31 Ağustos 2019 Cumartesi

Mesajınız var!


Üzerinde kurgu olduğu belirtilen bir kitabı benim için itici yapan ve kitaptan uzaklaşmama yol açan en önemli etken, yazarın anlatıya yerli yersiz sızan düşünceleridir. Yazarın düşüncelerinin ve fikirlerinin göz kamaştırdığı, alenen parladığı, kurmacadan saparak mesaj ilettiği metinler okumaktan hoşlanmıyorum. Böyle bir durumla karşı karşıya kaldığımda yazılanlar bir kulağımdan giriyor, diğerinden çıkıyor. 
Türkçede sık kullanılan, karşındakinin söylenen söze kulak asmadığını, önem vermediğini, umursamadığını anlatan bu deyim aynı zamanda  insan doğasının en doğal itirazlarından birine de işaret ediyor. Ebeveynler, öğretmenler, cümle yetişkin mesaj vermeye ne kadar meyyal olsa da kimse kıssadan hissenin doğrudan gözüne sokulmasını, tek doğru gibi iletilmesini istemiyor. Kurmaca metin okurları da bundan gayrı değil.
Bana bunları düşündürten bir ilk kitap. 
Okuduğum kitabın yazarı, yıllarını çocuklara ders anlatarak geçirmiş bir öğretmen. Öğretmen, yalnızca pozitif bilimleri öğretmez. Bunun yanı sıra değerler eğitimi de verir. Çocukları, iyiden, doğrudan yana taraf tutmaya da çağırır. Her vesileyle bunları tekrarlar. Her türlü musibeti bir mesaj verme aracına dönüştürür.
Öğretmen sahnededir. Tüm gözler üstündedir. Kırk dakika boyunca şovunu sürdürür. Bazen ilgi dağılır. İlgisi, dikkati dağılan kitleyi canlandırmak için bir fıkra anlatır, bir şaka yapar, güldürür, konu dışına çıkar. Ya da çocukların açığını fark eder, eski bir konuya bağlar, üzerinden geçer. Öğretmenlik için çok faydalı olan bu meziyetler, kurmacaya sızdığında metin yaralanır. Okur yazar işbirliği bozulur. Okur tökezlemeye başlar. Oysa, yazar, okurun her daim bir adım önünde olmalı, onun elini bırakmadan kendi zihninin koridorlarında dolaştırabilmeli, anlatıyla birlikte akmasını sağlamalıdır. Başkalarını bilmem ama ben okuduğum cümlelere yazarın düşüncelerinin, inançlarının ve taraf olduğu sloganların metinde dağınıklığa yol açacak şekilde düşmesinden rahatsızlık duyuyorum. Ezcümle edit edilmemiş, ilk taslaklarda kalması gereken güncele ya da kişisel hayata dair dökülenler, metnin niyeti, yazarın kibri okuduklarımı gölgelemesin istiyorum. Kim bilir belki günün birinde büyüğünden küçüğüne her yayınevi, yayına hazırlamak, redakte etmek dışında editör desteği sunar da, nice güzel hikâye pişmeden okura sunulmaz. 

Beyin Gökten Geniştir



Beyin gökten çok daha geniştir,
Yan yana koyarsan ikisini,
Beyin kendi içine rahatça
Sığdırır hem göğü, hem seni.

Beyin denizden çok daha derin,
Belki masmavi denizin dibi,
Ama beyin onu hemen emer
Kova dolduran süngerler gibi.

Beyin, Tanrı ağırlığına denk
Kaldır, dirhem dirhem tart istersen,
Sanki değişik görünürler mi
Hece nasıl değişikse sesten?

Emily Dickinson
Çeviri Talat Sait Halman

Şefkatli Ebeveyn Günlükleri 11

Bilmek isteyen yola çıkar. 
Şefkatli Anne Günlükleri'ni yazmak, ebeveynlik amaçlarımı, önceliklerimi belirlememe, düşüncelerimin ve eylemlerimin farkına varmamı sağlıyordu. Sura Hart alıntıları bitince, sanki ters yönde yürümeye başlamışım gibi bir düşünce gelip çöreklendi içime. Yeniden konu üzerine düşünmek, yazı yoluyla düşüncelerimi tasnif etmek, eylemlerimin farkına varmak istedim. İşbu sebeple www.nonviolentcommunication.com sitesinde ücretsiz yayımlanan haftalık ipuçlarının rehberliğinde yeni bir günlüğe başlıyorum.
İpuçlarının çevirisi bana ait.

