30 Haziran 2022 Perşembe

Yaz planları

Sıra geldi, günün ve ayın son yazısını kaleme almaya. Kalem lafın gelişi tabi. Blog yazılarını doğrudan bilgisayarda, taslağın içerisinde yazıyorum. 6 dk etiketli yazılar ise bütünüyle serbest yazı tekniğiyle yazılıyor. Kuruyorum saati. Başlıyorum tuşların üzerinde gezinmeye, durmadan düşünmeden, ne aptalca demeden yazmaya. Sonra okuyorum yazdıklarımı. Yazım hatalarını düzeltiyor, akışı bozan yerlere dokunuyor, bazen bir iki cümlenin yerini değiştiriyor yayınla butonuna basıyorum. Hepsi kayda geçiyor, güzel çirkin demeden, yalnızca yazma disiplinini korumak için. 

Bloğa düzenli yazmanın çok faydasını gördüm, görüyorum. Çoğu zaman sosyal medyada paylaşma gereği dahi duymuyorum. Çok kişiye ulaşması umurumda değil. Bazen henüz dört, beş kişinin okuduğu bir iletinin altında iki yorum buluyorum yalnızca dakikalar sonra. Yazmak denen eylemin güzelliği, internetin okura ulaşmaktaki hızı ve özgürlüğü karşısında neşeleniyorum. Gelen merhabalar karşısında içim minnetle doluyor. Küçük mutlulukları biriktirdiğim kumbarada bu okur selamları da yer tutuyor ve kesinlikle çocukların sarılmaları. Yarın üç, beş yeni çocuk okurla karşılaşır, sarılır, onlarla sohbet ederim diye umuyorum. Ne derler bilirsiniz, umut fakirin ekmeğidir. 

Bu yaz şiddetsiz iletişim, duygu farkındalığı, duygularla ilgili kitapları okumaya, üzerine düşünmeye, bunlarla bağlantılı içerikler üretmek gibi bir dürtü var içimde. Hadi hayırlısı. Kitaplığı yeniden dizerken pek çok okunmuş ve okunmamış kitap göz kırptı. Yeni okumalar, yeniden okumalar, üzerine düşünmekler, bakalım bir yaz nasıl geçer? Bu yaz nasıl geçer? Evin oradaki patikayı takip ederek boğazın sularına varmak ne kadar sürer? Bisikletle varabilir miyiz sahile? Bir challenge olarak her akşam gözüme gözüme batıyor yol. Yol ve getireceklerini yola çıkmadan kim bilebilir. Oda yönetimine girmek, beni biraz olsun kovuğumdan dışarı çıkardı. Pandemi koşullarının da bitmesinin etkisiyle yollara düşer oldum. Birkaç ay içinde ikinci kez Karadeniz yolu gözükecek. Batum'u da çok merak ediyorum. Deniz'in umuru değil. Köyde kuzen çocuklarıyla olmak yetecek ona. Arabasız olacağız bu yaz. Kanyona, şelaleye gitmek hayal. Oysa görecek ne çok güzel yer var ama fındık demek iş güç demek. İşe güce dalacağız o vakit. Sayılı gün hızla gelecek, geçecek. Eve varacağız yeniden.


