30 Haziran 2025 Pazartesi

Mücbir sebepler, romanlar ve yerleşme çabası

"İstediğin cevap gelmiyorsa hayır demektir."

Yıllar evvel böyle bir cümle okudum sosyal medyada. Kaynağını hatırlamıyorum, çok özgün mü ondan da emin değilim. Her kelimenin de telifi yok, en nihayetinde. Ama doğruluğuna yüzde yüz katılıyorum. 

Kafam bir meseleyle meşgul. Ve istediğim yanıt gelmiyor. Yavaş yavaş bunun "hayır" olduğunu kabullenme evresindeyim. Bunu kendime küçük küçük dillendiriyor, duygularımla hemhal oluyordum ki dün gece bir rüya gördüm. Basit, sıradan, yaz mevsimine uygun bir rüya. Havuz kenarından geçiyorum. Yüzenler, eğlenenler, koşturanlar var. İstediğim cevabı vermeyen zat da orada. Bu rastlaşmanın üzerine gitmiyorum. O sırada kulağıma bir lakırdı çalınıyor. İstediğim cevabı almadım çünkü kısmına cuk diye oturan bir lakırdı çünkü. Ha tamam o zaman, diyebilir ve devam edebilirim. Öykücü beyin iş başında. Beni korumak için hemen bir hikâye uydurdu ve konuyu bir sebebe bağladı. Mücbir sebep, benimle ilgisi yok. Noktayı koydu. Sayfayı çevirdi. Ben de öyle yapacağım. 

Yazıyorum çünkü bilinçaltının bu becerisine hayran kalmamak elde değil. Gerçekten. İçinden çıkamadığı, kendini mutsuz edecek her koşul karşısında bir varsayımı var. Çok da inandırıcı kerata. Normal sayılmalı. Nihayetinde her organizma yaşama sıkı sıkıya bağlı. Hayatta kalmak, mutlu olmak istiyor. Normal olmayan, hatta tehlikeli sayılabilecek olan, bu varsayımlar realiteyle örtüşmediğinde kendi realitemize sımsıkı yapışmak ve aldanmayı sürdürmek.

                                                                                      *

İza'nın Şarkısını okumayı sürdürüyorum. Çok dokunaklı bir roman. Yaşlı annenin taşra yaşantısından sökülüp atılıp Budapeşte'de bir odaya sığışması, kızının kendi hayatı ile annesine bakma yükümlülüğü arasında sıkışması, nezaketine, ilgisine karşın kendi yaşamının galip gelmesi, annenin günlük uğraşlarının bir bir elinden alınması karşısında hayatının anlamını kaybedişi ince ince anlatılıyor. Roman ilk kez 1963'te yayımlanmış ancak konu evrensel. Bugünün okuruna da rahatlıkla sesleniyor. Metinde cep telefonu, internet gibi bugünün teknolojik ayrıntıları yok sadece. Genel geçer insanlık hâli ise her devre hitap ediyor. Okumayanlar bir baksın derim. Kalpten tavsiye. 

                                                                                    *

Dün bütün gün evdeydim. İki kez yakınlardaki markete yürümek ve bir arkadaşımı çocuklarıyla beraber ağırlamak dışında temizlik ve yerleşmekle meşgul oldum. Kitaplıklar kuruldu. Meşe ceviz rengi kapaklı Billyler salona çok yakıştı. Bayağı sıcak bir hava kattı. Salondaki kolileri açmaya ve kitapları raflara dizmeye başladım. Birkaç güne kalmaz her şey kolilerden çıkar ve geçici de olsa bir yerlere yerleşir diye tahmin ediyorum, daha doğrusu umuyorum. İnce işleri zamana bırakır, yazı yaşamaya başlarım böylece. 

28 Haziran 2025 Cumartesi

Sarmaşık ve diğer şeyler

Haziran da toplandı gidiyor. Kapıda dağ gibi temmuz, sarı sıcak. 

