31 Mayıs 2018 Perşembe
YAZ İHTİMALLERİ
Çocuk kitapları okumayı seviyorum. Son zamanlarda, özellikle ilgi duyduğum çocuk kitapları duygular üzerine olanlar. Duyguları tanımak, fark etmek, onları olduğu gibi kabul etmek, düşüncelerimizi ve tepkilerimizi kontrol etmesine izin vermemekle ilgili kitapları ardı sıra okuyorum. Hacmi küçük etkisi büyük kitaplar, bunlar. Son siparişim, Koala Çocuk bünyesinde yayımlanan APA (Amerikan Psikoloji Derneği) onaylı kitaplardan oluşuyor. Seveceğimi, faydalanacağımı düşünüyorum.
Dün Deniz'in sınıfına kitap okumaya gittim. Seçtiğim kitap Senin Kovan Ne Kadar Dolu idi. Bahçede biraz oyun, duygular ve ihtiyaçlarla ilgili sohbetten sonra lafı kitabın konusuna getirip okuyacak, kitap hakkında sohbet konuşacak, sonra da dağıttığım kâğıtlara gün içinde kovalarını boşaltan ve dolduran olayları, durumları yazmalarını isteyecektim. Ne derler bilirsiniz: hayat siz planlar yaparken başınıza gelenlerdir.
Sonuç fiyasko, kazanç küçük bir grupla kitap okuma kulübü fikri.
Bu yaz çocuklarla belli aralıklarla toplanmayı, onlara okuyacağım kitap hakkında sohbet etmeyi, doğru-yanlış kaygısına düşmeden onlara fikir beyan edebilecekleri, dinlenecekleri bir alan yaratmayı hayal ediyorum. Mevcut öğretim sistemi, düşünmek, irdelemek yerine doğru şıkkı işaretlemeyi ön plana çıkardığından, sınıfta onlara söz hakkı çok düşmediğinden dışarıda bu tip ortamlar yaratmanın önemli olduğuna, velilerin bu konularda işbirliği yapması gerektiğine inanıyorum. Ektik bir hayal tohumu, dilerim tutar, uzun ömürlü olur ve güzel sonuçlar doğurur.
Rafların arasından şimdi, şu anda rastgele çektiğim ve rastgele açtığım sayfada karşılaştığımdır:
"Biz... yaşam farkındalığımızı yükseltmek için yazarız... Biz yaşamı iki kez tatmak için yazarız, yaşanan anda ve geri dönüp o âna baktığımızda... Biz yaşamımızı aşmak, ötesine ulaşmak... kendimize başkalarıyla konuşmayı öğretmek için yazarız." Anais Nin
Farkındalığımızı arttırmak için okumak, düşünmek ve yazmak en önemli araçlarımız ve bunlar çocukların eline ne kadar erken tutuşturulursa o kadar iyidir.
Okullar kapanıyor. Deniz'i uzun bir yaz tatili bekliyor. Sabah erken kalkmamak, ödev yapmamak ona, tüm bu rutinleri sağlamak için harcadığım mesaiye ara vermek de bana iyi gelecek. Çünkü son günlerde kendimi çok yorgun ve isteksiz hissediyorum. Okullar kapanır kapanmaz çıkacağımız tatilde dinleneceğimi ve tazeleneceğimi umuyorum. Yan gelip yatmak, bol kitap okumak (özellikle de çocuk kitapları), dinlenmek... Komşuda soluklanmak bana iyi geliyor. Orada özlediğim Türkiye'yi görüyor ve yaşıyorum.
Tatil dönüşü dinlenmiş, tazelenmiş, yenilenmiş bir ben'e kavuşmayı, kışın okuduğum kitapları, aldığım notları, düşünceleri sıralamayı, düzenlemeyi mümkünse bir verime çevirmeyi, televizyon ekranlarından ve miting alanlarından yükselen iyimserlik dalgasının kalıcı olmasını, yıllardır yüreklerimize çöken karanlığın dağılmasını ve yeter artık isyanımızın sonlanmasını, parlamenter sisteme geri dönebilmeyi umuyorum ve diliyorum.
30 Mayıs 2018 Çarşamba
Teo'nun Tırnak Yeme Kitabı
Parmak emmek, tırnak yemek,
sürekli bir kalemin arkasını dişlemek ağız ve diş sağlığını bozan kötü
alışkanlıklar arasındadır.
Diş hekimi ziyaretlerinde
aileler sıklıkla hekimden çocukla konuşarak bu alışkanlıktan vazgeçmesini
sağlamasını talep etmektedir. Diş hekimi bu alışkanlıklara bağlı olarak
gelişebilecek sağlık problemleri hakkında bilgi verebilir ancak bu alışkanlığın
kırılması için hekimin konuşması yeterli değildir. Bir alışkanlığı kırmak hiç
de kolay bir iş değildir. Çocuğu sürekli uyarmak, öğretmen, diş hekimi gibi
otorite sayılan bireyler tarafından uyarılmasını sağlamak alışkanlığın
kırılması için beklenen faydayı sağlamaz.
Çocuğu bu konuda uyarmayı
bırakın. Empatik olun. Çocuğun bu alışkanlığı bırakmak için zamana ve
desteğinize ihtiyacı var. Tüm
alışkanlıkların başlangıçta bir ihtiyaçtan doğduğunu (kırılan tırnağınızın
ucunu koparmak gibi) hatırlayın. Davranışın altında yatan ihtiyacı belirlemek
ve bunu çocukla paylaşmanız işe yarayacaktır. Alışkanlığı kırabilmek için
çocukla birlikte hareket edin. İşlevsel bir taktik geliştirin ve bunu birlikte
uygulayın. Gösterdiği çaba ve gelişme için onu övmeyi ihmal etmeyin. Alışkanlıkları
değiştirmek zaman alır, geriye dönüşler olabilir. Önemli olan sürece devam
etmektir. Geriye dönüldüğü anlarda sizin kınayan sözleriniz ya da
bakışlarınızla karşılaşmak çocuğunuzun işini kolaylaştırmayacaktır.
