12 Aralık 2024 Perşembe

2024 Parşömen Edebiyat Soruşturması

Öykü ve deneme yazarı Onur Çalı 18 yıldır çevrimiçi olarak çıkardığı eski ismiyle Parşömen Sanal Fanzin yeni adıyla Parşömen Edebiyat'ta güzel işler paylaşıyor, Parşömen'i kolektif bir üretim alanına çevirmek için takdire değer çaba gösteriyor. İlk kitabı çıkan yazarların heyecanına ortak oluyor örneğin. İlk Göz Ağrısı bölümünün ilk konuğu ben ve Lodos Çarpması idi. Aradan geçen dokuz yılda ilk heyecanına ortak olduğu yazar sayısı 176'yı bulmuş. 

Yıl sonu soruşturmalarını altı yıldır kesintisiz sürdürüyor. Yazarlar, çevirmenler, editörler, sıkı okurlar aynı soruları yanıtlıyor. Ortaya biten yıla dair çeşitliliği geniş bir panorama çıkıyor. Bugün benim de görüşlerime yer verdi. Buradan da paylaşmış olayım. Bence 2024...

Parşömen’in 6 yıldır sürdürdüğü yılsonu soruşturmalarına verilen yanıtların, edebiyat tarihimiz açısından önemli bir kaynak olacağına inanıyoruz. Bizler içinse bir muhasebe yapma fırsatı sunuyor: Bu yıl hangi kitapları okuduk? İz bırakan olaylar nelerdi? Edebiyat kamuoyunda neler gündem oldu?

Bu yıl da okurlara, yazarlara, çevirmenlere, editörlere, şairlere, kitapçılara, yayın emekçilerine, akademisyenlere sorduk.

Savaşların ve katliamların gölgesinde bir yıl geçirdik... İyi kitaplar okuyacağımız, barışın hüküm sürdüğü bir yıl olsun 2025.

 

2024 yılında yayımlanan kitaplardan (telif ya da çeviri, kurmaca ya da kurgudışı) beğendiklerinizi, beğenme nedenlerinizden kısaca bahseder misiniz?

Kendime yeni bir hayat inşa etmeye çalıştığım günlerde en çok kendimi anlama çabası içinde olduğum için Budist Felsefe, Şiddetsiz İletişim konulu kişisel gelişim başlığı altına sokabileceğimiz kitaplarla geçti bu yıl.

Değişen yaşam koşulları nedeniyle okumaya odaklanmakta zorlandığım her an çocuk kitaplarıyla buluştum. Sevdiklerimin bir kısmını paylaşmak isterim.

Şövalye Çocuk (Lee Bacon/ Çınar Yayınları) Ebeveyn kaybı, değişen ve zorlaşan yaşam, maruz kalınan akran zorbalığını hayali arkadaş Kürek’in ağzından anlatan yaratıcı bir hikâye. Gerçeklerin yol açtığı duygusal enkazın hayali dünyadaki karşılığı çok güzel dile getirilmiş.

Tuhaflar Kulübü (Jordi Sierra i Fabra/ Günışığı Yayınları) Sınıfın ucubesi olmaktan, akran zorbalığına uğramaktan kurtulmanın, özgürleşmenin ancak dayanışmayla mümkün olduğunu anlatan iyimser bir çocuk romanı. Yeri gelmişken bir de slogan atmalıyım. Tüm tuhaflar birleşin! Asla yalnız kalmayacaksınız!

Abim Benjamin (Peter Carnavas/ Can Çocuk) İki kardeş üzerinden büyümeye, küçük kardeşin geride kalmasına, büyük olanın kendine ait bir dünya yaratmasına dair gerçekçi, sıcacık bir kardeşlik hikâyesi.

Son Bahçe (Füsun Çetinel/ Günışığı Kitaplığı) Çevresi hızla betonlaşan bir bahçeyi korumaya çalışan çocukların hikâyesini anlatan bir roman. Yeşilin ve iyiliğin peşinde koşan, dayanışmayı ve umudu örgütlemeye çalışan bir grup mahalleli bunca çevre talanı karşısında yüreğime su serpti.

