş uçuşluk da çok işine yarar." Düşündü. "Yaratıcılığı severim," dedi. Hangi burca atanmak istediğini düşünmeye koyuldu. Yanıt bulamadan hastalarıma rastladım. Kızıma yarınki sınavda başarılar dilediler. 

Bunca yıl, bunca karşılaşmadan sonra tepkisi hâlâ aynı. Hastaların onunla ilgili bunca şeyi bilmesini sinir bozucu buluyor, biraz da şaşırtıcı. Bir hekim ve bir hasta karşı karşıya geldiğinde aralarında bir boşluk kalmalı ona göre. Bir çift el, çalışmalı bir boşluğun içinde ve gitmeli diğeri işi bitince. Oysa insan sosyal bir varlık. Her karşılaşma bir temas. Her temas iz doğurur. Kitabı bile var. Boşluk tamamen dolmuyor hiçbir ilişkide, her daim kalıyor ama birine yaklaşmayı ve o boşluğun azalmasını da çok seviyoruz. Meftunuz buna, hatta mecbur. 

12 Haziran 2025 Perşembe

İkide bir: 9

Bir önceki yazıyı sabahın erken saatlerinde, henüz yataktan çıkmadan, güne yeni başlamanın huzuru, dinginliği içinde yazmıştım. Akşamına bu sükunet sarsıldı ve yerini telaşlı ve stresli bir 24 saate bıraktı. Anlatayım.

Annem akşamüstü eczaneden dönerken sitenin giriş kapısında basamağa ayağa takılıp düşmüş. Ağrı içinde komşular tarafından eve çıkarılmış. Doktor ve hemşire bir çift tarafından koltuğa sırtüstü yatırıldıktan sonra durumdan haberdar oldum. Tesadüf bu ya, koltuğa oturttuğum hastamın anne babası 112 çalışanıydı. Hemen aradık ambulansı yönlendirdik. Ben işleme başlamadan annemin yanına gittim. Ambulans geldi. Prosedür gereği annemi en yakın hastaneye yani Tıp Fakültesi'ne götürdü. Acil tıp uzmanları canla başla çalışan, yeri geldiğinde güvenliğin, hastabakıcıların işlerini dahi üstlenen özverili hekimler. Muayene, röntgen derken annemin sağ oturma kemiğinde kırık olduğu anlaşıldı. Ortopedi konsültasyonu istendi. Ardından tomografi çekildi. İki ortopedist de acil ameliyatta olduğu için birinin annemin tomografi sonuçlarının görülmesi, tedavisinin düzenlenmesi gece yarısını geçti. Kızım yalnız kalmasın diye annemi ablamla bırakıp gece 23.00'de ben eve geçtim. Telefon yanı baş ucumda yatağın içine girdim. 

Kötünün iyisi bir düşüş olmuş. Ameliyat gerektirmeyen ancak 8 hafta yatak istirahati gerektiren bir süreç başladı bizim için. Her şey planlanınca annemi eve transfer etmek istedik ve işler orada sarpa sardı. 112 üniversite hastanesine acil hasta bırakıyor ama çıkış yapmıyor, üniversite ambulansını zinhar vermiyor. Ablam sağlık müdürlüğünden emekli, ben 25 yıllık diş hekimiyim. Annemizi alıp 3 kmlik yolu getirmek için onlarca telefon görüşmesi yapmamız, her defasında bir üst amire, sonunda İl Sağlık Müdürü'ne  ulaşmamız gerekti. Sonunda o ambulansın kontağı çevrildi. Bu kez de biz yukarı çıkarmayız, taşıyacak insan bulun, dendi. Kalktım annemin sitesine gittim. Havuz başında çocuğunu yüzdüren bir baba buldum. Orada oturan eski bir arkadaşımı aradım. Asistanlarımdan biri kalktı geldi. Yollayın, karşılıyoruz dedik. Ambulans yola çıktı. Gelince de yukarı kadar getirdiler. Bunca zorluğun, çekişmenin arkasında ne vardı, hâlâ anlamış değilim. Bununla beraber çok saçma bir yorgunluk, ağlarını kullanmak için gereksiz bir efor yaşadım. Bu stresi üzerimden atmak için çokça tanığa ihtiyaç duyuyorum. Bu yüzden yazmak ve yükü azaltmak istedim. Dün rahatlamak için arkadaşlarımı da aradım. İki tanesinin de yakını hastanedeydi, biri genç, diğeri yaşlı. Onlar da problemlerini çözdüler çok şükür. Birkaç telefon görüşmesi desteği yeterli gelmedi. Sarılmalı, öpüşmeli, çaylı, kahveli sohbetlere de ihtiyacım var rahatlamak ve biz ne yaşadık yahu demek için. 

