31 Ocak 2025 Cuma

Mektup


Defalarca okunmaktan buruşmuş mektubu alıp silkeledi. Masaya döküldü kelimeler. Avucuna topladı. Zar misali attı boşluğa. Yeniden dizilip yerleştiler boş sayfaya.

Kırmızı bir alevdi öfkesi 

Teninin altında çatırdayan 

Deniz mavi ve çizgili

Uzakta bir deniz feneri

Onu neşeye çağıran bir yıldız gibi

Dalgalarla uzaklaşmakta

Yapamam, dedi iç ses. Hep bir yetersizlik içinde. Kuvvetli, kavurucu. Nerede, ne zaman başladığı, belli. Ne zaman biteceği belli olmayan bir karmaşa. Yoksunluk en çok da, tenini, zihnini yakan.  Kan kırmızı bir öfke, her daim çırpınmakta. Oysa neşeyle zıplayan toplar gibi atılmıştı hayata, meraklı, oyuncu ve hevesli. Denizin mavisi, güneşin sarısı, portakalın turuncusu, can eriğin yeşili hepsinin içinde sarmalanmıştı. 

Nerede şimdi renkler? Nerede sarılar, turuncular, maviler, yeşiller? Neden yalnızca kırmızı elinde kalan? Sıcak ve boğucu. Yıldızsız bir gecede neşesini kaybetmişti çocuk, sesini, geçmişini, geleceğini, annesini. Günün aydınlanmasını ve renklerin bir bir belirmesini bekleyemez. Çırpınan dalgaların sesiyle ayaklandı. Kumların üzerinde yol aldı. Çakıl taşları paraladı ayak tabanlarını ki onları oluşturan mineraller parlamakta, dolunayın ışığında. Yıldız yıldız olup tuzlu suya akmak istedi. Bedeni çakılların üzerinde yuvarlandı, suya, akıntıya bıraktı kendini, tel tel parçalanmaya, un ufak olmaya ve kavuşmaya.


Ocak Alfabesi

Ayın biri. Yaptım kavanoz. İsmi mutluluk kavanozu. İçinde günün güzellikleri. Kapalı ağzı nicedir. Yalnızca unuttuğumdan.

Bansko. Bulgaristan'ın ünlü bir kayak merkezi. Üç gün geçirdik. Tam Kartaltepe yangının cereyan ettiği günlerde. Buruk bir tat ve salınım... Kişisel mutlulukla toplumsal üzüntü arasında. 

Carl Plesner. Sertifikalı bir şiddetsiz iletişim eğitmeni. Danimarkalı. Ukrayna, Filistin gibi savaştan, şiddetten etkilenenlerle de çalışmış. Uzmanlığı müzakere. Çatışmaları şiddetsiz iletişim yoluyla ele almayı gösteren iki uygulama akşamı yaptık. Zoom ve ardıl çeviri ne güzel nimetlersin. 

Çatışmanın asıl sebebi ne? Karşı tarafın yaptığı mı? Senin o kişinin yaptıkları hakkındaki düşüncelerin mi? Carl'ın eğitiminden kulağıma küpe diye taktığım. 

Diyetteyim. Sabah kahvaltımı kendim hazırlıyorum. Yeşillik, haşlanmış yumurta, bir dilim ekmek, birkaç ceviz, peynir. İki ana, bir ara öğün kapımda. Arada doymadığım, başka şeyler kemirdiğim, kaşıkladığım oluyor. Umarım verebilirim yine de. Yaza kadar yavaş yavaş. 

Ertelediklerim: arabayı servise götürmek ve doktor kontrolleri. 

Fenalıkların ve felaketlerin ülkesi oldu canım yurdum. Nicedir. Utanmak denen bir salgın var. Kolayca seni avcunun içine alan. Yıllar evvel böyle bir ruh hâli içindeyken. Yetmişlerinde bir beyefendi uyardı beni "Hayır! Sakın!.." diye başlayan sözlerle. O gün bugündür başkalarının eylemlerinin sorumluluğunu taşımamaya çalışıyorum. Suçluluğu, pişmanlığı bir pelerin gibi sarmıyorum bildiğim tek yaşamımın üzerine. "Çalsın sazlar, oynasın kızlar" ya da "Bir elinde ayna, bir elinde cımbız, umurunda mı dünya" hali değil bahsettiğim. Anladınız siz. 

Gül lokumu sıkıştırılmış bisküvi aldım Bulgaristan'dan. Kıstırma derler buralarda. Bir küçücük lokma aldım. Nefsimi köreltmek için. O nasıl hoş bir aroma, gülden yükselen.

Hormon testi yaptırma sözüm var(dı) bir arkadaşıma. Kadın ve duyarlı. 

Itriyatçiye gideceğiz, derdi annem küçükken. Kozmetik ihtiyacı olduğunda. Kırmızı oje, sim isteğim hiç karşılanmadı. Flormar 202. İlle de ve tek. 

