30 Kasım 2022 Çarşamba

Müzmin erteleyicinin yapılacaklar listesi

Zaman zaman müzmin erteleyici olabilirim ama tembel asla!

Bu ayın ortalarından itibaren bloğa yazma sıklığımı güncellemek üzerine düşünceler geçti aklımdan. Sekiz yıl önce verdiğim söz bugün niye beni hâlâ bağlasın, dedim. Ama sonra önemli olanın yazma alışkanlığını yitirmemek olduğu geldi hatırıma. Şu sıralar, yazar tıkanıklığı demeyeyim tam olarak öyle değil ama biraz zamansızlıktan, biraz hevessizlikten yazı masasına pek geçmiyorum. Evdeki laptopta birtakım sıkıntılar olması da cabası. Gece yazmaları da bitince hepten öteledim yazmayı. Hâl böyleyken yeni bir öykü taslağı vs yok elimde. Üzerinde çalıştığım bir dosya da yok. Temizledim oraları kendimce. Attığım taşlara yanıt gelmesini bekliyorum ama işte ekonomik koşullar, ülkede okurdan çok yazar olması vs. vs. duymak istediğim yanıt umduğum hızda gelmiyor. Madalya gibi göğsüme takmaya devam ediyorum ret cevaplarını. Her bir ret yanıtında jüriye değiştir diyorum kendi kendime. Hop başka bir yayınevine. Her şeyin bir zamanı var, derler. Şimdi bekleme, dinlenme, kafa toplama, ertelediklerimi bir bir toparlama zamanı. Evde girişilecek birkaç dolap car örneğin. Bir şifoniyer, bir dolap, yer bulamadıklarımı tıktığım depo gibiler. İçleri derlenecek toplanacak, ayıklanacak. Yeni kitaplar da yığıldı. Okunacak, verilecek. Kayıp olanlar bulunur belki. Sırra kadem basmış bir çocuk kitabı var örneğin. Değişelim mi? İlk öykünün ardından sıra gelemedi diğerlerine. Girdiği delikten çıkar belki de, okurum kalanını. 

                                                                                  *

Bu aralar yalnızca yazmak değil ertelediklerim. İzlemek istediğim filmler de var örneğin, daha sık yürümek, daha sık arkadaşlarımla buluşmak, sahibine iletilmesi gereken kimi emanetler... Bir yerden başlamalı. Yarın belki kargoya giderim. Yarından da yakın belki bir film izlerim. Örneğin Yüzücüler. Savaş nedeniyle Suriye'den kaçıp mülteci kampına yolu düşen iki kardeşin olmipiyatlara uzanan hikâyesi. Etkileyici olduğu kesin.

                                                                                  *

Yarın 1 Aralık. Yılın son ayı. Listeler zamanı, biraz muhasebe, biraz hesaplaşma... Evi yeni yıla hazırlamak gerek. Süsler, müsler... Sani'nin süsleri ve yapma ağacı affetmeyeceği kesin. Kavga kopmasın diye belki iş yerini süslerim bu yıl, ev yerine. Ya da Deniz'in odasına kurarız ağacı. İçeriye giriş Deniz'in iznine tabi ne de olsa... 





Özgünlük dediğimizde

Edebiyatla uğraşan hemen herkes günümüz edebiyatının en büyük eksiğinin, eleştiri kültüründeki noksanlık olduğunu söylüyor. Hak bilir bir eleştiri yerine hâkim olan, ahbapçılık. "Sen beni kolla, ben seni," anlayışı. İnstagramda dolanan herhangi bir gerekçeye dayanmayan "Çok sevdimmmm" şakşakçılığı.

Bu saptamayı bir fırsat gibi gören kimileri de buralar daha dutluktu zamanlarından kaptıkları dijital köşelerinden kendini eleştirmen sayıyor. Arka kapaktan aparttıkları söyleşi sorularıyla ya da tıpkıbasım sorularla pek bir çalışkan görünüme bürünüyor, bir metni beğenmesin hele, üslupsuz, birkaç basmakalıp olumsuz cümle sıralayarak kendini hakyemez eleştirmen sayıyor. 