Bu konuda ailelere rehber
olabilecek bir de çocuk kitabı var.
Teo’nun
Tırnak Yeme Kitabı
Kitabın kahramanı Teo,
tırnaklarını yediği için etrafındaki tüm yetişkinler tarafından uyarılmakta
ancak bu uyarılar işe yaramamaktadır. Teo da bu durumdan hoşnut değildir.
Dedesi bu alışkanlığı kırmak için vereceği mücadeleyi bir futbol maçına
benzetir. Rakip “tırnaklarını ye” diyen iç sestir. Rakibi yenmek için
kullanılan taktikler ise savunma planı, dikkati dağıtma ve daha fazla
harekettir. Teo dedesinin verdiği taktikler ve annesinin işbirliğiyle rakibini
yener ve maçı kazanır.
Teo serisi, anne babalara
çocuk yetiştirirken sık karşılaşabilecekleri çatışmaları, çözüm yollarını
göstermeyi hedefliyor. Çocuk ve yetişkin arasında geçen diyaloglar, çocukla
etkin konuşmaya güzel örnek teşkil ediyor.
Serinin diğer kitapları: Teo’nun Kaka Kitabı, Teo’nun Gece Korkusu Kitabı, Teo’nun Dalga Geçme Kitabı, Teo’nun Can Sıkıntısı Kitabı, Teo’nun Tablet Kitabı
Kitabın künyesi
Teo’nun Tırnak Yeme Kitabı
Yazan Yağmur Artukmaç ve
Psikolog Ceylannur Akgün
Resimleyen Nurbanu Asena
Bilgi Yayınevi Çocuk Kitaplığı
26 Mayıs 2018 Cumartesi
ŞEFKATLİ ANNE GÜNLÜĞÜ: 17
Çocukla Barış, Bodrum BBOM Öğretmen Okulunda tanışan Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerin orada öğrendikleri, araştırdıkları, derinleşmek istedikleri konuları ve sınıfa taşıdıklarını paylaştıkları dijital bir platform.
Farklı yerlerde, farklı koşullarda çalışan üç öğretmen Sura Hart'ın rehberliğinde çıktıkları yolculuğu "Şefkatli Öğretmenin Günlüğü" köşesinde hafta hafta paylaşıyor. Gündemin ağırlığından kaçmak, umudunu arttırmak, çocuklarla ilişkilerinde fark yaratmak isteyen ebeveynler ve öğretmenler için küçük tavsiyelerle dolu günlükleri, kendi pratiğimize dökebilmek, sürecimizi gözlemlemek için bu şablonu kendi ev hâlimize uygulamak istedim. Adını da Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerden ilhamla "Şefkatli Anne Günlüğü" koydum.
Sura Hart ne diyor?
Beden dili, "üzerine güç" veya "birlikte güç" kullanmak perspektifi ile konuştuğumuzu karşımızdakine geçirebilir.
Öğrencilerinize karşı nasıl bir beden diliniz var? Beden diliniz iletişim halindeyken neler söylüyor?
Boyları ne kadar kısa olursa olsun, "birlikte güç" perspektifinden konuşmak istediğimizi çocuklara iletmek için, onlarla göz teması kurarak konuşabilelim diye, çömelebilir veya bir yere oturabiliriz. Bizden uzun boylu olan öğrencilerimizi de göz teması kurarak konuşabilelim diye oturmaya davet edebiliriz.
Öğrencilerinizin sizinle etkileşim halinde olduklarında hangi sıklıkla yukarı baktıklarına dikkat edin.
Ben ne düşünüyorum?
Biz, üzerine güç kullanılan çocuklar, büyüdük, anne baba olduk. Çocuklarımızı mutlu, özgüvenli ve özgür yetiştirmek için uğraşıyoruz. "Birlikte güç kullanmak " tabirini kullanmasak da varmaya çalıştığımız yer burası. Çocuklarımızla göz teması kuruyor, onları dinliyor, onlara söz ve seçim yapma hakkı tanıyoruz. Sıklıkla ipin ucunu da kaçırdığımızı düşünüyorum. Bir hekim olarak çocukların seçim hakkı olmadığı konularda (örneğin sağlık, güvenlik) onların itirazlarına yenik düşen ebeveynlere rastladığımda şaşırıyor, benzer zaaflar gösterip göstermediğime bakıyorum. Çocuklarımıza karşı sorumluluklarımız var. Onların istemedikleri şeylerin arkasına saklanmak gibi bir lüksümüz yok. Sınır meselesi üzerine kafa yorduğum, yeni yetişen çocuklarda sorunlu gördüğüm bir başlık olduğu için doğrudan alıntıyla ilgisi olmasa da bunları düşündüm.
Denizle nasıl paylaşıyorum?
