31 Mayıs 2021 Pazartesi

Bir fotoğrafı yazmak...

Yazamamak, nereden başlayacağını bilememek hemen herkesin yaşadığı bir problem. Bunun bir yazar kabızlığına dönüşmemesi için elimizin altında farklı yazma alıştırmaları, oyun seçenekleri bulunmasında fayda var. İşte bir tanesi:

İlgini, dikkatini çeken bir fotoğraf seç. Ona 5N1K soruları yönelt. Daha da derinleşmek için "Peki ya...?" ile başlayan sorular bul. Yanıtlarını yazmaya başla. Kahraman ya da olay örgüsüne girmek o an için güç geliyorsa mekânı incele. Orada hiç bulunmamış birine bu mekânı nasıl anlatırdın? Tasvir etmeye başla. Bakarsın bu yazı temrini seni bir hikâyeye taşır. 

Denemek için bir de örnek. 



Gamze Güller'den Yazar Adaylarına Tavsiyeler



Düzeltmelerinizi bilgisayar ekranı yerine aldığınız çıktı üzerinde yapın. Bu, yazdığınız şeyi farklı görmenizi sağlayacaktır. 

Başlangıcı yazmakta zorlanıyorsanız önce önemli olanı yazmayı deneyin. Bu şekilde hikâyenin nasıl başlaması gerektiğine dair daha net bir fikriniz olacaktır. 

Yazdığınız metin yavanlaştıysa veya gereğinden fazla düzeltildiyse bir kanara bırakın ve aklınızda kalanı yeniden yazın. Sonra iki versiyonu en iyi şekilde birleştirebilirsiniz. 

Yazmaya başlamadan önce hikâyenin tonu ve atmosferine uygun sözcükleri listeleyin, sonra onları yarattığınız sahneye ekleyin. Bu, yazdığınız metnin ruhuna uygun sözcük seçimlerine odaklanmanızı sağlayacaktır. 

Bir sahnede tıkandıysanız hava durumunu veya mekânı değiştirin. Yeni bir şeyi tarif etmek sahneyi ilerletebilir. 

Üçlemeler kuralını unutmayın! Bir sembol üç kere görünsün, bir olay üç aşamada gerçekleşsin. Tekrarlar en az üç kere yinelensin. İkinci tekrar hata gibi görünür, üç ise anlamlı görünür. 

* Yazma ipuçları yazarın instagram hesabından izin alınarak paylaşılmıştır. 


30 Mayıs 2021 Pazar

Arenada iki gladyatör...

Anne kız değil de arenada iki gladyatör sanki. Karşı karşıyalar. Ellerinde mızrak yok ama kelimeler de yırtıp acıtabilir. 

Tuzu kuru onun. Sen ona bakma! Ayak uyduramazsın. Üzülürsün sonra. Canın acır.

Benim de hakkım değil mi! Güzel kıyafetler, ayakkabılar, tatiller, yemekler... Hep burada mı kalacağım? Senin gibi sürüneyim mi istiyorsun!

Bir bakışa ne kadar cümle sığarsa o kadar cümle sığıyor, gözden çıkıp bedene varıyor. Değdiği yeri yakıyor, kavuruyor. 

Asya'nın kelimeleri misal, taş olup oturuyor boğazına. Emine, annesinin boğazındaki yumruya saklanmış kelimeleri görüyor. Öfkeyle doluyor. Çakmak çakmak yanıyor gözleri. Her bir hücresine yakıt oluyor öfke. Onu arşa çıkartabilir, dünyanın etrafını bir tur döndürebilir. O denli yoğun ve güçlü. Harekete de geçirecek üstelik. Durdurabilene aşk olsun. 