Bana bu satırları yazdıran bir çocuk kitabının isminin bir başka kült çocuk kitabını andırdığına dair bir ileti ve ortaya atılan taklitçilik iması. Kitabı okumadım. Yazarını tanımam. Üretimini bilmem. Bununla beraber özellikle çocuk edebiyatında özgün konu diye bir şey olmadığı da ortada. Ne yazarsak yazalım Polti'nin 36 dramatik durumundan birine giriyor. Böyle bakınca şimdiye dek yazılmamış, işlenmemiş tema diye bir şey söz konusu olamaz. Bir yazarı diğerinden ayıran şey konu seçimi değil, üslubu. Özgünlük, dediğimiz de tam olarak bu. Yazar, en şaşırtıcı konunun, temanın peşine düşen kişi değildir.  Okuru, daha önce defalarca anlatılmış bir konuyu bir de kendi çerçevesinden, kendi bireysel seçimleriyle var ettiği metni okumaya davet eden kişidir. Dolayısıyla yalnızca kitap ismine, konu seçimine bakarak bir yazarı taklitçilikle, özgün olmamakla suçlamak yersiz. Ayrıca adına metinlerarası dediğimiz koskoca bir alan var. Onu ne yapacağız?

Yine de taklit konusu benim de kafamı kurcalıyor zaman zaman. Epeyce okur kitlesi olan kimi çocuk edebiyatı yazarlarının dünyadaki örneklerini çok andıran kitaplarını gördüğümde, intihal ve benzer temayı kendi üslubunca yazmak arasındaki sınırın çok da kesin olmadığını düşünüyorum. Bu meseleler de yazarın kendisiyle hesaplaşacağı yerler neticede. Bunca dil, bunca kitap varken, hangi metin hangi metnin ya da bir başka sanat yapıtının koynundan doğuyor, kim bilebilir. 

29 Kasım 2022 Salı

Uçuran ve Değiştiren Hayaller

Selen Aydın'ın yazdığı, Sadi Güran'ın resimlediği Sıkıntıdan Patlayan Kasaba bir çırpıda okunuyor. Belirgin bir olay örgüsü, giriş, gelişme sonucu ve aksamadan akıp giden kurgusu olan bir kitap. Çocuklara göre, çocuklar için basitliği in ardına saklanmadan, görsellere güvenmeden derli toplu bir hikâye anlatıyor. Dili temiz, akıcı. Benzetmeler yerli yerinde. Kahramanların isimleri hem orijinal hem de onları canlandırmada pek etkin.

Olimpik anlatıcı Bayan Tepedenbakan'ı anlatarak giriyor hikâyeye. Adı kibrinden gelmiyor. Kasabaya tepeden bakan deniz fenerinde yaşıyor hepsi bu. Herkese, her şeye bakmak ufkunu, göğsünü ferahlatıp fersah fersah açtığından olsa gerek Bayan Tepedenbakan'ı öyle rutinlerle boğulmuş, kısıtlanmış değil, kasabalıların aksine. Kasabanın iyi niyetli, tek tek işini iyi yapan ama hayallerini, meraklarını yitirmiş, haliyle iyiliğin koluna sıkıcıyı sımsıkı takan bireylerinden yavaş yavaş uzaklaşmış. Kasabaya gidişi zaruri ihtiyaçları gider ekle sınırlı. Yine böyle bir ziyarette kasabalıların baam, paat, poof diye bir bir patlayınca teşhisi koyar. Kasabalılar sıkıntıdan, hayallerini ve meraklarını yitirmekten patlıyordur. Çare bellidir. Onların merak duygusunu gıdıklayacak, yeni heyecanlar duymalarını sağlayacaktır. Bu uğurda en büyük müttefiki Bay Sormageç'in tatil için kasabaya gelen torunu Bulut'tur. İki kafadarın planı tıkır tıkır işleyecek, hikâyenin başında bize olağanaltı diye tanımlanan kasaba olağanüstülüğe terfi edecektir.

