31 Ekim 2021 Pazar

İçinden Küçük Dostlar Geçen Kitap

Evrim Sayın'ın İlerihaber'de Pelin ve Küçük Dostu Karamel hakkında yazdığı değerlendirme yazısı:



Tuğba Gürbüz, diş hekimi. Ben onu çocuklar için bir araya geldiğimiz bir eğitimde tanıdım. Sakin ve şiirsel üslubu, sorgulayıcı yanıyla çok iyi bir arkadaş oldu Tuğba eğitim boyunca. Yazdıklarından bahsettiğinde aklıma düşmüştü, eğitim sonunda yeni kitabının minik okurlara sunulduğunu öğrendim.

"Pelin ve Küçük Dostu Karamel", Sia Kitap etiketiyle raflarda. Kitapta beş kısa öykü var ve hepsi Pelin'in çocukluk hallerine dair. Beş farklı hikayeden ziyade sanki uzun bir yolculuk öyküsü okudum. Bu yolculuk öyküsü ara ara sekteye uğruyor ama yolculuğa çıkmak, yolda olmak baki.

Pelin'i önce anne, babası ve dayısıyla anneannesine giderken okuyoruz. Anneanneye doğru yola çıkan bu küçük aile, yolda önce bir kaplumbağa ile karşılaşıyor. Arabayı durdurup kaplumbağayı akan trafiğin keşmekeşinden kurtarıyorlar ve yola devam ediyorlar. Bu karşılaşma Pelin için türlü maceranın ilki. Çok geçmeden Pelin'in dayısı kucağında tatlı, küçücük bir köpekle çıkageliyor. Yazarın deyişiyle Pelin'in "içinde havai fişekler patlıyor." O vakitten sonra dilediği tek şey, bu yavru köpeğin hayatına eşlik edebilmek. Hemen arkadaşlarının sahiplenmiş olduğu hayvanları hatırlıyor Pelin: su kaplumbağası, muhabbet kuşu, Japon balığı.


Gürbüz çocuklara iyi gelecek bazı değerleri didaktikliğe kapılmadan yedirmiş eserine. Bu çok kıymetli çünkü çocuk dendi mi peşi sıra gelen didaktiklik çocukları sıktığı gibi onların zihinlerini ve kalplerini hafife alıyor. Bu kandırmaca çoğu zaman tehlikeli çünkü çocuk, kendisi için hazırlanan yavan öğretinin genelde farkında. Farkında olduğu için de ilerlemek istemiyor, esere tam anlamıyla giremiyor. Kendini veremiyor, teslim olamıyor.


Karamel'in ve bizlerin kahramanı Pelin, az önce bahsettiğim didaktikliğe meydan okurcasına sık sık yetişkinlerin anlam veremediği hayatlarından yakınıyor. "Yetişkin olmak çok sıkıcı." diyerek sesli düşünüyor sürekli. Pelin, dünyayı çeşitli parkurlardan yapılmış bir oyun olarak görüyor çünkü. Parka gitmek istiyor, Karamel'le vakit geçirmek istiyor, yine park yine Karamel, tekrar park tekrar Karamel... Günler onun için hep böyle ilerlerken yetişkinlerin yetiştirmek zorunda olduğu yığınla iş, Pelin için dayanılmaz oluyor.


Yetişkinlerin sıkıcı hayatlarına rağmen sıkılmanın yararlarına değinmeden bitirmek istemedim. Pelin sıkıldıkça ya da annesini beklemek zorunda kaldığında onu birden oyun kurucu olarak görüyoruz. Pelin de beklediği ve sıkıldığı zamanlarda önce söylenirken sonra bir anda hayal dünyasıyla baş başa kalıyor. Salondaki eşyalardan bir orman kuruyor kendine, Karamel'le maceradan maceraya koşuyor bu ormanda. Sonra annesinin önerisiyle günlük tutuyor, annesinin günlüğünü de okuyorlar birlikte, onun çocukluğuna yolculuğa çıkıyorlar bu kez. Pelin, annesinin bir zamanlar çocuk olduğuna inanamıyor. Sıkılmasın diye önüne yapay dünyalardan kat üstüne kat çıkılan çocukların yanında Pelin; yalnız, sessiz, gözlemci ve yaratıcı.

Yetişkinlerin günlük tuttuğu, dinlenmek için kitap okuduğu, küçük dostların gözetildiği, yetişkinlerin kullandığı deyimleri Pelin'in hep gerçek anlamlarıyla kavradığı ama sonra üzerine uzunca düşündüğü bu kitabı çocuklarla birlikte okurken onların merkezde konumlandığı birçok sohbet başlatabilirsiniz. Tuğba Gürbüz belki Pelin'i başka maceralarda yeniden çıkarır karşımıza, kim bilir?

KÜNYE: Pelin ve Küçük Dostu Karamel, Tuğba Gürbüz, Sia Kitap, 2021, 62 sayfa. 

Haftanın Sonu

 1,5 günlük bayram tatilinin ardından bir gün çalışmak ve yeniden hafta sonu tatiline girmek iyi geldi. Dinlenmeye ihtiyacım varmış. Bazen, hiçbir yere gitmeden, yaşadığım şehirde kısa molalar, rutini kırmak konusunda yardımcı oluyor. Alışveriş, çarşı pazar işleri, yemek pişirmek, evin düzenini sağlamak için arkama motor takılmış gibi şuursuzca evin içinde ve dışında yalpalamak yerine sakin ve dikkatli yapmayı seviyorum. Bu odaklanma hâline, merkezimde kalma hissine ihtiyacım var çünkü. O yüzden kimileri için emeklilik çok göz korkutucu iken bana o kadar da korkunç gelmiyor. Zamanın bol olması ipi salınmış ağ gibi boşluğa düşeceğim anlamına gelmiyor. Tam tersine bedenime, ruhuma iyi bakmak için yeterince zamana sahip olmak, kendime sahip çıkmakla eşanlamlı benim için. Yine de ufukta erken bir emeklilik görünmediğine göre, bazı şeylere sahip çıkmak için emekliliği bekleyemem. Derhal sahip çıkmak istediğim şeylerin başında fiziksel aktivite geliyor. Bahanem bol. Ama haftada bir gün online de olsa bir hocayla beraber, onun gözetiminde yogaya başlamak bana iyi geldi. İçten gelen bir motivasyonla, mata geçmek mümkün elbette. Ama birine güvenmek, onun rehberliğinde yola çıkmak da çok konforlu. Sürdürmek istiyorum. 

Kızımın ara sınavları başladı, benimkiler kapıda. Ara sınavlar öncesinde hemen her dersten quiz oldular. Bir tür seviye tespit, güçlü ve zayıf yanlarını görmek açısından bu deneme, hazırlık sınavlarını olumlu buluyorum. Deniz'in bunları sakince atlattığını görmek de beni rahatlatıyor. Okul işleri hep aynı. Sınavdan istediği notu almadığı için ağlayanlar, üzülenler, başarısına sevinenler... Bendeki "cool" hâl Deniz'de de mevcut. Onu pek telaşlı bir arkadaşının yanında sakince konuşurken gördüğümde fakülteden bir arkadaşım geldi aklıma. En heyecanlı finallere, sözlülere girerken bile sakinliğimi görmek onun için şaşırtıcıymış demek, yoksa "Senin kalbin hiç hızlı atmaz mı?" diye sormazdı. Bu ifadeyi olumlu yönünden aldım. Belki de soğuk, robot gibi bir etiket taşıyordu bilemem. Ama sükunetimi korumanın şimdiye değin bir zararını görmedim. Arkadaşımın bilmediği şey şu tabi, bu hep içinde rahat olduğum bir kalıp değil. Ben de İngiliz Kraliyet ailesinden değilim neticede. Her zaman ölçülü, mesafeli, sakin değilim. Ama sınav, ölçme, değerlendirme işleri benim için çok da kuvvetli bir uyaran değil. Çağrı merkezini arayarak herhangi bir işlem yaptırmak zorunda kalmak ya da daha önce deneyimlemediğim bir uygulamayı indirmek, güncellemek vs ise zaman zaman patolojik bir hâl alabiliyor. Yani bir insanı, kendisinde baskı yaratmayan bir ortamda gözlemlemek ya da tam tersi baskı yaratan bir ortamda gözlemlemek ve çıkarımlarda bulunmak eksik ve yetersiz. Yine de ilk izlenim diye bir şey var. 

