31 Ağustos 2024 Cumartesi

Huzurlu Yaşam İpuçları: 20

ww.nonviolentcommunication.com web sitesi Şiddetsiz İletişim ile ilgili Türkçede kaynakların sınırlı olduğu günlerde, ücretsiz belgelerinden sıklıkla yararlandığım bir dijital platformdu. Halen seyrek aralıklarla devam ettiğim Şefkatli Ebeveyn Günlükleri’nin ipuçlarını oradan alıyorum örneğin. O günlerde hevesle üye olduğum bültenlerin her birinden gelen ipuçları kıymetli esasında ama günlük hayatın hızı içinde, İngilizce bültenlere ilgimi, dikkatimi vermek, okuduğumu içselleştirmek her zaman mümkün olmuyor. O yüzden buraya ara ara bir başka serinin, Mary Mackenzie’den Huzurlu Yaşam Meditasyonu çevirilerini paylaşacağım. Her ne zaman, hangisine rastlar ve okursan dilerim şifa olur, ilham olur ve seni dönüştürür.                                     

                                                                         *   

Korkularımızın bizi umut ettiklerimizin peşinden gitmekten alıkoymasına izin vermemeliyiz.

-John F. Kennedy

20. Gün: Talepler, Şefkatli İletişimin Dördüncü Bileşeni


Geçtiğimiz birkaç gün boyunca Şefkatli İletişimin ilk üç bileşenini inceledik: gözlemler, duygular ve ihtiyaçlar. Dördüncü bileşen ise bir talepte bulunmaktır. Bu bileşen kritiktir çünkü sizin ve hayatınızdaki insanlar için ihtiyacınızı karşılamak için ne gerektiğini netleştirir.


Genç kızınıza şöyle dediğinizi düşünün: “Tatlım, son birkaç haftadır seni pek göremiyorum ve buna üzülüyorum çünkü seni özlüyorum ve seninle daha fazla zaman geçirmek istiyorum.”


Eğer bir talepte bulunmazsanız, kızınız ne istediğinizi tahmin etmek zorunda kalır. Onunla çok fazla zaman geçirmek istediğinizi tahmin edebilir, oysa gerçekte istediğiniz bu hafta bir gece birkaç saattir. Ya da arkadaşlarına sizden daha fazla değer verdiği için onu eleştirdiğinizi düşünebilir. Ya da sizinle ne kadar zaman geçirirse geçirsin, bunun sizin için asla yeterli olmayacağını düşünebilir.

Bir talepte bulunmak konuşmaya açıklık ve rahatlama getirebilir ve durumdaki gerilimi büyük ölçüde azaltabilir. İsteğiniz şu şekilde olabilir: “Tatlım, son birkaç haftadır seni çok fazla göremiyorum ve buna üzülüyorum çünkü seni özlüyorum ve seninle daha fazla zaman geçirmek istiyorum. Bu hafta bir akşam birlikte geçirebileceğimiz birkaç saat ayarlamak ister misin? İkimizin de yapmaktan hoşlanacağı şeyler üzerine beyin fırtınası yapabiliriz.”


Gerçekte, kızınız isteğinize yine de direnebilir. Ancak, ne istediğiniz konusunda net olduğunuzda karşılıklı tatmin fırsatı çok daha fazla olacaktır.


Bugün birinden en az bir spesifik ve yapılabilir istekte bulunun.



Huzurlu Yaşam İpuçları: 19

www.nonviolentcommunication.com web sitesi Şiddetsiz İletişim ile ilgili Türkçede kaynakların sınırlı olduğu günlerde, ücretsiz belgelerinden sıklıkla yararlandığım bir dijital platformdu. Halen seyrek aralıklarla devam ettiğim Şefkatli Ebeveyn Günlükleri’nin ipuçlarını oradan alıyorum örneğin. O günlerde hevesle üye olduğum bültenlerin her birinden gelen ipuçları kıymetli esasında ama günlük hayatın hızı içinde, İngilizce bültenlere ilgimi, dikkatimi vermek, okuduğumu içselleştirmek her zaman mümkün olmuyor. O yüzden buraya ara ara bir başka serinin, Mary Mackenzie’den Huzurlu Yaşam Meditasyonu çevirilerini paylaşacağım. Her ne zaman, hangisine rastlar ve okursan dilerim şifa olur, ilham olur ve seni dönüştürür.                         