Sıkıntıdan Patlayan Kasaba gündelik rutinlere, can sıkıntısına, hayal kurmanın, merak duygusunu yitirmenin üzerimizdeki etkilerini hatırlatıyor. Hayat bazen buz tutmaya yüz tutmuş bir göle benzer. Hareket etmezseniz her şey donayazar. Formül belli: hayallerini, heveslerini, merakını paylaşabileceğin dostlar. Kim demişti hatırlamıyorum. Hepimiz çevremizdeki en sık görüştüğümüz altı kişinin ortalamasıymışız. Gayet makul. 

Birlikte değişeceğiniz, gelişeceğiniz dostlarınız eksilmesin. 


Birtakım haberler ve öneriler

Maskesiz ilk kış hepimizi yerden yere vuracak gibi.
Geçen hafta sonunun yoğunluğu ve yorgunluğu pazar akşam saatlerinde boğazıma bir sızı olup yerleşti. Yeterince dinlenenemediğim, uyuyamadığım, mola veremediğim için hâlen öksürüyorum, yutkunurken zorlanıyorum. Boğazıma yapışmış bir şey var sanki söküp atamıyorum. 
Bitki çayları, zencefil bal arkadaşım oldu. 
Gece deliksiz bir uyku umuduyla yatağa gidiyorum. Saat bir gibi öksürerek uyanıyorum. Su iç, bitki çayı iç, gargara yap, yat sağa, dön sola, geçiyor geceler. 

                                                                               *
Kedili hayat güzel gidiyor. Birbirimizin dilini daha iyi anlıyoruz artık. Sessiz meleğim dışarı çıkma isteğini dile getiriyor, susadığını, karnının zil çaldığını, başka yemek istediğini, oynamak istediğini... Masaj vaadiyle çağrıldığında o çok da gelmeye meraklı olmadığı kucağa hop diye yayılıyor. Henüz anlamadığı eve av getiremeyeceği. 
                                                                               *
Hastaların çalma listemi beğeniyor. Yıllar içinde dinlediğim şarkılardan oluşan bir Youtube listesi. Zaman zaman Youtube kendi önerilerini de alıyor içeri. Onlardan biri. Döne döne dinliyorum.



                                                                              *
Dün akşam oda merkezinde Onur Bütün ile "Neden Feminst Okumalar Yapıyoruz?" sorusunun ardına düştük. Sorunun odağında kalamadık. Küçük de bir grup olunca laf lafı açtı. Zihin nereye, biz oraya, samimi bir sohbet oldu. Dün akşamki sohbetten cebimize kalan bir belgesel önerisi. 
Bilimde Cinsiyet Eşitsizliği Netflix'ten erişim mümkün. Henüz izleme fırsatı bulamadım doğal olarak ama ben de önermiş olayım. Elden ele yaymaya devam! 
                                                                             *
Bir film önerisi daha. Yine Netflix'ten erişim mümkün. "Power of Dog"
"Görmediğin şey gerçek değildir." Filmin önemli repliklerinden biri. Görmek, görmezden gelmek, üzerini örtmek, görme ve algılama biçimleri üzerine bir film. Kurmacada hiçbir şey rastgele orada değildir sözünü doğrulayan bir film. Eylemi, lafı çok bol değil. Öykücünün sözcük tutumluluğu gibi. Hiçbir ayrıntı orada öylesine, rastgele konmuş değil. Yönetmenin yol boyu verdiği tüm ayrıntılar izleyiciyi finale hazırlıyor. Gevezeliğe, açıklama yapmaya lüzum görmeden izleyicisine güvenen yönetmenden alacağımız dersler var, biz öykü yazarları için. Final hazırlığı yapma becerilerini arttırmak için izlenebilir, izlensin. Pastoral manzara da cabası. 