Hikâyenin Kalbi (Ömer Açık/ Günışığı Kitaplığı) Okullarda belirlenen yıllık kitap listelerinin okuma kültürüne katkısı/attığı çelme üzerine gerçekçi bir tartışma sunuyor. Bir öğrenme biçimi ve ders aracı olarak kitaplar ile içinde sürükleyici, heyecanlı maceralar içeren, okuma hazzı veren kitaplar karşı karşıya gelirse ne olur sorusuna yanıt veriyor.

Bu yıl okuduğum yetişkin edebiyatı kategorisinden üç kitabı anmak istiyorum.

Olay Yeri (Reyhan Yıldırım/ Mask Yayınları) Ülkenin olay yeri gibi masaya yatırıldığı, sarı emniyet şeritleriyle çevrildiği, sınıf meselesinden kadına şiddete, cinsel yönelimden rantsal dönüşüme farklı meselelerin ele alındığı, konu seçimlerindeki ağırlığa rağmen baskın hissin tuhaf biçimde acı veya keder olmadığı, ümitli ve iyimser bir direnişle var olan öykülerden oluşmasıyla beğenimi kazanan bir kitap.

Karanlıkları Yara Yara (Engin Çetinbağ/ Alakarga Yayınları) 20 yıl aradan sonra öykü kitabı yayımlanan Çetinbağ, yeraltı mühendisi olarak geçirdiği uzun meslek hayatından damıttığı deneyimlerle madenleri mekân tutan, madencilerin hayatlarını ele alan bir kitapla karşımızda. Öykü kitaplarındaki tekdüzelikten sıkılan okurların dikkatine!

Saraybosna Blues (Semezdin Mehmedinoviç/ Ketebe) Anlatı türündeki bu kitap 2024 basımı değil ancak yeni okuduğum ve etkilendiğim için kısaca değinmek isterim. Çetnik kuşatması boyunca ülkesinde kalan, aktif direniş hareketinde yer alan yazar ve şair Semezdin’in savaş koşullarında, savaşın içinde yazdığı düzyazılar ve şiirlerden oluşan kitap, güvenli sandıkları dünyanın bir anda Bosnalılar’ın üzerine yıkılışını etkileyici bir dille aktarıyor. Okura insanlığını sorgulatıyor.

 

 

 

Size göre 2024 yılının önemli edebiyat olayları nelerdi?

İlk aklıma gelen, Mine G. Kırıkkanat’ın Elif Şafak’ın “Bit Palas” isimli kitabının, “kendi yazdığı “Sinek Sarayı” kitabından intihal olduğu gerekçesiyle açtığı davayı kazanması, bilirkişinin iki eser arasında %5 oranında benzerlik bulduğu tartışma yaratan rapor, edebiyatçıların Elif Şafak’a verdiği destek, “Sinek Sarayı”nın yayıncısı Kırmızı Kedi’nin “aslı varken taklitlerinden sakınınız” başlıklı talihsiz sosyal medya iletisi oldu.

2023 deprem felaketinde ağır hasar alan Antakya’da gönüllülerin çabasıyla yürütülen “Antakya yeniden” projesi kapsamında yazarların, edebiyatçıların Antakya’da depremden etkilenen halkla buluşması verdiği umut ve iyimserlik duygularıyla hafızamda yerini aldı.

Güney Koreli yazar Han Kang, İsveç akademisi tarafından “tarihsel travmalarla yüzleşen ve insan yaşamının kırılganlığını ortaya koyan yoğun şiirsel düzyazısı” nedeniyle Nobel Edebiyat ödülünü kazandı. Bu ödülü alan ilk Asyalı kadın yazar olarak da adını edebiyat tarihine yazdırdı.

Mario Levi’nin, Füruzan’ın, Ferit Edgü'nün, Paul Auster’ın ölümü sevenlerini üzdü.

