30 Kasım 2023 Perşembe
Babalar cömerttir
Bugün 30 Kasım. Annem ve babamın evlilik yıldönümü. Babam yaşasaydı, bu yıl 57. yılı kutlayacaklardı. Her zaman özel bir kutlama olmazdı evde ama zaman zaman sofra kurulur, pastaneden pasta alınır, birlikte yemek yerdik. Kimi zaman babam hepimizi dışarıya yemeğe götürürdü, damadın eli cüzdanına gidemezdi, keza kızların da. bebek Deniz'in de eşlik ettiği pozlar var o akşamlardan kalma. Birbirlerine hediye verdiklerini pek hatırlamam. Bir keresinde, babam eski köprüsünü yeniletirken ağzından çıkan altını bozdurmuş, muhtemelen üzerine de katarak anneme pırlanta bir gerdanlık almıştı. Pırlanta gerdanlık dediysem, öyle koca koşa karatlı taşlar canlanmasın zihninizde. Bir zincirin ucuna dizili küçük taşlardan oluşan bir motif. Kolye bende. Annemin düğün hediyesi. Aile yadigarı bir takının geline verilmesi adettendir ne de olsa.
İstanbul'da yaşadığımız son yıllardan birinde, Cercis Murat Konağı'na gittiğimizi hatırlıyorum. Babamın misafiriydik elbette. O güne değin gittiğim en lüks restoran olduğunu hatırlıyorum. Ne yedik hatırımda değil, tek narlı roka salatası kalmış aklımda, bir de bakır maşrapalardan içtiğim Süryani şarabı. O gün bugündür nar eklerim salatalara. Diğerlerini tekrar edebileceğimi gözüm almamış demek, silinip gitmiş dimağımdan. Şaşılacak şey değil. Tüm berraklığıyla bugüne getirebildiğimiz tek bir anı yok ne de olsa.
O akşam o masada oturan beş kişiden kalan dört kişi versek kafa kafaya, koysak hatıralarımızı birer birer ortaya, yine de yanına yaklaşamayız o akşamın, gecenin. Hatırlamanın duygularla doğrudan, güçlü bir bağı var. Güçlü duygular uyandıran sahneler kalıyor geriye. Şaşkınlık, heyecan, mutluluk, kızgınlık, öfke, rahatlama uyandıran anları kaydediyoruz. Seçtiğimiz duyguları, bu duyguların uyanmasını tetikleyen anıları tekrarlıyoruz ve sabitliyoruz. Hangi duyguya yatırım yaparsak onlar kalıyor geriye, kişisel tarihimizi böyle böyle inşa ediyoruz. Babamın beni sinir eden çok özelliği vardı. Şortun altına giydiği mokasenler ve soket çoraplar örneğin. Oldu mu şimdi derdim, herkesin yanında, gençlik işte. Ama biri bir söz söylesin yanında, canını sıksın, dünyayı yakacak kadar gözüm dönerdi. Yaşlı başlı bir akrabayı azarladığım dün gibi aklımda. Ayıp şey doğrusu. Kurtlarla Koşan Kadınlar'ın ilk masalıdır, bilirsiniz belki, Lo Loba. Kurt Kadın. Masal, bize yeniden doğuşun mümkün olduğunu müjdeler, bedenini saran deriyi, kaslarını, kanını, sinirlerini dahi yitirsen, geride kemiklerin kaldıysa şayet, yeniden doğuş mümkündür, der. Çünkü özün, hiç kaybolmayacak özün orada, asla yok olmayacak. Ölümle ilişkimiz de tam olarak böyle bir şey galiba. Babam gitti. Şortunun altına çoraplarını giyemeyecek. Eften püften şeylere karışamayacak. Olmadık şeylere parlayamayacak. Bunlar, bütünün içinde yer tutan ama çok da mühim olmayan şeyler, onun derisi, saçı, kanı, kasıymış meğer, geriye yalnızca kemikleri kaldığında aşikar olan babamın vericiliği, sevgisi, kızar diye çekindiğim zamanlarda arkamda durması, bizden hiçbir şey esirgemediğiymiş.. Eh bu da normal. Çünkü babalar cömerttir.
Bir köprü olarak blog yazmak
Raymond Carver, "Yazmak Üzerine" adlı kitabında "Kendi öykünüzü yazmaktan sonraki en iyi şey, başka birinin öyküsünü okumaktır," der. Bunu blog dünyasına uyarlamak pekala mümkün.