Biz, üzerine güç kullanılan çocuklar, büyüdük, anne baba olduk. Çocuklarımızı mutlu, özgüvenli ve özgür yetiştirmek için uğraşıyoruz. "Birlikte güç kullanmak " tabirini kullanmasak da varmaya çalıştığımız yer burası. Çocuklarımızla göz teması kuruyor, onları dinliyor, onlara söz ve seçim yapma hakkı tanıyoruz. Sıklıkla ipin ucunu da kaçırdığımızı düşünüyorum. Bir hekim olarak çocukların seçim hakkı olmadığı konularda (örneğin sağlık, güvenlik) onların itirazlarına yenik düşen ebeveynlere rastladığımda şaşırıyor, benzer zaaflar gösterip göstermediğime bakıyorum. Çocuklarımıza karşı sorumluluklarımız var. Onların istemedikleri şeylerin arkasına saklanmak gibi bir lüksümüz yok. Sınır meselesi üzerine kafa yorduğum, yeni yetişen çocuklarda sorunlu gördüğüm bir başlık olduğu için doğrudan alıntıyla ilgisi olmasa da bunları düşündüm.
Denizle nasıl paylaşıyorum?
Denizle onun göz hizasına inerek konuşmak normal koşullarda ihmal etmediğim bir konu. Olumsuz bir süreci dahi yönetiyor olsam, yanına çömelip aynı hizaya gelmeye, onunla göz temasımı koruyarak konuşmaya özen gösteriyorum. Bunun tek istisnası duygularımı kontrol edemediğim anlar. İşte o zaman, zamanında bana sallanan parmak benden de fırlayıveriyor, yetmiyor elimi de belime koyup söyleniyorum. Anne olarak da, çocuk olarak da üzerine güç kullanmanın nasıl bir şey olduğunu bildiğimden elimden geldiğince oraya düşmemeye çalışıyorum. Bazen kısa bir mola almak, ortamdan uzaklaşmak işime yarayabiliyor. Şimdi bu satırları yazarken parmak sallayacağım anlar yaklaştığında, içinde bulunduğum duygu yoğunluğu ve karmaşasını doğrudan ifade ederek konu hakkında konuşmayı ertelemek istediğimi karşı tarafa söylemenin beni rahatlatacak bir çözüm olduğunu fark ediyorum.
Deniz'in geri bildirimi ne?
Birlikte güç kullandığımız durumlardan ziyade üzerine güç kullandığım durumlarda geri bildirim alıyorum Deniz'den. Kafası karışıyor, üzülüyor ve onu sevmediğimi düşünüyor. Onunla göz teması kurarak sakin bir ses tonuyla konuştuğumda eylemlerinin sorumluluğunu almak, telafi etmek konusundaki çabasını her defasında gördüğüm halde bazen içimdeki kızgınlığa, öfkeye kapılıyorum. İşte bu yüzden ona tepeden bakarak parmak salladığım bir çatışma ânından sonra yazıp masama bıraktığı notu saklıyorum. "Sen beni sevmiyorsun ama ben seni seviyorum."
Birlikte güç kullandığımız durumlardan ziyade üzerine güç kullandığım durumlarda geri bildirim alıyorum Deniz'den. Kafası karışıyor, üzülüyor ve onu sevmediğimi düşünüyor. Onunla göz teması kurarak sakin bir ses tonuyla konuştuğumda eylemlerinin sorumluluğunu almak, telafi etmek konusundaki çabasını her defasında gördüğüm halde bazen içimdeki kızgınlığa, öfkeye kapılıyorum. İşte bu yüzden ona tepeden bakarak parmak salladığım bir çatışma ânından sonra yazıp masama bıraktığı notu saklıyorum. "Sen beni sevmiyorsun ama ben seni seviyorum."
Sonrasıyla ilgili ne düşünüyorum?
Bu konularla ilgili epey kitap okudum. Okul, iş, atölye yoğunluğu arasında uygulama alanları yaratmak her zaman mümkün olmuyor. Pek çoğunu ileride denemek üzere kafama yazdım. Yaz döneminde dingin kafayla bunları yeniden okumak, uygulamak için sabırsızlanıyorum.
Bu konularla ilgili epey kitap okudum. Okul, iş, atölye yoğunluğu arasında uygulama alanları yaratmak her zaman mümkün olmuyor. Pek çoğunu ileride denemek üzere kafama yazdım. Yaz döneminde dingin kafayla bunları yeniden okumak, uygulamak için sabırsızlanıyorum.
Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Şefkatli Anne Günlükleri, Sura Hart'ın haftalık önerilerini o hafta boyunca uygulamak ve bire bir not almak şeklinde ilerlemiyor. Hart'ın önerileri, şefkatli öğretmen (ebeveyn) olmak için ipuçları sunuyor. Çoğu birbiriyle örtüşen, birbirini tamamlayan bu ipuçları sayesinde davranışlarımızı gözden geçiriyor, yeni stratejiler belirliyorum. Bazen iyi yol aldığımızı düşünüyorum, bazen hiçbir şeyin değişmediğini görüyor, kendimi yenik hissediyorum. Okullar kapanıp sorumluluklar azalınca kendimi daha hafiflemiş hissedeceğim. Bu tazelikle bayram tatili sonrası empati, duygu farkındalığı, öfke kontrolü, bilinçli farkındalık gibi konulara yeniden, yeniden bakmak, yoğunlaşmak istiyorum. Sürekliliğimi, merakımı, hevesimi koruduğum için kendimi takdir ediyorum.