Kızımı voleybola bırakıp eve döndüğüm bu saatlerde, yalnız kalmanın, sessiz ortamın tadını çıkartıp bu satırları yazabildiğim için memnunum. Günün kalanının çok hızlı geçeceğine eminim olduğum için benden çıktığı haliyle bu yazıyı size emanet ediyorum. İyi pazarlar... 

Not: İngiliz Kraliyet ailesi demişken Crown'un yeni sezonunu dört gözle bekleyen bir ben miyim? 

29 Ekim 2021 Cuma

Takdir üzerine

Ev işlerini pek de bayılarak yaptığım söylenemez. Mesai, ev işleri, annelik arasında mekik dokumak zaman zaman yorucu hâle geliyor. Aralarından en sevmediklerini savsaklamak geliyor insanın içinden. Bana öyle oluyor en azından. Eskiden yemek pişirmekle bir zorum yoktu ama bu aralar pek de ayıla bayıla yapmadığımın farkındayım. O yüzden haftada en azından bir akşam daha geniş zamanlarda, keyifle yemek pişirmeyi, yeni tarifler denemeyi deniyorum. Bir çeşit flört. 

Bu tariflere basit tatlılar da ekliyorum. İşte dünyanın en pratik mozaik pastası tarifi: 

Bir kutu kremayı kaynatmadan ısıt. İçine iki paket bitter çikolata kat. Sıcağıyla erimesi için karıştır. İki paket Eti burçak bisküviyi karşımın içine küçük parçalar halinde kır. Varsa fındık ve ceviz parçaları da koyabilirsin. Tüm malzemeyi karıştır. Yağlı kâğıt üzerine dök ve şekil vererek buzluğa kaldır. 

Bugün yaklaşık iki saat ayırarak yemek pişirdim. Eh bu özenden, aile de nasiplenmeliydi. Annemi de yemeğe çağırdım. Onu ne zaman yemeğe çağırsam, sofrada önüne yemek konmasından duyduğu memnuniyeti cömertçe gösteriyor. İçi boş bir iltifat gibi gelmiyor sözleri. Spesifik olarak neyi sevdiğini, neyin onun için özel olduğunu söylüyor. Ee ne var bunda sofranıza oturan kimseler nezaketle teşekkür eder zaten, bundan doğal ne olabilir ki diyebilirsiniz. Emin olmadan önce düşünün, sofranıza oturduğu, evinize misafir geldiği halde sizi gücendirenleri, çocuğunuzu üzenleri, teşekkür etmek yerine kendini övenleri, gece boyu silindir gibi üzerinizden geçenleri, enerjinizi emenleri aklınıza getirin bir bir. Sonra da takdiri, övgüyü kendisine saklamayanları, bir armağan gibi sunanları, ya da kusur aramak yerine bir sofrayı paylaşmanın iyimserliğini üzerinde taşıyanları, gözleri mutlulukla, neşeyle parlayanları... Hangisini ağırlamak istersiniz?  