İkinci Dünya Savaşı'nda geçen filmlere özel bir ilgim var. Tabur'u izlemek oraya da seslenecek. 

Jineokoloğa gidecektim bu ay. Doktorum geçici görevlendirmeyle ilçeye gitmiş. Haberi geldi, dönmüş. Randevu almam gerek. 

Korku ve kaygı. Konforsuz, zorlayıcı duygular.Yanı başına oturduğum hastayla aramda ne çok konforsuz duygu dizili. Bazen duyulmamı engelleyen. 

Lale mevsiminde Hollanda,

Muson yağmurlarına denk gelmeyen bir dönemde Uzakdoğu, Bali, Tayland,

Nepal... Var bir hayalimiz. Zamanım olsa bir ay gitsem oralara dedim kızıma. Cevabı yapıştırdı. "Zaman bulursun emeklilikte ama paran nasıl yetecek?" Emeklilik lüks mü? Bu ay TDB Dergi'nin dosya konusuydu, benim önerimle. Kızımın yorumundan bağımsız ve de önce. 

Orduda bir kadın taburu. Siyahi askerlerden oluşan. Netflix'te yayında. İzleyeceğim. Yakında.

Ördek eti gördüm açık büfede. Tabağıma alırken zihnime üşüştü hatıralar. Galleria yeni açılmış, deniz otobüsüne binmişiz Bostancı'dan. Pekin ördeği ve Çin pilavı yemişiz. Pistte buz pateni yapanlara bakmışız. Bir yarı yıl tatilinde. 

Peynir aldım Bansko'dan üç, beş çeşit ve değişik biralar. Zencefilli, yaban mersinli. Sırayla denenecek.

Reçel yemiyorum birkaç haftadır. Severim oysa şeftali, çilek, portakal... 

Sömestr tatili yaklaşık hep aynı zamanlara denk geliyor. Telefonum her gün hatırlatma yapıyor, nerelere gitmişiz, şehrin içinde yeni neler denemişiz. Uzaklaşmak, yenilenmek, dinlenmek için her zaman uçağa, arabaya binmeye gerek yok.

Şans getirsin diye alırım sokaktan beş kuruş, on kuruş. Tahtaya vururum sonra. Var herkesin bir batıl inancı. Kültür denilen şey biraz da bu değil mi?

Tencere yemeğinin bereketini, şefkatini sevmeyen yoktur herhalde. Ocağın üzerinde. Kapağını açarsın buharlar tüter, kokular salınır mutfağa mis gibi. Senin için bir tencere yemek kaynatan biri varsa sırtın yere gelmez bence. Korunmak, kollanmak, gözetilmek hepimizin ihtiyacı. Yemeğim kapıya gelse de tencere ağır ağır tıkırdıyor yine de. Kızım için. Söylemeye ne hacet.

Uçak bileti aldım. Aktarmalı. İçimde ufaktan stres. Sabahın beşindeki uçağı kaçırmamam gerek. 

ÜTS. Ürün takip sistemi. Yeni baş belamız. Muayenehanedeki cihazları gir tek tek. Canına yandığım sistem kolay da değil üstelik. Bir arkadaşım yardım etti sağ olsun. Girdik birkaç büyük kalem. 

Vizeyi değerlendirmenin güzel yollarından biri. Komşu ülkelere otobüslü turlara katılmak. Ekonomik ve pratik.

Yuan Huan'ın Kulübesi. Bu ay bitirdiğim iki çocuk kitabından sevdiğim. Dili temiz, akıcı. Macerası da mesajı da kıvamında. Kör gözün parmağına değil. Çocuklarca bunca sevilmesine şaşmamak gerek. İşte böyle yazmak istiyorum. 

Zirveden inen kayakçılar gördüm, yüksek yüksek tepelerden yuvarlanmadan, incinmeden. İnmek yükselmekten daha zor belki. Zarifçe inmenin yolunu bilmeli insan. Tepede sonsuza kadar kalmak diye bir şey yok zira.