Yağıyor cümleler yağmur damlaları gibi

Şefkatli ebeveyn günlüklerine epeydir ara verdim. Bunun birkaç sebebi var. Öncelikle Deniz büyüdüğü için bu ayrıntıları paylaşmak kafamı karıştırmaya başladı. Tereddüt eder oldum. Mahremiyetini gözetmek için eski Deniz'le nasıl paylaşıyorum, onun geri bildirimi ne bölümlerini tamamen kaldırdım. Üzerine yazdığım ebeveynlik ipuçlarının bende uyandırdığı düşünceleri yazmakla yetiniyor(d)um. Çünkü bu asıl olarak benimle ilgili. Benim öğrenme, değişme yolculuğum. Sabrımın sınandığı zamanlar oluyor. Oralarda çuvallamamak, aynı tepkisellik çukuruna düşmemek, reaksiyonlarını kişisel almamak için anımsamaya, bu ipuçlarının içinde kalmaya, şefkatli olmayı bir mantra gibi içimden kerelerce geçirmeye ihtiyacım var. Kızım büyüyor. Bedenen değişiyor. Farklı estetik algıları, kaygıları yaşıyor. Büyümek denilen sancılı sürecin içinde yol alıyor. Bana güvenmesi için tutarlı, sakinleştirici otorite olma rolümü yeniden, yeniden çalışmam gerektiğini düşünüyorum bazen. Bazen de öyle dolu geliyor ki zihnim, kendim dolanıp kaybolmadan nasıl yardım ederim hiç bilemiyorum. Konuşurken hata yaptığımı fark ediyorum bazen. Küçük hatalar. Pirinç pilavı yerine bulgur diyorum örneğin. Ya da birine telefon açtığımda tam konuşmaya başlayacakken susup uzun bir es veriyor, bir dakika zihnim dağıldı kusura bakma diyerek yeniden başlıyorum söze. Bir kez konuşmaya başlayınca aynı, eski, mevcut zihinsel becerilerimin, kapasitemin içinden konuşuyorum ama o en baştaki tutulma hâli de korkutucu geliyor. Sanki az konuşmaktan, daha çok yazıp daha az sesimi duymaktan bilmiyorum. 

Dinlenmeye ihtiyacım var. Mola vermeye. Öyle uzaklar çağırmıyor beni. Burada mola vermek yetecek. O yüzden sabırsızlıkla bekliyorum yaklaşmakta olan bayram tatilini. Ağustosta fındık toplatma işi kızım ve bende. Dönüşte üç, dört gün izin verdim kendime. Burada dinlenmek ve denize girmek için. İnşallah kendimle kötü kişi olmam ve sözümü tutarım. 

Sanatçının Yolu'nda bahsi geçen, benim de zaman zaman yaptığım sabah sayfalarına döndü şu anda burası. Zihindeki tıkanıklıklar, kir pas akıyor. Hızla klavyenin üzerinde dolaşan parmak uçlarımdan dışarı dışarı. Seviyorum bu tıkırtı sesini. Bana yazabildiğimi, yazacağımı muştuluyor. Resimli çocuk aday dosyasına aldığım ret kamçıladı yeniden. Bu öğlen geldi mail. Üç beş satırdan ibaret. ugünkü ret yanıtını üç, beş yıl önce duysaydım daha çok incinirdim muhtemelen. Çok güzel kaleme aldığımı söyleyen yayınevi kitabımı basmayacaksa, kim basacak? Yayın programının doluluğu ifadesinin genelliğinin altında dile gelmemiş hangi düşünceler yatar kim bilebilir. Nazik olma isteği, ekonomik gerekçeler, kim bilir neler. Gönderilmiş postalara baktım sonra.  Nerelere, ne zaman yolladığımı bulmak için. İki, üç yere göndermekle yetinmişim meğer. Yeniden kolları sıvamalı ve yollamalı. Güzel haberler duyma umudunu korumalı.

Çalışmaya çalışırken

Zadie Smith çalışmak için internetsiz bir bilgisayar kullanın, derken blog yazarlarını kastetmiyordu hiç kuşkusuz. Evet, internet özellikle de sosyal medya bir zihin çelen, zaman çalan gibi çalışabilir ancak bir blog yazısı yazmak ve iletiyi paylaşmak için internet şart. Cuma günü evi taşıdığım saatlerde yalnızca kutuların içeri yığılmasıyla ilgiliyken internet, doğalgaz bağlantısı elbette aklımın ucuna dahi gelmedi. Ama şimdi evde eşyalar yerli yerine yerleşmiş, yazı masamı pencere önüne çekmiş, karşı yeşil tepelere bakarak yazma hayalleri kurarken yazmak için muayenehaneye geri dönmek pek de hoş olmadı. Sıcak, uğultu, yol gürültüsü, daha rahat kıyafetler içinde olma isteği, ayakkabılardan kurtulup taş zemine basma arzusu... Hepsi birer engel şimdi yazmamın önünde ama onları boş vermeye, ruhumu terbiye etmeye kararlıyım. Hele bunca tembellik etmişken, yazmak için bunca gecikmişken. 