Eski Günlüklere aşağıdan ulaşabilirsiniz
Şefkatli Anne Günlüğü 1
Şefkatli Anne Günlüğü 2
Şefkatli Anne Günlüğü 3
Şefkatli Anne Günlüğü 4
Şefkatli Anne Günlüğü 5
Şefkatli Anne Günlüğü 6
Şefkatli Anne Günlüğü 7
Şefkatli Anne Günlüğü 8
Şefkatli Anne Günlüğü 9
Şefkatli Anne Günlüğü 10
Şefkatli Anne Günlüğü 11
Şefkatli Anne Günlüğü 12
Şefkatli Anne Günlüğü 13
Şefkatli Anne Günlüğü 14
Şefkatli Anne Günlüğü 15
Şefkatli Anne Günlüğü 16
Eski Günlüklere aşağıdan ulaşabilirsiniz
Şefkatli Anne Günlüğü 1
Şefkatli Anne Günlüğü 2
Şefkatli Anne Günlüğü 3
Şefkatli Anne Günlüğü 4
Şefkatli Anne Günlüğü 5
Şefkatli Anne Günlüğü 6
Şefkatli Anne Günlüğü 7
Şefkatli Anne Günlüğü 8
Şefkatli Anne Günlüğü 9
Şefkatli Anne Günlüğü 10
Şefkatli Anne Günlüğü 11
Şefkatli Anne Günlüğü 12
Şefkatli Anne Günlüğü 13
Şefkatli Anne Günlüğü 14
Şefkatli Anne Günlüğü 15
Şefkatli Anne Günlüğü 16
24 Mayıs 2018 Perşembe
Düşünce Okuyan Kız Noona
Düşünce Okuyan Kız Noona İsrailli şair ve çocuk kitapları yazarı Orit Gidali'nin dilimize çevrilen ilk çocuk kitabı. Aya Gordon-Noy'un resimlediği kitap, sözcüklerimizin ardına saklanan düşünceler, onların yol açtığı sıkıntılar ve gizli anlamları açığa çıkartan sihirli bir değnek hakkında.
Noona bir gün okuldan eve gelir ve annesine o gün okulda bir erkek çocuğun ona "Flamingo gibi bacakların var," dediğini anlatır. Flamingonun anlamını bilmediği halde arkadaşının kendisiyle alay ettiğini varsayan Noona üzgün ve kızgındır. Annesi rafların arasından düşünceleri okumaya yarayan sihirli bir değnek çıkartır. Çevresine sihirli değneğin ardından bakan Noona, kelimelerin ardına saklanan düşüncelerin bambaşka olduğunu, doğrudan dile getirilmeyen ihtiyaçların bazen kızgınlık şeklinde açığa çıkabildiğini fark edince değneği okula götürmeye karar verir.
Noona bir gün okuldan eve gelir ve annesine o gün okulda bir erkek çocuğun ona "Flamingo gibi bacakların var," dediğini anlatır. Flamingonun anlamını bilmediği halde arkadaşının kendisiyle alay ettiğini varsayan Noona üzgün ve kızgındır. Annesi rafların arasından düşünceleri okumaya yarayan sihirli bir değnek çıkartır. Çevresine sihirli değneğin ardından bakan Noona, kelimelerin ardına saklanan düşüncelerin bambaşka olduğunu, doğrudan dile getirilmeyen ihtiyaçların bazen kızgınlık şeklinde açığa çıkabildiğini fark edince değneği okula götürmeye karar verir.
Ertesi gün okulda bacaklarının flamingoya benzetilmesinin hiç de kötü bir anlamı olmadığını görür. Bu keşif, onu meraklandırır. Acaba daha olumsuz görünen konuşmalarda arkadaşları aslında ne düşünmektedir?
Sihirli değneğin Noona'ya gösterdikleri:
Kalpten dudağa doğru yolculuk ederken bazen kelimeler iyiden kötüye dönüşebilir.
Hiçbir şeyi kişisel algılama, varsayımda bulunma.
Her koşulda kalbini aç, gerçek duygularını, düşüncelerini dile getir.
Bunları yaparsan sihirli değneğe ihtiyacın kalmaz.
Düşünce Okuyan Kız Noona, erken dönem çocuk kitaplığı için güzel bir baş ucu kitabı. Duygularını tanımaya çalışan, onları düşüncelerden ayırmakta zorlanan, kendi düşüncelerinin doğurduğu duygular nedeniyle arkadaşlarına küsen çocukların Noona'dan öğreneceği çok şey var.
Sihirli değneğin Noona'ya gösterdikleri:
Kalpten dudağa doğru yolculuk ederken bazen kelimeler iyiden kötüye dönüşebilir.
Hiçbir şeyi kişisel algılama, varsayımda bulunma.
Her koşulda kalbini aç, gerçek duygularını, düşüncelerini dile getir.
Bunları yaparsan sihirli değneğe ihtiyacın kalmaz.
Düşünce Okuyan Kız Noona, erken dönem çocuk kitaplığı için güzel bir baş ucu kitabı. Duygularını tanımaya çalışan, onları düşüncelerden ayırmakta zorlanan, kendi düşüncelerinin doğurduğu duygular nedeniyle arkadaşlarına küsen çocukların Noona'dan öğreneceği çok şey var.
Yazan Orit Gidali
Resimleyen Aya Gordon-Noy
Çeviri Onur Özbek
1001 Çiçek Kitaplar
Okul öncesi
18 Mayıs 2018 Cuma
HER KADIN GÜCÜNÜ HAYALLERİNDEN ALIR
NotaBene Yayınları’nın ilgi çeken AntiPrenses ve AntiKahraman serisi, çocuk okurları, kendilerinden bekleneni yapmakla yetinmeyen, gücünü hayallerinden alan, iyiliği, güzelliği çoğaltan ve paylaşan kadınlarla ve erkeklerle tanıştırıyor, çocukları içlerindeki potansiyeli keşfetmeye, hayal kurmaya, hayallerini gerçekleştirmeye teşvik ediyor. Frida Kahlo, Violetta Parra, Julio Cortazar, Eduardo Galeano ve Che Guevera gibi Latin Amerika’da çok iyi tanınan sanatçı, yazar ve devrimci kahramanların yanı sıra bizim coğrafyadan örnekler de sunuyor.