                                                                              *    


Dünyada pek çok çeşit ses vardır ve hiçbiri önemsiz değildir.

-1 Korintliler 14:10

19. Gün: İhtiyaçlar, Şefkatli İletişimin Üçüncü Bileşeni

Şefkatli İletişim'de ihtiyaçların evrensel olduğunu düşünüyoruz. Bu, hepimizin sevgi, destek, barınma, yiyecek, neşe, ilgi vb. gibi aynı ihtiyaçlara sahip olmamıza rağmen, ihtiyaçlarımızı karşılamak için farklı yollar seçtiğimiz anlamına gelir.

Örneğin, benim ulaşım ihtiyacım var ve bu yüzden bir araba sahibi olmayı seçiyorum. Uzun mesafelere seyahat ettiğimde uçmayı seçiyorum ve Amtrak'ı da kullandım. Tüm bu örneklerde ihtiyaç ulaşım; yöntemlerim ya da stratejilerim ise araba, uçak ve tren.

Kız kardeşlerimden biri bir zamanlar Seattle'ın tehlikeli bir mahallesinde yaşıyordu. Güvenlik ihtiyacı vardı, bu yüzden mahallesindeki çete üyeleriyle arkadaş oldu. İstedikleri zaman onu ziyaret edebiliyor ve evinde takılabiliyorlardı. Kapısını hiç kilitlemedi, böylece serbestçe girebildiler. Bu yöntem bazılarımız için işe yaramayabilir ama onun güvenlik ihtiyacını tam olarak karşılıyordu.

Evrensel ihtiyaçlarımız ile bu ihtiyaçları karşılamak için seçtiğimiz stratejiler arasında ayrım yapmaya başladığımızda, ilişkilerimize netlik getirebiliriz.

Arkadaşınızla tatile nereye gideceğiniz konusunda tartıştığınızı düşünelim. Doğru yeri seçmek ihtiyaçlarınızı karşılamaya yönelik bir stratejidir. Ancak her birinizin bu tatilde karşılamaya çalıştığı ihtiyaçlar nelerdir? Herkesin sizinle aynı ihtiyaçları karşılamaya çalıştığını varsaymayın. Sizin öncelikli olarak eğlenmekle, arkadaşınızın ise dinlenmekle ilgilendiğini fark edebilirsiniz.

Her iki ihtiyacınızı da göz önünde bulundurun ve ardından bunları karşılayabilecek yerleri tartışın. Konuşmalarınızın odağını ihtiyaçlara çevirmek, barışçıl bir çözüm yoluyla herkesin ihtiyaçlarının dikkate alınması ve karşılanması olasılığını yaratabilir.

Evrensel ihtiyaçlar ile bu ihtiyaçları karşılamak için seçtiğiniz stratejiler arasındaki farkın farkında olun.

28 Ağustos 2024 Çarşamba

10 Güzel Şey

3 haftada 4 kg vermeyi başardım! Kışa kadar bu beslenme biçimini sürdürmeyi hedefliyorum. 

Her gün yürümeyi de rutine bağlıyorum. Yaşasın "walk at home" videoları.

Sani'nin yaraları korktuğum kadar kötü değil. Yara bakımına devam. 

Kuruyan çamaşırları katladım. Çekmecelere kaldırdım. Yatağımı da topladım. Yemeğim de hazır. Akşam kirli nevresimleri, çamaşırları tıkıştırıp bulaşık makinesini boşaltacağım. Üç birim iş eksik. 