28 Kasım 2022 Pazartesi

Ortaya karışık

Bu aralar ne okuduğumun farkındayım, ne de yazdığımın. Hiçbir şey okumuyormuşum gibi geliyor. Pek az yazıyorum ondan eminim. Neredeyse. 

Dişlerimi sıkıyorum, hâlâ. Yakında kıracağım, korkarım. (Yaşasın kötü dublaj Türkçesi)

Elimde üç bitmiş dosya var. Üç yayımlanmış kitaptan sonra hâlâ hangi yayıncıya göndersem, acaba basılır mı kaygısı taşımak, sürecin çok yavaş ilerlemesi yazma motivasyonunu düşürüyor. Kesin bilgi. 

Lizbon'da bir akşam yemeği dönüşünde bindiğimiz taksi şoförünün bize aşırı ilgi göstermesi, biz Portekizce o İngilizce bilmediği halde diyaloğa girme çabasını kaygıyla izledim. Yazar olan benim, hayatı gözlemlemesi, her kesimden insanla iletişime geçmesi gereken belki de ama benim olayım daha çok izlemek. Şoför yanı kişisi ağzını doldura doldura sohbet etti. Yarı İspanyolca yarı beden dili anlaştı. Şoför otel önünde tarifeyi gece tarifesine çevirip para üstüne şarap almak için el koymaya çalışınca sinir oldu. Ben de tüm bu sempatik olma çabasının sebebini anlayabildim. Taksi ve döviz bozdurmak yurt dışında en kolay çarpan iki alan. 

Züleyha Ersingün'ün yazdığı, Müjde Başkale'nin resimlediği Kırmızıkedi Çocuk 'tan yayımlanan Lori'nin Masalı'nı çok sevdim. İşte sebepleri:

İnsana kendisini iyi hissettiren, yatıştıran, sarıp sarmalayan bir yanı var. 

Büyük meseleler hakkında usul usul konuşuyor. Okula başlamanın zorlukları gibi, ana dilde eğitim gibi, hastalık ve ölüm gibi.

Kadim kent Mardin'de geçiyor. Yerel bir hikâye, yerel ayrıntılarla dolu ama konusu bir o kadar da evrensel. Her yaştan, her kültüre uygun. 

Nesillerarası iletişim ön planda. 

Böyle maddeleyince epey eksik kalmış duygularımı, düşüncelerimi aktarmak, farkındayım ama kitabı özetlemek de istemiyorum. Son zamanlarda okuduğum en güzel Türkçe resimli kitap diyeyim siz anlayın ya da meraklanıp okuyun.

Büyük Dostum Anıl Basalı'nın yazdığı bir kitap. Timaş Yayınları tarafından yayımlanmış.

İlk baskı 40 bin. İmrendim doğrusu. Kitap Büyükada sokaklarında geçiyor. Kitabın kahramanı Atlas on yaşında. Aynı bahçeyi paylaştıkları Pasaknaz Teyze'yle yakınlaşmanın onu bir kitapsever yapmaya, komşularla didişen aksi bir ihtiyar  yerine dost olmaya teşvik etmeye çalışıyor. Kendisine yedi günlük bir süre tanıyor. Her gün hem Pasaknaz Teyze'ye karşı bir hamle yapıyor hem de ona bir mektup yazıyor. Yedi günün sonunda Pasaknaz Teyze'nin kalbini yumuşatmayı başardığı gibi onun kitaplara olan düşmanlığının sebebini de öğreniyor. Kitap burada bitmiyor. O yaz Atlas'ın ailesiyle adadan taşındığını, mektupları verecek zaman bulamadığını öğreniyoruz. On beş yıl sonraki büyük kavuşmada Atlas mektupları sahibine teslim ediyor. Kitabın bana göre durağan yapısı da burada bir kırılma yaşıyor ve duygu yüklü bir finalle bitiyor. Kitabın sonunda hikâyenin yazarın kısmen gerçeklikten doğduğunu öğreniyoruz. Pasaknaz Teyze zıpçıktı bir kahraman. Yaptığı sulu şakalar ve aksiyonu bol olmasına karşın Atlas'ın onu kitapsever yapma arzusu bana çok gerçekçi gelmedi. Kimi kelime seçimleri de kulağımı tırmaladı. Anlık, anlık seçim, bir anlık... "Birdenbire, ansızın, kendiliğinden," gibi pek çok seçenek varken "anlık" kelimesine fazlaca tutunmasaymış keşke diye düşündüm. 