Şefkatli Ebeveyn İpuçları:
Çocuğunuzla aranızdaki kalpten işbirliğini ve bağlantıyı arttırmak için aranızdaki iletişim iki yönlü bir sokak gibi olmalıdır. 
Gelecek hafta, çocuğunuzla aranızdaki iletişimin akışına dikkat edim. Tek yönlü mü, yoksa çift yönlü mü? Konuşmanın çoğunu siz mi yapıyorsunuz? Çocuğunuzun bazen sizi dinlemediğini dahi fark ediyor musunuz? 

Haftanın mindful alıştırması 
İletişiminizi daha iyiye dönüştürecek bir desteğe mi ihtiyacınız var? 
Bazen içinde bulunduğumuz durumdan kurtulmak için daha büyük bir alet çantasına ihtiyaç duyarız. Böylece gün ne getirirse getirsin, duygularımızla, ihtiyaçlarımızla bağlantıda kalmak için daha donanımlı oluruz. Bunun için Sura Hart ve Victoria Kindle Hodson'un kitaplarından faydalanabilirsiniz. 

Ben ne düşünüyorum? 
Bugün ayın son günü. Tatil, yaz rehaveti derken blog için hâlâ üç yazı eksiğim var. Evdeyim. Zamanım var ama alanım yok. Yazı için masama oturmamla beraber Deniz de ayak ucuma kıvrılıp yatıyor. Soruları, kımıl kımıl hareketleri, bebekmiş gibi çıkardığı sesler dikkatimi dağıtıyor. Kalkıp yer değiştiriyorum. Manzara değişmiyor. Otuz dakika yalnız kalmak istediğimi, odaklanmaya ihtiyaç duyduğumu söylüyorum. "Beni yok say" önerisi geliyor. Yeniden açıklıyorum. Yer değiştiriyorum. Sonuç değişmiyor. Gidiyor, ucu çekilmiş lastik gibi hop yanımda. Bir kuşku içimi kemiriyor. Daha şefkatli bir ebeveyn olma arayışımı sürdürürken iletişimi tek yöne mi indiriyorum? Bu soruyla değişim geliyor. 

Denizle nasıl paylaşıyorum? 
Denizle yalnızız. O oyun oynamak, eğlenmek istiyor. Bense yazımı bitirmek. Adil ve anlayışlı olmaya çalışıyorum. Otuz dakika odaklanarak çalıştıktan sonra onunla oynayabileceğimi söylüyorum. Beni engellemek değil dileği ama yakınımda oynamak istediği de çok aşikar. Bir süre konuştuktan, ikna etmeye çalıştıktan sonra kontrol etmeyi bırakıyorum. Denizin yüzeyinde sürüklenen tahta parçası gibi sırt üstü bırakıyorum kendimi yazının ve anın içine. O oynuyor, ben nihayet ikinci paragrafa başlıyorum.

Deniz'in geri bildirimi ne? 
Deniz beni duyuyor, ihtiyaçlarımın farkında. Aynı mekânı paylaştığımızda kendini oyalayacak bir şeyler buluyor. Ara ara yokluyor ama sabote etmiyor. Bir kafede, etrafa aldırmadan yazmak gibi akarken satırlar o da tercihlerini belirliyor, seçimlerini gerçekleştiriyor. 

Sonrasıyla ilgili ne düşünüyorum? 
Ne kardeş, ne evcil hayvan ne de komşu çocuğu... Durumumuz bu. Pek çok aile gibi. 
Tek çocuğu olan anneler üzerindeki baskı çok can sıkıcı. Hem çocuktan, hem eşten, hem çevreden... Bu bir kusurmuş ve bu kusuru telafi etmek için hep aksiyon içinde olmamız gerekiyormuş gibi bir algı yönetimiyle bizi köşeye sıkıştırmak istiyorlar. Tatile çık, oyun oyna, eve çocuk çağır,  gezmeye götür, bahçeli ya da havuzlu bir ev bul aman çocuk sıkılmasın, üzülmesin.... 
Sıkılmak ve üzülmek delete tuşuyla hayatımızdan çıkabiliyor mu? Sıkılmayı sürdürmek, durumuna vah vah etmek bir tercih. Her zaman seçim yapma şansımız var. Deniz çoktan seçeneklerini gözden geçirdi, yenilerini geliştirdi. Çay fıskiyesi oyunuyla zaman geçiriyor.

Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Çocuklara sürekli hazır paketler sunmak yanlış. Onlar iyi olacak diye hep kendinden ödün vermek yanlış. Benim kendime zaman ayırmam, ihtiyaçlarımızı gidermenin yanı sıra hayallerime, hedeflerime doğru adımlar atmayı sürdürmem onun kendi hayalleri ve idealleri peşinde koşmasını sağlayacak, onu özgürleştirecek. Ona sürekli hazır eğlenme paketleri sunmadığım, sıkılmasına ve kendi çözümlerini yaratmasına olanak sağladığım  için memnunum. 

Eski günlüklere aşağıdaki bağlantılardan ulaşabilirsiniz.


30 Ağustos 2019 Cuma

Yalnızca bir mevsim


Ay tırmanıyor gökyüzüne ağır ağır. Göğün öte tarafında şimdi. Karanlık çökünce şıngır mıngır ışıldayacak karşımda. Ev içlerinden günün hemen her saati dışarı taştığım, erkenden kalkmak zorunda kalmadığım, balkonda uzun saatler geçireceğim, emekliliğimin ilk yazı uzanıyor karşımda. 
Bir mevsim boyunca üzerime geçireceğim rahatlığı, hafifliği hayal ediyorum.
Balkonda kahvaltı sefalarını, güneş yükseldi haydi içeri kaçalım nidalarını, öğle uykusuna mı yatsak denize mi gitsek kararsızlıklarını, akşam çökerken yeniden ver elini balkon diyerek oturacağımız uzun ve kalabalık sofraları... Çocuklarla pişti, papaz kaçtı, kulaktan kulağa oynamayı, evden yükselen kahkaha ve mızıkçılık seslerini, karpuz, ay çekirdeği, kahve, çay servislerini, çiçeği sulamayı unutmuşuz bak gördün mü boynunu bükmüş diyerek iç çekmeleri, çiçeklerin arasından boynunu gösteren semiz otlarına sevinmeyi, hemen suya tutup yeni mayalanmış yoğurda çalmayı, kuş seslerini, dışarıdan gelen çocuk ve sokak konseri seslerini...
Olabilir. Hepsi  gerçek olabilir. Bir mevsim, yalnızca bir mevsim kırsan inadını, alsan çocukları gelsen, üç ay kalsan, enkazcının yavaş yavaş bizim sokağa ilerleyeceğini, en fazla üç ay sonra anılarımızla beraber bizim duvarların da tozunu attıracağını, yayla gibi balkondan bir saksıyı zor sığıştıracağımız Fransıza mahkum kalacağımızı falan hepten unutacağım. Sizin dijital fotoğraflarınıza, sanal albümlerinize inat tek tek çerçeveleteceğim geçen günleri. Gündüz boynunu büken, akşam her dedikoduya başını kaldıran akşam sefalarını, boş çekirdek kabuklarından yaptığımız tepeciği, yükselen ve alçalan ayın ve güneşin altında güldüğümüz her anı, bir albümün içine dizeceğim. Torunlarıma ömürlerinin en güzel yazını hediye edip gideceğim sonra. Enkazcının girmek istemeyeceği, unutulmuş bir sokağa, geniş bir balkona, sakız sardunyaların, fesleğenlerin, akşam sefalarının arasına. 

27 Ağustos 2019 Salı

Kamp Hâlleri



Kampın en hızlı delikanlısı. Plajda değilse bisikletinin tepesinde, sarı çantası sırtında, pedallıyor ve Sin Boy dinliyor, sadece onu, tabi biz de.
       
                                                                           

Kendine ait bir hamak. Şimdiden özlediğim...
Bir de soru: Arasına gerebileceğin iki dikili ağaç yoksa, kendine ait hamak ne işine yarayabilir ki?

                                                                         

Gözün ilk gördüğü... Rahatsız uykuları, sırt ağrılarını unutturuyor. Her defasında kendimi Heidi gibi hissetmemi sağlıyor.
                                                                               
                                                                                        

Evimin lavabosunun içinde görsem çığlığı basacağım kesin. En çok doğanın içindeyken her şeyin efendisi olma kibrinden sıyrılıyor, yaşam hakkına çok daha fazla saygı duyuyoruz galiba. Korkmadan, içine hapsolduğum beton sınırların dışına atmaya uğraşmadan  bu minik kertenkeleyi fotoğraflıyor ve ilerliyorum. 
                                                                                





                                                                         