Vedalaşmayı Bilmek

En az dört yazıyı ayın son birkaç gününe bırakmak alışkanlığa döndü bu aralar. Tembellik değil esasında. Hiç yazmıyor değilim. Hatta öykü dosyamı bitirdiğimi söyleyebilirim. Geçen sene bu zamanlar ufak ufak elimi açarak başladığım yolun sonuna bir kez daha gelebilmenin haklı gururu bir madalya gibi göğsümde. Bir fikir bulmak, öyküyü nasıl yazacağını düşünmek, yazmak, okumak, aksayan yanları görmek, düzeltmek kısımları yazmanın en heyecanlı yanları, bir balonun içine üflemek gibi, büyüyor, büyüyor. Sonrasını kestirmek daha güç. Patlayacak mı, elden ele havalanacak mı, ömrü ne kadar olacak, okurunu bulacak mı? Cevapları bizde değil. Henüz gelmemiş bir zamana dair yanıtlar bunlar. Yazmak eyleminin dışında.  Bununla beraber yazmak, en nihayetinde yayımlatma isteğini de çağırıyor yanı başına. Yazan kişi, emeğini görünür kılmak istiyor, hikâyeleri okunsun, birilerinin kalbine dokunsun, belleğinde yer etsin istiyor. Yayımlatmak, yazmak kadar kolay ve keyifli değil. Engebeler, engeller mevcut. Heyecanlı bekleyişlerle, tuhaf telaşlarla dolu. Asla emin olamadığın bir yolda yürümek gibi bir şey. Bir tür konforsuz alan; kafanın içinde onlarca sesin konuştuğu, yükseldiği, alçaldığı gri bir alan... Kapının ne içi, ne dışı, hem içi, hem dışı, öyle bir yerdeyim ben de. İç seslerim yüksek. Kimi zaman gür, kimi zaman cılız bu sesler türlü türlü şeyler diyor bana. Bir öncekinin önüne geçtin diyebiliyorum örneğin. İşin en rahatlatıcı yanı da bu olsa gerek. Çünkü, daha iyi yazmak, ufuk çizgisi gibi önümüzde, ona doğru yürüdükçe, uzaklaşıyor. Mesafenin kapanması asla mümkün değil. Bir nevi Zeno paradoksu gibi. Bunun yanı sıra geçtiğimiz seferlerde işlerin rast gitmesi, fazlaca beklememek  bu defa da öyle olacağı anlamına gelmez biliyorum. Ekonomik kriz, artan döviz kurları, kâğıda gelen fahiş zam... Yayıncıyla genç yazar ve yazar adaylarının arasındaki mesafeyi arttırmasından da korkmuyor değilim. Neyse ki çok satan, hep satan kitaplar var. Bu sayede hikâyelerimizi basılı bir kitap formunda görmek mümkün oluyor. Dilerim 2022 bu sevinci yaşayabilirim. 

Kimi yazarlar ellerindeki dosyalarla zor vedalaşıyor. Ben onlardan değilim. Yeniden yazmanın bir sonu olduğunun farkındayım. Her metin yeniden yazılabilir. Emanet ettiğiniz her okurdan gelen bir yorum bir yerlerini söküp yeniden yaratmak anlamına gelebilir. Orada unutulmaması gereken nokta, kim için yazdığının farkında olmak galiba. Hepimiz öncelikle kendimiz için yazıyoruz. Dışarıda, binlerce farklı okur var: farklı yaşama alışkanlıklarına sahip, farklı okuma kültürlerinden gelen, farklı yaşam görüşleri olan. Her birini memnun etmek, tatmin etmek mümkün değil. Her yazarın müttefiki olması gerektiğine inandığım halde, yayımlanmadan önce çok fazla kişiden görüş sormayı, her birince onaylanmayı beklemeyi doğru bulmuyorum. Yazan kişi, metinlerini okurluğuna güvendiği, inandığı kimselerle paylaşabilir elbette ama bu kişilerin bir sınırı olmalı. Serseri kurşun gibi elden ele sektirmemeli. Yazıyı daha üst seviyelere taşımak isteğinde, çalışma azminde eleştirilecek hiçbir yan yok. Bununla beraber sürekli çırak kalmak istemekte, her bir cümle için el almak, onay almak arzusunda ters bir şeyler var. Yolu, sayıları giderek artan atölyelerden, bire bir çalışmalardan geçen yazar, kendi sesini hep bir başkasının akort etmesine muhtaç hâle düşmemeli, kendini mezun etmeyi de bilmeli. Aksi, mükemmellik yanılsaması içinde bir tür bağımlılığa, ızdıraba dönüşebilir. Ustanın da çırağın da vedalaşmayı bileni makbuldür. 




18 Ekim 2021 Pazartesi

Nasıl Yazıyorlar? (31)

 Yazarların okuma alışkanlıkları okurun ilgisini çeken bir konu Sevdiğim, sevmediğim, okuduğum, okumadığım tüm yazarların söyleşilerinde yazım, üretim aşamasına dair söylediklerini iştahla, ilgiyle okuyorum. Kurmacabiyografiler, web günlüğüm olduğuna göre, yeri geldikçe buraya da not düşebilirim. 