Bizim AntiPrenses serisinin ilk kahramanı Cüzzamla Savaş Derneği ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği kurucusu, Uluslararası Gandhi Ödülü sahibi Deri ve Zührevi Hastalıklar Ana Bilim Dalı Profesörü Türkan Saylan ya da onun kendisine hitap edilmesini istediği şekliyle söylersek Dr. Türkan.
Kitap, Türkan'ın çocukluğundan başlayarak hayatına dair önemli kesitler sunuyor, daha çok tıp eğitimine ve hekimlik kariyerine odaklanıyor, çalışkanlığına, zorluklarla mücadele etme gücüne, olayları kanıksamak yerine değiştirme çabasına vurgu yapıyor. Bu sayede Türkan, kadınların başarılı olamayacağı düşüncesinin baskın olduğu Deri Hastalıkları alanında 7. kadın doktor oluyor, cüzzamlı hastaların uğradığı tecrit kalkıyor, 41 yaşında Cüzzamla Savaş Derneği'ni kuruyor, 42 yaşında profesör oluyor, Uluslararası Gandhi Ödülü'nü alıyor.
Kitap, Türkan Saylan’ın yalnızca mesleki başarılarla yetinmediğini, gördüğü toplumsal adaletsizliklere karşı tepkisiz duramadığını, bunlara üzülmekle kalmadığını, değişimi başlatan kıvılcımın ta kendisi olduğunu da gösteriyor. Böylece çocuğun ilgisini toplumsal meselelere ve bunlarla mücadele etmek için kurulan sivil toplum kuruluşlarına çekmeyi de başarıyor.
Bizim AntiPrenses serisinin ilk kahramanı Cüzzamla Savaş Derneği ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği kurucusu, Uluslararası Gandhi Ödülü sahibi Deri ve Zührevi Hastalıklar Ana Bilim Dalı Profesörü Türkan Saylan ya da onun kendisine hitap edilmesini istediği şekliyle söylersek Dr. Türkan.
Kitap, Türkan'ın çocukluğundan başlayarak hayatına dair önemli kesitler sunuyor, daha çok tıp eğitimine ve hekimlik kariyerine odaklanıyor, çalışkanlığına, zorluklarla mücadele etme gücüne, olayları kanıksamak yerine değiştirme çabasına vurgu yapıyor. Bu sayede Türkan, kadınların başarılı olamayacağı düşüncesinin baskın olduğu Deri Hastalıkları alanında 7. kadın doktor oluyor, cüzzamlı hastaların uğradığı tecrit kalkıyor, 41 yaşında Cüzzamla Savaş Derneği'ni kuruyor, 42 yaşında profesör oluyor, Uluslararası Gandhi Ödülü'nü alıyor.
Kitap, Türkan Saylan’ın yalnızca mesleki başarılarla yetinmediğini, gördüğü toplumsal adaletsizliklere karşı tepkisiz duramadığını, bunlara üzülmekle kalmadığını, değişimi başlatan kıvılcımın ta kendisi olduğunu da gösteriyor. Böylece çocuğun ilgisini toplumsal meselelere ve bunlarla mücadele etmek için kurulan sivil toplum kuruluşlarına çekmeyi de başarıyor.
Kitabın sonunda yer alan Oyun Zamanı bölümü, çocuklarla yaratıcılık ve toplumsal cinsiyet eşitliği konularını nasıl ele alabileceğimizi gösteren araçlar sunuyor.
Kitabın yazarı Melike Belkıs Aydın. Deneme, öykü gibi farklı türlerde ürünler veren Aydın, öykücülükten gelen maharetini iyi kullanıyor ve hikâyeyi akıcı bir dille çocuk okurlara aktarıyor.
Rengârenk, uçuş uçuş çizgiler İpek Okyar'a ait. İlk sayfadan itibaren martılar kitabın görselleri arasında ayrıcalıklı bir yer tutuyor. Hele bir tanesi yerinde sorular ve açıklamalarla anlatıya sık sık dahil oluyor.
Kitabın yazarı Melike Belkıs Aydın. Deneme, öykü gibi farklı türlerde ürünler veren Aydın, öykücülükten gelen maharetini iyi kullanıyor ve hikâyeyi akıcı bir dille çocuk okurlara aktarıyor.
Rengârenk, uçuş uçuş çizgiler İpek Okyar'a ait. İlk sayfadan itibaren martılar kitabın görselleri arasında ayrıcalıklı bir yer tutuyor. Hele bir tanesi yerinde sorular ve açıklamalarla anlatıya sık sık dahil oluyor.
Kız çocuklarına "Gücünü hayallerinden alırsan, birinin gelip seni kurtarmasını beklemek yerine harekete geçersin" diyen alternatif kitaplar arıyorsanız Türkan Saylan ile tanışma zamanınız gelmiş demektir.
Türkan Saylan
Yazan Melike Belkıs Aydın
Çizer İpek Okyar
NotaBene Çocuk
Yazan Melike Belkıs Aydın
Çizer İpek Okyar
NotaBene Çocuk
Mevzumuz Öykü: Mevsim Yenice ile söyleşi*
“Öykü,
romandan bir önceki basamak değildir.”
Öykü ne değildir?
Romandan
önceki bir basamak değildir.
Edebiyat üzerinden akrabalık kurduğunuz bir şairin en sevdiğiniz
şiirinden iki ya da üç dizeyi bizimle paylaşır mısınız?
"Baş parmak boyundaki adam, vicdanımız yani
bizimle mum ışığında konuşan,
yahut da kadehimizle baş başa kaldığımız zaman.