Yaptırmayı planladığım sağlık kontrollerim konusunda bir arkadaşımdan çok samimi destek teklifi aldım. 

Yakında İstanbul'a gideceğim. Hem eğitim, hem sosyalleşme imkânı. 

Cuma günü Kurtalan Express geliyor. Arkadaşlarımla konsere gideceğiz. 

On güzel şey yerine on düzgün gitmeyen şey listesi yazacak olsam bir çırpıda bitireceğimin farkındayım. Her bir madde arasında duraksıyorum. Zihnim, dikkatim iyi yerine kötüyü bulma konusunda nasıl da maharetli. Bunu fark edip dikkatimi, ilgimi daha iyiye, olumluya çevirmeye niyet ediyorum. 

Evde okunmayı bekleyen yığınla kitap var. Özellikle de mindfulness, şefkat, Budizm ile ilgili. 

Cem Şen eğitimlerine Kalp Yolu Hazırlık eğitimi ile devam edeceğim. 

27 Ağustos 2024 Salı

Kavga, Titanik faciası ve kurmacanın ekmek kırıntıları

Şu anda kanımda adrenalin ve kortizol fazlası olduğuna yemin edebilirim ama ispatlayamam. 

Evde hırçın bir kedi oğlan sahibi olmak, onu ara sıra bahçeye salmak duyularımı keskinleştirdi. Kedilerin şu sahnesini eminim iyi bilirsiniz. Denk gelmişsinizdir.  Karşı karşıyadırlar. Henüz birbirine girişmemişlerdir ama eli kulağındadır. Tetikte beklerken de birbirlerine efelenme, büyüklenme sesleri çıkarırlar. Bildiniz. Değil mi? 

Elimde temiz çarşaf, yastık kılıfı. Yatakları değiştirir, kirlileri sepete atarken bu sahneye dair kimi sesler işittim. Pencereden başımı uzattım çünkü oğlan deli, oğlan hırçın. Zakkumun önünde bir siyahlı, beyazlı, gerisindeki, sinmiş olan, saklanmış olan görünmüyor. Üzerimde yırtık pırtık bir tayt, saçlarımda yemeni, bizim kıza seslendim. "Evladım bir bakıver, bizimki kavgaya mı karışmış." 

Niyetimiz ateşkes sağlamak esasında. Siyahlıyı bahçeden dışarıya, sarılıyı evden içeri kovalayacağız. Sen sağ ben selamet. Eline de biraz su tutuşturdum. Kedi milleti sevmez ya, döksün üzerlerine, çil yavrusu gibi kaçışsınlar. 

Evdeki hesap çarşıya uymadı. Kaçmak yerine birbirlerine giriştiler. Kışın deneyimledim, biliyorum. Kavga eden iki kediyi çıplak elle, kolla ayırmak çılgınlık. Bileğimde hâlâ delik izi duruyor. Ben de fırladım artık, kıyafet mıyafet dinlemeyip. Pist dedik, olmadı, kışt dedik bitmedi. Elime aldım bir plastik kapak, siyahlıyı dışarıya kovaladım. Bizim salak sindi komşunun balkon merdivenin altına. Madem saklanacak yerin var, baştan girsene o kovuğa. Ya da eve girsene, açık pencereden. O girdiği kovukta, biz evin içinde adrenalin seviyemizin inmesini bekledik. Baktım çıkmış açık alana. Savanadaki aslan gibi yatıyor. Aldım elime hairlax'ı. Maltlı bir şey. Bir nevi kedi birası. Nasıl geliyorsa ona tadı. Görünce dayanamıyor. Yalata yalata soktum içeri. Hop kanepenin altına. Biraz sabır biraz kandırma, banyoya götürdüm. Sabunlu su, batikon faslı bitince, banyo dolabının altına girer diye düşündüm. Çünkü ne zaman onu duşakabinin içinde temizlesem, batikonlasam hop diye oraya giriyor. Tırıs tırıs dışarı koridora çıktı. Kendini halıya bıraktı. Ben de hop bloğa. Stresi atmanın bir yolu da yazmak çünkü.               