O yüzden kilitliyorum herkesin ardından kapıyı, geçiyorum her gün oturduğum masaya. Geride kalana bakmak gibi bir şey bir yanıyla. Tüm çalışanlar gittikten sonra, olağan sesler, hareketler bittikten sonra geride kalan, boş bir sağlık kuruluşunda neler olur, nasıl sesler duyulur? Gün içinde hiç duymadığım bu kesintisiz uğultu da ne örneğin? Bu sorunun peşine düşmeyeceğim. Canım istemiyor. 

Yazmak için zihinde uçuşan onlarca mesele varken hiç dert değil doğrusu. Yarın düşüyor aklıma. Yaklaşmakta olan imza günü. Yapılacak işleri. Bir nevi diy(kendin yap) imza günü olduğu için kitap taşıma, isimlik, kalem gibi ayrıntıları unutmak istemiyorum. Stantta üç genç yardımcım olacak. Deniz ve arkadaşları. Kitapların satışıyla ilgilenecekler.  Geliri de onların. Bakalım nasıl bir tecrübe olacak, onlar ve de benim için. Fotoğraf da çekerler bakarsın. 

Haziran bitti. Ayağımı denize sokmuş değilim. Hiç bu kadar geciktiğim bir yıl olmamıştı. Taşınma işi tüm dengeleri bozdu. Parşömen'e yazacağım daha. Çocuk kitapları yazıları da aksadı eni konu. Hafta sonu yazlığın açılışını yapmalı belki de. Denize girer yüzerim de mayom hangi cehennemde? 


29 Haziran 2022 Çarşamba

Birtakım eksikler ve yenilikler...

İlk kez bir çamaşır kurutma makinesi aldım. Bu zamana değin çamaşır kurutma makinesi bana çok fuzuli bir beyaz eşya olarak görünmüş, bu kadar güneş alan memlekette ne gerek var vb düşüncelerle almayı aklımın ucuna dahi getirmemiştim. Birkaç ay önce taşınma arifesinde iki, üç arkadaşımdan çok olumlu bildirimler duyunca fikrimi değiştirdim. İşin pratikliği değildi aklımı çelen. Kurutma makinesinin filtresinden çıkan saç, toz ve iplikçik yumağı, çamaşırların hiç olmadığı kadar yumuşak olmasıydı. Velhasıl bir tane edindim, çamaşır makinesinin üzerine monte ettirdim, kullanıyorum. Her kurutmadan sonra (henüz üç kez kullandım) çıkan toz plakası inanılmaz. Gözlerimiz fal taşı gibi büyüdü dersem abartmış olmam. Deniz tüm kıyafetlerimizin, çarşaf, nevresimlerimizin yıkanıp kurutulmasının ne kadar süreceğini düşünüyor. Bugüne değin düpedüz pis gezdiğimizden emin. 

                                                                                *

Evde kedi mevzusu zor. Hem keyif veriyor hem de sorumluluğu, bakımı az buz iş değil. Tuvaleti örneğin. Kedi kumu temizlemek, kokmasın diye mücadele etmek, bataklık yanında elindeki sinek öldürücü spreyi havaya sıkmak gibi bir şey. (Teşbihte hata olmaz) Nafile çaba! Kedi tuvaletinin önüne bu amaç için üretilmiş paspastan aldık. Evet içi doluyor ama paspasın yanı sıra banyo zemini ve dahi yatak içleri kum partikülleriyle dolu. İnce kum güzel topaklanıyor ama minik patilerle etrafa dağılması da son derece kolay. Kokuyu içine hapsettiği iddia edilen tozlardan deneyeceğim. Eve dağılan kum taneciklerine bir çözüm öneren varsa duymak ve denemek isterim. 