30 Ocak 2025 Perşembe

Bireysel seçimler, sosyal medya, kavuşmalar ve hayaller

Mesleki bir toplantı için şubat ayında Antep'e gideceğim. Üstelik ilk kez. Bir gün önceden gitmek, pazar günü biraz daha geç çıkmak gibi seçenekler için için dürttü. Ben ne yaptım? Tarih yaklaşınca cuma sabahı Ankara üzerinden aktarmalı bir uçakla erken saatte yola çıkıp toplantıdan birkaç sat önce orada olmayı, pazar öğlene doğru da İstanbul'a dönmeyi tercih ettim. İstanbul'dan eve dönüş yolculuğu otobüsle olacağı için eve vakitlice varmak, haftanın ve yolun yorgunluğunu atabilmek Antep'i gezmeye baskın çıktı. Böyle durumlarda düşünmeden edemiyorum. Anne değil baba olsaydım hangi gün gider, ne zaman dönerdim? Kendime Zeugma müzesine gidecek, rahat rahat çarşıda dolanacak zamanı ayırırdım muhtemelen. Şikayet etmek değil de fark etmek için yazıyorum. Seçimlerimizin arkasında hep bir ihtiyaç gidermek var. Ben toplantı, kongre amaçlı kızımı burada bırakacağım toplantılarda onu en az yalnız bırakacak şekilde düzenliyorum programımı. Özellikle de okul açıkken. Hafta içi yokluğumda eve birinin gelmesi ve ona eşlik etmesi gerekiyor çünkü. Cuma sabah erkenden yola çıkınca okul gününü atlatmış oluyoruz. Aile içindeki düzen ve kolaylık ihtiyacı keşfetme ihtiyacına galip geldi. Bu defa, bu koşullar içinde.

                                                                       *

Facebook'a pek girmiyorum sanıyorum ama orada da çok oyalanıyorum esasında. Saçma diy videolarına su akar deli bakar misali bakıyorum. Bir de hangi algoritma nedeniyle bilmiyorum Muhteşem Yüzyıl sahnelerine maruz kalıyorum. Bir sahne, bir sahne daha... derken bir de baktım Youtube'ta diziyi izlemeye başladım. Büyük bir prodüksiyonmuş yalnız. Kostümler, mekanlar, kalabalık oyuncu kadrosu... 

                                                                      *

Maya'nın Rüyası hayli erken duyurusunun ardından fiziki olarak hazır. Bugün yayınevinden önsiparişle satın alan İstanbullu okurların eline geçmiş. İki fotoğrafla durum teyit edildi. Benim yazar kopyalarımı da bugün yollayacaklardı. Geçen hafta Pelin ve Küçük Dostu Karamel'in ikinci baskısına ait yazar kopyalarım geldi. Bugün de çocuk hikâyemin yer aldığı  KEÇocuk Dergisi elime geçti. Yazdığım metinlerin basılı, resimli hallerine kavuşma zamanı bu ara. Elde mevcut metinleri bitirdiğime göre yenilerini yazmaya koyulmalı. O çooook istediğim çocuk romanını yazabilecek miyim? Denemeye cüret edebilecek miyim? Nasıl yazılır'ın yanıtını bulabilecek miyim? Zaman, teknik gibi mazaretlerin üzerinden atlayabilecek miyim? Bu yılın o yıl olması için ne yapmalı, nereden başlamalı. Yar bana bir akıl hocası gerek. Ve de cesaret, yazı masasında oturma gayreti, parlak fikir ve mizah... Sizce yazmak için başka neler gerekir?

                                                                     *

Netflix'te yayımlanan Yüzyıllık Yalnızlık ve Baby Reindeer izlemeye başlayacağım bir ara, belki de çok yakında. Başka da dikkatimi çeken dizi veya film yok orada. Önerileriniz varsa duymak isterim. 


Yuan Huan var mıdır? Yok mudur?