Asya donup kalıyor. Ona düşen beklemek. Geri döndüğünde burada olacak. Çünkü bu işin sonu göz yaşı. İyi biliyor, kendinden biliyor. Aşka sahip çıkan yalnızca kadınlar. O biliyor, yaşadı. İş zora gelince nasıl da dımdızlak kaldığını iyi hatırlıyor. Eli kızının bileğine uzanıyor. Gevşekçe sarıyor. Sımsıkı dudakları aralanıyor bu defa.

"Gitme, dur!" 

Emine omuz silkiyor.  Annesinin bileğini çarşaf gibi silkeliyor, yatağın üzerindeki bavulun içini doldurmaya devam ediyor. Az sonra bavulun kapağını kapatacak, fermuarı çekecek ve kendi deneyimine kanat çırpacak. 

Asya kapıya dayanmış, izliyor. Hep onun kanatlanıp uçmasını istemişti ama böyle değil. Bu şekilde değil. Kafasının içindeki sesler çoğalıyor. Ya kanatları yanarsa, ya ateş onu yakarsa, ya pişman olursa, ya dönmekten çekinirse, korkarsa... Ya ile başlayan kuşkuların ardı arkası kesilmiyor. Nihayet bir damla gözyaşı yuvarlanıyor yanaklardan aşağı. 

"Ah bu gençlik! Neden hiç söz dinlemez?" derken dış kapı gümbürtüyle çarpıyor. Dört yıl sürecek duvarlarla konuşmak işte böyle başlıyor. 



29 Mayıs 2021 Cumartesi

Anı niyetine

"Kendisiymiş Gibi" Sarıyer Belediyesi'nin düzenlediği Fakir Baykurt Öykü Yarışması'nda on kitaplık kısa listeye girdi. Ayşegül Bayar Kaya ile Gül Ersoy'un birinciliği paylaştığı yarışmanın kısa listesi anı niyetine burada dursun. 



Altı üstü



Hemingway'in ünlü buzdağı teorisini duymuşsunuzdur. Hemingway, metnin okura sunulan kısmını buz dağının tepesine, suyun yüzeyinde kalan kısmına benzetir. Yazarın bildiği ancak metne almadığı kısımlar, buz dağının altında kalan çok daha büyük kısma tekabül etmektedir. 
Öykünün nasıl olması gerektiğine dair konuşulan hemen her yerde karşımıza çıkan okura düşünme alanı, boşluk bırakma bahsi, öykü yazarı okurun sezgisine güvenmeli mealindeki görüşler, Hemingway'in buzdağı teorisine dayanmaktadır. Öykünün doğası gereği eksiltili yapısı, okura sezme, üzerine düşünme alanı olarak boşluk bırakılması görüşü yaygın olarak kabul görmektedir. Çünkü iyi edebiyat daima biraz gizem gerektirir. 
Bununla beraber gizem ya da sürpriz yaratmak, asla ve asla silgimizi rastgele kullanmak, metnin içinden gelişigüzel eksiltmeler yaparak kafa karıştırmak, anlam karmaşası yaratmak değildir. Görünenden çok daha fazlası olduğunu ima etmek, görülmeyenin de ağırlığını metne iliştirmek ve gerilimi arttırmak, okura keşif yapabileceği alanlar bırakmak göründüğü kadar kolay bir iş değildir. Yazıyı bekletmeyi, yeniden okumayı, düzeltmeyi, kimi zaman ters yüz etmeyi, yeniden yazmayı gerektirir. Bunu biliriz. Defalarca duymuşuzdur. Ama yazmaya yeni başladığımızda bundan anladığımız çoğu zaman imla hatası, anlatım bozukluğu gibi düzeltmeleri yapmaktır. Bu da yeniden yazma denilen görevin yalnızca yüzeyde kalan kısmıdır. 
Altta yatana ulaşmak gerektiğini bildiğiniz anda başlar belki de yazarlık; bizi A noktasından B noktasına taşıyan araç olan metnin çok daha fazlasını istediğini kavradığımız zaman. Yazma hazzı denilen şeyin bizi avcuna aldığı, kendimizle yarıştırdığı bu yol, bir masal başı tekerlemesinden farksızdır. Az gidersiniz uz gidersiniz bir de bakarsınız bir arpa boyu yol gitmişsiniz. Bir ömrü, bir arpa boyu yola feda etmek, nelerden vazgeçmeyi gerektirir? İnsan neden kendine böyle bir yol seçer? Böyle bir hedef koyar? Kesin yanıtlar vermek çok da mümkün değil. Emin olduğum kısmına değineyim o halde. 
Adına yazmak denilen eylem sayısız eşik çıkarıyor kişinin karşısına. Yazma cesareti, yaratma heyecanı, yazamama kıvranması, kendini aşma fırsatı... Bu fırsatlar sayesinde hikâye etmenin ötesine geçmek,  hayranı olduğun metinler gibi yazmaya çalışmak, onların yazmaya ayırdığı zamanı yeniden okumaya harcamak hepsi bir bir açılıyor önünüze. Bir eşik gibi. Ve her eşik gibi de öğretici. 