2024 yılının benim açımdan önemli olayı ise mart ayında yayımlanan “Geçmiş Zaman Çileleri”nin Gürbüz soyadıyla basılan son kitabım olması. Bundan sonra metinlerimi  üretirken Alaybeyoğlu soyadını kullanacağım.

Düzenli olarak takip ettiğiniz bir edebiyat dergisi var mı?

Son 3-4 yıldır basılı edebiyat dergilerini düzenli olarak takip etmiyorum. Matbu dergiler daha çok Halk Kütüphanesi’nde karşıma çıkıyor. Bir köşeye çekilip Sözcük-ler, Varlık, Notos Öykü, Kitap-lık gibi dergileri karıştırıyorum. Çoğu okur gibi ben de matbu dergiler yerine çevrim içi dergileri daha çok izliyorum. Parşömen Edebiyat, edebiyathaber, oggito, Litera Edebiyat çevrim içi takip ettiğim dergiler arasında.

Edebiyat ortamımıza baktığınızda ne gibi sorunlar görüyorsunuz?

Ekonomik kriz nedeniyle özellikle yeni yazarların mevcut dosyalarını bastırmakta daha çok zorlanması, sözleşme imzalandıktan sonra birkaç yıla varan bekleme süreleri, bu koşullar sonucunda yazarlardan katkı payı istenmesi ya da basım maliyetlerini karşılamasının beklenmesi, linç ve sansür kültürünün giderek artması…

Artan maliyetler, yayınevlerinin yayın programlarının daralması, seçiciliklerinin artması, özellikle ilk kitaplarını bastırma aşamasındaki yeni yazarlar için aşılması güç eşikler. Bakanlığın yürüttüğü TEDA ilk kitap projesiyle bu sorun bir nebze aşılsa da bu yazarlar,  ikinci, üçüncü kitaplarını çıkarmakta zorlanıyor mu diye de merak ediyorum doğrusu. Parşömen Edebiyat’ta 2015 yılından beri yayımlanan “İlk Göz Ağrısı” söyleşileri 176’ya ulaşmış. İlk heyecanını paylaşan 176 yazarın yüzde kaçının yeni kitaplarının okurla buluştuğunu belki  sonraki Dünlük’lerde okur, üzerine düşünürüz.


11 Aralık 2024 Çarşamba

Sınav, endişe ve kış tatili

Cumartesi sabah erkenden İstanbul'a doğru yola çıkıyorum. Ayağımın tozuyla eğitim salonuna girip ders dinleyeceğim. Maksat zamandan tasarruf etmek. Evde yapılacak işler var haliyle. Çamaşır katlamak, bir posta daha yıkamak gibi. Dün akşam onlara girişmek üzere yatak odasına gitmiştim ki kızım peşimden geldi. Dilinde bir soru: "Ne yapacaksın?" Bu soruyu seninle bağlantı kurmaya ihtiyacım var diye duyduğum için "Çamaşır katlayacaktım ama istersen konuşabiliriz," dedim. Küçükken taktığı isimle mırmır yatağa uzandık ve uzun uzun konuştuk. 

Kızım sekizinci sınıfta. Ben her ne kadar sınav baskısı yaratmadığımı düşünsem de sınav ve ders çalışmakla ilgili kaygılar, ders çalışmakla ilgili hevessizlikler çıktı ortaya. O yaşlarım geldi aklıma. Önünde belirsiz bir hayat var ve sen beş, altı yıl sonra seçeceğin ve sonra ömür boyu sürdüreceğin meslek için test çözüyorsun. Daha kendini bile tanımazken, hayattan ne istediğini bilmezken. 

Kızımı endişeli görünce ben ve baban diş hekimi diye sayısalcı olmak, tıp ya da diş hekimliği seçmek zorunda değilsin diye hatırlatma gereği duydum. Tam olarak ne istediğini bilmiyor çünkü. Bununla beraber benim meslek örgütünde aktif çalışmam, kimi zaman benimle katıldığı sempozyumlar, kongreler onda bir sempati uyandırıyor. Bununda farkındayım. Hem bilimsel anlamda hem örgütsel anlamda. İleride nasıl bir genç kadına dönüşeceğini çok merak ediyorum. Büyüyecek ve yuvadan ayrılacak. Göz açıp kapayıncaya kadar hem de. Bir insan evladını yetiştirmek içinde farklı farklı ne çok duygu barındırıyor.