İşte otuz birincisi: Özge Bahar Sunar 



Yürüyerek yazıyorum

Yürüyorum. Takip edenler bunu zaten biliyorduk diyebilir. Olsun yine de aklıma ilk gelen ve beni en çok besleyen şeyin yabanda tek başıma yaptığım yürüyüşler olduğunu bir kere daha söylemeliyim. Bu yürüyüşlerin hem hikâye üretmek hem de yazdığım hikâyelerdeki düğümleri çözmek için çok büyük fayda sağladığını biliyorum. Düşündüğüm her şey bir kitaba dönüşmüyor tabii ama düşünsel alıştırma yapmış oluyorum. Bir vücut kasını çalıştırmak gibi! Bu sayede gündelik hayatta başka şeylerle uğraşırken bile kafamın içinde hikâye parçacıkları oluşup duruyor. Temiz havanın, doğanın öngörülemezliğinin ve kendimle baş başa kalmanın da besleyici tarafları var. Bu saydıklarım için illaki dağ tepe yürümek de gerekmiyor, yazdığım ilk hikâyeler köye taşınmadan önceydi ve o zamanlar da yürüyordum. Kendime sakince bir güzergâh çizmiştim. Şimdilerde yine şehirdeyim ve bir çocuk parkının etrafındaki yürüyüş parkurunda yürüyorum. Aslında yürümeye zamanım varsa her yere yürüyerek gitmeye çalışıyorum. Zaman ve mekân değişiyor, değişmeyen şey yürümek. Bazen hızlı, bazen yavaş. Bazen değneğimle, bazen değneksiz. Bazen bir köpeğin yoldaşlığıyla, bazen yalnız. Bazen bilinmez bir yola, bazen pazara. 

Çocuklara bakarak yazıyorum

Çocuklara daha yakından bakıyorum, gözlemliyorum, konuşmalarına kulak kabartıyorum ve farklılıklarını yakalamaya çalışıyorum. Aslında bunu yaptığımın farkında bile değildim. Çocukları severim ve onlarla vakit geçirmek her zaman hoşuma gider. Özgünlükleri, dili kullanış biçimleri eşsizdir, olayları yorumlayışlarını dinlemeye bayılırım. Özellikle sözcüklerle ilişkileri çok eğlencelidir. 

Geçen gün arabada Erkin Koray'dan Esterabim çalıyor, bildiğimiz kadarına eşlik ediyoruz. "Böyle bir yar istemem, istesem de istemem... Esterabim, esterabim!" Bu esterabim ne demek acaba diye konuşmaya başladık ki Ateş sözcüğü anlamamamıza oldukça şaşırmış bir şekilde "Anlamayacak ne var, Estar Abisine söylüyor işte!" dedi. Arkadaşımın kızı servisteki ablanın kendisini çok sevdiğini, hatta doğum gününü jandarmaya yazdığını söylemiş. Jandarma ne mi? Ajanda! Çok eğlenceli değil mi? Düşününce örnekler öyle çok ki; uzun süre bizi bir şeye ikna etmek için "ekmek kural çarpısı" deyip durdu. Ekmek kuran çarpsın demek istiyor. Artık kendince yorumladığı kelimeleri kaybettik, büyüdü ve bütün kelimeler tanıdık. Son kaybettiğimiz kelimesi "bilgiyasar"dı, ondan bir önceki "vüduc". "O çorabı giymeyeceğim, benim vüducum!"

Her gün şaşıracak bir şeyler görüyorum. Sabahtan akşama oynadığı, arada üç saat jimnastiğe gittiği bir günün akşamında artık oynayacak enerjisi kalmamıştır diye düşünmüştüm. Yemekte enfes bir boncuk makarna vardı. Yemeği yavaş yiyişini yorgunluğuna verdik, sonra fark ettik ki özenle çatalın her bir ucuna makarnaları teker teker geçiriyor ve öyle yiyor! Oyun her yerde ve her zaman, yorgunluk buna bahane olamaz!