Annemin evine anahtarla girdiğim bir dönem başladı. Anahtarım olsa da kullanmazdım çünkü. İlle zile basacağım. O kapıyı açacak ve beni ayakta karşılayacak. Şimdilik 8 hafta kadar süreyle bu mümkün değil ama Allah beterinden de saklamış. İlk kez yaşlı bakım vereni olmadığımız için planlamayı bu defa çok hızlı yaptık. Ablam annemle hastanedeyken ben dün sabah medikale gittim. Havalı yatak, hasta pedi, hasta bezi aldım. Yatağı hazırladım. Babamın eski bakıcısı destek için geldi. Sabah akşam yapılacak kan sulandırıcı iğnenin ilkini dün hemşire komşumuz yaptı. Bana yapabileceğim alanları gösterdi. Bu sabah görevi devraldım. 

Sabah erken uyandım. Dün gece aldığım kemik suyunu da katarak mercimek çorbası pişirdim. Sıcak sıcak götürdüm. Enjeksiyonunu yaptım. İşe gelmeden önce kordonda yürüyüş yaptım. En sevdiğim çay bahçesine oturdum. Kahve içip etrafı izledim. Yoga, meditasyon eğitmenlerinin parasempatik sinir sistemini aktive etmek, kendimizi yatıştırmak için tavsiye ettiği şeylerden birisi de, gözlerimizle içinde olduğumuz mekânı izlemek, biliyorsunuz. Stres altında o daralan bakış açısından çıkıp güvendeyim diyebilmenin bir yolu bu çünkü. Sen bilmesen de beden biliyor. Dün de beden beni dışarı attı. Gittim, kordona yakın bir marketten alışveriş yaptım. Yürüdüm. Etrafı izledim. Mekânlar dolu, insanlar cıvıl cıvıl ve birbirleriyle temasta. Şimdi hastalık ve dinlenme var ama her şey kontrol altında. Annem güvende ve benim hayatım olağan akışında devam ediyor. Bu kadar kısa sürede kendimi (olabildiği, yapabildiğim kadar) regüle etmeyi başardığım için de ayrıca tebrik ediyor, bu görüyü kazanmamda bana yardımcı olan her türlü kaynağa da teşekkür ediyorum. Dilerim siz afiyettesinizdir. 


10 Haziran 2025 Salı

İkide bir: 8

Dün bayramın son günüydü. Annem dışında kimseyi ziyaret etmediğim, yalnızca bir arkadaşımı gördüğüm, bir diğeriyle telefonda sohbet ettiğim, hemen hemen hiç kimseyi aramadığım, sormadığım, çoğunlukla evde yalnız kaldığım, sessiz, sakin kendi halinde bir bayram oldu. Her bayram böyle geçse üzülürdüm belki ama bu bayram tenhalığı, sakinliği sevdim. Biraz evi toparladım. Daha çok çöp çıkardım aslında. Kimi eski defterler, eski makaleler, seminer notları, çözülmüş çoktan seçmeli testler...