İşte benim de baş parmak boyundaki adamım
(tıpkı benim gibi kumral ve bodur)
Tırmanıp oturdu kadehimin kenarına.
Ayaklarını sallıyor.
Benim ellerim titremese bu kadar, çatalın ucuyla itiversem onu,
düşüp kadehe boğulabilir içinde rakının.
Dişleri olağanüstü çürük,
sesi olağanüstü kalın
ve annesini ölmüş gören uykuda bir çocuk gibi içini çekerek:
Hasan Şevket, diyor,
Hasan şevket,
sen mahvolmuş bir insansın.
Nasıl bu hale düştün?
Seni kimler bu hale soktu?
Ne zamandan beri bu haldesin?
Halbuki nasıl yol aldı bazıları.”
bizimle mum ışığında konuşan,
yahut da kadehimizle baş başa kaldığımız zaman.
İşte benim de baş parmak boyundaki adamım
(tıpkı benim gibi kumral ve bodur)
Tırmanıp oturdu kadehimin kenarına.
Ayaklarını sallıyor.
Benim ellerim titremese bu kadar, çatalın ucuyla itiversem onu,
düşüp kadehe boğulabilir içinde rakının.
Dişleri olağanüstü çürük,
sesi olağanüstü kalın
ve annesini ölmüş gören uykuda bir çocuk gibi içini çekerek:
Hasan Şevket, diyor,
Hasan şevket,
sen mahvolmuş bir insansın.
Nasıl bu hale düştün?
Seni kimler bu hale soktu?
Ne zamandan beri bu haldesin?
Halbuki nasıl yol aldı bazıları.”
Nazım Hikmet, Memleketimden İnsan Manzaraları
Atmosfer, bir betimlemeler zinciri değilse, nedir?
Atmosfer yazarın
okuyucuyu buyur ettiği yerdir. Evidir yani bir nevi, okuyucuyu orada bir
misafir gibi ağırlar. İyi bir ev sahibiyse, misafir kendini evindeymiş gibi
rahat hisseder, dekor, mekân, hava, hiçbir ayrıntıdan rahatsızlık duymaz. Aksi
taktirde, her iki tarafın da hatırlamak istemeyeceği bir ziyaret olmuştur
zaten.
Öykücü, çağının tanığı olmalı mıdır?
Detaycı, incelikli
düşünen, varoluşsal sebeplere gark olmuş ve bunları kelimelere dökerek huzur
bulmaya çalışan bir kimsenin, yaşadığı çağa duyarsız kalması bana imkânsız
geliyor. Öte yandan tüm bu yaşananların yarattığı esere doğru yoldan katkı
sağlayıp sağlamayacağı da yazarın kendi yazım tarzı, yaratım süreci ve
inisiyatifindedir diye düşünüyorum.
Ernest Hemingway, “... bazen bir öyküye başlayıp da tıkandığımda
ateşin önüne oturur ve küçük portakalların kabuklarını ateşin ucuna doğru sıkıp
yanarken çıkardıkları mavi alevleri izlerim. Ayağa kalkar, Paris'in çatıları
üzerinden bakarak: 'Endişelenme. Nasıl her zaman yazdıysan şimdi de yazacaksın.
Tek yapman gereken doğru bir cümle yazmak. Bildiğin en doğru cümleyi yaz,' diye
düşünürüm,” diyor. Yazarken tıkandığınızı hissettiğinizde bildiğiniz en doğru
cümleyi hatırlamak için nelere başvurursunuz?
Ben de öyle zamanlarda
benzer şeyler düşünüyorum sanırım. Daha önce böyle dönemler yaşadığımı ama bir
süre sonra geçtiğini kendime anımsatmaya çalışıyorum. O dönem geçtikten sonra
da her defasında kendime söz veriyorum; “Bir daha böyle bir şey yaşarsam artık
hiç endişelenmeyeceğim çünkü yine geçti, yine geçecek, korkmaya gerek
olmadığını kendime anımsatacağım,” diyorum ancak yine öyle bir dönem geldiğinde
de endişelenmekten kendimi alıkoyamıyorum. Sanırım işin güzel yanı bu ve
döngüsel olarak hep böyle sürüp gidecek.
Dil amaç mıdır, araç mı?
Dil güçlü bir araçtır
teknik olarak düşündüğümüzde. Ancak bir edebi eser içinde amaç ve araç
olmasından ziyade birbirini tamlayan bir bütüne dönüştüklerinde okuyucuya tam
hazzı yaşatıyor. En azından ben okuduğum metinlerde ne zaman çarpılsam dil hem
amaç hem araç olarak bir bütün halinde çalışmış oluyor.
Öykücü, bir hikâye kahramanı yarattığında onu pek çok
özelliğiyle var etme lüksüne sahip değil. Onu bir âna, küçük bir kesite
sığdırmakla yetinmek durumunda. Buna itiraz eden, kendi hikâyesini uzun uzun
anlatmak isteyen, sizi yazı masasına geri çağıran bir öykü kahramanınız oldu
mu?
Öykülerimdeki
karakterlerin biraz daha geveze olmak istediği oluyor zaman zaman. Ben de
uygunluk durumuna göre ya ait olduğu metinde başrol verip sahnesi bitince
sahneden indiriyor, ya da birkaç kere daha bis yapmak için sahneye geri
gelmesine destek oluyorum.
İlhan Berk “Anlam ve Anlamı Aşmak” başlıklı yazısında,
“Anlamı aşmak, her iyi şiirin neredeyse asıl sorunu olmuştur. Bu da disiplinler
zincirini kırmakla başlar,” diyor. Buradan yola çıkarak soruyorum. Anlamı aşmak
iyi öykünün de meselesi midir? Anlamı sarsıntıya uğratan, anlamı aşma konusunda
size cesaret ve ilham veren, sizi özgürleştiren yazar/şair/metinleriniz
hangileridir?