                                                                                  *

Taşınmak yeni bir mekâna eşyaları yığmaktan ibaret değil. Nakil işlemleri, yeni abonelikler... Neyse ki çağrı merkezleri aracılığıyla işlem yapılıyor ve ben çağrı merkezlerini arayarak işlem yaptırmak konusunda hayli yol aldım. (Olgunlaşmak bu olsa gerek) Yarın internet nakli gerçekleşecek. Ev de yerleşti sayılır. Çıplak duvarlara tablolar asılacak. Ocak için doğalgaz aboneliği başvurusunu unutmuşum. (Küçük bir ayrıntı. Sallama çay neyimize yetmiyor. Buzdolabı ve bulaşık makinesi de henüz gelmedi zaten) Avizeleri taktırmak için elektrikçi lazım, bir de rustik led ampuller. Sonrası iyilik, güzellik. 





27 Haziran 2022 Pazartesi

Koliler arasında

Yorucu bir hafta ve hafta sonu geçirdim. Koliler arasında. 

Cuma günü nihayet taşındım. O gece ilk kez yeni evde uyudum. Sabaha karşı su sesine uyandım. Yatağımda doğrulup yağmur mu yağıyor diye kulak kabarttım önce. Sani'yi de kulaklarını dikmiş merakla bir bana bir dışarı bakar vaziyette bulunca, işin doğrusu neymiş bir bakalım, dedim. Ben önde, Sani arkada. Fıskiye çalışıyormuş. İyi haber. Demek ki, çimen tohumları atılmış, yakında yeşil yeşil açacaklar. Gerisin geri yattım ama içime de bir kurt düştü doğrusu, her fıskiye sesine böyle uyanacak mıyım, bahçe katı almakla fena mı ettim diye. 

Kuşkularım şimdilik yersiz çıktı. Pazar sabahı altı gibi kuş seslerine uyandım. Hava kapalı ve griydi. Yapacak çok iş vardı. Zira cumartesiyi boş tutmayı akıl edemediğimden koli açma, boşaltma işine tam anlamıyla girişememiştim. Bir evi boşaltmanın ve dahi yeniden dizmenin ne denli uzun ve ayrıntılı bir iş olduğunu unutmuşum. Mutfak, çocuk odası, çalışma odası, yatak odası hepsi dipsiz bir kuyuymuş meğer. 

Sani yeni eve çoktan alıştı. Eşyalar ve mekân değiştiğinden yeni yerler belirliyor kendine, uyumak ve oynamak için. Salonda bir koltuğu kendinin belledi şimdiden. Yabancı biri oturmaya görsün. Sırt kısmından tırmanıp hop diye atlıyor, kaçırıyor oturanı. Kuruluyor kalkandan boşalan yere. Uzun uzun bakıyor sonra, buranın hâkimi, efendisi benim dercesine. 

Deniz dün gece döndü tatilden. Taşınırken parçaları dağılan Hogwarts'ı tamir etmekle meşgul hâlâ. Sabah anneannesine gitmek yerine evde kalmak, legosunu tamamlamak istedi. Sonra kitaplığına el atacağını duyurdu. Öğlene kadar işlenecek evde. Çünkü o da iyi biliyor ve zevk alıyor kitapların arasında dolaşmaktan, onları kendi dilediğince dizmekten... Geldiğinde çalışma odasının kabasını bitirebilmiştim ancak. Kalan kısmı onunla yaptık. Ben daha sonuç odaklı çalışırken o oyunsu bir merak içindeydi. Aynı odanın içinde aynı amaç için çalışmak yeterliydi zaten. İki kitap diz, annenin anılarına dal... Eski fotoğraf albümlerine bak, fotoğraf altı yazıları oku, kıkırda.  Kızımın yardımıyla kitapların dizilmesi, kırtasiye malzemelerinin yerleşmesi bitti, gitti.... Akşama silip süpürmek, avizeyi takmak ve keyfini sürmek kaldı. 

Koridorda engelli atlama aşamasını geçtik. Geriye üç beş kozmetik, deterjan ve tekstil kolisi kaldı. Ee onları da açıp yerleştirecek kadar güçlüyüm.