Temmuz deyince ilk aklıma gelen Temmuzda filmi oluyor. 

Evlerde DVDlerin olduğu dönemde almıştım Temmuzda filmini. Fatih Akın'ın da küçük bir rolle göründüğü film, en sevdiğim Fatih Akın filmi olabilir. Juli'yle Daniel'in karşılaşması, Daniel'in bir yanlış yorumlama sonucunda Türk kızı Melek'in peşine düşerek İstanbul'a doğru yolculuğa çıkması, yolda ona Juli'nin eşlik etmesi ve birlikte dağları, nehirleri aşmaları ve İstanbul'a varmaları... Eğlenceli, duygusal bir film olarak mıhlanmış aklıma. Bazen bende bu tür etki uyandıran filmleri, yeniden kızımla izleme isteği duyuyorum. 

Titanik'i izledik örneğin. Ben çok ağlamıştım vizyonda izlediğimde. Epey kızmıştım Kate'e. Koskoca kapı, alsana adamı da yanına. Jack'in suyun içinde donarak ölmesi çok dokunmuştu bana. Muradına erememiş aşklar seyirci üzerinde daha çok etki uyandırıyor pek tabi. Birlikte kurtulsalardı o kadar içlenmeseydim, belki çoktan unuturdum filmi. Kızımla izledik. Ağlamama şaşırdı. Şaşılacak bir şey yok. Kendi özel hayatımda kolay ağlayan biri değilim. En son babam öldüğünde ağladım muhtemelen. Oysa çok kızdığım, üzüldüğüm, hayal kırıklığına uğradığım zamanlarda biraz olsun ağlayabilmeyi isterdim. Ağlamak, neticede ruhu hafifleten bir şey. Ama bu türden bir boşalma yaşayabilmek için tehdit altında olmadığımıza inanmamız, güven duyabileceğimiz bir alanda olabilmemiz şart. Şiddetsiz iletişim yıllık programına katılan genç bir kadın arkadaş, beni Seyit Onbaşı'ya benzettiğini söylemişti aylar sonra. Ah, dedim çok haklısın ve güldüm. 276 kgluk mermiyi sırtlandığında Seyit Onbaşı da ağlamıyordu muhtemelen. 276 kgluk mermi mecazi elbette ama yıllardır kendimi bir yük altında hissettiğim de doğru. Yükü paylaşmaya, hayali olanlarıyla vedalaşmaya, yardım kabul etmeye, gevşemeye, neşelenmeye çok  gönlüm var. Bu yeni ev, dilerim böyle hissettiğim, böyle yaşadığım bir ev olur. 

                                                                              *

Sitenin bir kedisi var. İsmi Sarmaşık. Ama Sırnaşık olsa yeridir. Sani gibi bir sarman, dişi. Geveze mi geveze. Ününü duydum. Apartman sakinleriyle içeri giriyor, bir punduna getirip daire içlerine giriyor, bulunana kadar postu seriyormuş. Eh biz bahçe katıyız. Erişim zahmetsiz. Masa, sandalye, sehpa, saksı üstleri açık büfe misali serili önünde. Geliyor, yayılıyor. İtirazım yok. Kediseveriz en nihaayetinde ama benim oğlumdan ne istiyorsun? Ne hikmetse Sani, Sarmaşık'tan çok korktu. Onu görünce ya evin içine kaçıyor, ya tepelere saklanıyor. Öbürü de nispet yapar gibi kitap okumak için oturduğum anda kucağımda, koynumda. Tamam, eski olan sensin, dağdan gelip bağdakini kovmuyoruz ama sen de bir zahmet kıs sesini! Edebinle gel içeri. 





                                                                            *

Bu sabah mutfak doğalgazımız halloldu. Eski boru esnek boruyla değişti, ölçüm yapıldı, gaz açıldı. Öğleden sonra kitaplıklar kurulacak. Bozulanın yerine sipariş verdiğim elektrikli süpürge de geldi. Bugün de çalışıyorum ama yarın zamanı verimli kullanır, sil süpür yerleş kısmını halledebilirsem şahane olacak. Kendime kolaylık ve zihin açıklığı diliyorum. Zihin berrak olmayınca pratiklik ve verimlilik de kayboluyor çünkü. 