                                                                          *

Adrenalin tavan yapmasa da açacaktım bilgisayarı, başlayacaktım yazmaya... Belirgin bir gündemim yoktu. Bu aralar ne yapıyorum, ne okuyorum, ne düşünüyorum onlardan bahsedecektim. Titanik filminden örneğin. 

Dün 26 yıl sonra Titanik filmini izledim. Vizyona girdiğinde üniversite öğrencisiydim. Sonunda çok ağlamıştım. Zavallı Jack'in sevdiği kadını kurtarmak uğruna donarak ölmesi bana çok dokunmuştu. Koca kapı çık sen de üstüne, yatın koyun koyuna, ısıtın birbirinizi, değil mi? Yok ille de trajedi, ille de muradına erememiş bir aşk. Üzerinden bunca yıl geçtikten sonra yeniden izlemek neler hissettirdi? Sayayım. 

Kader mi tesadüf mü? Bu tema bitmez, bitemez. Sabahlara kadar da konuşturur. Jack ve arkadaşı son anda kâğıt oyununda Titanik'e çift kişilik bilet kazanmasa gemiye binemeyecekler,  İngiltere'de kalacaklar ve yetenekli olduğunu anladığımız Jack belki Picasso gibi, Monet gibi ünlü olacaktı. 

Sınıf çatışması. Fimlere, kitaplara bol bol konu olan bir tema daha. Titanik sınıf çatışmasını iyi gösteren bir film. Filikalar birinci sınıf yolcularını alırken üçüncü sınıf yolcuları kaderleriyle baş başa. Hatta kaos çıkmasın diye üst güvertelere çıkan kapılar kilit altında. 

İnsanın doğayla çatışması. İnsan kibirli varlık. Gözünü hırs bürümüş. Hangi çağda olursa olsun, bu hırsın, açgözlülüğün sonu fena. Afetlere davetiye çıkarıyor. Filmde gördüğümüz, umulandan daha hızlı Newyork'a varma, manşetlere çıkma sevdası binlerce cana mal oluyor. 

Rose, Jack'e verdiği sözü tutuyor. İçine gömdüğü sevgilisinin soyadıyla yeni bir başlangıç yaparak ona olan sevgisini, minnetini gösteriyor.  

Jack'in son sözleri. Onu yaşama sımsıkı tutunma konusunda motive ettikten sonra, her şeye değdiğini söylüyor. Kaderi bu gemide Rose ile aşk yaşamak ve donarak ölmekse buna da razıyım tutumu... Hiç de adil değil. Aşka da kurban vermesek kendimizi. Olmaz mı?

Hansel ve Gretel masalını bilirsiniz. Hansel üvey anne ve babasının onlar için biçtiği planı duyunca eve dönüş yolunu bulmak için geçtikleri yollara ekmek kırıntıları bırakır. Ancak geri dönüş yolunu bulamazlar çünkü kuşlar, ekmek kırıntılarını yemiştir. Bu benzetme, okur ve izleyicinin kurmaca bir metinle veya kurgulanmış bir filmle kurduğu ilişkinin bir metaforu. Bizim de finale giden yolu bulabilmek, yazarın, senaristin, yönetmenin inşa ettiği sona varmak ve buradan memnun, tatmin olmuş ayrılmak için bize bırakılan ekmek kırıntılarına ihtiyacımız var. Hatırlayın. Neydi filmde bırakılan kırıntılar? Rose, yolculuğun henüz başında intihar etmek üzere, küpeşte tırmandığında Jack ayakkabısını, ceketini çıkartır. Ve artık ben de müdahilim, sen atlarsan ben de atlarım. Ama beni asıl korkutan şey suyun soğukluğu, der. Suya düşecek olurlarsa, 3-4 derecelik suda donarak ölme ihtimali çok yüksektir. Facia gerçekleştiğinde, filikalar eksik yolcuyla gemiden uzaklaştığında suda ölüm kalım savaşı verenlerin can yeleklerine karşın donarak öleceğini onlar bilmez, biz biliriz. Hem gerçek hayattan, hem de bize sunulan ekmek kırıntılarından. 