26 Mayıs 2021 Çarşamba

Bahar biterken...


Son aylarda blog yazıları her nedense ayın sonlarına doğru kayıyor. Bazen blog yazmak, benim için hâlâ önemli mi, devam etmek istiyor muyum, alışkanlıktan mı sürdürüyorum diye düşünüyorum. Blogların eski parlak günlerini kaybettiğini, yerini podcastlere video içeriklere bıraktığının farkındayım. Bununla beraber aklıma, fikrime gelenleri, okuduğum kitapları, başka yerlerde yayımlanan kimi kitap tanıtım yazılarını, yazar söyleşilerini burada saklamak çekiciliğini koruyor. Bunu yapmazsam, hızla akıp giden, durduramadığımız zamandan geriye pek az iz kalacağını düşünüyorum galiba. O yüzden ay sonuna da sıkışsa, geniş zamanlara da yayılsa yazmaya, paylaşmaya devam. 

                                                                                *

Son yıllarda yazdıklarımı sosyal medya hesaplarımda paylaşmıyor, onları görünür kılmakla uğraşmıyorum. Kimilerinin bunu büyük bir beceriyle sağladığını gördüğümde, özellikle de içerik zayıf olduğu halde bu sağlandıysa, en hafif tabiriyle içimin cız ettiğini, biraz bozulduğumu fark ediyorum. Bu üzerine düşündüğüm, kendimle bir uzlaşıya vardığım bir konu olduğu için etkisi fazlaca sürmüyor. Bundan rahatsız olduğumda daha üretken olmak istediğimi fark edebiliyorum örneğin. Konu artık başkasıyla ilgili olmaktan çıkıyor, benim sınırlarım, yapabileceklerim, kendimi geliştirme, yolumu sürdürme üzerine oluyor ve kıskançlık, haset gibi insanın kendisine yakıştıramadığı, rahatsız edici bir yerden çıkıp teşvik edici bir hâle dönüşüyor. 

                                                                                    *

Uzun yıllardır Çocuklar İçin Felsefe başlığı ilgimi ve dikkatimi çekiyor. Zaman zaman gündemime alıyor, ne zaman, nasıl ve nerede başlayacağımı bilemediğimden yapılacaklar listesinde tutmaya devam ediyordum. Pandemi nedeniyle bu tür eğitimlerin çevrimiçi ortama taşınmasıyla beklenen oldu. Ediz Dikmelik ile başladığımız felsefe yolculuğu benim için yeni ve farklı bir deneyim. Dün beşinci dersi bitirdik. Yavaş yavaş felsefi sorgulamanın ne olduğu, nasıl yapıldığı belirginleşiyor zihnimde. Ufuk açıcı, etkin dinlemeye dayalı bir sohbetle felsefi sorgulama arasındaki ayrımı görebiliyor, çocuklarla deneyimleme fırsatı bulmayı umuyorum. Umudu, içi boş iyimserlikten ayıran şey, eyleme geçmek ise şayet, er ya da geç hayatın beni bu konuda ödüllendireceğini düşünmek yanlış sayılmaz sanırım. 