27 Haziran 2025 Cuma

Yaz hâlleri

Bir yeniaydan diğerine iki günde bir yazma maratonu bitti. Yıllardır süregelen ayda 8 yazı yazma geleneğimi, bir önceki yazı maratonunda yani Bir Günlükleri'nde bozmuştum. Bir sonraki ay ise hiçbir rahatsızlık, suçluluk, utanç duymadan dört yazıyla kapayıvermiştim ayı. 

Bloğu açarken niyetim düzenli yazmayı sağlamak için sürdürülebilir bir hedef koymaktı. Haftada iki, ayda sekiz. İlk adımı atarken nereye varacağımı tam olarak bilmiyordum elbette. Hayal ve heves vardı. Bir de ilerleyeceğim istikamet. Blogta on ikinci yılım. Sayısız yazı, başka mecralarda yayımlananlar, iki çocuk, üç yetişkin öykü kitabı. Vardığım yerden memnunum. İçimde hâlâ aynı hayal ve heves. Lakin yalnızca bloğa yazıyorum. Çünkü yorgunum. Haklı ve hafifletici sebeplerim var. Taşınmak, düzenin alt üst olması gibi mesela.

Bir yandan yerleşirken diğer yandan yeni bir rutin oluşturmaya çalışıyorum. Şimdiden keyif aldıklarım var. Her gün bahçeye çıkıp ayaklarımı uzatıp kitap okuyorum mesela. İza'nın Şarkısı elimde. Magda Szabo'nun Kapı romanını çok beğenmiştim ama bir türlü sıra İza'nın Şarkısı'na gelememişti. Zamanı şimdiymiş. Kahramanı kocasını kaybeden yaşlı bir kadın. Hastanedeki ölüm ânının hemen öncesinde başlıyor roman. Kadının kaybı, değişen koşullar, Budapeşte'de doktor olan kızının gelip dümeni ele almasıyla ilerliyor. Roman dört bölümden oluşuyor. Babanın toprağa verilmesinin hemen ardında biten ilk bölümün adı Toprak. Şimdilik bu kadarını okudum. Gerisini de merak ediyorum. Yakın gözlüğü olmadan kitap okumanın mümkün olmadığı o zamanlardayım. Gözlüğü takınca etraf flulaşıyor. Ben hikâye evrenine girdiğim için değil, uzağı da göremediğim için. Numaralar düşük olduğu için iki ayrı gözlüğü ihtiyaç duyduğum zamanlarda kullanıyordum. Galiba numaralarda bir ilerleme var. Göz muayenesi de yapılacaklar listesine eklenmeli. 

Yapılacaklar demişken dün mutfağı kolayladım. Tezgah üstü dolapların çakılmamış pinleri gelince iç raflar yerli yerine yerleşti. İçlerini silip öteberiyi dizmeye başladım. Taşınmadan önce mutfakta doğalgaz kaçağı tespit edilmiş, abonelik açılmamıştı. Ha bugün ha yarın derken o iş hallolmadan taşınmak durumunda kaldık. İşin tuhafı kaçağın yerini de tespit edemediler. Yeniden proje çizildi. Bugünlerde borular komple değişecek. O yüzden kahvaltı, salata, çay, kahve dışında yemek pişirmeye de başlayamadık. Neyse ki sıcak su var. Banyo yapmak sorun olmuyor. Ben de tüm bu yarım işlerin arasında aval aval hangisini yapayım diye bakıyorum. Sonra çıkıp kitap okuyorum ya da kuş seslerini dinliyorum. İza'nın Şarkısı'nda annenin insana özgü acıların en acısı yaşanırken doğayı gözlemlediği bir sahne var. Biz en büyük acıyı yaşasak bile kuşlar ötmeye, bitkiler büyümeye devam ediyor. Bencillikten, vurdumduymazlıktan değil, kendilerine özgü doğalarını sürdürdükleri için. Hepsi bu. Bu yalınlıkta insana huzur veren bir şey var. O yüzden ben de eve sırtımı dönüp kuşları dinliyorum, binaların arasından görünen günbatımını, gökyüzüne kızıla boyayan o güzelliği seyre dalıyorum. Keyif alarak, sakince.