Gerçek hayattan insanın kanını donduran bir gerçek daha. Titanik uluslararası üne sahip bir gemidir. Bu çok prestijli ilk seyahatte çok sayıda zengin yolcuda taşımakta ve onların ana kara ile telgraf haberleşmesi de sağlanmaktadır. Düşük ücretle çalışan iletişim personeli, bahşiş için önceliği yolcuların haberleşmesine vermiş, gemiye gönderilen buzdağlarıyla ilgili bilgilendirme notları kaptana iletilmemiştir. Titanik'in önünde ilerleyen ve en yakınında bulunan Californian seyir esnasında gördüğü buzdağlarını Titanik'e iletmeye devam etmiş ancak Titanik'in iletişimden sorumlu personeli tarafından kaba yanıt alınca aradaki iletişim ağını kapatmış. Bu da Titanik'e en yakın gemi olan Californian'ın transatlantikten gelen S.O.S çağrısını alamamasına yol açmış.  Çağrıyı alan Carpatia geri döndüğünde filikalara binemeyen kazazedeler çoktan donarak öldüğü için filikalara yerleşmiş yolcuları kurtarabilmiştir. 

Bu kaza uluslararası deniz taşımacılığında filika, can yeleği sayısı, gemiler arası iletişimin kesilmemesi, Kuzey Atlantik'te uluslararası buzdağı gözetleme gibi pek çok kuralın yerleşmesine vesile olmuş. Bir daha aynı trajedilerin yaşanmaması için gerekli önlemlerin sağlanmasını bir dizi sözleşmeye bağlamak,  bilimin ilerlemek için yanılmaya ihtiyaç duyduğunu gösteren, insan canını bir istatistiğe çeviren katı bir gerçeklik. Oysa hikâyelerle başlamıştım söze. Kalplere dokunan, unutulmayan... Aradan geçen yüz yılı aşkın süreye rağmen kolektif hafızada yerini koruyan Titanik faciasını konu edinen filmin şu dokunaklı ezgisini bir kez dinleyip unutmak mümkün mü!





24 Ağustos 2024 Cumartesi

Güz sezonu, beklenen kitaplar ve kimi sorular...

Eylülün yaklaşmasıyla yarıda kalan diziler de yeniden merhaba demeye hazırlanıyor. Arada erkenci kuşlar da yok değil. 

Dün gece canım bir şeyler izlemek istedi. İnstagramda takip ettiğim bir hesap "One Day" dizisini hatırlatınca bu eski, bildik, dokunaklı hikâyeyi yeniden izlemek, belki yeniden salya sümük ağlamak istedim. Muradına erememiş aşk hikâyelerinde izleyicisine, okuruna dokunan bir yan var, bilirsiniz. Hikâyenin ben içağırması boşuna değil. Buluştuk mu? Hayır! Çünkü ana sayfayı açınca "Emily in Paris"in yeni sezonun geldiği bilgisiyle karşılaştım. Eh severek izlemişliğimiz, Camille'e gıcık kapmışlığımız, Emily ve Gabriel'in kavuşmasını beklemişliğimiz var. İzlemeyelim de ne edelim. Peş peşe beş bölüm izledik. Evlat kişisiyle beraber. Ta ki kalanı 12 Eylül introsuna kadar! 