24 Mayıs 2021 Pazartesi

Nasıl Yazar/Şair Oldum? (61)

Yazmak, yazar olmak, ucu çocukluğa kadar gidip dayanan, hiç bitmeyen, ömür boyu çaba gerektiren bir uğraş. Yazarların yazmak ve yazar olmakla ilgili içlerinde uyanan en erken hatıradan, ilk ürünlere, yayımlanmış eserlere ve geleceğe uzanan yolculuklarını onların ağzından dinlemek, sizi de bu serüvene dahil etmek istedim. Buyurun.   




                                                      ARTIK HAREKET VAKTİ 

I

Şunu söyleyemem: Ben hep yazar olmak istemişimdir. Hayır, böyle bir şey diyemem. Dergilerde öykü yayımlamak, bir kitap çıkarmak gibi istekler bana 30lu yaşlarımdan sonra gelmiştir. İşin aslı, yazma fikrini hep sevdim, ama onun gerektirdiği sadakati uzun süre gösteremedim.Çok istikrarlı olmayan bir günlük tutma deneyimi vezayıf öykü taslaklarından başka bir verimim yoktu ortada.Ama okumak her zaman önemliydi. Öğrencilik yıllarımdaVarlık ve Milliyet Sanat gibi dergileri takip etmeye çalışırdım. Ankara terminalinde (önceki terminal) otobüsün kalkmasını beklerken oradaki bir büfeden aldığım Milliyet Sanat’ı açıp hiç gitmediğim, belki de hiç gitmeyeceğim oyunların yorumlarını, tiyatro yazılarını okuyordum.Çalışmaya başladığım yıl Pamukova-Adapazarı arasındaki otobüslerde de Varlık dergisini azkarıştırmadım! İster bir oyun yorumu olsun, ister şiir değerlendirmesi, bu yazılar benim bilmediğim terimlerle dolu olurdu. Ama böyle böyle öğreniyordum.Şurası kesin ki o metinlerden pek iyi tanımlayamadığım bir haz alırdım. Ama nedense,ben de yazayım, bu dergilerde benim de bir yazım çıksın şeklinde bir hevesim yoktu o zamanlar. Sanırım kafayı sonradan bozdum!

 

II.

Ama yazarlığın özel bir kategori olduğunu da içten içe hissediyordum. İlkgençlik yıllarımda televizyonda,diyelim Çetin Altan’ı görüyordum, ekrandaki gazeteci-yazar ifadesi dikkatimi çekiyordu.Bir başka gün Yaşar Kemal’i kendisine sorulan soruları yanıtlarken izliyor ve yine unvan olarak sadece yazar titrini görüyordum. Sanırım kendimce bu insanları farklı bir yere koymuştum.İçimden bir ses yazarlığın özel bir durum olduğunu, belli bir saygınlık taşıdığını söylüyordu.Bu işte diploma, sınavlar veya sertifika yoktu.Sadece sözcükler vardı. Sözcükler yoluyla bir ifade biçimi buluyordunuzve insanlar sizin yazdıklarınız okuyordu. Bu bana bir mucize gibi geliyordu. Dediğim gibi, o yaşımda kendim için böyle hayaller kurmuyordumhiç. Demek o zamanlar da mucizelere karşı mesafeliymişim.

 

III.