Hayvanlarla ilişkilerinden de çok şey öğrendim. Bitlerini öldürmek için saçlarını özel bir şampuanla yıkayacağız dediğimizde "Onları öldüremezsiniz! Buna asla izin vermem!" diyerek epey ağlamıştı. 

Çocukluk çağı altın çağ, kalıpların işlemediği, özgünlüğün tepe noktası. Çocukları seyrederken hem yaşam sevincim artıyor hem de onların nelerden hoşlandığı hakkındaki bilgilerim yenileniyor. Benim çocuğum yok, üstelik etrafımda çocuk da görmüyorum diyenler varsa kendi çocuklukları ne güne duruyor diyorum. 

Çocuk kitaplarının değiştirme gücüne inandığım için yazıyorum 

Nitelikli çocuk kitapları dünyayı değiştirebilecek güçtedir. Yazmamı sağlayan temel motivasyonum işte bu! Girdiğim ortamlarda ne iş yaptığımı soruyorlar. Çocuklar için hikâyeler yazıyorum, diyorum. Bunun gerçek bir iş olmadığını düşünen öyle çok kişi var ki! "Peki gerçek işiniz nedir?" Çocuklar için yazmak benim için gerçek bir iş, yoğun bir mesai ve büyük sorumluluk. Eğer çocuk kitapları yazmak istiyor ama bunu pek de mühim bir iş olarak görmüyorsanız ya düşüncelerinizi gözden geçirin ya da bu sevdadan vazgeçin derim. Çünkü ezkaza bir hikâyeniz çocuk kitabına dönüşmüş olsa bile bu size bir doyum vermeyecektir. Arayışınız devam edecektir. Yazma sürecindeki duygularımdan sonra bahsedeceğim ama şu kadarını söyleyeyim hiç de şenlikli bir süreç değil. O hikâyenin -kendi potansiyelimde- olabilecek en iyi hâlini bulmak zorundayım çünkü o hikâyeyi küçük bir çocuk okuyacak/dinleyecek. Ve eğer onu etkilerse yeniden ve yeniden okuyacak. Belki onlarca kez belki ezberleyene kadar! Bu az bir şey mi? Bunun önemsiz olma ihtimali var mı? Ve o hikâyeden bir parçayı alıp büyütecek. Belki de o parça videodaki beş milimetrelik minicik bir dominonun, bir metreden uzun yaklaşık elli kiloluk dominoyu devirmesinde oynadığı rolü oynayacak. Bunun sorumluluğunu düşünebiliyor musunuz? Yazarken bile ellerim terledi. İşte bununla yaşıyor, bununla yazıyorum. Sözlerimi Aziz Nesin'den bir alıntıyla bitiriyorum: "Adı unutulmuş bir küçük ülkenin, adı duyulmamış en değersiz yazarı bile, kendi gücü içinde bütün dünyayı değiştirmek, yeniden yapmak çabası içinde değilse, yazık onun harcadığı mürekkebe, kâğıda, yazık o yazıları okumak için okurların boşa giden zamanlarına..." Mum Hala adlı güncesinden. 