Kendi bloğunuza yazmaktan sonraki en iyi şey, başka bir bloğu okumaktır. Takip ettiğim bloglar, blogspot üzerinden yayın yapan mecralar. Okuyabilmenin tek yolu, içeri girmek ve okuma listesine bakmak. İşte bu yüzden ben her gün bloğumu ziyaret ederim. Bu, benim için her gün yazıhaneye gitmek gibi, posta kutusunu açıp kontrol etmek gibi bir şey. Anahtarımla kapıyı açarım, içeri girerim. Etrafa bakınırım. Kimi zaman büyük bir şevkle çalışırım, kimi zaman yazdıklarım yavan gelir. Biraz temizlik yapayım derim. Yarım kalan taslakları okurum. Güncelliğini yitirdiğine inanırsam silerim. Hiç de acımam. Kökü bende ne de olsa. 29 harfi istediğim gibi dizerim. Baktım dizmek istemiyorum, okuma listemden bir bloğa gider, onlar nasıl dizmiş bir bakarım. Belki yorum dahi yazarım. Bir de bakmışım, yorum yazmak yetmeyecek. İlham perilerim başka yere kanat çırpmadan oturur, eteğimdeki taşları dökerim. Başka bloggerların yaptığı gibi.
Birkaç gündür hava yağışlı. Sabah bankaya uğramam gerekti. Meydanda yenileme çalışması olduğundan büyük, metal paravanlarla çevrili çalışma alanı. Yayaların geçişine izin veren ince, insani bir koridor var. Yağan yağışın etkisiyle su birikintisi ayak bileğine kadar yükselmiş. Paletler ve taşlar atmış birileri. Suya basmamak için bu paletlerin ve taşların üstünde yürümek, yazmanın metaforu bir bakıma. Eteğimizdeki taşlardan yol yapıyoruz kendimize. Islanmamak, çamura batmamak için. Paletler ve taşlar bir köprü vazifesi görüyor, bizi bir yakadan diğerine geçiriyor. Yazmak, başlı başına bir köprü kurma eylemi. Ben ile düşüncelerim arasında, ben ile hayallerim arasında, ben ile başkası arasında... Blogdaşlık da öyle. İki blog arasında kurulan köprü, Raymond Carver alıntısında gizli. Kıssadan hisse, bir nevi.
29 Kasım 2023 Çarşamba
Giriş gelişme sonuç
Giriş
Boş sayfayla bakışıyoruz. Yapacak başka işlerim var aslında. Çamaşır makinesi sıkmaya başladı. Sesinden belli. Yerimden kalkıp kurumuş çamaşırları toplayıp katlayabilirim pekâla. Ya da lavabonun içindeki iki tabak, iki çatal, iki kaşık, iki bardak ve bir tavayı bulaşık makinesine yerleştirebilirim. Veya oturmaya devam edip düşük alkollü limonlu biramı yudumlar, olanı biteni yazabilirim. Tam olarak durduğum yeri. Bir yazıya nereden gireceğini bilememe hâli...
Neyle başlarsa başlasın, yazıya girmek mühim. İlk kelime yazıldığı anda, o tutukluk hâli gevşemeye başlıyor çünkü. Kelimeler boşluğa sızıyor. Üst üste yığılıyor. Anlamlı bir bütün oluşturma yolunda ilerliyor. Metnin bitmiş hâli okurda imrenmeye dahi yol açıyor. Vay dedirtiyor, ne kadar da hâkim düşüncelerine. Ne yazacağını en başından itibaren biliyor olmalı. Ve sorular yöneliyor söyleşilerde, nasıl çalıştığına dair, nasıl yarattığına dair. Bizim yapamadığımız ve onun şahane yapabildiği şeyin sırrını öğrenmek istiyoruz. Ortada bir sır varsa şayet.
Buna dair güzel bir paragraf döktürmüş, tüm sırları, yazarlık ipuçlarını açık etmiştim ama edebiyat tanrıları çarptı, bir anda silindi cânım paragraf.