 

Şu ‘oldum’ sözü biraz itici ama. Bunu belki de en başta söylemeliydim. Biraz kibir ve kendinden fazlaca memnun olma hali içeriyor. Pek çok yazımın yayımlandığı Parşömen’inbu köşesinede bu şerhi düşerek katılıyorum. Ben aslında böyle şeylerihep yadırgarım; bir yerde ‘nasıl oldum’ gibi ifade okuduğumda ya da böyle bir söz duyduğumda, kendimi, ‘dur bakalım, daha ne oldun?’ diye düşünürken bulurum. Burada Tanıl Bora’nın yaklaşımını anmak isterim. Nilay Örnek’in severek dinlediğimpodcast dizisininadı (Nasıl Olunur?) aynı zamanda programda konuklara yöneltilen son sorudur.Tanıl Bey bu soruyu sürecin kendisiyle açıklıyor; bir şeyler yapmanın, üretiyor olmanı verdiği hazzın yeterli olduğunu söylüyor. “Olmaktan daha önemlisi, yapmak!”,diyor Tanıl Bey.Bende konuya genel olarak böyle bakıyorum.

 

IV.

 

Bir de tabii şu kitap yayımlamakla yazar olmak arasındaki kırılgan ilişkiden söz etmek gerek. Edebiyat dünyasında zaman zaman konuşulan bir konu. Yazar kimdir? Yazarlık tam olarak nerede başlar? Yerine getirilmesi gereken şartları var mıdır? Ve ‘bir kitabı olmak’ yazar olarak anılmak için gerekli midir? Tabii bu son soruyu “yeterli midir” diye sormayı tercih edenler de olacaktır. 

 

Devrim Horlu geçen yıl bu konuları işlediği bir videosunda,dosya hazırlamak ve yayınevlerine ulaşmak gibikonulardayola yeni çıkanlara bazı tavsiyelerde bulunduktan, sabrın ve beklemenin önemini vurguladıktan sonra konuşmasını şöyle bağlıyordu: “Kitabı olan herhangi biri olacağınıza, kitapsız bir yazar olun, daha iyi! Doğrusu bu tanımı ben de benimsiyorum;gayet mantıklı da geliyor. Ama içimde zaman zaman harlanan bir ateş var, bilinmek, tanınmak, daha çok okunmak ateşi bu. Bazen onunla başa çıkmak zor oluyor.Yanişu ‘kitapsız öykücü’ ya da ‘kitapsız yazar’gibi nitelemelerbu uzun yolda bir duraksa, ben bu durakta yeteri kadar beklediğimi düşünüyorum. Artık hareket vaktidir, diye düşünüyorum.

 * Bu yazı ilk kez 23 Mayıs 2021 tarihinde Parşömen Sanal Fanzin'de yayımlanmıştır. 

 

22 Mayıs 2021 Cumartesi

Küçük Bir Meşeden Öğrendiklerim

 

                                                “Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir.”

                                                                                                                      Sokrates

Bilmediğimiz için bilmeyi arzuladığımızı, bilginin müptelası, dostu olduğumuzu işaret eden bu ünlü deyiş, felsefenin ve filozofun durumunu pekiştirmektedir hiç kuşkusuz. Filozof, bilginin peşinde koşan, yanıtlar arayandır. Ne tamamen bilgisizdir ne de cahil. Onun için dünya belirli ve tanımlanmış değildir. Tanıdık, sorunsuz ve pürüzsüz olmaktan da uzaktır üstelik. Bu sayede şaşırır, sorgular, arayış peşine düşer.

Filozofun en önemli aleti şaşırmaktır hiç kuşkusuz. MÖ 5. yüzyılda Platon’un, “Şaşırmak, felsefenin başka bir kökeni yoktur,” sözüyle dikkat çektiği nokta da budur. Felsefi sorgulama, yalnızca filozofların tekelinde değildir, elbette. Kişi, felsefenin ya da filozofun ne anlama geldiğini bilmeden de şaşırabilir, merak edebilir, soruşturabilir, çözüm arayışı yoluna girebilir hatta etrafını örgütleyebilir, tıpkı Filozof Meşe gibi.