Yaklaşan yarı yıl tatilini planladık sonra. Kısa bir kar tatili yapacağız kısmetse. Ben kar insanı değilim ama ilandaki bilgi doğruysa otelde sıcak su havuzu da var. Ye, iç, ılık suyun keyfini çıkar, odana çık, kitap oku, çay kahve iç, karda  yürüyüş çok tatlı imkânlar gibi gözüktü bana. Bugün gidip görüşeceğim tur şirketiyle. Kesin kalkışlıysa kaydolacağız. Bu yaz itibarıyla Çanakkale kalkışlı yurt dışı turlarına kesinlikle çok sıcak bakıyorum. İstanbul'a git, uçağa bin zahmeti ya da arabaya sigorta yaptır saatlerce araba kullan derdi yok. Üstelik ekonomik. Epeydir blogta bir gezi yazısı da yok. Bir taşla çok kuş.


10 Aralık 2024 Salı

Yağarsa yağmur yağar

Şakır şükür yağmurlu bir Çanakkale öğleninden herkese merhaba,

Yılın o zamanları geldi benim için. Yeni yıl ruhunu taşıyan romantik komedi (tür her ne kadar romantik komedi diye tanımlansa da komedi unsuruna rastlamak daha güç) filmlerini izlemeyi seviyorum. Başının sonundan belli olmasını hiç dert etmiyorum. İçlerinde güzel olanlar var elbette. Ama idare ederlerden de razıyım. Bir yılı uğurlarken ışıl ışıl Noel süslemeleri izlemek görsel bir şölen. Amerikalıların eline kimse su dökemez galiba bu konuda. Parlak, gösterişli ışıklar, kasaba güzellemesi, güzel gülüşlü kadınlar ve erkekler, hayat bir anlığına (90-105 dk civarı) iyimser, bereketli bir yere dönüyor. Küçüktesadüfler, kişilerin üzerine serpilmiş ölü toprağını atıyor, oh bir silkeleniyor kahraman sudan çıkmış köpekler yanında halt etmiş.  Monoton yaşamının ya da ters giden ilişkisinin içinden tereyağından kıl gibi çeker gibi hop kurtuluyor. Modern zamanların peri masalları gibi bu filmler. Klişe ama hemen her zaman çalışıyor. 

Hafta sonundan bu yana kategorinin iki üç örneğini izledim. Yılbaşına kadar Netflix'in tüm yeni eklenenlerini izlemeye de talibim. Bu filmlerde dikkatimi çeken, özendiğim şey, bir kafede, sokakta bir kadın ve erkeğin bir vesileyle diyaloğa girmesi, bunun doğallıkla akması... Ben en son ne zaman bu türden bir tanışma yaşadığımı hiç ama hiç hatırlamıyorum. Amerikalı ya da Avrupalı hemcinslerimiz gibi rahat değiliz haliyle. Kafada kırk tilki. Hırlı mı hırsız mı, manyak mı, ısrarlı takipçi olma potansiyeli taşıyor mu? 

Neyse ki hayatın olağan akışı içinde bizim de kurabildiğimiz dostluklar var. Yaz tatilinde çıktığımız turda otobüste önümüzde oturan aile örneğin. 7-8 yaşlarındaki oğlan çocuğu hem turda bizi epey güldürmüştü. Bu aralar hastam olarak geliyor ve yine bizi gülümsetiyor. Bu ara pek yazma modunda değilim ama bazı kelime öbekleri yakalıyorum gündelik diyaloglarda bir sahne gibi algılıyor zihnim. Şahane öykü adı olur bundan derken buluyorum kendimi. Arka planda belki de çalışıyor üzerine. 