Hepimiz zinciri kırmak
adına bir şeyler deniyoruz, amacımız da yaptığımız şeyin üstüne bir tuğla daha
ekleyerek yola devam etmek. Fakat koymaya çabaladığımız tuğla her defasında
“anlamı aşmak” olamaz gibi geliyor bana. İyi bir öykünün “anlamı aşmaktan”
ziyade daha güçlü bir meselesi var bana sorarsanız; o da iyi yazılmış olması.
Anlamı sarsıntıya
uğratan ve bana cesaret veren isimlerin en başında ise Sevim Burak ve Leyla
Erbil geliyor.
Kim konuşuyor burada? Öyküde "ben" kimdir? Öykücü metnin
neresindedir?
Bu soruyu öykü değil de roman
üzerinden Ronald B. Tobias’ın “Roman Yazma Sanatı” kitabından çok beğendiğim
bir alıntıyla cevaplamak istiyorum.
“Eğer karakterlerinizi sizin söyleyeceklerinizi söylemeleri
için kullanırsanız, bu propagandadır. Eğer karakterleriniz kendi istediklerini
söylüyorlarsa, bu romandır.”
“Eserin ilk hâli bok gibidir” demiş Ernest Hemingway.
İlk taslak ortaya çıktıktan sonra, yazarını bekleyen zor
görevdir, yeniden yazmak, bozmak, kulağı tırmalayan, fazladan anlatılmış,
gereksiz ayrıntıları silmek, beklemek, metne defalarca yeniden dönmek.... Hiç
bitmeyecek gibi görünen yeniden yazma süreci sizin için ne
zaman biter? Dergilerde yayımlanan öykülerinizi kitaba alırken ya da kitapların
sonraki baskılarında herhangi bir değişiklik yapar mısınız? Bu konuda neler
düşünüyorsunuz?
Dergide çıkan öykülerimi kitaba alırken defalarca kez okudum ve
değiştirdim. Kitap çıktıktan sonra aynı öyküyü okuduğumda “Keşke şurayı şöyle
yazsaymışım,” dediğim şeyler yine oldu. İleride tekrar okuduğumda “Keşke şöyle
yazsaymışım,” diye hayıflanacağımdan hiç şüphem yok. Yeni baskılarda da ufak
tefek değişiklikler yaptım zaten. Ama bu karakteri öldüreyim, kurguyu
değiştireyim değil de, genelde dil üzerinde oynamalar şeklinde oldu. Bu konuda
sınırsız özgürlüğe sahibiz diye düşünüyorum. Ayrıca kendi yaptığını beğenen,
kusursuz, biricik gören biri nasıl ilerler ondan da emin değilim zaten.
* Bu söyleşi 21 Mart 2018 tarihinde Mevzu Edebiyat'ta Mevzumuz Öykü köşesinde yayımlanmıştır.
17 Mayıs 2018 Perşembe
DÜŞERİM, DÜŞERİM HÂLÂ
Şiir, Metin Altıok'tan. Ben Gül ve Zakkum. Okuyalım.
BEN GÜL VE ZAKKUM
Yüreğimden çıktım yola;
Gül de geldi, zakkum da,
Peşimiz sıra acı,
Ben gülü, zakkumu
Yol boyu kanata kanata
Az gittik, uz gittik;
Geldik bir başka yüreğin
Nasırlı kıyılarına.
Ben, gül ve zakkum.
Peşimizdeki arsız acıyla.
Zakkum acıdı için için,
Gül kendini yele verdi
Savruldu havaya.
Ben bir boşluğa düştüm;
Düşerim, düşerim hâlâ.
Nasırlı bir yüreğin
Duyarsız kıyılarında.
Yalnız, yapayalnız;
Yandı bitti, kül oldu...
Biliyorum bu şiirden
Pek bir şey anlamadınız;
Kimse ermedi muradına.
Ben, gül ve zakkum
Hesaplaştık acıyla.
Metin Altıok
Şiiri anımsama sebebim, izlediğim bir tiyatro oyunu: Benim Adım Feuerbach
Selçuk Yöntem'in başrolü üstlendiği oyunda ona Toprak Can Adıgüzel ve Gülçin Kültür Şahin eşlik ediyor.
Koyu bir karanlığın içinde yankılanır ses. "Biraz ışık! Size sesleniyorum. Biraz ışık verebilir misiniz?"
Sahne aydınlanır. Karanlığın içinden Bay Feuerbach çıkar. Bay Feuerbach zorunlu sebeplerden dolayı tiyatroya yedi yıl ara vermiş deneyimli bir oyuncudur. Yeniden sahnelere dönmek arzusundadır. Oyuncu seçmeleri için buradadır. Seçme saati geldiği halde seçmeyi yapacak rejisör henüz gelmemiştir. Hasbelkader rejisör yardımcılığı pozisyonuna gelen asistanın tiyatroyla pek ilgisi yoktur. Ne Bay Feuerbach'ı tanır, ne tiyatro gruplarını, ne de sahnelenen oyunları...
Rolü almak, Bay Feuerbach için çok önemlidir. Bu sayede hayata yeniden tutunmanın bir yolunu bulacaktır. Bekleyiş uzadıkça gerginleşir, anlık iniş çıkışlarına seyirci kalırız. Böylece oyunculuğun zor yanlarını, sınanmanın insan ruhunda yol açtığı inişleri çıkışları izleriz. Kendi yaralarımızla, uç noktalarımızla yüzleşir, üzerine düşünürüz.