Dün işten erken çıkıp Kent Konseyi Kadın Meclisi genel kuruluna gittim. Seçimden bu yana geçen bir yıllık sürede neler yaptığımıza ve yapacağımıza dair faaliyet raporunu sunduk. Güneşli, aydınlık havanın tadını çıkartmak amacıyla Golf'e gittik. Belediyeye ait bir çay bahçesi, kordonun sonuna konuşlanmış. Çanakkale'de en sevdiğim, en çok oturduğum, okuduğum, yazdığım, arkadaşlarımla buluştuğum, tek başıma, çift başıma kahvaltı yaptığım bir mekân. Aylardır fırsat olmamış, yolum düşmemiş gitmedim. Ama biliyordum, duymuştum, yeni uygulamayı. Eskiden garson gelir masana, sipariş alır, ödemeyi en son ona yapar, kalkarsın. Şimdi kasaya gidiyorsun. Fişini alıyorsun. Masana oturuyorsun. Garson görünce masada fişini veriyorsun. Siparişin geliyor. Kahve vs neyse de bir çay için bunca zincirleme işlem tuhaf ve saçma doğrusu. Self servis olsa ödemeden sonra alıp gitsen çok daha hızlı, pratik. 
Akşam üstü serinleyip inceden üşümeye başlayınca kalktık. Aklımda kitapyurdu paketim. Eve gitmeden muayenehaneye uğradım ve ben çıktıktan sonra teslim edilen paketimi aldım. Akşam yemeğimi yedim. Saat 21'de başlayacak eğitime kadar birini okumaya başlayayım diye düşündüm. Miyase Sertbarut'un Yuan Huan'ın Kulübesi adlı çocuk romanını tercih ettim. Miyase Hanım'a bloğu ilk açtığım yıllarda sosyal medya vasıtasıyla ulaşmış Şahmeran motifi üzerine yazdığı Yılan Kale romanıyla ilgili bir söyleşi yapmış, meşhur "Nasıl Yazar/Şair Oldum?" bölümüne de konuk etmiştim. Mütevazi ve içten tavrı, yanıtlarındaki çeşitlilik, özen ile saygı duyduğum, değer verdiğim bir yere oturtmuştum kendisini. Araya yıllar girdi. Miyase Hanım son sürat üretmeye devam ediyor, kitapları çok okunuyor, çok seviliyor. Yuan Huan'ın Kulübesi İtalya'da 2024'te yılın kitabı seçilip Rodari Ödülü'nü alınca "e ne duruyorsun, okusana" dedim kendi kendime. O gün bugün sevgili okur. 
Elimdeki nüsha 24. baskı. Bir batında 10 bin basılmış. İlk 23 baskının toplam tirajı ise 120 bin. +9 üzeri roman 136 sayfa. Metne eşlik eden siyah beyaz vinyetler Zülal Öztürk'ün elinden çıkma. Kitap Zümrüt'ün okul bahçesinin dışında İlhami ve Caner'i beklemesi sahnesiyle başlıyor. İki oğlan kütüphaneden kitap almış. Öyle kitapkurdu olduklarından değil. Yeni gelen Türkçe öğretmeni her haftaya bir kitap okuma ödevi verdiği için. İtirazlara karşı öğretmenin cevabı hazır. "Siz isterseniz zaman genişler." Nedir bu: internette dolanmayı bırak kitabı eline al sevgili okur. Yetmeyen zamanı ancak böyle arttırırsın. Zaman, diğer ödevler, kitap ücretleri... her bahaneye hazırlıklı öğretmenimiz. Her hafta bir hikâye ya da bir roman bölümü diyerek orta yolu da buluyor. Kitabın kalınlığına da karışmıyor. Kitabın inceliği kalınlığı içindeki hikâyenin değerini değiştirmez, diyor. İlhami'nin sığındığı cümle de bu işte. Kitap okumayı hiç sevmeyen oğlan, okul kütüphanesinden ala ala incecik bir "Kibritçi Kız" masalını alıyor. Okul çıkışı gittikleri parkta ise işin rengi değişiyor. Kitap okumayı sevmeyen İlhami'nin hafta boyu parmağı hiç aşağı inmiyor. Anlattığı hikâyelerle hem tüm sınıfı büyülüyor hem de her defasında sözlü puanı olarak 100'ü kapıyor. Peki ama bu hikâyeleri kim anlatıyor? Bir telefon kulübesi.
Parkın içine kurulu sirk çadırı kalkmış. Geride yamru yumru, yere devrik kırmızı bir telefon kulübesi kalmış. Oyun olsun diye içeri giren İlhami ahizeden gelen sesle irkiliyor. Arkadaşlarını atlatıp yeniden içeri giriyor. Ve ilk hikâyeyi dinliyor. Türkçe ödevini yapmanın kolay bir yolunu bulduğu için sevinçli ve de hevesli. Kurnazlığı ortaya çıkmasın diye bir de yazar ismi uyduruyor. Hikâyeleri kırık bir telefon kulübesinden dinledim dese kim inanır hem. Böylece Yuan Huan isimli Çinli yazar beliriyor. Hafta boyu hikâyeleriyle tüm sınıfı büyülüyor. 
Roman üst kurmaca, çerçeve, oyun içinde oyun tekniğiyle yazılmış. Siz ne diyorsanız artık. Çocukların günlük hayatı ve İlhami'nin kulübeden dinlediği hikâyeler ardı sıra bölümler olarak ilerliyor. Pek çok soru ve düşünme konularıyla beraber. 
Yuan Huan kimdir? Var mıdır? Yok mudur?
Kitap okumayı (hikâyeleri)sevmemek mümkün müdür?
Dünyanın bir yerlerinde kitap okumayı sevmediğini düşünen biri aslında seveceği hikâyeyle karşılaşmamış olabilir mi?
Üstü çizilen çocuk olabilir mi? 
Kitaplar firar etmeye yarar mı? 
Hikâyeler her zaman mutlu eder mi? 
Hikâyecinin hikâyesi olur mu?



Çocuk edebiyatında soluklanmak isteyenler için güzel bir öneri. Akıcı, sürükleyici. Akşam yemeği ile katılacağım zoom eğitimi arasında bir çırpıda okudum. İçimde kalan hoş duygular ve yazma hevesi de cabası. Eğitim neyle mi ilgiliydi? İşte o, bir başka yazının konusu. 



27 Ocak 2025 Pazartesi

Fark ediyorum öyleyse varım

Açlık-tokluk hakkında

Açlığın aslında bir ihtiyaç olduğunu unuttuğumu fark ediyorum.