Bugün marangoz gelirse kitaplık kurulacak, duvar modülleri çakılacak. İşte o zaman kalan kolileri açıp tık tık yerine yerleştirmek mümkün olacak. 

Baştan beri en yerleşmeye hazır oda, kızımınki. Onun mobilyaları odaya tam olarak sığdığı ve monte biçimde taşındığı için ilk günden itibaren kolileri açmaya yavaş yavaş yerleştirmeye başladık. Eli değdikçe bir şeyler yapıyor. Dün kitap kolilerini boşalttım. Yerleştirdim. (Eve gelince kesin kızacak bana ancak adım atmaya yer açmak ve evi temizliğe hazır hale getirmek için koli açmaya hız vermem gerekiyordu.) Boşalan kolileri attım. Çamaşır yıkadım. Yatak odamın dolapları kuruldu. İçlerini sildim. Keyif yapmayı da ihmal etmedim. 

Eski sitemizde havuza günün pek çok saatinde binanın gölgesi düşüyor ve su benim için hayli soğuk kalıyordu. Dolayısıyla havuzu çok çok nadiren kullanabiliyordum. Yeni sitede havuz iki bloğun ortasında. Gün boyu güneş aldığı için su sıcaklığı konusunda iyimserdim. Yanılmadığımı görmek beni mutlu etti. Denize gitmeye üşendiğim hafta sonları havuzu kullanabilme ihtimali güzel çünkü. Havuzlu siteleri malûm daha çok küçük çocuklu aileler tercih ediyor. Haliyle gürültü patırtı da olabiliyor. Dün akşamüstü gittiğimde beş kişilik bir aile vardı. Dördü erkek, biri kadın. Evin en küçükleri çocuk havuzunda sakince oynuyordu. Bir numaralı çocuk ise anne babasının gözetiminde yüzme antrenmanı yapıyordu. Baba elindeki su tabancasını çocuğun başına yöneltmiş, tempo düştüğünde hiç sekmeden çocuğun kafasına kafasına sıkıyor, anne elindeki kronometreyle süre takibi yapıyordu. Yüzme yarışına hazırlanıyordu belki de. Yine de bu sıkı markaj beni biraz rahatsız etti. Baskı sürdükçe vızırdanmalar arttı. Çocuk havuzundakiler de su tabancasından nasiplerini aldılar. En minik belli ki, abisi kadar sabırlı değildi. Sesi desibel desibel yükseldi. Anne duruma müdahale etti. Tanıdık bir örüntü. İçinde kendimden de bir parça bulduğum. Anne ve babaların çoğunlukla karakterleri, çocukla kurdukları ilişki birbirinden farklı. Anne çocuk, baba çocuk gitse belki o suyun kenarına çok daha sakin, huzurlu geçecek dakikalar, itiş kakış, gürültü patırtıyla sürüyor sanki. Hem çok çocuk sevip hem de kendi seçimlerini yapmalarına izin vermemek, sürekli müdahale etmek de bizim büyük çaresizliğimiz galiba, toplum olarak. O yüzden bazen parçalanmış aileler, dışarıdakilerin yüreklerini dağlasa da o ailenin bileşenleri kendi tekil ya da çocukla çift ilişkilerinde çok çok daha huzurlu. 