Yağmur hızlanıyor, yavaşlıyor ama sürüyor. Bu havaların insanı eve, battaniye altına, film izlemeye, yanında sıcak bir filtre kahve ya da ne bileyim bol tarçınlı bir salep içmeye davet eden bir yanı var. Ha bir de içinden yağmur geçen şarkılar dinleten bir yan. Sizin yağmurlu hava şarkılarınız hangisi?

Yağmurun Elleri, It's raining men, Here comes the rain again, Singing in the rain, yağarsa yağmur yağar... Aklınıza gelen içinde yağmur geçen başka şarkı var mı? Bu bloğun sahibi bayılıyor çünkü böyle klişelere... 





30 Kasım 2024 Cumartesi

Durmaktan olmaya doğru

Arada özellikle kış günlerinde eve cumartesi giriş yapıp blok nöbet tutar gibi pazartesiye kadar kalmışlığım var. Öyle tek tük, parmakla sayılır cinsten değil. Bildiğin gönüllü, şikayet etmeden eve girip minimum 36 saati evde geçirebiliyorum. Evde sıkılmıyorum. Evde tek kaldığımda da sıkılmıyorum. Aksine hafta içinden sarkan, hafta içine daha da sarkmasın diye kullanabildiğim en elverişli zaman dilimi pazar günü. Perşembe günü market alışverişini de yapmışım. Kar yağsa, mahsur kalsak dert değil. Kurarız mükellef soframızı. Yeter ki elektrik olsun. 
İnternetim, kitaplarım, bilgisayarım olduktan sonra bana her yer bir, her yer cennet. Yapmak istediklerim ve yapmam gerekenler terazisinin dengede, mümkünse isteklerin ağır bastığı bir hafta sonu diliyorum kendime. İşte listem: bir istek, bir sorumluluktan oluşan dengeli bir liste olsun. 
Güzel bir pazar kahvaltısı (istek)
Yatak odasını süpür (ihtiyaç)
Çocukları Şefkatle Yetiştirmek kitapçığını oku (21 kitap sayfası) (istek)
Beyazları yıka (ihtiyaç)
Şefkatle Öğretmek kitapçığını oku (47 kitap sayfası) (istek)
Nevresimleri değiştir (ihtiyaç) 
Film izle (Mubi Perfect Days) (istek)
Yemek yap (ihtiyaç) 
Güzel, uzun bir banyo (istek)
5 istek 4 ihtiyaç. Böyle yazınca yalnızca dokuz madde. Eğer zihnimi çelecek boş işlerle uğraşmazsam, örneğin telefonda o video, şu ileti derken zamanımı yiyip bitirmezsem çantada keklik. Ama rakibi hiçbir zaman hafife alma, derler. Dolayısıyla hiç de öyle kendimden emin değilim ama elimden geleni de ardıma koymayacağım. 
Bu ay için en önemli görev Cem Şen arşivine dalmak. Bu hem istek hem de ihtiyaç. Çünkü geçen yıl dört modül devam ettiğim eğitimin arşivine erişim hakkı yıl sonunda bitiyor. Onları baştan sona dinlemek, fiziksel egzersiz ve meditasyon videolarını öğrenmek zaman alacak. Birkaç kere başladım dinlemeye. Hep ilk modülden başladığım için en çok ona maruz kaldı kulaklarım. Kulaklarım duydu pek çok defa ama ben ne kadarını öğrendim. Ne kadarını içselleştirdim bilmiyorum. Kas tendon egzersizleri, nefes egzersizleri, organ nefesleri bir yığın kaynak...  Aralık ayından en büyük muradım bu arşivle ilgilenmek.  Altından kalkarsam  kendimden çok memnun kalacağım. Yarın aralığın ilk pazarı. Evdeyim. 31 gün daha var sonrasında. Koskoca 31 gün. O halde bir önceki yazıda belirttiğim gibi bu konuda da küçük ama kararlı adımlar atabilirim. Her gün bir saat dinlemek ve not almak gibi. İyi olma halimi destekleyecek eylemler en nihayetinde. Olmalı, olacak, istiyorum! 