Gelişme
Gelişme sizin için ne anlam ifade ediyor? Benim için ısrar, inat, azim, devam, süreklilik demek, gelişme. Yanlış yapmayı göze almak. Kendin için bu da sorulur mu yahu dedirtmek. Yapacak onlarca zahmetsiz, güzel, eğlenceli iş varken kendine yatırım yapmak, yorulmak, kafa yormak, didinmek demek. Yıllar evvel bir söyleşide, sembollerden ve arketiplerden bahseden konuşmacı, onların kendisini gizlediğini, ancak aşina olana kendisini açtığını, gösterdiğini söylemişti. Ben de tutup benim için çok taze bu karşılaşmayı not olarak yazmıştım defterime. Sonraki yıllarda her öğrenme deneyimim, bana bu sözün doğruluğunu ispatladı. Bilgi, kendini bilene gösterir neticede, bilmeyenin gözü kör kalır gerçeklere, o karanlığın içindedir, bilgili için ışıl ışıl olan dünya onun için karanlıktır, muğlaktır, gördükleri sığdır, yanıltıcıdır. O yüzden en büyük uğraşımız, gelişmektir. Gözlerimizin önüne çekilen perdeleri bir bir açmak ancak bu şekilde mümkün olduğu için, gelişme çabası mühimdir.
Bir yıl daha bitiyor. Önümüzde yepyeni bir yıl bizi bekliyor, vaat ettikleri sonsuz, olasılıklar da... Söylesene bu yıl en çok nerelerde geliştin? Yeni yıldan muradın belli mi?
Sonuç
Her başlayan şey biter, derdi annem. Dermiş, hatırlamıyorum. Ailecek televizyonun önüne kurulduğumuz Dallas'ı izlediğimiz akşamlarda, bölüm bittiğinde hâkim olamadığım gözyaşlarım karşısında her hafta açıklarmış: "Her başlayan şey biter."
Hayat öğretti. Her şeyin bir son kullanım tarihi var. O tarih boşuna konmamış. Denemişler, bellemişler, aştıktan sonraki yan etkileri, olumsuz durumları. O yüzden son kullanma tarihleri mühim. Ben gün farkı da olsa, malzemeleri son kullanma tarihine göre diziyorum örneğin. Takip etmediğimde ziyan olan malzemeler gördüm çünkü. Bugün çekmece dibinde kalmış tek kullanımlık bir aljinat gördüm. Merak ettim karıştırdım, normalmiş gibi görünüyordu ama karıştırmaya karşı gösterdiği direnç farklıydı. Kıvamı tutturmak için normalden fazla su istedi. Yine de tam kıvamına gelmedi. Yani neymiş dostlar, son kullanma tarihini geçen her şey, çöpü boylamalıymış. Bırakamamak her zaman bir erdem değilmiş. Yeri geldiğinde bırakmak ile ertelememek ile dostluğun yolları aranmalıymış. Kıssadan hissenizi siz çıkartın. Benim çamaşır toplamak üzere ayağa kalkmam şart zira. Ha, bir hisse varsa, bulduğunuz, payınıza ayırdığınız, kendinize de saklamayın. Yazın ki, birlikte düşünelim.
28 Kasım 2023 Salı
Kasım alfabesi
22 Kasım 2023 Çarşamba
Yaz ve götürdükleri, yaz ve getirecekleri
Kamu spotuyla gireyim söze.
Bugün 22 Kasım. Ülkemizde bilimsel diş hekimliğinin 115. yılını kutladığımız gün.
Tıbbiyeden ayrı bir dişçilik mektebi kurulması için yapılan müzakerelerin sonuçlandığı, Dişçi Mektebi bütçesinin Maarif Nezareti'ne gönderildiği gün, ilk Dişçi Mektebi'nin (bugünkü İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi'nin) kurulduğu gün olarak kabul ediliyor.
Sosyal medya hesaplarım kutlamalardan, klinikçe çekilen fotoğraflardan geçilmiyor. Benim de aklımdaydı. Yalan yok ama günü, günün önemine uygun şekilde toplum ağız diş sağlığı için çalışarak geçirdiğimden ne fotoğraf çektirebildim, ne de kutlama mesajlarını zamanında yanıtlayabildim. Şu saat geldiğinde elbette tüm mesajları yanıtladım. Tek yanıtlamadığım mesaj, ablamın Hamlet oyununa gidelim mi sorusu oldu. Hâlâ düşünüyorum.