Yıllar önce çoktan seçmeli bir testle baştan çıkmışlığım var, bir doğru bir yanlış doğurabilir, bir yanlış bir doğruyu götürebilir uyarısını dinlemeyip kendimi o doğruyanlışın kollarına atmışlığım, yoldan çıkmışlığım, davet edildiğim yere varmışlığım var. O günlere dair notlar, mektuplar da gitti bir bir. Unutmak için saklamamam gerekiyor bazen, özgürleşmek için atmam. Şimdi o günleri düşünürken, o tatlı başlangıcı, baş dönmesini, her şeyi başlatan ilk sözleri, ilk buluşmaları... her şeyin aslında nasıl gün gibi aşikar olduğunu görüyorum. Bile bile yanmak da aşka dair belki. 

Sabah uyandığımda bir yabancının nasıl olup da birdenbire en kıymetline döndüğünü düşündüm. Birdenbire olmuyor tabi. Günlere, haftalara, aylara, yıllara yayılıyor, bağ kurmak, köprüler inşa etmek. İlk kez sen diye hitap ettiğinde yaşadığı şaşkınlık utanma karışımı ifade gözünün önüne geliyor örneğin. Bir bakıyorsun gülümseyerek hatırladığın bir anıya dönmüş. Bir başka sefer seni ilgiyle dinlediğini, duyduğunu, dahası aklında yer ettiğini fark ediyorsun, hop bir bağ kuruluyor, bir köprü bir kalpten diğerine. Bilgi, ilgi, özen, dikkat akıyor karşılıklı. O hiçbir şeye yetişmediğinden yakındığın zaman, bir de bakıyorsun birinin kabına, damlıyor pıt pıt pıt. Ve bundan memnun olduğunu fark ediyorsun. Dile getirmediklerin gözlerinde, bedeninde hapisken yol alıyorsun, çok da bir şey ummadan. Çünkü beklenti öldürürken her şeyi, beklememek, beklemezken almak, her ne ise gelen mutluluk kaynağı. İki insanın, milyonlarcası içinden birbirini görmesi, fark etmesi, kalpten bir bağ kurması, emek vermesi, şu zalim dünyada aldığımız en kıymetli hediye, yaşama sevinci sebebimiz. Şimdi bu satırları yazarken bir gün yabancıyken kıymetlilerim arasında yer alan insanları düşünüyorum ve o gün orada olduğum, tanıştığım, emek verdiğim, anılar biriktirdiğim için minnetle, şükranla doluyorum. Çünkü sahip olduğumuz en kıymetli şey, kurduğumuz bu bağlar. 

Dün kızımla yürüyüş yaptık akşam üzeri. Geçenlerde Bahar Eriş'in sosyal medyada paylaştığı bir iletiyi okudum, o da bir başkasından alıntılıyordu. Ergenlerin gidip gelme halleri, siz bir şey sorduğunuzda umursamaz görünürken aynı gece yatağınıza gelip yarın devam ederiz, uyuyalım artık dedirten uzun sohbetleri başlatmaları. Hiç de kafa karıştırıcı değil. Uzmanımız bunu özerklik ve bağ kurma ihtiyaçlarına bağlıyor. Bunu bilmek iyi hissettirdi. Kapıdan selam vermeden girip yalnızca kediyi sormasına bozulmadan seçim yapmasını bekleyebildim bu hap bilgi sayesinde. Sonrası iyilik güzellik. Bir saatlik bol sohbetli doğa yürüyüşü. İlişkilerin milyonlarca sırrından biri de bu olabilir. Karşındakine seçim gücü olduğunu fark ettirmek ve dırdır etmeden beklemek. Beklediğini unutmak hatta, kendi işlerine odaklanmak, onlarla ilgilenmek ve geleni muhabbetle, ilgiyle, neşeyle karşılamak. Dünyanın 8. harikası bu olabilir mi?

