Meryem Ermeydan ile Parşömen Sanal Fanzin'de yayımlanan söyleşi:
“Yazar olarak bir niyetimiz de
çocuklara iyi edebiyattan haz alma tohumları ekmek”
İki öykü kitabının ardından ilk çocuk kitabın Pelin ve Küçük Dostu Karamel geçen yıl çıktı. Yine bir öykü
dosyası. Bu kez çocuklar için. Kitapta ilk dikkatimi çeken unsur, dilin
kullanımı oldu. Kitabın sıkmayan, okuru tökezletmeyen yalın, akıcı, sade bir dili
var. Bunun senin öykücülüğünle bir ilgisi var mı?
Bunun benim yazarlık tutumumla
ilgisi var daha çok. Yalın, akıcı, sade bir dil kullanmak, okurun metinle akıp
gitmesini sağlamak benim için olmazsa olmaz, en başat unsur. Dolayısıyla
çocuklar için yazarken de bunu gözettim. Çünkü çocuk ve gençlik edebiyatı
yazarı olarak bir niyetimiz de çocuklara okuma, yazma, iyi edebiyattan haz alma
tohumları ekmek. Onları okudukları metinden
koparan,tökezleten, akışı bozanbir dille bunu sağlamak mümkün değil. Yalın ve
sade bir dil derken okuru hafife alan, yaşı ve deneyimi az olduğu için
anlamayacağını varsayan, basit, düzayak bir anlatı dilinden bahsetmiyorum
elbette.
Öykü yazarısın. Kısa yazıyorsun, öz yazıyorsun. Seçtiğin kelimelerle
adeta nokta atışı yapıyorsun. Buna rağmen ilk çocuk kitabı olarak picturebook
yerine daha uzun bir metinle okur karşısına çıktın. Bu bilinçli bir seçim
miydi? Kendiliğinden mi gelişti?
Doğru, hep öykü yazıyorum ve kısa
yazıyorum. Hemen her defasında yepyeni dünyalar kuruyor, farklı kahramanların
hayatlarından kesitlere bakıyorum. Bir yandan da daha uzun hikâyeler yazmak
istiyorum, çocuk ve ilk gençlik romanlarına dair kimi fikirleri kafamda
gezdiriyorum. Buna karşın uzunyazmaktan imtina eden, yaşam koşullarımı daha
uzun yazmanın önünde engel olarak gören bir yanım var. Bir kez Pelin ve ailesi
ortaya çıkınca, onları farklı zamanlarda, farklı uyaranlar karşısında hayal
etmeye başladım. Herhangi bir beklentiye girmeden motif çıkarır gibi Pelin ve
ailesinin hayatından üç, dört aylık bir kesite ve oradan seçilmiş anlara
baktım. Bu parçalı yapıyı birbirine teyellemek sonraki aşamaydı. Bu amaçla
kahramanların arzularını, hayallerini, ulaşmak istediklerini gözeterek
öykülerin yerini değiştirdim, öyküler arasında bir bağ kurdum ve final hazzı yaratmaya
çalıştım. Bu çalışma, uzun yazmaktan korkan ve onu erteleyen yanıma da iyi
geldi doğrusu.
Kitabın çıkış noktası neydi? Sana tüm bu hikâyeleri yazdıran, asıl
tetikleyiciden bahsedebilir misin?
Kitabın son öyküsü, bu dosya için
yazdığım ilk öyküydü. Orada asıl niyetim, gerçekte olanla bireyin algıladığı
arasındaki farkı, olaylar ve durumlar karşısında bizde uyanan kimi
düşüncelerin, varsayımların, söylediklerimizin, söylemediklerimizin yol
açabileceği karmaşayı ve iletişim kazalarını bir hikâye aracılığıyla göstermekti.
Kar küresi ve uçan halı metaforlarınınanlamı güçlendireceği inancı ve Pelin’in
yaşadığı deneyimin, bulduğu çözümün çocuk okurda da duygusal bir etki yaratması,
dönüştürücü bir sonuç uyandırması umuduyla yazdım.