Beliz Güçbilmez'in dört aşamalı okuma yazma atölyesinde müfredatta yer alan bir oyun, Hamlet. Dolayısıyla oyunu izleme pekala keyifli olabilir. Tek başıma okusam vakıf olamayacağım ayrıntılar sayesinde ilgiyle takip edebilirim. Bir ihtimal yeni öykü fikirleri dahi canlanabilir zihnimde. Çünkü ne diyordu Beliz Hoca: hikâyeler birbirinden yapılır. Tıpkı bir aşkın bir çok aşktan yapılması gibi. Hatırla: Murathan Mungan'ın Terastaki Havlu şiirini hatırla. Yirmi yılı aşkın süredir benimle o ev senin, bu ev benim dolaşan, okunmaktan elimde paralanması beklenirken zamana meydan okumayı başaran, her defasında aynı dizelerine tutulduğum incecik kitap, Yaz Geçer, handiyse baş ucu kitabım. Çünkü yaz geçer, yine gelir. Çünkü yaz geçer, iyi gelir kelimeler.
Yaz geçti, yine gelecek. Saçlarımı kestirdim, yaz aylarında. Çok da uzun değildi gerçi. Ama uzun sürmüş bir ilişkinin ardından saçlarımı kestirmek, bir tür zaman sayacı görevini üstlenecekti. Saçlarım hâlâ hayli kısa. Kızımın pek de sevmediği bir boyda. Yaz uzun, upuzun kullanayım istiyor, onu yakıştırıyor bana, ya da daha kısayı. Uzatıyorum. Uzamasını beklerken geçen zamanın bana iyi gelmesini bekliyorum. Yaşadığım kaybın, hayal kırıklığının, kızgınlığın, üzüntünün, rahatlamanın tüm aşamalarından sırayla, yeniden ve yeniden geçmek için zamanın geçmesi gerekiyor. Yaz ve götürdüklerini sindirmek için zaman gerekiyor. Aynaya bakıyorum. Kulak memesi hizasından kısa kestirdiğim saçlar şimdiden uzamış, iki parmak boyu aşmış hatta. Omuz başlarıma döküleceği günleri bekliyor hevesle. Acelem yok. Biliyorum çünkü yaz geçer, yine gelir. Yaz geçer, iyi gelir kelimeler...
19 Kasım 2023 Pazar
Pazar raporu
Bu sene sonbaharın tadını doya doya çıkardık. Havalar uzun süre mevsim normallerinin üzerinde gitti. Belki de mevsim normallerini yeniden tanımlamanın zamanıdır. Son yıllarda kışın geç geldiğinin, havaların geç soğuduğunun, ilkbahar ve yazın geciktiğinin hepimiz farkındayız ne de olsa.
Nihayet havalar soğudu. Menüye çorba eklendi. Evde merkezi ısınma sistemi de cuma gecesi devreye girdi. Dün iş yerinde kombiyi açtık. İki muayene odasından diğerine geçerek hastalarıma bakmaya başladım. Muayene odalarından biri yazın serin kışın buzz gibi oluyor, diğeri ise tam tersi yazın cehennem, kışın tam kıvamında bir ılıklık hali... Birini serinletmeye klima yetmiyor, öbürü iki koca peteğe rağmen zor ısınıyor. Müşterek muayenehaneden tek başıma çalışma düzen ine geçince yazlık, kışlık takılmaya başladım. Bu hafta yurt genelinde hayli yağışlıydı. İnce mont, bot, şemsiye kullanıma girdi. Ama pazarın yüzü suyu hürmetine gökyüzü açık ve güneşliydi. Kahvaltı sonrası yürümek için hiçbir engel yoktu. Geçen pazar da aynı güzergâhı yürümüştüm ablamla. Çakal eriği ve böğürtlen toplamıştım. Bir bahçe sahibinin yıkayarak arkamızdan koşarak yetiştirdiği ayvayı kemirmiş, kızımla telefonda konuşmuştum. Çıktığı tatilden memnundu elbette. Aklı kalmadı o anın içinde. Ne de olsa böğürtlenler bekliyordu, ekşi gövem erikleri de öyle. Bu sabah kahvaltının ardından "Hadi böğürtlen toplamaya," dedim. Bir gece evvel yatılı kalan arkadaşını da yanımıza katıp böğürtlen avlamaya çıktık. Çamurlara bata çıka yürüdük, bazı yerlerde ayak bileklerimize kadar çamura saplandık, dönüşte aynı yere saplanmamak için alternatif rotalar düşündük, az böğürtlen çokça gövem eriği topladık.
Eve döndük. Kahvaltı sofrasına yeniden oturup bir fincan çay eşliğinde tereyağlı ballı ekmek yedik. Nereden baksan ideale yakın bir pazar...