Bir anlam bütünlüğü olmasa da, konular dağınık ve alakasız da olsa bir ileti boyutunda buradaki sessizliğimi bozmayı, iki çocuk kitabı hakkında konuşmayı başarabildim. 




 

 

 


26 Kasım 2022 Cumartesi

İnsana bakma sanatı

Toplumsal, yakıcı meseleler yazar için ateşten gömlek. 

Çoğu zaman aradaki nesnel mesafeyi koruyamadıklarını, metnin için gazete kupürlerine yaraşır türden bilgiler yerleştirdiklerini, dilin olgunluğuna (aksi durumlarda çok elbette) rağmen anlatımcı tutumdan kurtulamadıklarını görüyorum. 

Yaşananlara itiraz edeceğiz elbette, göreceğiz, isyan da edeceğiz ama açıklayıcı notlar yazarak değil. Bizi son etkileyen toplumsal olayın acısının gölgesinde yazarak değil. 

Bu tür metinlerin belli bir yaşın üstündeki solcu teyze ve amcalar tarafından beğenileceği, alkışlanacağı kesin. Ama siyasi ve toplumsal yaraları birbirimize şikâyet edip türbine el sallamadan edebiyat yapmak mümkün. İnsana çok daha evrensel bir yerden bakmak mümkün. 

                                                                             *

Bugün okuldaki "Yaratıcı Yazarlık Kulübü"ne giremeyen, öğretmeni tarafından hevesi kaçırılmış, annesinden kendisine yaratıcı yazarlık atölyesi bulmasını isteyen bir çocukla tanışacağım. Hayatın hayalini kurduklarımızı kendiliğinden önümüze çıkarmasında umutlu bir yan var. Heyecanlı ve meraktayım. Kafamda kimi fikirler olsa da doğaçlama gelişecek çoğunlukla. Çocukları (çünkü bir de arkadaş buldu yanına) gözlemleyip gereğinde sönümlenen ilgilerini de gözeterek yürütmem gerektiğinin farkındayım. Temennim, keyifli bir deneyim olmasından yana. Yoksa onlara yazma tekniği öğretecek değilim. Olsa olsa heves bulaştırmak, iyi kitaplardan zevk almalarını sağlamak... Biraz da elimize kalem alıp çalakalem yazmak, bir teknik olmaksızın  yazmak, yazarak saçmalamak.... Yazmaya cüret etmek beraberce. Başka gözeteceğimiz şeyler de olacak elbette. Örneğin başkalarının metinlerini olgunca dinleme, içindeki iyi şeyleri bulma, gösterme, daha iyiye birlikte varma nezaketini gösterme kültürü oluşturmak. Duygular hakkında, metnin duyurduğu duygular, sezgiler, düşünceler hakkında konuşmak. Ne de olsa edebiyat, insana, onun duygularına, düşüncelerine, hayatı kavrayışına bakma sanatı. 

 

                                     



16 Kasım 2022 Çarşamba

Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 41

Bilmek isteyen yola çıkar. 

Şefkatli Anne Günlükleri'ni yazmak, ebeveynlik amaçlarımı, önceliklerimi belirlememe, düşüncelerimin ve eylemlerimin farkına varmamı sağlıyordu. Sura Hart alıntıları bitince, sanki ters yönde yürümeye başlamışım gibi bir düşünce gelip çöreklendi içime. Yeniden konu üzerine düşünmek, yazı yoluyla düşüncelerimi tasnif etmek, eylemlerimin farkına varmak istedim. İşbu sebeple www.nonviolentcommunication.com sitesinde ücretsiz yayımlanan haftalık ipuçlarının rehberliğinde yeni bir günlüğe başlıyorum.
İpuçlarının çevirisi bana ait.