Yarın akşam, aralığın birinde, yeni ayın ilk blog yazısında küçük bir rapor sunma sözü veriyorum size. Durmaktan olmaya doğru geçmek için. 

Küçük ama kararlı adımlar

Hareketsiz bir yaşam sürdüğüm herkesin malumu. Burada da sık sık dile getiriyorum. Buna bağlı kilo fazlası, ağrılı bir beden, kenetlenmiş dişler, fazlasıyla kasılmış çene ve üst bacak kaslarından muzdaribim. 

Ara ara diyet ve spora başlama denemelerim oluyor ancak çok uzun sürmüyor. Eylül ortalarında (yeni yaşla beraber) böyle geldi diye böyle gidecek değil ya dedim. Bir arkadaşımın tavsiyesiyle nöral terapi, akapunktur, hacamat uygulayan bir tıp doktoruna gidip gelmeye başladım. Arada yoğunluk nedeniyle aksattığım haftalar olsa da devam ediyorum. 

İlk akapunktur seansım çok dinlendiriciydi. Ardından gelen ağrılıydı. Dün yine çok gevşediğim bir seans yaşadım. Gözlerimi kapattım. Üstümde ince bir battaniye, loş bir ortamda 50 dakika uzandım. Zihnimin geleceğe ve geçmişe atlamamasına özendim. Dikkatim nefesimde. Ara ara gözlerimin önünde mor ışıklar, figürler... Oh gevşedim ki ne gevşemek... 

Üzerine hayatımda ilk kez hacamat yaptırdım. İşte o çok tuhaf bir deneyimdi. Kürek kemiklerimin arasından belime kadar olan bölgede sayısız yeri bir kupanın içine hapsetti doktor. Kupanın tepesindeki deliğe kriko gibi bir anahtarı yerleştirdi ve döndürdü. O döndürdükçe kıtaların birbirini sıkıştırıp tepecikleri oluşturması gibi cildimde kum tepecikleri oluştu. Sonradan fotoğrafını gösterdi bana. Bir fanusun içinde yüzeyden kabarık tenim üzerinde enine mor çizgiler... Sırayla her birini serbest bırakıp çizgilerin üzerine bistüri ucuyla çizikler attı ve yeniden vakumladı. Çizik yerlerden kirli, toksin yükü olan kan aktı. Gerçekten tuhaf bir işlemdi. Çok ağrılı ya da acılı bir işlem değil ama tuhaf olduğu kesin. Doktorum kışa ve yaza girerken yapılmasını önerdi. Şimdilik ne akapunkturun ne de hacamatın bedenimde herhangi belirgin değişimini hissetmiyorum. Ama sağlığım için düzenli olarak bir hekimi ziyaret ediyorum. Üstelik bunu yapmak için merkezden bir ilçeye gidiyorum. Yol aşağı yukarı bir saat sürüyor. Büyük şehirler için ehemmiyeti olmayan bir süre ama burada küçük bir şehirde yaşarken o bir saati arabada geçirmek rutinimin kesinlikle dışında. Ve bu aralar fark ediyorum ki rutinim dışında bir şeyleri yapmak için zaman ve alan yaratmak beni epeyce zorluyor. Örneğin göz muayenesine gitmek, arabayı servise götürmek, kediyi veterinere götürmek vb. Hayatımda ancak rutin sorumluluklara yer var. Bu kadarının elimden geldiği bir dönemden geçiyorum uzunca bir süredir. Yeniyi içeri almak hayli güç. Özellikle de bir defalığına değil de haftalık tekrarlayan periyodlarla olacaksa. Not almak, kendine vazife listesi yapmak işe yarayabiliyor böyle durumlarda. 

Ben de buradan yürüyeyim dedim. Evdeki beyaz tahtayı salona kurdum. Ev işi, sağlık, sosyal aktiviteler olmak üzere üç başlık altında her biri en fazla beş olacak şekilde maddeledim. Bugün cumartesi listede yapılmayan üç şey var: kütüphaneye kitapları iade etmek, kızımın nevresimini değiştirmek ve Sani'yi veterinere götürmek. An itibariyla son madde gerçekleşemeyecek ancak nevresim ve kitapları iade etmek için önümde nereden baksan 24 saatten fazla zaman var. Başlangıç için iyi bir performans.  