Bu da akşam yürüyüşümüzden bir kare




8 Haziran 2025 Pazar

İkide bir: 7

Dün sabah erkenden Bursa'ya doğru yola çıktım. 10'u biraz geçerken İKEA'nın içindeydim. Evde planladığımızdan daha fazla Billy kitaplık aldım. Köşeyi dönerim belki diye bir de köşe kitaplık. Evde, komple cam kapak seçmiştik ancak mağazada dolaşırken panel kapak gördüm ve onu tercih ettim. Altı ahşap üstü cam, panel kapakları ileride istersem tamamlayabileceğim bir alt modül gördüm çünkü. Bununla beraber kitaplıklarda muhakkak düzensiz, kalabalık görünen yerler kalıyor. Bu planlamayla çalışma odasındaki kadar kitap depolama alanını yeni evin salonuna sığdırmayı başarıyorum. Bu da yeni evde çok da efektif kullanmadığım  çalışma odasının eksikliğini duymayacağımın ispatı. Çalsın sazlar, oynasın kızlar!

Çalışanların yardımıyla depolama alanından kutularımı aldım. Ödemeyi gerçekleştirdim. Nakliyeye verdim. Yukarı çıkıp İsveç köftesi yedim. Mobilya bölümünde kısa bir gezintinin ardından tekrar yola çıktım. Akşam beş civarı eve ulaştım. Kendimi banyoya attım. Bir şeyler atıştırırken Netflix'ten Ceren'in önerdiği Dört Mevsim dizisini açıp peşi sıra üç bölüm izledim. Gözlerim yorgunluktan kapanınca uyumaya gittim. 

Sabah altı gibi kendiliğimden uyandım. Çamaşırları katladım. Yerlerine yerleştirdim. Yatak odasındaki dağınıklığı toparladım. Yeni eve taşımak istediğim kimi kutular, hurçlar var. Bayram sonunda emlakçının gelip evin fotoğraflarını çekmesi için evi yeniden düzeli hâle sokmam gerek. Ya da acele etmeyip bu işi taşınma ertesine bırakabilirim. Böylesi çok daha kolay olacaktır. İçinde yaşarken evi göstermek de bir dert çünkü. Bu da yazarken aldığım bir karar oldu. Yoksa bugünün planların birisi çalışma odasından başlayarak evi fotojenik hâle getirmekti. Yine de bugün en az iki saati, bölünmeden, odaklanmadan çalışma odasını toparlayarak geçirmeyi düşünüyorum. Saat henüz erken. Evi toplamak, dizi izlemek, dışarı çıkıp yürüyüş yapmak, belki birileriyle buluşmak için koca bir gün var önümde. Günü verimli geçirme konusunda hevesim var. Önümde iki seçenek: Ya dikkat çeliciler günümü yutacak ya da çalışma odası elden geçecek. 

Bayramın üçüncü günü de başladı. Yarın son gün. Belki denize giderim. 

6 Haziran 2025 Cuma

İkide bir: 6

Bayramın ilk gününden herkese merhaba,

Kurban bayramı bizde çok uzun yıllardır kurban kesme işine girişilmeden kutlanıyor. Aile büyüklerinin kabirleri desen memlekette. Hâl böyleyken kurban bayramına özel o ilk gün koşturmacası da olmuyor. Sabah annemi kahvaltıya davet ettik. Birlikte kahvaltı yaptık, bayramlaştık. Onu eve bıraktım. Akşam yemeğinde buluşmak üzere ayrıldık. Sonra bir arkadaşımla yeni evde buluştuk. Boş odaların, duvarların ölçüsünü aldık. Mevcut mobilyaların büyüklüğünde gazete kâğıtlarını zemine serdik. Ne, nerede nasıl görünecek diye baktık. O evde ayrı bir çalışma odası olamayacağı, marangozun yaptığı kitaplık da sığmayacağı için modüler kitaplık seçeneklerine bakmak üzere eve geldik. Sanal İKEA gezintisi...