23 Ağustos 2019 Cuma

Yazma Edimi


Eninde sonunda her yazarın yolculuğuna uzun okumalar eşlik eder. Yıllara yayılan bu okumalar neticesinde kendinizi bir şeyler karalarken bulursunuz. İç dökmelerle başlayan süreç, okuduğunuz kitaplara, izlediğiniz filmlere ya da güncele dair duygu ve düşüncelerinizi aktardığınız metinlere  evrilir. Yavaş yavaş başını kaldıran, uç veren hikâyelere kulak kesilir kişi. Anlatmak istediği hikâyenin henüz uzağındadır ama alçak sesle de olsa "Yazıyorum," diyebilmektedir. Amma velakin yazmak hem nitelik hem de nicelik olarak okumanın çok gerisindedir. Kendinden öncekilerle çağdaşları arasında bir yerde kendini konumlandırmaya çalışır yazar adayı. Yazar adayının yazma edimi nezaket kurallarına aykırıdır. Davet beklemez örneğin. Kol atar, dirsek atar, kapıyı kendince aralar, ürünlerini paylaşmaya başlar. Matbu ve dijital platformlara yollar ve yürüyüşünü sürdürürken bir ses bekler. Gelen o küçücük ses, devam etmesine vesile olur. Belki de hiç gelmez ses. Yanlış kapılarda bekliyordur. Belki de yanlış camlara taş atıyordur. Kendi mecrasını yaratır sonra. Dijital dünyadan kendi sesini, rengini duyurur. Hâlâ kaygandır zemin. Düşe kalka yol alır. Geçimini sürdürdüğü mesleği gibi değildir, yazmak. Orada sınırları kesin belirlenmiş doğrular ve yanlışlar vardır. Kişi kendinden bekleneni bilir. Neyin iyi, neyin kötü olduğunu bilir. Bir terslikle karşılaştığında örneğin onu nasıl çözebileceğini bile bilir. Oysa yazmak bunlara hiç benzemez. İçine sinmeyen bir yer vardır ama yalnızca sezgidir bu. Nereden kaynaklandığını bilemediği bir sezgi, bir tür iç ses. O yüzden okumaya, kitaplara sarılır. Ustaca yazılmış her cümlede, kurguda kendi yanlışlarını, eksikliklerini ve yetersizliklerini görür. Kimi  yazarlar neden yazdığını bile sorgulatır. Cesareti kırılır, sesi kısılır, hayranlıkla karışık bir imrenme duygusudur içindeki. Kâğıdı, kalemi bırakır. Öykülere, romanlara, şiirlere sığınır, iyi ki de sığınır.

22 Ağustos 2019 Perşembe

Şefkatli Ebeveyn Günlükleri 10

Bilmek isteyen yola çıkar. 
Şefkatli Anne Günlükleri'ni yazmak, ebeveynlik amaçlarımı, önceliklerimi belirlememe, düşüncelerimin ve eylemlerimin farkına varmamı sağlıyordu. Sura Hart alıntıları bitince, sanki ters yönde yürümeye başlamışım gibi bir düşünce gelip çöreklendi içime. Yeniden konu üzerine düşünmek, yazı yoluyla düşüncelerimi tasnif etmek, eylemlerimin farkına varmak istedim. İşbu sebeple www.nonviolentcommunication.com sitesinde ücretsiz yayımlanan haftalık ipuçlarının rehberliğinde yeni bir günlüğe başlıyorum.
İpuçlarının çevirisi bana ait.

Şefkatli Ebeveyn İpuçları:
Çocukların verici olmaları için verme becerilerini geliştirmeye ihtiyaçları vardır ki bu da ebeveynlerin (ve diğer yetişkinlerin) kabul etme becerilerini geliştirmeye ihtiyacı olduğu anlamına gelir. 
Bu hafta en azından bir gün çocuğunuzun size vermeye çalıştığı hediyeyi fark edin ve sahici bir minnetle kabul edin.

Ben ne düşünüyorum?
Çocuklar&yaşlılar yavaş ve sarsaklar. Özellikle yazdım bu iki kelimeyi. Hoş görünmediğinin farkındayım ama sırf biz daha hızlı ve organizeyiz diye çoğu zaman farkına dahi varmadan onları böyle etiketliyoruz. Katkı sunmalarını beklemeye sabrımız yok.