22 Haziran 2022 Çarşamba

Hoş geldin yaz

21 Haziran, en uzun gün. 

Bir vaat gibi, milad gibi bekliyor takvimin ortasında. Gün ışığının tadını çıkaracağımız, ev içlerinden parklara, sahillere taşacağımız sarı sıcak günleri muştuluyor. 

21 Haziran, en uzun gün. 

İçinden iyimserlik taşıyor, yaz konserleri, buluşmalar, kalabalık sofralar, çıkılacak tatiller, gevşek zamanlar... 

Bir zamanlar sevdiğim biri, her 21 Haziran'da kış geliyor, derdi. Henüz denize dahi girmeden gamlı baykuş misali kışın geleceğini haber vermesine kızardım içten içe. Her yaza girerken söyleniveren bir espri gibi çıkıvermişti o yaz ağzından. Ertesi yaz, bir ertesi yaz, yeniden. O günlerde bu sözlerin gerisinde ne yattığını henüz kavrayamamış, dile getirememiştim. Şimdi bunca yıl sonra söyleyebilir miyim, emin değilim. Beni rahatsız edeni tarif edebilirim olsa olsa. Bugünden geriye baktığımda, hayata temkinli bakan yanının hiçbir koşulda elini bırakmamasından, boğazından ellerini çekmemesinden rahatsızlık duyduğumu söyleyebilirim pekala. Nafile telaşlarını bana nasıl bulaştırdığını, aslında mevcut olmayan tehlikelere karşın biteviye çabalarını, beni nasıl yorduğunu, ilişkiyi bitiren kasvetini, boğuculuğunu. Çünkü  iyi ve güvenilir olmak yetmez bazen. Bazen insan ferahlık ister eşyalar, nesneler ve özneler arasında. Fırtınaya karşı yürümek yerine bir yere çökmek ve geçmesini beklemek ister. O fırtınanın içinde sana güçlü ve dimdik durmanı salık edeni değil, seninle beraber yere oturup bekleyeni görmek ister. Duygulardan korkmayanı, her şeyi halletmeye çalışmayanı bulmak ister yanı başında. Ömür denilen yolculukta geride bıraktığımıza, kısalana bakanı değil, yaklaşmakta olanın, içinden geçilenin iyimserliğini, neşesini içinde taşıyanı, çoğaltanı bulmak ister. O yüzden bazı gidişlerin sebebi anlaşılmaz dışarıdan. Bazı gidişler hiç pişmanlık vermez. Bazı gidişler yerine konulanın, varılanın geçici kötülüğüyle kıyaslanamayacak kadar rahatlatıcıdır. Gamlı baykuşlar, bunu bilmez, bilemez. Kendileri gibi bir gamlı baykuşla aynı esprileri yineleyip giderler. Hafıza denilen dipsiz kuyu bazen hatırlatır bu ayrıntıları. Yeni kutlamalara vesile kılmak için. 

Öyleyse hoş geldin yaz... Hoş geldin sarı sıcaklar... Elveda bembeyaz kollar, bacaklar... 





20 Haziran 2022 Pazartesi

Kendiliğinden

Taşınma süreci başladı. Kitaplık söküldü. Yeni eve kuruldu. Zor kısım kitapları taşımak. Kendimce bir düzenim var. Çok dağılmadan sistemimi kurabilmek için elimin değdiği kadarını kendim parça parça taşıdım, taşıyorum. Daha uzun sürdüğü kesin. Bununla beraber odanın içinde neyi nereye koyacağımı bulmak için zamana, odayla, eşyalarla bakışmaya, konuşmaya ihtiyacım var. Şimdi oturduğum evde çalışma odam küçük ve karanlıktı. Çalışma masasına oturduğumda yüzüm duvara, sırtım sokağa dönüktü. Sokak dediysem, iki apartman arasındaki geçit. Bu sıkışıklıktan, yüzümü duvara ve kitaplara dönmekten  sıkıldığımı fark ettim. Pandeminin ilk yazını geçirdiğimiz kampta bulaşıkları yıkarken denize, ağaçlara bakmak bana doğaya bakan pencerenin önüne yerleşmiş bir masa hayalleri kurdurdu. Yeni evde bu imkânı tanıdım kendime. Çalışma masasını pencerenin önüne çektim. İnce, beyaz bir tülün ardından keçileri, otlağı, bulutları izlemek mümkün. Pencerenin denizliği saksı alacak genişlikte. Niyetim orayı çiçekli ve yeşil tutmak... 