Renk seçtik. Salonda uygun boşluklara cam kapaklı Billy kitaplıklar,  yeni çalışma masası ve tekerlekli bir keson sığdırdık. Verimli bir gün oldu. Sıra siparişe gelince masa ve kesonun stokta olduğunu istediğim renk Billy kitaplıkların ise internet satış stoğunda olmadığını gördüm. Üzüntü ve muz kabuğu! Mağaza stoklarına bakınca Bursa'da olduğunu fark ettim. Günübirlik gitmek için hayli yol yine de. Ancak aradan çıkarmak da istiyorum. Çünkü planlamak, kolaylık sağlıyor. Neyin nereye yerleşeceğini bilmem, taşınmadan önce bunun planını yapmam şart. Ne derler bilirsiniz: Nuh gemiyi fırtınadan önce inşa etti. 

Taşınmayı fırtınaya benzetmem pek manidar oldu. Taşınmalar gerçekten de yorucu. Birer küçük felaket bir yanıyla. Hele de daha küçük bir eve geçiyorsan, küçülmen gerekiyorsa. Neleri geride bırakacağıma, neleri taşıyacağıma karar veremediğim için kaçınmam an meselesiydi. Kendime küçülmek, sadeleşmek, yeni bir başlangıç yapmak istediğimi hatırlatmam gerekiyordu.  İki kişiye yetecek büyüklükte bir ev olduğunu, tam da bu yüzden bu kararı aldığımı yineliyordum sonra. Fazla eşyaları depolamak için daha büyük alanları temizlemek zorunda kalmaktan yorulduğumu söylemiyor muydum herkese? O zaman nedir bu niceliksel kıyaslama... Nedir bu tutunmak? 

Her taşınma, sadeleşmek için bir fırsat. Elden geçirecek çok şey var daha. Özellikle kütüphanede. En az iki büyük boy poşet dolusu kâğıt çöpü çıkacağına eminim. Kitapları da azaltabilirim pekâla. Ama önce kitaplıkları almalıyım. Yarın Bursa'ya gideceğim. Kitaplıkları sığdırabilirsem bagaja atıp geleceğim. Sığdıramazsam nakliye hizmeti satın alacağım. Yarının yazmama günü olması iyi denk geldi.

Bugünün yazısı da böyle olsun, varsın, Z raporu gibi. 

4 Haziran 2025 Çarşamba

İkide bir: 5

Bu eve ilk taşındığımda bir heves fidanlığa gitmiş, gül, lavanta, adaçayı, bahardalı, hanımeli, sosyete sarımsağı ve sardunya dikmiştim. Toprak derinliği az olduğu için çoğu tutmadı, kurudu gitti. Bahardalı tuttu tutmasına ancak üç yıl geçmesine karşın pek de heybetli değil. Her yıl üç beş çiçek açıyor. Şu dünyada dikili ağacım var diyebilirim yine de. Bahçede toprakla buluşturduğum, yerini sevmiş, köklenmiş iki bitki var. Biri bahardalı, diğeri lavanta. İncecik, narin bir fideden diktiğim lavanta, yıldan yıla genişledi, dalları kalınlaştı ve birkaç hafta önce ilk kez çiçek açtı. Sevindim sevinmesine ama onu da bahçede bırakıp gideceğim işte. Tamamen geride bırakmaya kıyamadığım için köke yakın dallardan keserek çoğaltacağım. İnternetten baktım. Lavantayı çoğaltmak istediğinde saksıyı yanı başında hazır etmek gerekiyormuş. Çünkü lavanta topraktan ayrılmayı sevmiyormuş. Kim sever ki...

Kızım ilkokula başlamadan bir yıl önce acayip bir kaygı, stres içindeydim. "Bu ülkede artık yaşanmaz" düşüncesi beni yiyip bitiriyor, geceler boyu hangi ülkeye taşınabileceğime dair araştırmalar yapıyor, mesleğimi bir başka ülkede sürdürmenin yollarını arıyor, işin içinden çıkamıyordum. Varsayımlar ve hayali stres karşısında bir çıkmazın içinde yaşayıp gidiyordum. Sonra kızım ilkokula başladı ve o çok korktuğum (artık tam olarak neydiyse) şey olmadı. Bir yavrunun istikbalini düşünerek yurt dışına gitme girişimlerini anlayabiliyorum. Ancak yavruya ve kendime rağmen "bunu yapmam lazım" düşüncelerinden tamamen sıyrıldım. Çünkü günün birinde fark ettim ki, ben her şeye rağmen burada yaşamayı seviyorum. Buradaki kazanımlarımı kaybetmeyi, dille bağımı koparmayı istemiyorum. Bir ülkede kendimi rahatlıkla ifade ederken, kolaylıkla gündelik ayrıntılarla, formalitelerle baş ederken bir başka ülkenin acemisi, cahili olmayı istemiyorum. Bunu bu netlikte kendime karşı ifade ettiğim an, bütün stresim, kaygım kayboldu. Çünkü insanlar da lavantalar gibi, toprağından ayrılmayı sevmiyor. İçi toprak dolu bir saksı bağlanmaya, köklenmeye her zaman yetmiyor. 