Denizle nasıl paylaşıyorum?
Bu günlüğü yazdığım sırada karavan kampının ikinci haftasındayız. İnternet erişimim oldukça sınırlı ve zahmetli. Telefonun, internetin çektiği resepsiyona yürümek ve çekmesini ummak gerekiyor. Şimdi şehirde, bir kafede otururken, ipucunu yeniden okuyorum ve Deniz'in bana sunduğu hediyeleri hatırlıyorum. Deniz kabukları, değişik taşlar, masa kurma, kaldırma, bulaşık yıkama konularında yardım, denizde oyun, eğlence... Bu ipucunu en güzel yaşayacağım yerdeymişiz meğer. Tatilin kalanında Deniz'in sunduğu katkıları minnetle kabul ettiğimi daha net ve anlaşılır göstereceğim. Örneğin bu günlüğü yazmak için bu sıcakta denizden çıkmamız, arabaya binip şehre gelmemiz gerekti. Üstelik yazmak için 1,5 saate ihtiyaç duyduğumu, otuzar dakikalık periyodlar halinde çalışacağımı, her otuz dakikada bir mola verip onunla ilgileneceğimi söylediğimde bunu kabul etti. Ben yazarken, ekranın ardında, masanın diğer tarafında oturuyor ve soğuk çikolatasından büyük yudumlar çekiyor, hemen her çocuğun hoşlandığı şekilde pipetin içine hava üflüyor ve sessizliğini koruyor. Çok sıkıldığına ve denizde yüzüyor olmayı tercih ettiğine eminim. Bu yazı süresince bana ihtiyaç duyduğum alanı sağlaması cömert bir hediye. Ben de minnetimi göstermenin yolunu bulacağım. Az sonra.

Deniz'in geri bildirimi ne?
Deniz karavan ve çevresini güzel gösterme konusunda çok hevesli. Takdir ettiğimizi gösterirsek çok daha neşeli ve girişimci. Hayalleri bitmiyor. Konuşmayı oldum olası çok sevdiğinden hayallerini nasıl gerçekleştireceğimizi uzun uzun, tüm detaylarıyla anlatıyor. Hediyelerini kabul etmek, görüldüğünü, onaylandığını, ciddiye alındığını gösteriyor. Daha küçükken, bana kalbi kırıldığı bir gün ağlayarak sitem ettiğini hatırlıyorum. "Ben sana bir sürü hediye hazırlıyorum, onları yaparken çok yoruluyorum, sen bana hiçbir şey yapmıyorsun" serzenişi dün gibi aklımda. Hiç öyle düşünmemiştim. Resim yapmaktan, kesmekten, yapıştırmaktan hoşlandığı için yaptığını düşündüğüm pek çok minik armağanın ardında hediye verme güdüsünün yattığını görmek benim için şaşırtıcıydı. O zaman çocuklardan gelen minik armağanları kabul konusuna çok daha özen göstermek gerektiğini fark ettim. Buna sahilden, parktan toplanan doğa hazineleri de dahil.

Sonrasıyla ilgili ne düşünüyorum?
İpuçlarını baştan sona okumayı, kalemliğimde taşıdığım meşhur duygu, ihtiyaç ve "Bağırmayan Anne Baba Olmak" kitabı alıntılarının dizili olduğu anahtarlığa yeni, küçük notlar eklemeyi düşünüyorum.

Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Konu üzerine düşünme, düşüncelerimi yazma ve paylaşma çabamı takdir ediyorum. İki haftalık tatil süresinde dahi aksatmadığım için memnuniyet duyuyorum.

Eski günlüklere aşağıdaki bağlantılardan ulaşabilirsiniz.

7 Ağustos 2019 Çarşamba

AMEL DEFTERİ

Kâğıdı ikiye böldü. Dikine. Kalın uçlu bir kalemle sınırları çizdi. Sol tepeye kendi adının, sağ tepeye onun adının baş harfini yazdı. Amel defteri hazır. Tüm iyilikler ve kötülükler iki ayrı renkte bir bir işaretlenecek. Sonra bakacak. Hangi renk çoksa ona göre davranacak. 
Evliliklerinin ilk sabahında öperek uyandırdı onu kadın. Bir küçük yeşil çizgi attı sayfaya. 
Dün gece şampanyayı fazla kaçırmış. Beyni zonkluyor adamın. Nasıl da zonkluyor. Kadın hiç susmuyor. Gözlerini kapıyor, yumuyor. Sesler çoğalıyor. Sorular ardı sıra düşüyor uykulu gözlerine, takatsiz kollarının üzerine. Kırmızı, bir kırmızı daha, çok kırmızı daha çekiyor. 
Bildiğin üç yaş coşkusu kadındaki. Yeni konuşmaya başlayan çocuğun "Bu ne?" soruları gibi. Etini dalıyor sorular. Beynini kemiriyor. Anlıyor, daha ilk günden anlıyor. Kadın sesiyle, sorularıyla kulağının içinden girecek, beynini yavaş yavaş kemirmeye başlayacak, iliğini kemiğini kurutacak ama kalbine asla dokunmayacak. Henüz değil. Daha zamanı var. Adam yatağın içinde hâlâ. Doğrulmak istiyor, kurtulmak. Uyku ağır basıyor. Kımıldayamıyor.