Çocuk edebiyatında özellikle ilköğretime yönelik kitaplarda yazarlar
genellikle “ben” anlatıcıyı tercih ediyor. Senin bu dili seçmemen hikâyeleri
daha etkileyici kılmış. Bu konuda neler söylemek istersin?
Hikâyeleri ilk kez yazdığımda “ben”
anlatıcıyı tercih etmiştim. Ancak yazım aşamasını bitirip üzerinde çalışmaya
başladığımda bu seçime ait kimi sorunlarla karşılaştım. Pelin hem iç dünyasını
hem de olayların akışını aktaran kişi olduğunda, anlatının tutuklaştığını,
kahramanın biteviye konuşan, dırdırcı bir karaktere büründüğünü fark ettim.
Üçüncü tekil anlatıcıya geçmek, kahramanın iç dünyasından çıkarak onu dışarıdan
izlemek, duygularıyla, düşünceleriyle, eylemleriyle araya mesafe koyarak
yeniden yazmak anlatıyı rahatlattı ve hikâyeleri biçimlendirmek kolaylaştı.
Pelin ve Küçük Dostu Karamel
deyimlerden ve atasözlerinden yana zengin bir kitap. Bunu pek çok açıdan
kıymetli buluyorum. Çünkü dilin canlılığını, kültürel mirası aktarırken, etkili
bir iletişime olanak sağlıyor. Bunun yanı sıra hedef kitlesi olan okurun
müfredatında yer alan bir bilginin de pekişmesini sağlıyor.
Çocuklarla çalışan bir eğitimci
olarak bunları senden duymak mutluluk verici. Yazarken özellikle deyimlerden ve
atasözlerinden yana zengin bir dil kullanmak amacıyla yola çıkmadım açıkçası. Yazar
olarak amacımız bir hikâye aktarmak ve bu hikâyeyi ileteceğimiz okurun
ilgisini, dikkatini metinde toplamak neticede. Bunun için elimizde yalnızca
kelimeler var. Dili olabildiğince canlı ve leziz tutmak için deyimleri,
atasözleri, sahici diyalogları, betimlemeleri, benzetmeleri, metaforları
kullanıyoruz. Bunu okuduğumuz kitaplardan, bizi besleyen yazarlardan öğrendik,
farkına bile varmadan. Bir yazar adayının, genç yazarın yazın dilini öğrenmesi,
çocukların ana dilini öğrenmesinden farksız bu anlamda. Nasıl kendimizi yalnızca teorik kitaplarla
beslemiyor, üzerimize kuramsal bilgiyi boca etmiyorsak çocuklara da öyle
yaklaşmalıyız kanımca. Dili, dildeki zenginliği listelerle, sözlüklerle,
müfredatın bir parçası olarak öğretmek yerine hikâyeleri kullanmak, onların farkına
varmadan bu kalıpları içselleştirmesine ve dile geçirmesine de olanak
sağlayacaktır.
Kitabın geneline baktığımızda büyük olaylar, çatışmalar yok. Kalp
ritmini yormayan bir kitap. Sakin sakin okuyoruz, gözlemliyoruz, gündelik
hayatın içinde olması muhtemel olaylara bakıyoruz. Hatta biz de tanık olmuşuz
gibi yaşıyoruz. Sen ne düşünüyorsun? Çocuk kitaplarında büyük olaylar, şaşırtmacalar
şart mı?
Okurumuz olan çocuklar,
televizyon, akıllı telefonlar, tablet, internet içine doğdu. İzledikleri
animasyonlar, çizgi filmler, oynadıkları oyunlar, hepsi özünde bir hikâye
sunuyor ve beğenilerini biçimlendiriyor. Ekrandan zahmetsizce tüm duyularına
hitap eden hikâyeleri takip etmek varken kitap okumanın daha çok emek
gerektirdiği ortada. Bu emeği gösteren çocuğu küçümsemeyelim yeter. Çocukların
da mizah, macera, sıkı dostluklar içermesi, yetişkinleri ya da zalimleri alt
etmesi, az çok mutlu sonla bitmesi gibi birtakım beklentileri var. Ancak ne
büyük olay ne de şaşırtmaca… En önemlisi kurulan dünyanın samimiyetine,
sahiciliğine inandırmak, “meğerse, aslında, bir de baktım düşmüş” gibi
kolaycılıklara kaçmamak.