Şefkatli Ebeveyn İpuçları
Karşı tarafa bir şey/ler verdikten sonra alıngan hissettiğinizi fark ediyorsanız verme eylemini koşula bağlayıp bağlamadığınıza bakın. Koşullu vermek, sonunda herkesin acı çekmesine yol açacak bir döngüdür.  
Koşullu vermeye bağlı alınganlık hissinden kurtulmak için neyin sizi mutlu edeceğini keşfedin.

Ben  ne düşünüyorum? Ne yapacağım?

Alınganlığın altında çok şey yatıyor. Hayal kırıklığı, kıymetinin bilinmediğinin düşüncesi, takdir edilmeye duyulan özlem... Evde ya da dışarıda ürettiğimiz her işin ardında bolca emek, zaman var. İşlerimizi sürdürürken çoğunlukla takdir ediliyoruz. En azından bu emeğe maddi bir bedel biçildiği için çekilen yorgunlukların, dökülen alın terinin bir karşılığı var. İşinize bağlı olarak bunu sözlü işitmeniz de mümkün. Ben örneğin, hekim olduğum için hastalarım minnetini, teşekkürünü sıklıkla sözlü olarak ifade ediyor. Maddi olarak emeğimin karşılığını almamın yanı sıra manevi olarak da doyuma ulaşıyorum. 

Ev öyle bir alan değil. Ev içi emeğin maddi bir karşılığı yok. Varlığıyla göz doldurmayan, dile dökülmeyenler ancak yokluğunda fark ediliyor. Bunun eksikliğine dair dile getirilenleri işitmek, kadın için her zaman kolay değil. Ardından yükselenin serzeniş, ayıplama, kınama ya da kusur olduğuna dair olduğuna dair bir dizi düşünce gelip yakamıza yapışıyor zira. Bu da hem suçluluk uyandırıyor -bir nevi sorumluluğunu yerine getiremememişsin gibi bir hâl- hem de bizi bu suçluluk, rahatsızlık hissiyle karşılaştıranlara karşı nahoş duygular, tepkiler gelişmesine zemin hazırlıyor. Burası çok otomatik pilotta giden bir yer bence. 

Kırmızı kazağım nerede? Temiz çorabım yok. Aç değilim ( o esnada çatalla oynanıp göz süzülüyordur). Bu yemek güzel değil. Başka ne var? Evde yemek var mı? ... vs. vs. Cinsiyetimizden dolayı üzerimize yapışan bin bir türlü işe dair günlük deyişler...  Bu aralar alıngan hissettiğimi fark ettiğimde bunu içime atmak ya da beden dilimle ima etmek yerine sesli dile getiriyorum. Bunu söylemen, bunu yapman veyahut bu konuda sessiz kalman beni üzdü. Alındım. Çünkü bu konuda şöyle bir emek verdim. Böyle bir konuşma yapmak, içinde bulunduğum durumu belirginleştiriyor bana kalırsa. Verdiğim emek karşısında takdir edilme, emeğimin görülme arzusu içinde olduğumu gösteriyor. Alınganlığın üstesinden gelmek için beni mutlu edecek şey; alınganlığın bireyleri birbirinden uzaklaştıran sularında yüzmek yerine duygularımı fark etmek, dile getirmek ve içimde olanı biteni görünür kılmak. Başkalarının düşünceleri, eylemleri, sözleri üzerinde bir gücüm yok ama içinde sürükleneceğim bir anaforun içine atlamak yerine duygu ve düşüncelerimi izlemek, sakince zihnimde olup biteni dile getirebilirim. Çünkü alınganlık, iki aynı kutbun birbirini itmesi gibi iş görüyor.  Karşı tarafa da kendisini suçlu hissettiriyor. Bununla karşılaşmaktan kaçınmak, kimi ilişkilerin sessiz sedasız bitmesine dahi yol açabiliyor. 