Anooshirvan Miandji’nin yazdığı, Candan İşcan’ın resimlediği Bilgi Çocuk’tan yayımlanan ve ana kahramanın ismini taşıyan bu kısa kitap, felsefi soruşturmanın nasıl yapılacağına dair yerinde bir örnek. Kendini eleştiren ve geliştirebilen tüm çocuklara adanmış kitap, boy atamadığını fark eden Küçük Meşe’nin bu durumu merak etmesini, sorgulamasını, altta yatan nedenleri öğrenmesini, çözüm arayışını, el ele vererek çözüme kavuşmayı anlatıyor.

Hikâyenin sonunda Filozof Meşe lakabını alacak Küçük Meşe’nin hikâyesi, basit bir gözlem ve şaşırmayla başlıyor. Geçen bahara göre boyunun uzamadığını fark eden ağaç, annesinden bunun sebebini öğreniyor. Her şeyin yıllar evvel, güneşten kavrulan meşe topluluğunun, en ortadaki meşenin ortaya attığı masum ve yardımsever görünen teklifi kabul etmesiyle başladığını anlıyor.

Ortadaki meşe, kökleriyle derine inip hızla boy atmayı, bir şemsiye gibi diğerlerinin üzerini örtmeyi, onları güneşten korumayı teklif ettiğinde, herkes rahatlayacağını, kurtuluşun yakın olduğunu düşünüyor. Ancak Ortadaki Meşe, kökleriyle derine inip güneşe doğru yükseldikçe, diğerleri hem güneş ışınlarının hem de toprağın zenginleştirici, güç veren, besleyen kaynaklarından mahrum kalmaya başlıyor. Başta gelen geçici rahatlama, kısa sürede tersine dönüyor. Ağaçlar, hayvanlar gibi kıtlık durumunda yer değiştiremeyeceği için meşe topluluğu, cılız kaynaklarla yetinmeyi, itiraz etmemeyi öğreniyor.İçlerinde durumu inkar edenler, Ortadaki Meşe’yi bir kurtarıcı olarak görenler de var üstelik. Annesinden öğrendiği bilgiyi, bir anahtar gibi kullanan Küçük Meşe, içinde yaşadığı topluluğun durumunu  değiştirmeyi sonunda başarıyor.

Filozof Meşe, bir ağaç gibi toprağa köklenmiş ve yer değiştirmemiz mümkün olmadığında dahi değişimin gelebileceğini gösteren umutlu bir anlatı. Hikâye evreninden çıkarak gerçek bir felsefi sorgulama yapmak için onlarca soruyu kucağımıza da bırakıyor. İşte bazıları:

Herkes üzerine düşeni yapmazsa ne olur? Yükümüzü başkasına taşıttırmak istersek ne olur? Toplu halde tembellik iyi midir? Rahata düşkünlüğün bedeli nedir? Uzun zaman önce yapılmış hatalar düzeltilebilir mi? Bir hatayı kabul etmemek başka bir hata mıdır? Doğruyu yanlıştan ayıran nedir? Neden bazıları doğrulara inanmak istemez? Tek başına kalmak yanılmak mıdır? Vazgeçmeyenler için başka olasılıklar var mıdır?

Soruları çoğaltmak ve üzerine nitelikli tartışma ortamları yaratmak mümkün.

Yazarın, filozofun işlevi ve toplumun nasıl aydınlanacağına dair görüşlerini anne ve çocuk arasında geçen diyaloglar aracılığıyla aktardığı yerlerde tempo biraz düşüp anlatı öğretici olmaya doğru kaysa da, Filozof Meşe olay örgüsü ve ulaştığı final ile öğretmenlerin ve çocuklarla çalışan yetişkinlerin sınıf ve atölye ortamında etik değerler üzerine felsefi sorgulamalarını mümkün kılacak bir kaynak. Tavsiye ederim.



 Künye 

Yazan Anooshirvan Miandji

Resimleyen Candan İşcan 

Bilge Çocuk 

* Bu yazı 21 Mayıs 2021 tarihinde edebiyathaber'de yayımlanmıştır.