                                                                             *

Eylülün yaklaşmasıyla yayınevleri de yeni kitapların çıkışına hız veriyor. Yaz, nereden baksan gevşeme, öteleme, erteleme, tatil zamanı. Yakında yeni kitaplar fırından çıkacak. Üst üste yığılacak. Bütçenin, hevesin, zamanın el verdiğince artık. Öncelikle okuyacaklarım arasında üretken arkadaşım Füsun Çetinel'in çocuk romanı "Son Bahçe" var. Geçtiğimiz günlerde yayımlanan kitabın elime ulaşmasını bekliyorum şu sıra. İlk kitabı "Ayasofya Konuştu"dan itibaren ne yazdıysa okuduğum bir yazar, Füsun. Sosyal medyada bloğum vesilesiyle başlayan tanışıklığımız arkadaşlığa dönüştü. Yıllar içinde kızımla da epeyce ilerlettiler muhabbeti. Birlikte yaptıkları bir söyleşi dahi var. 5 yıl önce Deniz henüz 9 yaşındayken yaptıkları söyleşiyi merak edenler böyle buyursun. 

Çocuklar ve tatlı soruları... Hepimiz türlü kimlikler altında çocuklarla karşılaşıyor ve onların gülümseten, şaşırtan sorularıyla karşılaşıyoruz. Meslekte karşılaştığım kimi sorular: 

Bu işte iyi misin? (Süt dişine dolgu yapacağım bir hastam (5 yaş) yöneltmişti. Diplomamı gösterdim. Mezuniyet yılımı söyledim.)

Yüzünü merak ettim. Maskeni çıkarır mısın? (Pandemide beni hep maskeyle gören bir hastamın (yaş 8) ricası. İndirdim, gösterdim.)

Mikropları mı öldürüyorsun? (Annesine kanal tedavisi yaptığım esnada gütayı yakarak kestiğimi gören hasta yakını (yaş 4). 

En yaygın sorular ise:  İğne yapacak mısın? Acıyacak mı? Dişimi çekecek misin?

Siz de mesleğiniz gereği karşılaştığınız çocuklardan aldığınız ilginç soruları yazar mısınız? Birlikte gülümsemeye vesile olur, belki. 




23 Ağustos 2024 Cuma

Bir zamanlar karavanda

Hatırlıyorum.



Karavanı aldığımız ilk yaz, hevesle sınırın dışına çıkacağımız günü bekliyoruz. Çekme karavanla ilerlemek güç olur belki diye, hedefi kısa tutmuşuz. Dedeağaç'ta (Alexandrapolis) konaklayacağız. Tam iki hafta. Kamp yetkililerinin bundan haberi yok elbette. Meramımızı anlattık. Bize park edebileceğimiz bir yer gösterdiler. Sandalyelerimizi çıkardık. Sırtımızı karavana verdik. Annemin yolluk olarak verdiği et kavurma ve zeytinyağlı yaprak sarmaları götürdük. Akşama doğru bize iki hafta boyunca konaklayacağımız parseli gösterdiler. Karavanı park ettik. Ama yapılacak iş çok. Çardak kurulacak. Çünkü karavanın sabit bir tentesi yoktu. (Temin edene kadar da sattık, gitti.)  Masa, sandalye, hamak, şezlong tüm yayıntılar kurulacak, yerleşecek. Yan komşu Oresteidalı çıktı. Altmışlarında bir çift. Aileleri Edirne'den göçmüş sınırlar yeniden belirlenirken. Evde Türkçe konuşulurmuş. Dolayısıyla iletişimi sağladık. Hemen yerleşmemize yardım ettiler. Kadın koluma girip bana kamp yerini gezdirdi. Plaj, kafeterya, mutfak... 



Hatırlıyorum. 

Komşumun tuvalet yerine kenef dediğini. Ne güzel komşuluk yapacaktık diyerek sahiden üzüldüğünü. Yirmi yıldır aynı parsele gelip karavanlarını park edip 15 Ağustos'a kadar kaldıklarını. 

Hatırlıyorum. 