8 Kasım 2022 Salı

Kendine Zaman Ver

Juno Astrology'yi bilen biliyor. Yazılarını severek, keyifle takip ediyorum. Astrolojiye, gökyüzü olaylarının üzerimizdeki etkilerine çok inandığımdan değil. Her yazı, bir insanlık halini ele aldığı, satırlardan yatıştırıcı, sakinleştirici bir üslup yayıldığı için, ne zaman önüme düşse okuyorum. Her defasında da kalbime, zihnime dokunuyor. Bugünkü yazı da öyleydi. Tarif ettiği belirsizlik ortamını, kimi insanların sis yaratma konusundaki üstün becerisini biliyorum. Hepimizin çevresinde vardır elbette bu insanlar, ortamlar... Aşina olduğunuzu tahmin ediyorum. Sırf şeffaf olmama hâlinden yayılan belirsizliği, tedirginliği kastediyorum tam olarak. Yaşam belirsizliklerle dolu. İnsan bir sonraki anda ne olacağını bilemez tam anlamıyla. Gelecek sayfalarda ne yazılı olduğunu, ne yaşanacağını kim bilebilir ama istikrar, alışkanlık, rutin dediğimiz bir şey de var, bunun rahatlatıcı yanı. 

İşte bu bozulup da birisi sürekli bir blenderın düğmesine bastığında, içerideki çalkantının durmasına, nesnelerin yerli yerine yerleşmesine, suların berraklaşmasına izin vermediğinde ve bunun adını içten içe güçle, iktidarla, otoriteyle eşleştirdiğinde kendimize güvenimiz azalıyor. Kontrolün elimizde olmadığını hissediyoruz. Buna iş dünyasında mobbing deniyor. Ama iş dünyasıyla da sınırlı değil elbette. Eşitler arasında, sosyal ilişkilerde, hatta gönüllülük esasıyla yürüyen işlerde dahi görmek mümkün. Öyle bir yerdeyken sisin içinde, sana yaklaşmakta olanın iyi mi kötü mü olduğunu sezemiyorsun haliyle.  Yaklaşan çıtırtılar tedirginlik veriyor. Ardından ne geleceğini bilmiyorsun. Juno'nun bugünkü yazısı, bu hâl içindeki bana iyi geldi. 

Kimi önemli şeyleri hatırladım. Zevk aldığın, inandığın şeyleri yapmak, değişime karşı koymamak, gelene gidene açık olmak... Bu tepkilerin büyük ölçüde sempatik ve parasempatik sistemle ilgisi olduğunu söylüyor yogayla, meditasyonla ilgilenen uzmanlar. İçlerinde tıp kökenli uzman doktorlar dahi var. Safsata demeyesiniz diye, ekledim. Kolay tetiklenen biriysek, yani sempatik sinir sistemimiz aktifse, hemen her şeyi kendimiz için tehlike olarak görüyorsak, o zaman tepkilerimiz, davranışlarımız, eylemlerimiz bize korktuğumuzu getiriyor. Yani dirayetli olmaya, sakin kalmaya, her şeyi kişisel ve kendine karşı gibi algılamamaya devam dostlar. Derin nefes almaya, doğada zaman geçirmeye, çocuklarla ve hayvanlarla bir arada olmaya, esnek ve şefkatli kalmaya, önerilere açık olmaya, daha sık "evet" demeye çalışalım. Parasempatik böyle böyle gelişsin diye. Konuya inancınız, merakınız varsa Dr. Stephen Borges tarafından ortaya atılan Polivagal teoriye ve Vagus alıştırmalarına da bir bakın, derim. Değişim bir anda gelmiyor. Kendine zaman vermek gerek.