Benim Adım Feurbach bir tür durum öyküsü. Kahramanın anlık iniş çıkışları, monologları, gerilim karşısında yaşadıkları zaman zaman oyunun temposunu düşürse de izleyiciye insanın içine dokunan, etkileyici bir düşüş hikâyesi sunuyor.
Oyundan oyunculuk üzerine bir alıntı ile bitirelim yazıyı:
Oyuncu, oyun kişisini yaratabilmek adına kendi derinliklerine ve yaşam bilgisine doğru dalışa geçer. Bu, aynı zamanda bir yüzleşme sürecidir. Ve oyuncu bu süreç içinde, belki de yaşamının sonuna kadar unutmak istedikleriyle göz göze gelmek, onları yeniden var etmeyi dilediği oyun kişisi adına kuşanmak durumundadır. Böylesine can yakıcı, terletici, ürkütücü sürecin karşısında, kimi oyuncular suyun üstünde yüzmeyi seçerler, kimileri on, kimileri yirmi, kimileri de bin metreye dalarlar. Her rol adına tekrar tekrar yaşanan bu dalışlar yıllarla birlikte çoğaldığında ne gün, ne an bilinmez ama bir gün bir an vardır ki vurgun yiyebilirsiniz...
Oyunun künyesi:
Yazan Tankred Dorst
Çeviren Sema Engin Edinsel
Yöneten Ayşenil Şamlıoğlu
Dekor tasarım Gül Emre
Işık tasarım Yakup Çartık
Oyun üzerine Selçuk Yöntemle yapılan söyleşiyi buradan okuyabilirsiniz.
BEN GÜL VE ZAKKUM
Yüreğimden çıktım yola;
Gül de geldi, zakkum da,
Peşimiz sıra acı,
Ben gülü, zakkumu
Yol boyu kanata kanata
Az gittik, uz gittik;
Geldik bir başka yüreğin
Nasırlı kıyılarına.
Ben, gül ve zakkum.
Peşimizdeki arsız acıyla.
Zakkum acıdı için için,
Gül kendini yele verdi
Savruldu havaya.
Ben bir boşluğa düştüm;
Düşerim, düşerim hâlâ.
Nasırlı bir yüreğin
Duyarsız kıyılarında.
Yalnız, yapayalnız;
Yandı bitti, kül oldu...
Biliyorum bu şiirden
Pek bir şey anlamadınız;
Kimse ermedi muradına.
Ben, gül ve zakkum
Hesaplaştık acıyla.
Metin Altıok
Şiiri anımsama sebebim, izlediğim bir tiyatro oyunu: Benim Adım Feuerbach
Selçuk Yöntem'in başrolü üstlendiği oyunda ona Toprak Can Adıgüzel ve Gülçin Kültür Şahin eşlik ediyor.
Koyu bir karanlığın içinde yankılanır ses. "Biraz ışık! Size sesleniyorum. Biraz ışık verebilir misiniz?"
Sahne aydınlanır. Karanlığın içinden Bay Feuerbach çıkar. Bay Feuerbach zorunlu sebeplerden dolayı tiyatroya yedi yıl ara vermiş deneyimli bir oyuncudur. Yeniden sahnelere dönmek arzusundadır. Oyuncu seçmeleri için buradadır. Seçme saati geldiği halde seçmeyi yapacak rejisör henüz gelmemiştir. Hasbelkader rejisör yardımcılığı pozisyonuna gelen asistanın tiyatroyla pek ilgisi yoktur. Ne Bay Feuerbach'ı tanır, ne tiyatro gruplarını, ne de sahnelenen oyunları...
Rolü almak, Bay Feuerbach için çok önemlidir. Bu sayede hayata yeniden tutunmanın bir yolunu bulacaktır. Bekleyiş uzadıkça gerginleşir, anlık iniş çıkışlarına seyirci kalırız. Böylece oyunculuğun zor yanlarını, sınanmanın insan ruhunda yol açtığı inişleri çıkışları izleriz. Kendi yaralarımızla, uç noktalarımızla yüzleşir, üzerine düşünürüz.
Benim Adım Feurbach bir tür durum öyküsü. Kahramanın anlık iniş çıkışları, monologları, gerilim karşısında yaşadıkları zaman zaman oyunun temposunu düşürse de izleyiciye insanın içine dokunan, etkileyici bir düşüş hikâyesi sunuyor.
Oyundan oyunculuk üzerine bir alıntı ile bitirelim yazıyı:
Oyuncu, oyun kişisini yaratabilmek adına kendi derinliklerine ve yaşam bilgisine doğru dalışa geçer. Bu, aynı zamanda bir yüzleşme sürecidir. Ve oyuncu bu süreç içinde, belki de yaşamının sonuna kadar unutmak istedikleriyle göz göze gelmek, onları yeniden var etmeyi dilediği oyun kişisi adına kuşanmak durumundadır. Böylesine can yakıcı, terletici, ürkütücü sürecin karşısında, kimi oyuncular suyun üstünde yüzmeyi seçerler, kimileri on, kimileri yirmi, kimileri de bin metreye dalarlar. Her rol adına tekrar tekrar yaşanan bu dalışlar yıllarla birlikte çoğaldığında ne gün, ne an bilinmez ama bir gün bir an vardır ki vurgun yiyebilirsiniz...
Oyunun künyesi:
Yazan Tankred Dorst
Çeviren Sema Engin Edinsel
Yöneten Ayşenil Şamlıoğlu
Dekor tasarım Gül Emre
Işık tasarım Yakup Çartık
Oyun üzerine Selçuk Yöntemle yapılan söyleşiyi buradan okuyabilirsiniz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)