Ağustosun yarısı yaz yarısı güz, dedi. Öyle inanmış. Ertesi gün vedalaştık. Giderayak bize çipuro bile verdi. Çipuro uzo gibi değil, çok daha sert. Sek içiliyor. Buzdolabında yıllarca durdu o çipuro, içilmeden. Biz yerleştik ertesi gün. Kampın en güzel parseli dediği yerin kıyısına. Semadirek manzaralı yerimiz pek güzeldi. Plaja yakın, yürüme mesafesi. Uzun kavak ağaçları sayesinde tente ya da çardak olmaksızın da gölgeydi. İki ağaç arasına gerdiğimiz hamak benim için şahane bir dinlenme ve kitap okuma yeriyken henüz birinci sınıftan ikiye geçmiş kızım için bir nehrin üstünde seyreden kanoydu. Elindeki şaplakla kürek çekiyor kim bilir hangi hayalin peşinde koşuyordu. Biz o yaz çok eğlendik. İkinci hafta kızımla baş başa kaldık. İlk kez gece denize girmenin zevkine vardı. Kendisine bir Türk arkadaş buldu. Kankalığın dibine vurdu. Ben ilk kez o yaz, dikkatle bakıldığında ağustosun yarısından sonra yaprakların döküldüğünü fark ettim. Komşum belki de haklıydı. O günden beri ağustosun "yarısı yaz, yarısı güz" bir kalıp gibi aklımda, yerleşti. Bence o bunu böyle ifade etmedi, ben çevirdim zihnimde daha kısa ve şiirsel bulduğum için. 

Şimdi niye hatırladım bunca şeyi diyecek olursan, yanıtım belli. Tam da o günlerin içindeyiz güzel arkadaşım. Yazın kavrula kavrula, gece inceden ürpere ürpere güze doğru yol alıyoruz. Ötesi yok. 

22 Ağustos 2024 Perşembe

Dağınık cümleler

Yaz da bitiyor. Eli kulağında. 

Sonbaharın gelmesini, okulların açılmasını, hayatı belli bir rutine sokmayı ve o rutinler dahilinde hareket etmeyi özledim, doğrusu. 

Arkadaşım geçen gün astroloji haritama baktı. Sahilde oturuyorduk. Gökyüzünde neredeyse dolunay vardı. Bir birayı paylaştık. Ayın yükselmesini izledik. Batmasını bekleyemedik çünkü kollarım ürperdi serinlikten. Ağustos geceleri güzün gelişini duyuruyor. 

Haritam, diyordum. Arkadaşım dedi ki. Sağlık, sağlık, sağlık... Kontrollerini ihmal etme. Diyete başladım iki hafta önce. Üç kilo verdim. Bazen zorlanıyorum. Kaçamaklar yapıyorum. Kaldığım yerden devam etmeye çalışıyorum sonra. Hepten koyvermek yerine. Bu hafta gidip kan vereceğim. Salı kızımı okula bıraktım. Dün bankaya gittim. Bugün evi topladım sağlık ocağına gitmek yerine. Yarın gitmeli. Göz muayenesinden de geçmek gerek. 

Dün annem, kızım, ben yemeğe gittik. Sahilde kedilerle dolu bir restoranın bahçesine yerleştik. Küçük suratlar, büyük suratlar, atikler, çekingenler, sıra sıra diziliydi masalar arasında. 1,5 litre su eşlik etti yemeğe. Annemin omurgası izin verse, sahilde yürürdük.

Yürümek demişken, yazın sıcakları, kışın soğukları bahane edip yürümüyorum doğru düzgün. Ancak dışarı çıkarsam, bir amaç varsa yürüyorum. İşten eve, evden işe arabayla gelmek hareketsiz bir yaşama yol açıyor. Diyetle beraber yürüyüşü arttırma hedefimde bir gelişme, düzelme yok maalesef. Ben de çözümü "walk at home" videolarında buldum. 15 dakikalık bir videoyu denedim geçenlerde. 15 dakikada bir mil yürütme hedefiyle çekilen videoyu uygulamak hızlı ve eğlenceliydi. Günlük yapmalı. 