Çoğu zaman ihtiyaçtan değil istekten yediğimi fark ediyorum.

Yeterince su içmediğimi fark ediyorum.

Yeme söz konusu olduğunda ılımlılık ilkesini gözetemediğimi fark ediyorum.

Hareket-hareketsizlik hakkında

Çok hareketsiz bir yaşantı sürdüğümü fark ediyorum. Ev ve iş arasında geçen bir günde, günlük adımlarımın 600-1000 adım arasında sınırlı kaldığını fark ediyorum.

Çok minik değişikliklerle adım sayımı arttırabildiğimi (arabayla giderken yol üstünde marketin önünde durmak yerine evden yürüyerek gitmek ve her defasında günlük birkaç öteberi almak gibi) fark ediyorum.

Haftada bir gittiğim aletli pilatese bedenimin yanıt vermeye başladığını, esnekliğinin ve gücünün her derste bir öncekine nazaran daha iyi olduğunu fark ediyorum.

Bedenim çalıştığında evdeki ataletten de kurtulduğumu fark ediyorum. Evin günlük işlerini, süpürmeyi, çamaşır yıkamayı daha az erteleyerek giderdiğimi fark ediyorum. 

Odaklanmak- kaybolmak hakkında

Benim için odaklanmanın, her defasında bir işi hakkını vererek yapmak manasına geldiğini fark ediyorum. Oysa ben, çoğu zaman yaptığım birincil eylemin yanına bir ikincisini ilave ediyorum. Kahvaltı yaparken veya mutfağı toplarken podcast dinliyor, dizi izlerken çamaşır katlıyorum. Seri ve alışılmış hareketlerle evden çıkarken yaptıklarımın çok da bilincinde olmadığımı fark ediyorum. Balkon kapısını kilitledim mi diye dönüp bakmak bunun sonucu işte. Yavaşlamak ve fark etmek bilincin kapılarını aralıyor. Aynı anda tek iş yapmamak, bir eşlikçi koymak bir tür alışkanlığa da dönüyor. Dönmüş. Facebook'ta paylaşım yapmıyorum. İnstagram paylaşımlarım doğrudan oraya da gidiyor. Arkadaşlarımın iletilerini de takip etmiyorum ama saçma sapan videolara kapılıp gidiyorum. Kendin yap serileri girdap gibi çekiyor içine. Avrupa Yakası sekansları çıkıyor sonra karşıma ve de Muhteşem Yüzyıl. Bakarken bakarken bir de baktım Muhteşem Yüzyıl izlemeye başlamışım. Birinci bölümden itibaren. 20. bölümdeyim şimdi. 139 bölüm ne ara biter? 

Cuma gecesi döndük. Vakitlice girince eve bavulları boşalttım. Tekerleklerini sildim. Yerine kaldırdım. Kirlileri ayırdım. Cumartesiden beri iki kez çamaşır makinesini çalıştırdım. Çamaşır katlarken Türk dizisi katlamak mantıklı geliyor. Çok da sevmediğin işin yanına seyirlik katıyorsun neticede. Ama bir de baktım koca hafta sonunu seyirlikle geçirmişim. En az beş, altı bölüm izlemişimdir. Neredeyse iki saate varan bölümler olduğunu düşünürsek geçen zamanı varın siz hesaplayın. Alfa Males'in üçüncü sezonunu geçen hafta bitirdim, birkaç gün içinde. 

Başlamak ve bitirmek hakkında

Başladığım pek çok kitabı, odaklanmayı sürdüremediğim için, dizi ve sosyal medya çöplüğünde kaybolduğum için bitiremediğimi fark ediyorum. Ayın başında başladığım ve yarım bıraktığım "Ba'nın Olağanüstü Kitabevi"ni tatilde bitirdim. Akabinde Samantha Schweblin'in "Kentukiler" romanına başladım. Konusu ilginç. İnsanların kentuki adını verdiği teknolojik bir oyuncak var. Kimisi kentuki satın alıyor, kimisi de uzaktan bağlantı ile kentuki olmayı seçiyor. Farklı ülkelerden, farklı yaş gruplarından insanların sahiplik ve kentuki olma deneyimi üzerinden ilerleyen roman mahremiyet ve gözetleme, sanal ve gerçek kavramlarına bakıyor. Konusu ilginç ama odaklanmakta zorlanıyorum. Elimden bir bıraksam aylarca yarım kalacak, belki de hiç bitmeyecek biliyorum. O yüzden ay sonuna kadar bitirme sözü vereyim ki, bu ayı en azından biri çocuk, diğeri yetişkin iki romanla bitirmiş olayım. 