Şehrin sıkışık, dar sokağından çıkıp sonuna gitmenin, köy sınırına dayanmanın en büyük getirisi ferahlık hissi. Pencerenin önünde durmak ve karşıya bakmak hoşuma gidiyor. Gözüm dinleniyor. Yorulduğumu, pek çok konuda hevesimin kaçtığını fark ediyorum o zamanlarda. Yeniden başlamak, yeni bir evde ikamet etmek, yeni hayaller kurmak, yeni hedefler, niyetler belirlemek iyi geliyor bünyeme. Henüz evi taşımadan zihnimin bambaşka hayallere kaydığını fark ediyorum şaşkınlıkla. Belki de hiç gidilmeyecek şehirler çağırıyor uzaktan. Sırası gelmemiş hayallerimi sarıp kaldırıyorum bir kenara. Önce bloğa yazmalı. Yarısı toplanmış, düzeni kaçmış evin içinde neredeyse imkânsız. Bu yazıyı da uyuduğu için randevusuna gelmeyen bir hastadan doğan boşlukta yazıyorum. Doğa boşluğu sevmiyor işte. Her boşluk başka bir eylemle doluyor. Kendiliğinden. Bu yazı da böylece bitiyor. Kendiliğinden. 

9 Haziran 2022 Perşembe

Arkadaş, kendi seçtiğimiz kardeştir


Kedi Olarak Hayatım CarlieSorosiak’ın Ben Cosmo’dan sonra dilimize çevrilen ikinci romanı.BenCosmo romanında bir Golden retrieverın hayatını anlatan Sorosiak, bu kez kedilerin iç dünyasına yakından bakıyor. Kedilere duyduğu ilginin kaynağı kitabın ithafında gizli. Sorosiak romanı, evlerini sevgiyle ve kedilerle dolduran annesine adamış. Hayvan sevgisi ve roman kahramanı olarak hayvanları kullanmak yalnızca bu iki kitaba özgü değil. Sorosiak şimdiye değin yazdığı dört gençlik romanında hayvanların iç dünyasına eğiliyor. Bu yönelim pek de şaşırtıcı değil. Neticede hayatının amacını yedi kıtaya basmak ve farklı türlerde hayvan büyütmek olarak tanımlayan bir yazara bakıyoruz. Hangi kıtalara ayak bastığını, kaç farklı türde hayvan büyüttüğünü bilmesek de içinden hayvan sevgisi taşan, farklı türden hayvanlara dair ilginç bilgilere yer veren, kedilerin alışkanlıklarına ve davranışlarına dair anekdotlarla dopdolu bir roman okuyoruz. 

Kedi Olarak Hayatım’ın ana kahramanı ve anlatıcısı bir isme ya da bedene sahip olmayan bir uzaylı. Yaşadığı galakside bizden farklı özelliklere sahip bu ruhlar, kendilerini bir zar gibi çepeçevre saran, aynı çatı altında toplayan kovan dedikleri bir yapı içinde ortak amaca ve bilince sahipler. Hep birlikte düşünüp okyanuslardaki damlalar gibi bir bütün olarak varlıklarını sürdürüyorlar. Bu durum sadece üç yüzüncü yaşlarına yakın değişiyor. O zaman istedikleri bir canlının bedeninde bir aylığına dünyaya geliyorlar. Bu seyahat, ufuklarını genişletmek, bilgi toplamak ve dünya üzerinde yaşayan canlıları gözlemlemek için bir fırsat. Bir kedi olarak hayatını okuyacağımız ruh, yıllar boyu insan bedeninde dünyaya gelmeyi arzulamış. İnsana dair ne varsa okumuş, taramış. Tüm hazırlığı, hayalleri o yönde. Muradı Yellowstone Ulusal Parkı’nda bir aylığına bekçilik yapmak. Dünyaya transfer işlemi esnasında kendisini hayallere fazla kaptırıp insan bedeni yerine kedi bedeninde yeryüzüne düşmek aksiliklerin ilki. En büyüğü ise dönüş zamanında Yellowstone Ulusal Parkı’nda olabilmek. Aksi takdirde kovana dönüp ölümsüz bir ruh olarak varlığını sürdürmek yerine kedi bedeninle ölümlü olarak kalacak.