Okuyarak yazıyorum

Okuyarak! Kulağınıza çok da ilginç gelmedi değil mi? Başta bana da böylesine temel bir şeyi yazmak tuhaf geldi. Ancak bu seriyi hazırlarken bir kere daha anladım ki bizi hedeflerimize götüren şeyler belki de pek farkında olmadan geliştirdiğimiz alışkanlıklardır. Gerçi o hedefler biz adım attıkça yer değiştiriyor ama bu başka bir yazının konusu. Çocuk kitapları özelinde düşününce yaklaşık on iki senedir her gün yüksek sesle birkaç kitap okuduğumu fark ettim. Çocukların evde kaldıkları günler ya da fuar dönüşü gibi olağandan fazla kitap aldığımız zamanlarda bu rakam artıyor. Bir şeyi her gün yapmak, onun için zaman ayırmak kaçınılmaz olarak dönüşüm sağlıyor. Aradaki bağ kuvvetleniyor. O şeye karşı alıcılar açılıyor, merak artıyor. Özellikle yüksek sesle okumanın, yazma üslubu oluşturmak için de çok önemli olduğunu düşünüyorum. Okul öncesinde çocuklar kitabı okumaktan çok dinliyor, sadece içerik değil biçimsel anlamda göze ve kulağa hoş gelmesi bu bakımdan önemli. Kafiyeli metinler, sözcük tekrarları, değilen duyguların fonetik yansıması... Bazı kitapları onlarca kez okutuyorlar, neden? Pek çok şeyin yanında o kitabı dinlemeyi sevdikleri için, güzel bir müzik parçası gibi. Üstelik nitelikli kitapların defalarca okunması bu kitapların başarısını oluşturan öğelerin içselleştirilmesini sağlıyor. Buna moda bir söyleyişle organik öğrenme diyebiliriz. Eğer yanınızda eleştirilerini özgürce yapan çocuklar varsa öğrenme daha anlamlı oluyor. Elbette yazmak için çocuk edebiyatının yanında farklı türleri de okumak gerek. Benim edebi haz aldığım metinler genellikle bilim kurgu romanları ama nitelikli bir kitap bulduysam türü ne olursa olsun okumaya çalışıyorum. Farklı türler farklı bağlantılar oluşturuyor. Son olarak okunmayı bekleyen kitaplarla ilgili bir tüyo verip yazımı bitiriyorum; birkaç yıldır halihazırda okuduğum kitabı gece yastığımın altına koyup uyuyorum. Özellikle kalın kitapları bitirmek için etkili bir yöntem olduğunu söyleyebilirim. 

* Bu yazı yazarın izniyle sosyal medya hesabından alınmıştır.

    15 Ekim 2021 Cuma

    Hem büyüklere hem küçüklere...

     Servet Duygu Ceritoğlu sosyal medya hesabında "Pelin ve Küçük Dostu Karamel"e yer vermiş. 

    Tuğba Gürbüz'ün kaleminden Haziran 2021'de yayımlanan "Pelin ve Küçük Dostu Karamel" hem küçüklere hem de büyüklere.

    Çok akıcı, eğlendirici, öğretici, çocuklara ve büyüklere göre bir kitap gerçekten. 

    Her sayfasını yüzümde gülümsemeyle okudum. Pelin'in düşüncelerine bayıldım. Hatta sesli güldüğüm yerler oldu. 

    Çocuklar ve aileleri için yaratıcılık konusunda fikirler veriyor. Çok kolay okunuyor. Yalnız çok çabuk bitiyor. 

    Kahramanımız Pelin'in yaşamında hiçbir elektronik eşyanın söz konusu olmaması, atasözleri ve deyimlerin tam yerinde öğretici bir şekilde kullanılması şahane. Kendi kendine oyunlar yaratması, ne kadar istemese de günlüğüne yazması ve sonraki hisleri muhteşemdi. 

    Ve Kar Küresi... Nasıl da güzel bir yaklaşım (derslerimde kullanabilir miyim). Günümüz Mindfulness çalışmasının sadelikle anlatımını anımsattı bana ve çocuklara nasıl anlatılabileceğini. 

    Pelin'in kendini, düşüncelerini, ihtiyaçlarını ifade etmesinin Pelin için kolaylaştırıcı olduğunu anlatması, çok kalbime dokundu. 

    Pelin'in maceralarının detaylarını vermiyorum ve kesinlikle devamını bekliyorum. 

    9 Ekim 2021 Cumartesi

    Tüm büyümek istemeyenlere...

    Kitap Pusulam sosyal medya hesabında Pelin ve Küçük Dostu Karamel hakkındaki düşüncelerini paylaşmış:

    Sizi çocuklar için yepyeni bir öykü kitabı ile tanıştırmak istiyorum. Yetişkinler için okuduğum çoğu öykü kitabından üst sıralarda yerini aldığını da belirtmeden geçmek istemiyorum tanıtıma. 

    Babası gemilerde, annesi turizm acentesinde çalışan, canı çok kolay sıkılan bir kız Pelin. Canı çok kolay sıkılıyor dediysek hemen icabına bakıyor merak etmeyin. Dayısını çok seviyor. Sahiplenmek istediği köpeği anneannesine kaptırıyor. Ama olsun, artık anneannesine gitmek için bir nedeni daha oluyor. 