23 Ocak 2025 Perşembe

Yarı yıl tatili ve içimizdeki yangın

Ebeveynler için yarı yıl tatili, biraz da çocukların gönlünü hoş tutma, birlikte zaman geçirme, dinlenme, eğlenme zamanı. Planlar yapılıyor, kıyafetlerin, ayakkabıların, aksesuarların yanı sıra hevesler, meraklar da konuyor o valizlere... Yüzler gülsün diye, anılar kalsın diye çıkılan tatilden geriye koca bir yas kaldı şimdi. Bolu Kartalkaya'da çıkan yangın hepimizi derinden sarstı. Yangından canını kurtaranların ifadeleri, sosyal medyada paylaşılan taziye mesajları, çocukların fotoğrafları... Hepimiz üzgünüz, hepimiz öfkeliyiz. Yaşadığımız onlarca afetten hiçbirinin milad sayılmadığının, gereğinin yapılmadığını bilmenin verdiği duygular yumağı içinde savrulup duruyoruz. Keder, kanıksama, utanç, öfke, çaresizlik... Ne çok duygu var üzerimize çöken. 

Bu satırları kızımla çıktığım Bansko'da, bir otel odasında yazıyorum. Bir ay önceden ayarladım tatili. Moral olsun, dinlenelim, şu Çanakkale'ye yağamayan karı görelim, kayakta gönlümüz yok ama kartopu oynar manzaranın tadını çıkartırız, sıcak su havuzuna gireriz düşünceleriyle planladım. Gün gün saydım. Hevesim, heyecanım, merakım gönlümde. Tıpkı o aileler gibi. Tam yola çıkacağımız gün aldık yangın haberini. Ölümün ne zaman, nereden geleceğini bilmiyoruz elbette. Yaşlanarak uykumuzda mis gibi bir ölüm hayal ediyoruz. Genç ölümlerde içimiz cız ediyor, evlerden ırak diyoruz. Bir ailenin tüm fertlerinin musalla taşında yan yana yatmasının kederi çok fazla. Yakınını kaybeden herkese baş sağlığı, dayanma gücü diliyorum. Umarım sorumluların ceza aldığını görürler. Bu bile bir umut artık bizim ülkede. Yazık çok yazık. 

Bansko sevimli bir yer. Kendine has bir mimarisi var. Dik çatılar, ahşap dikmeler ve balkonlar, az katlı binalar, kar kaplı zirveler, masmavi gökyüzü... Çanakkale'ye kıyasla mis gibi bir hava. Yürüyorsun ve üşümüyorsun. Daha ne olsun. Gerçek sıcaklık ve hissedilen sıcaklık konusunda Çanakkale'nin eline kimse su dökemez. Orada kamburunu çıkaran ben, on binlerce adım attım hiç şikayet etmeden. 

Bugün dağa çıktık. Yukarıda hiç otel olmaması dikkatimi çekti. Yukarıya çıkmanın iki yolu var: kara yolu ve teleferik. Bulgarlar teleferiğe gondola diyor. Tuhaf doğrusu. Sıra konusunda gözümüzü korkuttu rehber ve de Google. Otelin önünden minibüse bindik. Nefis manzara ve Bulgar ezgileri eşliğinde döne döne kayak merkezine vardık. Şoför komşu haydi diye ritim tutmaya, gerdan kırmaya davet etse de biz sakın sakin oturduk. Yukarıya doğru çıkan bir kayan bandın üzerinde yukarı çıktık. Basit ve çok kısa bir pistten aşağı yürüdük. Kartopu oynadık. Sıcak şarap içtik. Ormanda yürüyüş yaptık. Bir şeyler yedik içtik. Ve tekrar otele döndük. İşe mola vermek, birlikte zaman geçirmek, saçma sapan gülmek iyi geliyor ailelere. Günlük hayhuy içinde birbirinden esirgediğin özeni, ilgiyi gösteriyorsun. Anılar biriktiriyorsun. Çocuklar hızlı büyüyor. Gün gelecek yılda birkaç haftayla sınırlı kalacak belki de görüşmeler. Fırsat varken tadını çıkartmak gerek. Ah konu geliyor, yangına, bizim ülkeye mahsus saçma sapan ölümlere dayanıyor. Biz nohut oda bakla sofa büyüklükte muayenehanelerimizin ruhsatı için itfaiyeden onay alıyor, tahliye planı asıyoruz. Her sene yangın tüpünü değiştiriyor, işyeri güvenlik uzmanlarına ödemeler yapıyoruz. Bunları yerine getiren iki diş hekimi, tıpkı benim şu an yaptığım gibi çocuklarıylaniyi zaman geçirmek için tatile gitti ve iki evladıyla beraber orada yanarak öldü. Bazen düşünüyorum da bu ülkede yaptığı işin arkasında duran, hatasını telafi eden yegane meslek grubu doktorlar galiba. Yayın yasakları yerine sorumluluğunu yerine getirmeyen, daha fazla kâr için insan hayatını hiçe sayan kim varsa yaptıklarının ve yapmadıklarının bedelini ödesin. Biz de dünya gözüyle görelim. 