Kitap, ulusal parka doğru zamanla kıyasıya gerçekleştirilen yolculuk ânıyla açılıyor. Bu bölümde oldukça sıradışı bir kediyle karşı karşıya kaldığımızı anlıyor, onun üstün bilişsel becerilerine şahitlik ediyoruz. Lineer akışı bozan bu anlatı, romanın kalanının “yetişmek ya da yetişememek” olduğunu gösterirken, dünyada kendisine Leonard adı verildiğini öğrendiğimiz kedi, bizi hikâyenin başladığı zamana götürüyor. Böylece Olive’inLeonard’ı kurtarmasını, sahiplenmesini, birbirleriyle kurdukları bağa şahitlik ediyoruz. İkili bir yanıyla birbirine benziyor. Leonard, insan olarak yüzlerce yıldır hayalini kurduklarını gerçekleştirmesini engelleyen bir kedi bedeninin içinde hapis. Kedi olmanın kendine özgü hoş ve sevilesi yanları olduğunu düşünse de yeryüzüne indiği anda kum saati geri çevrilmiş durumda. Zaman hızla akıyor, deneyim biriktirmek ve dönüş için doğru zamanda doğru yerde olmak için. Leonard, üstün bilişsel yeteneklerine karşın bir ışık huzmesi gördüğünde asıl yapması gerekeni unutacak, ağzını her açtığında mırlamanın ve miyavlamanın ötesine geçemeyecek kadar kedi ve de çıkışsız. 

Olive de içinde güçlü çatışmalar yaşıyor. Küçükken babasını kaybeden küçük kız, annesi ve nişanlısı Frank yeni bir şehre taşınma hazırlıklarını rahatça yapabilsin diye Olive yaz tatilini çok da iyi tanımadığı, Norma diye hitap ettiği babaannesinin yanında. Olive’in kaygıları yalnızca okulundan, arkadaşlarından ayrılmak, annesinin yeni evliliğine alışmak, uyum sağlamak ile sınırlı değil. Bir yaşam koçu olan Frank, Olive’in içten gelen, bir armağan gibi taşıdığı hayvan sevgisini, onlarla iletişim becerisini, hayvanlarla ilgili edindiği ilginç bilgileri paylaşma isteğini, “tuhaflık ve sosyal beceriksizlik” olarak etiketlemiş. Buna inanan ve özgüveni sarsılan Olive’in her zaman nazik ve sevecen davranışları Leonard’ın kendi türünün“insanlara güvenilmez, onlara sırrımızı açmamalıyız”yargısını da esnetiyor.  Zamanında geri dönmek için Olive dışında başka güvenebileceği kimse yok üstelik.

İlk bölüm bu güvenin ve iletişimin kurulduğu bilgisiyle açılmıştı. Gerisini nedenini, nasılını öğrenmek için okuyoruz aslında çünkü okumak yer yer en başta bize sunulanı unutmak ve kendimizi maceranın akışına bırakmaktır. İyi ki de böyle yapıyoruz. Bu sayede meselenin “yetişmek ya da yetişememek” üzerinden yükselen bir kovalamaca anlatısı olmadığını öğreniyor; sıcacık bir hikâye eşliğinde sevginin ve emeğin sağaltıcı gücünü, tuhaf olarak nitelenenden uzak durmak yerine ona sahip çıkmanın çok daha iyi bir seçim olduğunu, kendi içsel doğamıza uygun davranmanın özgürleştiriciliğini, ailenin kan bağından öte olduğunu hatırlıyoruz. 

Unutmayın! Arkadaş kendi seçtiğimiz kardeştir, evcil hayvanlar dahil.