2 Haziran 2025 Pazartesi

İkide bir: 4


Geçen gün masaja gittim. Masaj öncesi saunaya girdim. Genç bir çift vardı. Kadın, erkeğe çalışmaya başladığı ilk yıllarda kredi kartı borç batağına girdiğini, kart limitini kendi geliri sanma yanılgısına düştüğünü anlatıyordu. Cironu kendi kazancın sanma yanılgısı da benzer bir çıkmaza sokabilir insanı. Hatta iflas dahi ettirebilir. Hayatı boyunca çok uzun saatler çalışmış, işini iyi yapmış ama iki kez iflas etmiş bir diş hekimi tanımıştım örneğin. Bunu nasıl başardığı üzerine çocuklarıyla zaman zaman konuşurduk. Kimsenin mantıklı bir açıklaması yoktu. Benim aklıma gelen, ciroyu net gelir sanma ve bu doğrultuda harcama yanılgısı. Sonrası tipik hikâye. Faizle boğuşmaca. 
Bugün genç bir kadın tanıdığımın da kredi kartlarıyla başının belada olduğunu öğrendim. Yakın zamanda kredi çektiğim için kredi çekme ihtimali aklına gelmiş. Bunun üzerine konu gündeme geldi ve ayrıntıları öğrendim. 
Bu konu gündeme gelince iki şey düşündüm. Birincisi finansal okuryazarlık eğitimi almanın ne kadar mühim olduğu. Kendi kızıma ne öğrettim bu konuda emin değilim. Bir harçlığı var. Ekstra ihtiyaçlarını karşılıyorum ama kendine ait birikim, haftalığıyla geçinme kısmını ne kadar becerdiği kısmını ele almadığımı fark ediyorum. Bu konuya eğilmeli. 
İkincisi bir bilene sorma, akıl alma kısmı. Genellikle başımıza bir şey geldiğinde, bir dert bizi bulduğunda arkadaşlarımızla paylaşıyoruz. Aile büyüklerine gitmeyi tercih etmiyoruz. Kızmalarından, dırdır etmelerinden çekiniyoruz. Çünkü ülkemizde güvenin, sevginin, sıcak, samimi, yakın iletişimin doğru kaynağı çoğunlukla aile değil. Onların deneyiminden faydalanmayınca, ister istemez akrana yöneliyorsun, yaşam tecrübesi senin kadar birinden medet umuyorsun. Gizliyorsun, saklıyorsun, ağırlığı altında duygusal yüklerinin eziliyorsun. Hepimizin tıkandığımız yerde bir mentora ihtiyacı var oysa. Aklıyla, deneyimiyle, rehberliğiyle, telkinleriyle yol gösterecek, önümüzdeki zorluğu küçük lokmalara ayıracak birinin varlığı ne kadar ferahlatıcı! Sen ne düşünüyorsun? Zorlukları nasıl deneyimliyor, nasıl aşıyorsun? Var mı kapısını çalabileceğin bir aile büyüğü? Ya da sonradan seçtiğin bir bilge kişi? Öyle ya, belki, ailede bu ilişkiyi kurabilecek denli şanslı değildik ama artık büyüdüğümüze göre edinilmiş ilişkilerden de seçebiliriz pekâla.