13 Ocak 2025 Pazartesi

Kadınlar Arasında

Uzun zamandır okumak, bir sinema filmini tek seferde izlemek başlı başına zorlayıcı deneyimler. Dikkatimi vermekte, odaklanmakta neden bu kadar zorlanıyorum, bilmiyorum. Belki canımın çektikleri yerine birtakım buluşmalar için önceden sözleştiğimiz metinler ve film, belgesel örnekleriyle buluştuğum için. Belki zihnim yorgun olduğu için. Belki uyku düzenim bozuk olduğu ve kronik yorgunluk çektiğim için. Belki bu aralar fazlaca ölüm haberi aldığım için. Belki yaşadığım hayal kırıklıkları yüzünden... Belki de çağın dayatması sosyal medyanın yan etkileri...Kim bilir. Sebebi her neyse bu aralar okumakta zorlanıyorum ve utanıyorum. Bitiremediğim kitaplar, hevesle aldığım ama bir türlü başlamadıklarım hepsi bende bir tür zorlanmaya yol açıyor, hatta utanca. Galiba, evet evet bir utanma da var. İç ses iğneli iğneli konuşuyor. "Yazarsın ve ayda yalnızca birkaç kitap mı okuyorsun? Ne onu da bitirmedin daha? Onu hiç okumadın. Berikini duymadın. Zamanın da yok. Hep bir bahane. Oldu gözlerim doldu!" Bunları bir tarafa bırakıp ocak ayı içinde izlediğim bir belgesel ve okuduğum bir kitabı paylaşayım. İkisi de kadınlar arasında. 

İzledim

MUBİ platformunda izleyebileceğiniz "Cadılar" ödüllü bir belgesel. İngiliz yapımı belgesel kadınların doğum sonrası yaşadığı kaygı bozukluklarından ağır depresyona, intihar meylinden girişimlere kadar uzanan geniş bir aralıkta annelik meselesini ele alıyor. 

Yönetmen, yazar ve müzisyen Elisabeth Sankey kendi lohusa depresyonundan yola çıkarak çektiği belgeselde, kadınların yaşadığı zorlanmaları, ihtiyaç duydukları destekten yoksun kaldıklarında yaşayabilecekleri psikozları, bebeklerine verebilecekleri zararları yaşanmış örneklerden yola çıkarak anlatıyor. Sankey, belgeseli kurgularken tarihte cadı diyerek yaftalanan, ölüme yollanan kadınları da anlatıya dahil ederek onları da onurlandırıyor. Neticede kadınlar hem geçmişte hem şu anda toplumsal baskılarla, damgalamalarla karşı karşıya. Bu yargıların, olumsuz etiketlerin kadınlara faydası olmadığı açık. İşe yarar şey, bunların ardındaki mesajları yorumlamak, yardım çığlığını duymak, kadınların gereksinim duydukları ihtiyaçları saptamak ve bunları sağlamak için yollar geliştirmek. Bunların her biri, sosyal devletin işi esasında. Bize bireysel olarak düşen ise, etrafımızı kadınlarla sarmak. Bu sayede birbirimizin yaralarına şifa olmamız mümkün. Annelik her zaman güllük gülistanlık değil. Bu tip zorlanmalara yer var. Önemli olan görmek ve fark etmek. Çünkü ancak bu sayede hem kendimize hem de diğerlerine yardım edebiliriz. Lohusalık depresyonu karşısında nasıl ve ne şekilde yardım alabileceğimizi gösteren, kadın destek gruplarının bazen en yakınımızdan göremediğimiz desteği ve şefkati sunduğunu ispatlayan bu samimi belgeseli beğendim. Sizlerle de paylaşmak istedim. 



Okudum



Deniz Erkaradağ'ın yazdığı "Ellerin Ellerimde" queer edebiyat örneği. Obiçim Yayınları'ndan yayımlanan kitap, yayınevi tarafından roman olarak sınıflandırılmış. Türler üzerine tartışma açacak değilim. Alışageldiğimiz roman türünde olmadığı bilgisi yeterli. İki kadının birbirine yolladığı mesajlar ve iç sesler ile ilerleyen kısa, kesik kesik ilerleyen kapalı bir metin. Arka kapak şöyle: 

Ellerin Ellerimde, Handan ve Meral'i mesajlaşmalarıyla başlıyor. Nihayet buluşmalarının ardından yaşanan aşk, mutlu sondan öte, birbiri sayesinde kendini keşfedişin hikâyesi. 

"Yetiştim sana. Turuncu bir günün tan kızıllığında.

Eriyip biten günler üzerinde oturuyorum.

Uçları batıyor ama bakışlarım ileride.

Bakıyorum beni bekleyen geleceğe."

