7 Aralık 2022 Çarşamba

Öylesine bir mektup

Sevgili okur, 
Bugün mektup yazma günüymüş. İlk kez duyuyorum. Doğruluğunu kontrol dahi etmeden hemen bu satırlara yazmaya giriştim. Bir mektup yazmaya ihtiyacım varmış demek ki. Belki senin de bir mektup okumaya ihtiyacın vardır. Mektup almak, en nihayetinden nasıl olduğunu merak eden en az bir kişinin varlığına işarettir ve iki kişi tek olmaktan daima kalabalıktır. 
Sen nasıl hissediyorsun bilmiyorum. Ben bu aralar biraz yorgun hissediyorum. Geceleri çoğunlukla erken yatıyorum. Bedenim yatağa giriyor ama onu gün içinde yeterince çalıştırmadığımdan ötürü (eller, beyin ve diğer iç organlar, beş duyu yeterli gelmiyor) uykuya geçmekte zorlanıyorum. Uyumadan önce kulaklıkları takıp podcast dinleme gibi bir huy edindim. Kulağımda birilerinin sözleri uykuya dalıyorum. Kaçıncı dakikada inan hiç bilmiyorum. O yüzden aynı podcastleri bir daha bir daha dinliyorum bazen. Podcast dediğime bakma, bu bazen bir Youtube videosu oluyor, çoğunlukla Youtube videosu oluyor. Spotify veya storytel üyeliğim yok çünkü. Bebekken uyumak için insan sesine ihtiyaç duyarmışım. Bunu fark eden annem yanıma radyo açıp odadan çıkmaya başlamış. Radyo sesini yanımda birilerinin varlığına yorup uyurmuşum. İnsan yedisinde neyse yetmişinde odur deyişine örnek sayılır belki de ne dersin? 
Bebeklerin ve küçük çocukların yanında insan sesi istemesinde şaşılacak yan yok. Uykuya geçmek, hayatı askıya almak bir nevi. Sen uykudayken herkesin başka bir yere çekilip eğlenmeye devam edeceği bilgisiyle pek de başa çıkamıyor çocuklar. Kızım örneğin. Hiç hoşlanmazdı geceleri uykuya geçmekten. Biraz dillenince o uyuduktan sonra bizim ne yapacağımızı sorar olmuştu. Belki de az önceki yargım tamamen kızımı izlemekten kaynaklı, kaynağını kişisel bir deneyimden alan bir yargı. 
Yargılarımız, düşüncelerimiz böyle şekilleniyor muhtemelen. Kişisel deneyimlerimizden çıkarımlarda bulunuyoruz ve inançlar geliştiriyoruz. Bazen öyle keskin ve kuvvetli oluyor ki bu inançlar, başka şeyler görmeye, duymaya hiç de açık olmuyoruz. Bazen dünyanın en büyük mucizesi iki insanın birbirini doğru anlaması olabilir diye düşünüyorum. Çok girdili bir veri sisteminde aslında ne olduğunu gerçekte kim bilebilir. 
Yazarken zihnim hayli hızlandı. Yeni paragraflara geçtiğimde, anla ki zihnime yeni, yepyeni bir düşünce üşüştü ve dile gelmek istiyor. Dolayısıyla bir öncekiyle bağını kurmadan, yazdıklarım üzerinde düzelti yapmadan devam edeceğim. Bu çağrışımların beni taşıyacağı yerleri merak da ederek. Bu açıklama üzerine devam ediyorum. Sosyal medya zoom toplantısı fotoğraflarıyla dolu. Herkes, ilgisini çeken eğitimlere çevrimiçi ulaşabilmenin keyfini sürüyor. Çok da güzel eğitimler var, doğruya doğru. Pandemi döneminde ben de katıldım kimilerine. Kimisine bayıldım, kimisinde (adetim olmadığı halde) dersleri ektim. Şimdi hiç ilgimi çekmiyor. Zooma doydum. Ekranlarda buluşmak, yüz yüze konuşmanın, buluşmanın yerini almıyor. Kolaylığı büyük avantaj elbette, yadsınamaz ama biraz da beni rahat bırakmak gerek, sanki. Sen çevrimiçi eğitimler, seminerler, sohbetler hakkında ne düşünüyorsun? 