Kitapta diş hekimliğiyle ilgili de bir öykü var. Ağız ve diş sağlığıyla
ilgili kurgu ya da kurgu dışı yazmaya devam edecek misin? Bu doğrultuda
planların var mı?
Sırf diş hekimi olduğum için
kurmacanın içine ağız diş sağlığı eğitimini, doğruyu yanlışı sokmayı ya da
kurgu dışı bir metinle bunu aktarmayı düşünmedim açıkçası ancak toplumda çok
yaygın olan diş hekimi korkusuna değinmeden de edemedim. Bunun için Pelin’i annesiyle
diş kliniğine gitmekten çekinen, randevu annesi için alınsa da sıranın
kendisine gelmesinden korkan, kaçmaya yeltenen haliyle gösterdim. Bu vesileylekorku
ve cesaret kavramlarına bakmak istedim. Bilirsiniz insanlar en çok bilmediği
şeylerden korkar. Öyküye serpiştirilen ayrıntılar,diş hekimi ziyareti öncesi
çocuğu, bu deneyime hazırlayıp rahatlatırken bir yetişkinin
kolaylaştırıcılığında “Cesaret nedir? Cesur olmamak hiçbir şeyden korkmamak
mıdır? Peki Pelin cesur mudur?” gibi sorulara yanıt arayacakları sohbet
alanları oluşturmak da pekâlâ mümkün.
Pelin hayal dünyası zengin bir çocuk.
Dışarı çıkmak ya da oynamak için annesini beklerken can sıkıntısını
gidermek için kendi çözümlerini de buluyor.
Haklısın.Günümüz çocukları bizim
çocukluğumuza göre büyük bir bolluk içerisinde. Oyuncaklar, yaratıcılıklarını
ortaya çıkartabilecek türlü sanat malzemeleri, eğlence vaat eden ekranlar… Buna
karşın çok daha fazla “can sıkıntısı” çekiyorlar. Biz yetişkinler de oradan
kendi çabalarıyla çıkmalarına fırsat tanımıyoruz çoğu zaman. Onların can
sıkıntısına çözülmesi gereken bir problemmiş gibi yaklaşıyor, derhal öneriler
sunuyoruz. Sessizlik,hiçbir şey yapmamak korkulacak, çekinilecek bir şey değil
oysa. Tam tersi çocuk ya da yetişkin hepimizin sessizliğe, yavaşlamaya,
kendimizi duymaya, hayal kurmaya, düşünmeye ihtiyacımız var. Bu sayede aslında
ne istediğimizi bulabilir, yaratıcılığımızı geliştirebilir, içinden çıkmak
istediğimiz durumlara dair çözüm yolları keşfedebiliriz. “Söz gümüşse sükût
altındır,” diyenler yanılmıyordu.
Kitabı bitirdiğimde devamı gelecek gibi hissettim. Devamı var mı?
Öykücülükten gelen bir
alışkanlıkla finali çok net dillendirmeyip sezdirmekle yetindim galiba. Bu da
okurda sonrasına dair merak uyandırdı. Bu merak bana da bulaşmış olacak ki
Pelin ve ailesini yeni hayatları içerisinde düşlemeye ve kaleme almaya devam
ettim. Yeni öyküleri yazarken ilk kitapta Pelin’i hep ev, araba, diş kliniği
gibi dar mekânlarda var ettiğimi fark ettim. Pandemi ve bize koyduğu sınırların
etkisi olsa gerek. Yeni dosyada Pelin’i daha çok dışarıda ve akranlarıyla
göreceğimizi söyleyebilirim. Böylece klasik tezgâhta ne var sorusuna da yanıt
vermiş oldum.
* Bu söyleşi 28/07/2022 tarihinde Parşömen Sanal Fanzin'de yayımlanmıştır.