17 Ağustos 2024 Cumartesi

Ağustos bildiğiniz gibi




Sarı, sıcak, sivrisinek vızırtıları, gece dışarıda oturmaları, of hiç esmiyorla oh güzel esiyor arasında gidip gelmeler, yaz kavuşmaları, festivalde canlı müziğe doymalar, dost sofraları, tokuşturulan kadehler, deniz sefaları, serin ve çıtırtılı yiyecek arayışları... 

Tatil yapmayalım da ne edelim 



Geride bıraktığımız iki hafta gayet de keyifli geçti. Kısa bir tatil sığdırdık. İki gün Ayvalık, bir gün Midilli. Günübirlik turla Petra, Molivos ve Mandamandos'u gezme imkanı bulduk. Deniz, yemek, ballı yoğurt, lokma, freeshop kendimi tatilde hissettirmeye yetti de arttı. Feribotla dönerken dışarıdaki oturaklarda sırtüstü yatıp kitap okuma, şekerleme ve manzarayı izleme keyfi de cabası. 

Ayvalık'tan bir mekân tavsiyesi 

Ayvalık'ta arkadaşım bizi Melin Kahve diye bir mekâna götürdü. Ayvalık'ın daracık sokaklarında Askev'e ait şahane bir taş bina. Bahçesi muazzam. Ayvalık ve Kuzey Ege'nin eğitim, bilim, sanat ve doğa duyarlılığını arttırmaya yönelik faaliyet gösteren vakıf öğrencilere burs da veriyor. Çalışanların bir kısmının burslu öğrenciler olduğunu söyledi arkadaşım. İlk kez tattığım sumaklı limonatanın ferahlatıcı tadı hâlâ damağımda. Her daim bir ağacın gölgesinde oturabileceğiniz, gözlerinizi yeşilin binbir tonunda dinlendirebileceğiniz zevkli, keyifli bir vaha. Yolunuz düşerse kaçırmayın derim. 

Kitap yasaklamaya hayır diyenler toplanın 



"Hikâyenin Kalbi" okullarda belirlenen yıllık kitap listelerinin okuma kültürüne katkısı/attığı çelme üzerine gerçekçi bir tartışma sunuyor. Bir öğrenme biçimi ve ders arası olarak kitaplar ile içinde sürükleyici, heyecanlı maceralar içeren, okuma hazzı veren kitaplar karşı karşıya geliyor. Roman kırk yıllık listelerin karşısına yeni ve farklı olanla çıkan genç bir Türkçe öğretmeninin (Bahar) gelmesiyle yaşanan değişimi, velilerin tepkisini yaşananları anlatıyor. Çocuklar çetin ceviz. Okurluk hakkı bildirgesine sahip çıkıyor ve yetişkinlerin her türlü diretmesine karşın Bahar öğretmenin yanında duruyor. 

Sosyodrama atölyesi 

11 Ağustos pazar günü Uluslararası Troia Festivali kapsamında kapalı bir grupla gerçekleşen "Barışa Çağrı" Sosyodrama Atölyesine katıldım. Psikiyatr Dr. Hande Karakılıç Üçer'in yürüttüğü atölyenin yerelde kolaylaştırcısı Psikodramatist Nigar Etizer Karacık idi. Hande Hanım'ın yönergeleri doğrultusunda harekete geçmek, insanların davranış modelleri ve seçimleri üzerine düşünmemi sağladı. Verimli geçti doğrusu. 

Çanakkale'den Bulutsuzluk Özlemi geçti



Kaptık kamp sandalyelerimizi. Kurulduk sahnenin önüne. Eski arkadaşlar sallandık, oynadık, şarkı söyledik, bağıra çağıra... Ağzımız kulaklarımızda.