Bu aralar feci dişimi sıkıyorum. Şu anda bu satırları yazarken dişlerimi birbirine kenetlediğimi fark edince hafif araladım ve araya dilimi soktum. Farkına varayım diye. Ne bileyim stresliyim demek ki. Hepimiz stresliyiz. Geçenlerde eyt ile emekliliğini bekleyen devlet memuru bir arkadaşımız, bize geldi. Yakınlarda yaptığı bir Ortadoğu seyahatinin üzerindeki etkisini anlattı. Bey kişisi dalga geçti epey. Sözleri fazlasıyla romantik, aşırı anlam çıkarmacı görünüyordu çünkü. O anda arkadaşımı etkileyen şeyi kavramaya yaklaştığımı hissettim. Çalıştığı kurumda (on yıl olmuş tayinle geleli) yaşadığı ikiyüzlülükler, hasta yakını olarak geçirdiği uzun yıllar ve kayıp sonrası yaşadığı yasın onu hırpaladığı, yaşama coşkusunu azalttığı muhakkak. Bitmesi için gün sayarak yapılan bir iş (neticede hayatımızın merkezini iş ve oradaki insanlar kaplıyor) için ne kadar keyifle çıkılır o yataktan? Ne kadar neşeyle işe gitmeye hazırlanır insan? Oysa oradaki rutini durdurup bedenen ve zihnen uzaklaştığında her gün yeni bir potansiyel demek. Canının istediği gibi hareket etmek demek. İnsan çoğu zaman kendini başkalarıyla karşılaştırıyor, kıskançlık ya da hasetten değil. Kendi gençliğini hatırlayıp yapmak istedikleri için önünde koca bir ömür varken hayal ettiklerinin ne kadarını gerçekleştirebildiğine bakıyor. Kendi potansiyelini ne ölçüde hayata geçirebildiğini ölçüyor. Orada bir uyumsuzluk görürse derin bir hayal kırıklığı yaşıyor. Arkadaşımdan bahsetmiyorum artık fark etmişsinizdir. Genel bir insanlık halinden bahsediyorum. İşte o sebeple her zaman bulunduğun yerden uzaklaşmak, tatile gitmek insana potansiyelini gerçekleştirebilecekmiş gibi güç veriyor, bir ivme, ateşlenme... O ruh hali içindeyken gün batımı yalnızca gün batımı olmuyor. Kendini hayatın akışına bırakmak, yaşadıklarının olumlu deneyimlere dönüşmesi başlı başına bir mucizeymiş gibi geliyor. Her şeyin zamanlaması mükemmel, her karşılaşma büyülü... Bilmem anlatabildim mi? Yazdıklarım sende bir yerlere dokunabildi mi? 
Eşzamanlılık ilkesini bilirsiniz. Bir şeyi gerçekten isterseniz, bu yönde adım atarsanız, sanki her şey yolunuzu açmak ister gibi sıralanır. İşte öyle bir şey... 
Diyeceğim o ki, bu mektup elinize bir eşzamanlılık örneği olarak geçtiyse, okurken yüzünüzde bir gülümsemeye yol açtıysa, selam vermeyi ihmal etmeyin. Ne de olsa bugün mektup yazma günü. Bir yorum bir mektup yerine geçebilir pekala. 
Sevgilerimle. 