*
Cem Şen'in İçsel Simya derslerine başladım. Toplam sekiz canlı dersin beşini (ikişer hafta sonu cumartesi pazar 12.00-17.00 arası olan dört ders de dahil olmak üzere) kaçırmayı başardım. İlk ikisinde Ankara'daydım. Biri 29 Ekim'di. Birinde çalışıyordum. Geçen pazarki dersi ise unuttum. Canlı katılamayacağım dersler olacağı baştan belli olduğu ve kayıttan izleme imkânına güvendiğim için kayıt olmuştum gerçi ama sekizde beş ders kaçırmayı da pek beklemiyordum. Beş dersin her birini dinledim. Çok yer kaplamaması için ses kaydı yüklenmiş zira. Geriye yii jin jing hareketlerini öğrenmek ve tekrarlamak kalıyor. Bir sonraki derse kadar niyetim hareketleri de öğreten videoları da izlemek ve denemek, denemek ve bedenin hafızasına yerleştirmek.
Jİ jin ying kas ve tendon hareketleri Zen Budizminin kurucusu Bodhiddharma tarafından geliştirilmiş yapması 10-15 dakika kadar süren ancak etkilerinin muazzam olduğu söylenen bir seri. Cem Şen, allayıp pullamıyor gerçi, deneyin, kendiniz görün diyor ancak onun eğitimine giden arkadaşlarım etkisinden çok olumlu bahsettiği için başladığımda bedenime de ruhuma da zihnime de iyi geleceğinden neredeyse eminim. Bu hareketlerin özellikle fasya dokusuna yönelik olduğu, fibromiyalji gibi genel vücut ağrılarını rahatlatmakta bire bir olduğu, kasları, tendonları güçlendirdiği, esnekliği arttırdığı, yaşam enerjisini yükselttiği söyleniyor. Denemeye değer doğrusu.
*
Geçtiğimiz iletide dergi için yazı yazma ve İçsel Simya derslerini kayıttan dinleme gerekliliğinden bahsetmişim. Her ikisini de bitirmenin haklı gururu var üzerimde. Şimdi başkaca işler var beni bekleyen. Her birini aynı anda yapamam elbette. Yarının yemeği pişti. Hazır. Çamaşırlar kurumak üzere asıldı. Nevresimler değişti. Yatak odaları ve mutfak süpürüldü, silindi. Kendimi şımartma zamanı gelmiş olmalı öyleyse. Sıcak bir banyo, ardından battaniyenin altına girip Crown'un yeni sezonundan bir bölüm izlemek ve bitki çayı içmek.
*
Bugün internette rastladığım bir haberde balık avı sezonu açılış tarihinin 1 Eylül'den 15 Ekim'e çekilmesi ve 180 günle sınırlandırılması gerektiğinden bahsediliyordu. Aksi takdirde denizlerimizdeki hamsi stoğunun da bitmesi, hamsiyle avlanan büyük balıkların göçünün de buna bağlı olarak kesilmesi söz konusuydu. Bilimsel verilere kulak asmanın kimseye bir faydası yok neticede. 1 Eylül'de denizler hâlâ sıcak. Çanakkale'de bile ekimde denize girenler vardı. Benim gibi çalışan tayfa değil elbette, aylakçılık yapıp öğle sıcağında kendini deniz kenarına atma imkanı bulanlardı yüzebilenler. İnstagram sayfalarından gördüm ben de. Okullar açılmadan kapandı deniz sayfası benim için ki gerçekten girilebilecek pazar günleri oldu ama yapacak iş çoktu. Eylül sonunda girdim, ay ekim başında, ortasında bile girdim diye tik atma gereği duymadım galiba. Koştur koştur kendimi plaja atmadım. Ruhum sonbahardayken bedenime yazmış gibi hissettirmenin alemi yok. Yeniden denize girebilecek kadar havalar ısınmadan önce soğuyacak, kaloriferler yanacak, kat kay giyineceğiz, dizlerimize battaniye çekip film izleyeceğiz, salep, kestane eşlik edecek bu zamanlara, daha çok kitap okuyacak, evde hobilere yer vereceğiz. Bir döngünün içinde ilerlemenin, değişimle bir olmanın tadını çıkaracağız. Tadı değilse de didişmeyeceğiz evvela. O yüzden yaşasın sonbahar, yaşasın gelmekte olan yeni yıl. İş yerimde yıllık yeni yıl süsleri yerini aldı. Ev için biraz daha beklemek gerek.
*
Bu pazar da böyle geçiyor. Sakin ve iyi. Ya seninki? Senin günün nasıl geçti sahi. Anlatsana.