11 Aralık 2020 Cuma

Av Filmi Üzerine Notlar

Danimarkalı yönetmen Thomas Vinterberg imzalı Jagten (The Hunt) 2012 yapımı bir film. 
Filmin ismi daha afişte seyirciye, içeride izleyeceklerinin "Av" ve "Avcı" imgeleri üzerinden yükseleceğini ima ediyor. Bu yüzden Türkçeye çevrilirken Onur Savaşı isminin tercih edilmesi anlamı daraltan, yönetmenin tercihine uygun düşmeyen, isabetsiz bir seçim olmuş. 






Film ormanda av sahnesiyle başlıyor ve ana kahraman Lucas'ın sıradan, günlük hayatına yöneliyor. 
Lucas, karısından boşanmış, çocuğunu görme konusunda sıkıntılar yaşayan bir adam. Çalıştığı okul kapandığı için kasabanın ana okulunda öğretmenlik yapıyor. Köpeği Fanny ile yaşıyor, büyük bir erkek avcı grubunun üyesi. Ormanın hemen kıyısına kurulmuş küçük kasabanın erkeklerinin en büyük eğlencesi hafta sonları geyik avlamak, av sonrası beraber yemek, içmek. Geyik avı için eğlence demek hafif kaçıyor aslına bakarsanız. Filmin sonlarına doğru belli bir yaşa gelen erkek çocukların avcılık lisansı almasının bir tür kutlamaya döndüğü sahne yüzünden buna bir tür erginlenme töreni de diyebiliriz. Belli bir yaşa gelen erkek, avcıya dönüşür ve ava çıkar. Oysa filmin sonunda yönetmenin tam tersini yaptığını, bize avcının ava dönmesini anlattığını göreceğiz. 

Giriş sahneleri Lucas için sıkıntılı dönemin yavaş yavaş sona ereceği izlenimiyle başlıyor. Arkadaşlarıyla eğleniyor, çocuklar ona bayılıyor, eski karısıyla iletişim kurmanın bir yolunu buluyor, oğlu onunla daha sık kalmak üzere yanına geliyor. Çalıştığı ana okulundan bir mesai arkadaşıyla romantik bir ilişkiye giriyor. Tetiği çekecek olan yakın arkadaşı Theo'nun küçük kızı Klara.

Klara, Lucas'a hayanlıkla karışık sevgi besliyor. Ona bir kalp hediye ediyor ve günün birinde oyun esnasında ölü taklidi yapan Lucas'ı uyandırmak için onu dudaklarından öpüyor. Lucas'ın Klara'ya yalnızca anne babaların birbirini dudağından öpeceğini söylemesi, cebinde bulduğu kalbi ona geri vererek bunu bir başka arkadaşına hediyesi etmesini  önermesi küçük kızın kalbini kırıyor ve arkadaşları gittikten sonra müdürün odasında annesinin onu almasını beklerken müdüre Lucas'ı sevmediğini, onun kötü ve aptal olduğunu söylüyor. Müdür nedenini irdeleyince, bir süre önce ergen ağabeyinin ona gösterdiği penis görselinden yola çıkarak, Lucas'ın cinsel organının bir beyzbol sopası kadar sert olduğunu söylüyor. Yaşının ötesinde bir cinsel bilgiye sahip olması müdürün kafasını karıştırıyor ve olayı doğru olarak ele alıp suçlamayı yapanın kimliğini de gizleyerek Lucas ile konuşuyor. Olaylar hızlı bir şekilde çığırından çıkıyor.

Oysa biz seyirci olarak Lucas'ın masum olduğundan çok eminiz. Bizi ikna etmek için yeterli gerekçeleri öncesinden sunmuş. Örneğin tuvalete götürdüğü çocuğun poposunu silme konusunda çocuğu yüreklendirse de, ancak bunu başaramadığında ona yardım etmesi, Klara'nın ona olan ilgisini fark edince geri çekilmesi, onu dudağından öptüğünde yalnızca anne babaların dudaktan öpebileceğini söylemesi gibi ayrıntılar Lucas'a inanmamız için yeterli zemini sağlıyor. Ayrıca Klara'nın anne babasının ilişkisinin pek de iyi gitmediği, sık sık kavga ettikleri, çocuğu okula getirip götürme konusunda aksaklıklar yaşandığı, çocuğun kendisini ihmal edilmiş hissettiğine dair imalar, Klara'nın öğretmenine duyduğu hayranlığın nedenini göstermeye yetiyor. 




Klara okulda geniş hayal gücüyle tanınsa da, niye böyle bir konuda yalan söylesin ki mantığıyla müdürün okula çağırdığı uzman, yönlendirici sorular sorarak, Klara'dan öğretmenin onu okulda taciz ettiği beyanını alıyor. Müdür henüz olay aydınlanmadan velilere bilgi veriyor, çocuk istismarıyla ilgili broşür dağıtıyor ve bir kurban varsa daha çoğu da olabilir mantığıyla  uyanık olmalarını istiyor. Bu noktadan sonra Lucas'a çocuk istismarcısı etiketi takılıyor ve yakın bir arkadaşı ve oğlu dışında ona kimsenin inanmadığı, dışlandığı, duygusal ve fiziksel şiddete uğradığı hayli güç günler yaşıyor. Olayın viral etkisinin yetişkinler kadar çocuklar arasında yayıldığı görülüyor. Pek çok çocuk  Lucas'ın kendisini evinin bodrumunda kanepe üzerinde taciz ettiğini söylüyor. Lucas tutuklansa da delil yetersizliğinden beraat ediyor. Evinin bir bodrum katı da yok üstelik. Klara, çok sevdiği öğretmeninin başına gelenleri görünce "aptalca şeyler söyledim, bana bir şey yapmadı" dese de etrafındaki yetişkinler onun korktuğu için inkar ettiğini düşünüyor ve Lucas'a olan düşmanlıklarını sürdürüyor. Lucas'ın maruz kaldığı muamele karşısında dik duruşunu korumaya çalışması hayli etkileyici bir seyir sunuyor izleyiciye. Temponun bir an olsun düşmediği, zaman zaman bu kadarı da olmaz diyerek sizi yerinizden sıçratan sahneler de mevcut. Kasım ayında başlayıp Noel arifesinde zirveye çıkan olaylar Lucas'ın çırpınışıyla bitiyor ve bir zaman atlamasıyla ertesi yıla sıçrıyoruz. Lucas'ın oğlu Marcus av lisansını almış, kutlamaların ardından ormanda ava çıkılıyor. Tam her şey yoluna girmiş diye düşünürken arkası dönük Lucas'ı nişan alan kurşunun omzunu sıyırıp geçmesi her şeyin tam olarak da yoluna girmediğini görmemizle film sona eriyor. 
Çocuk istismarı gibi ağır, can yakan bir konu karşısında "Peki ya bu ifade yanlış olsaydı ne olurdu?" sorusuyla yola çıkarak, tersine mağduriyetin yol açabileceği arazları göstermek cesur bir seçim. Yönetmen bu zor seçimin altından kalkıyor ve etkisi kolay unutulmayacak bir film ortaya koyuyor. Film hakkında söylenmemiş bir şey bırakmadığımın farkındayım ama yönetmenin ne yaptığını bilsek bile nasıl yaptığını izlemek üzere de geçiyoruz ekran karşısına, onun yol üzerinde serpiştirdiği metaforları bir bir toplayıp kendi okur yazarlığımızı parlatmak üzere. 
İyi seyirler... 


 






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder