10 Kasım 2023 Cuma

Günün izi: 12

                                                        Haftanın başı 
Geçip giden zamanları bir yerlerde bulsam... 
Sen de zamanının buharlaşıp uçtuğunu, zaman yönetimi konusunda (zaman zaman) sınıfta kaldığını, yapman gerekenleri yetiştiremediğini düşünüyor musun? Sonra da bitiremediğin şeyler için dövünüyor musun? Son 24 saat bak, benim için nasıl geçti: 
İşte çalıştım. Ablam sabaha karşı turdan döndüğü için onu ve annemi yemeğe çağırdım. Bir gün önceden tarhaba çorbası, zeytinyağlı biber dolması, hamsili pilav ve gazozlu kek vardı hali hazırda. Gelince salata yaptım. Sofrayı kurdum. Yemek yedik, sohbet ettik. Onlar gitti. Mutfağı biraz toparladım. Bilgisayarı açtım. Yapmam gereken iki iş vardı: Dergi için yazı yazmak ve Ankara'da bulunduğum zamana denk geldiği için canlı olarak katılamadığım Cem Şen'in İçsel Simya derslerini kayıttan izlemek. 
Yazının daha öncelikli olduğunu düşündüm. Hakkında yazmayı planladığım kitap Joe Sacco'nun Filistin adlı grafik romanıydı. Yazıya muhtemelen almayacağım ama faydası olacağına inandığım için tarihsel sürece baktım. Pelin Batu'nun Youtube'ta Sapien kanalında konuyla ilgili videolarını izledim. Oradan Gaber Mate'nin videosuna sürüklendim. Word dosyasını açtım. Yazmış olduğum uzun cümleyi okudum. Saatin geç olduğuna kanaat getirip bilgisayarı kapattım. Yatağa gittim. Yaklaşan ara tatil, sömestr tatilleri için turlara baktım. Turdan tura atladım. Görecek ne çok yer olduğuna dair iç çektim. Bolca heveslendim. Fiyatlara baktım. Hakikat ortadaydı ama dünya da çok renkliydi. Ne derler bilirsiniz: bakmak da paralı değil ya. 
Bakmak paralı değil. Doğru ama uykuya dalmaya geçmem gerekirken ekrana maruz kalmak, deliksiz ve derin bir uykuyu kovuyor, ertesi gün enerjimi düşürüyor. Bu sabah bu ruh hali ve düşüncelerle uyandım. Telefonun ve dünyanın renkli çağrılarına kulak asmayıp her gün bir iş hedefine odaklanmaya çalıştım. Çamaşırları topladım. Nevresim ve çarşaf yığınını katlamak güç geldi. Sepetle dolabın içine koydum. İşlerin böyle böyle biriktiğini bildiğim halde. Yatağımı topladım. Komodinin üstünü topladım. Günlük kremleri fermuarlı bir kozmetik çantasına koydum. Elime geçen kâğıt çöplerini attım. Kirlileri ayırdım. Akşam beyazları yıkamak üzere kendimle sözleştim. Komodinin üstünde duran birkaç düğme ve çengelli iğneyi dikiş kutusunun içine kaldırdım. "Aferin sana! Bu kadarını yapabildin. Siber aylaklığa yenilmedin!" dedim kendime ve işe geldim. En odaklı olduğum zamanlar çalıştığım zamanlar. Hasta başındayken dikkatim yalnızca yaptığım işle meşgul. Araya giren kimi sorular, düşünceler olsa da elim, gözüm ve zihnim arasında güçlü bir koordinasyon var ve bunu seviyorum. Kendime, bir şeyleri yetiştiremediğim için kızdığım zamanlar geliyor aklıma ve bunun bir seçim olduğunu hatırlıyorum. Enerjiyi verimli kullanmak adına bazı şeyleri öncelediğimi, bazı şeyleri ertelediğimi fark etmek iyi hissettiriyor. Örneğin dün aile bağları, yazının ve kişisel gelişimin önündeydi. Kızımla birlikte güzel bir tatil yapma motivasyonu, uykudan daha öncelikliydi. Bu sayede rotalar ve fiyatlar hakkında bilgi sahibi oldum. Bunu da bir kayıp gibi düşünmemeliyim o zaman. Zaman olur, Türk lirası değer kazanır. Giderim elbet, bir gün, gideriz. Uzaklara, doğulara, öyle kıstırılmış zamanlarda değil, uzun uzun, keyfince, gönlünce... 