Bugün aletli pilatese de başladım. Evinde bireysel ders veren arkadaşıma önerilen bu değil biliyorum ama benim kaynaklarım ancak haftada bir gelmeye yeterli dedim. Amerikalılar'ın dediği gibi: better than nothing. Pazar günleri açık havada yürümek için kendime otuz dakika ayırmak da fiziksel egzersiz için ikinci kaynağım, stratejim olabilir pekala. Kararlı ama küçük adımlar, hiçbir şey yapmamaktan iyidir biliyorum. Atalarımız mermeri delen suyun gücü değil kararlılığıdır, derken yanılmış olamaz. Küçük ama kararlı adımlarla yola devam! 

Sen yapsan iyi olur ama yapmaya da çok üşeniyorum durumlarıyla nasıl başa çıkıyorsun? 


Tükenmeden eğlenmek

Kasım ayının son günü. Yarından itibaren ışıltılı aralık! 
Muayenehane de nasibini aldı yılbaşı hazırlıklarından. Ağaç kurulmadı henüz ama bankoda duran yeşil vazonun içi kırmızılı, gümüşlü yılbaşı süsleriyle dolu. İnceden sızdı anlayacağınız yeni yıl ruhu iş yerime. Ay sonuna kadar dozu artacak mı aynı mı kalacak göreceğiz. 
İki yıllık Schengen cepte. Kaldı 1,5 yılı. Yıllardır aralık ayında Noel ruhunu içime çekebilmeyi, Noel pazarlarında dolanmayı, sıcak şarap içmeyi, zencefilli kurabiye yemeyi, stantlar arasında dolanmayı hayal eder dururum. Şimdiye değin fırsat olmadı. Dedeağaç'ı görmüşlüğüm var yeni yıl arifesinde. Ağaçlar, süslemeler, Jumbo'da yeni yıl konseptli yığınla ıvır zıvır ile. Ama benim özlemini çektiğim daha oturmuş Noel pazarının olduğu bir şehir. Bu yıl yapabilir miyim emin değilim. Belki kıyısından uğramak mümkün. Sofya'ya gece treni. Olduğu kadar Noel ruhu. Bu hayal de içimde yıllardır tuttuklarımdan. Bir yandan bunları düşünürken öte yanda gözüm mesleki kurslarda. 14-15 Aralık hafta sonu için bir eğitim sepette. Hakikaten sepette. Online alışveriş yapar gibi satın alıyoruz artık bu tür kursları. Eğitim içeriği yüz yüze ve uygulamalı elbette. 
Aralık ayı hayallerinden birisi daha. Arkadaşlarla ve kızımla beraber birkaç saatlik yeni yıl temalı bir üretim atölyesine katılmak. Artık punch mı olur, mum yapmak mı, seramik obje dekore etmek mi bilmiyorum. Yılbaşı dekorasyonunu elimizle üretip sohbet edeceğimiz bir alan olsun yeter. Geçenlerde bir arkadaşımın doğum günüydü Cumartesi kutlayalım mı dedim. İçki içip dans edebileceğimiz bir yer önerdi. Bunu kafam kaldırır mı emin değilim. Öncesinde bir akşam yemeği yemek istersen haberleşelim gibi bir noktada bitti konuşma. Kesinleşmiş bir plan yok. Bu konuşmadan geriye şu seçimimi net şekilde görüyorum artık. Hepimiz eğlenmek istiyoruz. Hakkımız elbette. Benim eğlenme tercihim tüketmeyen eğlenceden yana. Gürültülü ortam, içki, uykusuz bir gece, beden yorgunluğu yaratan eğlencelere karşı gençliğimden beri mesafeliyim. İçkiyle ilgili kuralım da çok net. Zihni bulandıracak her türlü maddeye karşıyım. Benim eğlenme tarzım dingin kafa, sohbet, kutu oyunları, dışarıda yemek yemek, sinemaya gitmek, birlikte el emeği bir şeyler üretmek... Tüketen değil üreten eylemler içinde birlikte olmak, kalpten bağlantı kurmak, iyimser duygular içinde ayrılmak.
Tüketerek ve üreterek eğlence kavramları sende nasıl karşılık buldu? Anlatsana... 