Heteroseksüel, sosyoekonomik seviyesi ortalamanın üzerinde, tam bir beyaz Türk'üm. Dolayısıyla dil, din, etnik köken, sınıf, cinsel yönelim gibi konularda aile, arkadaş, toplum içinde zorbalığa uğramadım. Kendimle ve diğerleriyle çatışma yaşamadım. Anne babanın muradını gerçekleştirememek, onların beklentisini boşa çıkarmak gibi zorlanmalarım ve içsel gerilimlerim de olmadı. Olanları bu örnekler karşısında dile getirmek ayıp kaçar. Dolayısıyla benim bir anlamıyla ötekiyi anlatan edebi metinlerden muradım, bireyin kendiyle ve diğerleriyle yaşadığı içsel çatışmaları, gerilimleri, kendi olma mücadelesini, anne babayı hayal kırıklığına uğratmak konusundaki zorlanmaları (hepimiz kendimizi zaman zaman başkalarının duygularından sorumlu tutuyoruz, öyle değil mi?) görmek, bu deneyimlere tanık olmak, bunların bende yarattığı duygulara bakmak. Bu açıdan aradığımı bulduğum bir metin olmadı. İsimler Handan ve Meral yerine Handan ve Mert olsaydı ne değişirdi? Sormadan edemedim. Yazarla yapılan iki söyleşi: burada ve şurada 

Tüm bunlardan bağımsız sizce de kitap fiyatları çok yüksek değil mi? Benim 80 sayfayı geçmeyen bir öykü kitabına biçtiğim bedel, bir fincan filtre kahve fiyatı. Bunu hayli aşan fiyatlarla yeni çıkanları takip etmek yerine evdeki arşive başvuracağım bir yıl olacak sanırım. 

7 Ocak 2025 Salı

Yeni yıl kararları

Güneşli bir salı öğleninden herkese merhaba.

Yılın son günleri malum geçirdiğin yıl üzerine düşünmekle geçiyor. Neler iyi gitti, neleri değiştirebilirim, hayatıma yeni ne çekebilirim. İşin aslı bence her yıl istek listemiz hemen hemen aynı. Yapabildiklerimiz ise sınırlı. Şehirlerde yaşam, bir yerden bir yere gitmek, mesai, bizi bekleyen ev işleri, yükümlülükler... Çok pratik ve dakik değilseniz yalnızca günlük işleri yürütmek bile hayli çaba, emek istiyor. Bir de kendini bir sebeple donmuş, eyleme geçemiyor halde hissediyorsan yani kronik bir erteleyici isen vay haline!

O yüzden kendimden beklentimi sınırlı tutmaya karar verdim bu yıl. Az hedef, bebek adımlarıyla ilerleme. Daha çok hareket ve sağlıklı bir şekilde kilo vermek hep gündemimde. Çünkü bugün yaptığımız ya da yapmadığımız her şey geleceğimizi şekillendiriyor. Biliyorum. Mantıken bilmek harekete geçmeyi sağlıyor mu? Çoğu zaman hayır! Üzerimdeki duygusal ataleti attım. Kendimi eyleme geçme konusunda daha enerjik hissettiğim bir dönemdeyim. Çok şükür. Haftada bir aletli pilatese başladım. Haftada bir açık havada 40-45 dakika orta tempolu yürüyorum. Geriye kalan beş gün için kolay ulaşabileceğim bir hedefe ihtiyacım var. Şimdilik her gün en azından 15 dakika Leslie ile evde yürüyüş videosu olarak belirledim bunu da. Sürdürebilirliği konusunda desteklenmek için arkadaşlarımı da sürecime tanık tutuyorum. 

Kendime bir mutluluk, iyilik, şükran kavanozu yaptım. Her gün içine bir not yazıyorum. O gün benim yaptığım bir iyilik, birinin iyi olma haline nasıl katkıda bulundum, başıma ne gibi güzellikler, sürprizler, iyilikler geldi. Yazıp atıyorum. 

Uyumadan önce telefonumun wifisini kapatıyorum. Kaydettiğim bir beden tarama meditasyonuyla uykuya dalıyorum. 

Her gün bir odayı temizliyor ya da dağınıklığını topluyorum. 

Ayda bir oyun gecesi planlarımız arasında. Aklımızda Labirend Korku Evi'ne gitmek ve arkadaşlarımızla kaçış oyunu oynamak var. Tabu her daim gözbebeğimiz. 

Bu yıl bir çocuk romanı yazmayı deneyeceğim. 

İki de güzel habErim var. Bilmem paylaştım mı? Pelin ve Küçük Dostu Karamel'in ikinci baskısı yapılacak. Bir de yeni çocuk kitabım basılacak. Bu kez okuma serüveninin başındaki çocuklarla buluşacağız. Daha çok resmin yer aldığı, renkli 40 sayfa civarında bir kitap olacak. 



Sizin için yeni yıl nasıl başladı? Aldığınız kararlar var mı? Sürdürme konusunda işe yarar stratejileriniz varsa duymak isterim.