Balık kavağa çıkınca
                                                                                        
Demiyor, gelecek günlere inanıyoruz. Bu arada balık yemeyi de ihmal etmiyoruz. Balık severim ama nedense pek de pişirmem evde. Her eylül sezon açıldı haberiyle de heveslenirim. Daha çok balık yemeli düşüncesini alır, baş ucuma tuttururum. Bu yıl, o yıl. (Yeni yıl 1 Ocak'ta başlamıyor her zaman. Doğum günü de pekala milad sayılır.) Alınan kararların ertelenmeyip uygulandığı yıl. Neymiş: balık yenecek. Pazar günleri (çoğunlukla) balık yiyoruz. Bu sene balık da bol. Lüfer, kalkan, zargana, hamsi, levrek, çipura, karagöz, dil... Tezgâhlarda sere serpe yatıyor. Hale gitsem de baksam ne var diye düşündürtüyor. Fiyatlar da nispeten ucuz. Pazar günü kilogramı 400 liradan lüfer aldım diyeyim sen anla. Hamsi 100 lira bandında. Taze ve her daim bol. Hamsili pilav yapınca altı porsiyon çıkıyor. Kılçıkları da Sani lüpletiyor. Henüz ayıklarken taze taze. 

                                                                 Haftanın sonu 
Sevgiyle, hayranlıkla... 

Bugün 10 Kasım. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ü ölümünün 85. yıldönümünde sevgiyle ve hayranlıkla andık. Bir kez daha. Cumhuriyet meydanı yıkıldığı ve yeniden yapıldığı için bir süredir çelenk koyma törenleri Valilik'in önünde yapılıyor. Trafik bir süreliğine kapatılıyor. Kısacık bir resmi tören yapılıyor. Ardından protokolde yer almayan siyasi partiler, dernekler, meslek odaları sırayla çelenk koyuyor. 29 Ekim tam bir curcunaydı. Bizde düzen, nizam zayıf zaten. Anonslar hızlı hızlı yapıldı. Gelenin çelengini koyup saygı duruşuna geçmesi beklenmediği için çelenkler de, insanlar da üst üste yığıldı. Bugün tören daha düzenliydi. Kurumların isimlerini listeye yazdırması gerekmediğini, alfabetik sırayla çağrılacağımızı öğrendik. İki dakikalığına her şey durdu. Sirenler dışında çıt sesinin dahi çıkmadığı bir sessizlikten bahsediyorum. Askerlerin esas duruşunu izledim, gökyüzünde salınan bayrakları, flamaları izledim.  Atatürk heykelinin etrafındaki dört meşalenin tek tek yakılmasını izledim. Özgürce uçan kuşları izledim. Ölümünün 85. yılında ona sevgi ve hayranlık beslediği için gelen sivilleri izledim. Tek bir kırmızı karanfili sımsıkı tutan küçük oğlanı izledim. Gökyüzünde  kanat çırpan kuşları izledim. Bando İstiklal Marşını çalmaya başlayıp içim hop edene kadar sessizce içindeydim, saygı duruşunun. Çok daha coşkulu törenler gördü elbette bu gözler. Yıllardır milli bayramların, 10 Kasım'ların cılızlaştırıldığını görüyoruz. Sen rahat uyu Atam diyebileceğimiz günler değil, farkındayız. Yine de ona gerçek anlamda hayranlık duyanların sayısı hiç de az değil. 100 yıl önce bizi ümmet olmaktan, bir şahsa kul olmaktan kurtaran, yönetime katan, halkı özgürleştiren, bilimi, feni rehber almamızı öğütleyen Atamıza sahici bir minnet duymayacağız da ne yapacağız! 









                                                                   

2 yorum:

  1. Geçip giden zamanın burukluğunu, üzüntüsünü her zaman yaşayan biriyim ve bu sayede güne daha fazla odaklnmaya çalışıyorum. sağlıkla şu gündeyim ya diyorum daha ne olsun. seyahatlere bakıp bakıp hayal kuruyorum aylardır. işte şimdi koskocaman 9 günlük tatildeyiz, eşimde emekli işi gücü yok. başka zaman olsa 3 günlüğüne bile gidiyorduk bir yerlere ama eşimde öyle bir isteksizlik oluştu ki bizi de engelliyor. yani şimdi evdeyiz ne yazık ki:(

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Değerli olan ve elimizdeki tek şey şimdi, elbette. Bilgi olarak bunu iyi biliyoruz ama her zaman gerçek manada kıymetini bilip her zaman sahip çıkamıyoruz galiba. Zamanın geçip gitmesi ondan mı hüzünlü acaba? Tatilde olmak, her şekilde güzel. Keyifli geçmesini temenni ediyorum.

      Sil