6 yorum:

  1. Sevgili Tuğba,
    Mektubun da diğer yazdıkların gibi bana iyi geldi, düşündürdü. Yazdıkların, aynı ağacın çeşitli dallarına sıçrayıp duran neşeli bir bülbül gibi geldi.
    Ben şanslıyım, işimi seviyorum ve işten kalan zamanlarda da kendime küçük bir iç evren yaratabildim ama bunun bir lüks olduğunu farkedip utanıyorum da bazen. Sonra diyorum ki ama ben hep böyleydim, hep çemberin içinde kendi çemberimi yaratırım ben, bundan niye utanayım? Sanırım insan dış çemberinden de sorumlu hissediyor, bazen bizi üzen ve dişlerimizi sıkmamıza neden olan da bu.. Bu konu düşündürücü gerçekten..
    Mektup yazma günün kutlu olsun. Yılda birden çok yap bence :)
    Sevgilerimle,
    C.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili C, ağaç ve bülbül benzetmene bayıldım. Satırlarımın seni düşündürtmesine ve selamına ise çok sevindim. İçimde mektup yazmaya dair kimi tasarılar geçiyor son aylarda. Eyleme geçemedim henüz. Bu konuda yüreklendirmen belki vesile olur. Sevgilerimle.

      Sil
  2. Tuğbacım, meğer su kenarında oturup kendimi suyun sesine ve etrafın sessizliğine bırakmaya ihtiyacım varmış, içim akmak istermiş de tıkanmış. Açıldı mektubunu okurken, ne kapattıysa önünü usulca sürükleyip berraklaştı. Ne iyi geldi mektubun.. Spotify ' a üye olmana gerek yok, indirmen yeterli, çok iyi podcastler keşfettim, psikoloji ile, kendini anda tutmanın önemi ve yolları ile ilgili.. Bazen ne kadar yol geçerse geçsin aynı tanıdık ağacın önünde durmak gibi, sırtını dayayıp öylece bakmak, an'ı aramak... Yılın en zoom lu günlerindeyim :) çok ara vermiştim, iyi geldi sabahın 6.45 inde günü karşılamak için ekrandaki yüzlerle nefes ve yoga hareketleri yapmak, sonra başka bir ekiple sinir sistemini kavramak ve kundalini yoga ile bilinçaltının ve an'ı yoran ne varsa nefeslerle bırakıp Yeni yılı yeni niyetlerle, berrak bir akışla karşılamak...bu ara bana en çok nefes meditasyonları iyi geliyor. Dişlerini sıkıyormuşsun, stresliyim galiba demişsin. Somatik sinir sistemi zoom dersimizde öğrendik ki, stres, her türlü değişime verdiğimiz ilk cevapmış. Bizde itki yaratır ve harekete geçirirmiş. İstersen ders notlarımı paylaşırız , diş sıkmak seni neye karşı uyarıda tutuyor, fark edince kendine sorabilirsin şu anda nasılım ve neye ihtiyacım var :) eş zamanlılıkları severiz. mektubumu sevgiyle bitirirken, sımsıkı sarılırım.. Güneş

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Güneş, sana iyi gelen şeyleri günlük pratiğine katmana çok sevindim. Yeni öğrendiklerini duymayı sabırsızlıkla bekliyorum. Sevgilerimle.

      Sil
  3. Sevgili Tuğba, mektubun günüme tatlı bir ışık düşürdü. Çocukluğumdan bir bilmece çıkıp geldi aklıma, babamın sesiyle dinledim: “Uzak uzak diyarlardan bir acayip kuş gelir. Kırma badem dili var, dinledikçe hoş gelir.” Yanıtı “mektup” olan bu bilmece bugünün anlamına yakışır değil mi? Her ne kadar o “kuş” artık kırma badem dilden çok dijital sesler çıkararak konuşsa da kabulüm. Mektup mektuptur. Bir mesajı, bir göndereni, bir alıcısı varsa… Anımsattığın için şükran! Sevgiyle kucaklıyorum.
    B.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Berat, ne hoş bir bilmeceymiş. Dediğin gibi kırma badem dil de olsa, dijital seslerle de konuşsa mektup bir hişt sesi aldığımızın işareti ve de kıymetli. Selamın bana da çok iyi geldi. Sevgilerimle.

      Sil