28 Kasım 2024 Perşembe

Paka paka

Bir ay daha bitiyor sevgili okur,

En sonda söyleyeceğimi en başta söyledim. Farkındayım. Gel biraz laflayalım. İnsan dediğin sosyal bir varlık neticede. Sohbete ihtiyacı var, yakınlık kurmaya, duyulmaya... 

Güneşli bir hava var dışarıda. Öğle tatilimin bitmesine nereden baksan 40-45 dakika var. Bir blog yazısı yazmak için ideal süre sayılabilir. Hoş iş yerinde olunca kesintisiz yazma imkânı pek mümkün değil ama bir kelime, bir kelime daha.. Elimden geleni yapacağım. (Bir kısa telefon görüşmesi molasının ardından tekrar buradayım.) 

Hayatıma fiziksel egzersiz ve düzen çekmeye çalıştığım günlerin içinden geçiyorum. Beynin elastisitesi var diyorlar. İşte buna güveniyorum. Kendimi tembel, uyuşuk, meşgul olarak etiketlemeyi bırakıp zihnimi şaşırtmayı planlıyorum. Umarım bu satırları okumuyordur. Mindfulness ve benzeri öğretilerden bilirsiniz etiketler yargı ürünü. Harekete geçemeyecek kadar tembelim dediğimizde yalnızca kendimize kaba ve sert yaklaşmıyoruz. Evet bu dil şefkatten uzak ama aynı zamanda bir yargı. Yargılar tüm bu öğretilere göre düşüncelerden kaynaklanıyor. Düşünceler ise zihin ürünü ve kaynağını geçmiş deneyimlerden alıyor. Velhasıl tembel ve hareketsiz değilim şu sıralar hayatımda fiziksel aktiviteler açısından durağanlık var. Bunu aşmak için yeni, sürdürülebilir stratejiler arıyorum.

Dün resimli çocuk kitabı olabilecek bir aday dosyama sektörün saygın yayınevlerinden birisinden red cevabı geldi. Çocuk kitaplarıma duyduğum ilgi için tebrik edilip bu dosyamın da yayınevi yayın programına yerleştirilmesinin mümkün olmadığını öğrendim. Nazik ve mesafeli mail güzel temennilerle sonlanıyordu. Yanıttaki "da" vurgusuna takıldı aklım. Kibarca daha da yollamayın mı demek istiyorlar emin olamadım. Onlar hayır dediğine göre jürimi değiştirmeliyim. Başka yerleri denemeye devam! Umarım 2025 yılı içinde bu çooook uzun yıllar beklemiş dosyayı kitap bütünlüğünde görmek mümkün olur. Bir baş yapıt değilse de yayımlanabilir nitelikte. Resimleri bile hazır üstelik. O zaman ne diyoruz. Oldu, oldu, oldu! Theta healingcilerin kulakları çınlasın.

Bugün üçüncü kez muayeneye gelen bir çocuk hastama basit de olsa bir işlem yapabildim. İşte buna sevinebilirim. Anne Rus baba Türk bir ailenin çocuğu olan hastam randevulara annesiyle geldiği ve ana dilinde konuşmayı tercih ettiği için koltukta anlaşmamız güç. Oradan kalktığı anlarda güvenini kazanmaya çalışıyorum. Zaman içinde benimle Türkçe konuşmaya başladı. Hatta bugün bir anlaşma yaptık. Her geldiğinde bana Rusça bir kelime öğretecek. Bugünün kelimesi paka paka. Güle güle anlamına geliyormuş. 

Sende ne var ne yok? İzlediğin eğlenceli, sürükleyici film ve dizi önerilerini paylaşır mısın? Uzun kış geceleri için öneri biriktirmek gerek.