    Pelin ve Küçük Dostu Karamel kitabında birbirinden güzel beş öykü bulunuyor. 3. sınıf çocuklarımıza gönül rahatlığıyla ve kesinlikle önerdiğim bir kitap. Ama her zaman dediğim gibi çocuk kitaplarının biz büyüklere iyi gelen yanları olduğu da muhakkak. Eminim siz de benim gibi çok seveceksiniz bu kitabı, çünkü sımsıcak. 

    Pelin ve Küçük Dostu Karamel, tertemiz dili, kuvvetli hayal gücü, bol ve yerinde deyimleri ve şahane çizimleriyle harika bir öykü kitabı olmuş. 

    8 yaş üzeri tüm büyümek istemeyen gönüllere tavsiye olunur. 

    1 Ekim 2021 Cuma

    Balkon

    Balkonda oturmayı çok seviyorum. Çocukluktan kalma bir alışkanlık. Çiçeklerin arasında özenli sofralar, denize, bahçeye bakmalarla dolu geçen yıllar bana balkonda oturmayı, balkona özenmeyi öğretti. Şimdi yeni evimde çok daha büyük bir balkonum olacak. Hevesle bekliyorum; sereceğim örtüleri, okuyacağım kitapları, içeceğim kahveleri, ağırlayacağım misafirleri, vazodan eksik etmeyeceğim çiçekleri. Küçük bahçede ortancalar, iri papatyalar yetiştirmeyi hayal ediyorum tıpkı zamanında annemin yaptığı gibi. Anneden kıza geçen bir alışkanlık olsun bu. Vazoya koymak için çiçek kesmeler, balkona oturup uzaklara bakmalar, mis gibi kokan kahveler, sohbetler... Deniz en çok bir kedinin hayalini kuruyor. Bakalım onu ne yapacağız? Nasıl yapacağız? Bir kediye yer açacak kadar geniş bir yüreğim var mı hâlâ emin olamıyorum. Bunu da zamana bırakayım. Her şeyin cevabını da bilemem ya. Hem ne diyor Birgitte: "Varsayımsal sorulara cevap vermiyorum." Oysa varsayımla, bir hayalle başlıyor pek çok şey. Kendine dair hayal ettiklerin olmasa değişimin gelmeyeceği aşikar. Varsayım her zaman kötü değil demek ki. Peki ya ile başlayan kimi sorular olmasa hep aynı yerde buluruz kendimizi. Peki ya'larımızın eksik olmadığı günler diliyorum o halde. 

    "Peki ya?" sorusu bana okuduğum bir kitabı anımsatıyor. Hikaye Dehası. Sola Unitas Yayınları'ndan çıkan kitabın yazarı Lisa Cron bir yazar koçu. Bu kitabı da nereden başlayacaklarını ya da yazdıklarıyla ne yapacaklarını bilmeyen, çalıştığı metnin içinde sıkışıp kalan yazar ve yazar adayları için yazmış. Doğaçlama ve taslak oluşturmanın ötesinde bir yere geçerek üzerinde çalıştığınız metni geliştirmenin yollarını göstermek için. Kitap hayli iddialı. Arka kapak yazısında "bir fikrin ilk ışıltısından roman yaratma ve küçük bir fikirden büyük bir taslağa dönüştürme yolculuğuna dair detayları adım adım anlatıyor," şeklinde tanıtılıyor. İddianın büyüklüğü karşısında kuşkuya kapılmamalı. Ne de olsa hepimiz hikâye anlatıcı bireylerin torunlarıyız. Hatırlayalım ne demişti Ursula K. Le Guin: 

    "Tarihte tekerleği kullanmamış büyük toplumlar vardır ancak hikâye anlatmamış hiçbir toplum yoktur."

    O halde bize bırakılan kültürel mirasın varisi olduğumuza inanalım, kurulalım balkonlarımıza, masalarımıza, kahve fincanlarımızla, su bardaklarımızla, kitaplarımızla, defterlerimizle ve yazalım. 

    Ekimin birinde, ne ektiğinize dikkat edin. Benimki belli. Yazın yolculuğumu sürdürmek. Eğer sizin de hayaliniz buysa yazma ve yaratma cesaretiniz bol olsun.