Misal benimle denize, havuza gitmek sessiz bir eylem. Uzanırım şezlonga, açarım kitabımı, bakarım keyfime. Sıcaktan bunalınca hop suya demek isterdim ama o hop kısmı çabucak olmuyor çünkü boğazın suyu gerçekten soğuk. Beni bağırtmak için tek yol var: o da suya kendim girmeden ıslatmak. Onu  yapmazsanız dünyanın en sakin su arkadaşı olabilirim yanınıza. Geç girerim suya, erken çıkarım ama rahatsız etmem, sinir bozmam. Şu yaygaracı dünyada ister sahilde ister apartmanda sessiz ve saygılı komşu olmak iyi bir şey çünkü. İşte bunun için kendimle övünebilirim. 


24 Haziran 2025 Salı

İkide bir: 15

Çok yorucu bir 24 saatin ardından bu sabah yeni evimizde uyandık. 

Dün ancak eşyaları soktuk içeri. Kitaplık ve benim giysi dolabım eve kurulmadığı için evin içinde bana yüzlerce görünen kutu var. Kitap kolileri salona yığdık çünkü çalışma alanı oraya kurulacak. Yatak yorgan hurçlarla beraber baza altına girdi. Gözden ırak yerli yerinde. Mutfak kolileri mutfağa yığıldı. Duş aldık. Dışarı çıktık. Yemek yedik. İki salata, iki sodaya 15 Euro karşılığı ücret ödeyip Yunanistan'da bu paraya neler yerdik muhasebesi yaptık. Eve döndük. Kendimize temiz bir çarşaf pike bulduk ve yattık. Aşırı yorgunluk da uykumu kaçırıyor. Mekân da yeni, her şey üst üste olunca sıkıntılı bir gece geçirdik. Kedi, çocuk  gece boyu gezindi durdu. Yanıma geldiler, gittiler. Bir yerden sonra seslerini duymadım. Derin uyumuşum demek ki. 

Yarım gün evde kalacağım için önce kahvaltı hazırladık kendimize. Kahve demledik. Tabakları henüz kolilerden çıkarmadığımız için tüm kahvaltılıkları dilimleyip yuvarlak borcama dizdik. Bahçede kuş cıvıltıları arasında kahvaltımızı yaptık. Ardından usta geldi. Ebeveyn banyosunun rezervuarındaki su kaçağını tamir etti. Mutfakta hatalı monte edilmiş rafın fotoğraflarını çekti. Ev yine bize kalınca mutfak kolilerini açmaya başladık. Ablam da gelince epeyce koliyi boşalttık. Yerleştirdik. Bu evin asıl yaşam alanı mutfak olacak. Salonu daraltmamak için önceden planladığımız gibi büfe, yemek masası ve televizyonu mutfağa yerleştirdik. Eskiden çalışma masası olarak kullandığımız bir masa da mutfak adası olarak hizmet etmek üzere konumlandı. Araya çiçekler serpiştirdik. Kızımın odasına tüm eşyalar tek parça halinde girdiği için o da açıp açıp yerleştirmeye başladı. Asıl iş benim yatak odamda ve salonda. Marangoz gelip kurulum yapınca oralar da hizaya girecek. 

Şansıma bu ara iş yeri çok yoğun değil. Kurban bayramı, mezuniyetler, sınavlar, yaz tatili derken bir yavaşlama dönemi içine girdik. Bu da benim diğer işlerle ilgilenmemi kolaylaştırıyor. 

Bugünün yazısı da böyle olsun. Kısa bir merhaba, bir durum tespiti. Daha yapacak çok iş var. Salonda kitaplıkları kurmak için yeterli çalışma alanı yaratmak gibi mesela. Yolcu yolunda gerek. 

22 Haziran 2025 Pazar

İkide bir: 14

Dün yılın en uzun günüydü. Ve de mezuniyet balosu akşamıydı. 

Birkaç gün önceki aşırı sıcak yerini esintili bir geceye bırakmıştı. Boğazdan esen rüzgarla kollar üşüdü. Nice zaman sonra arabada bahar ve yaz geceleri için bıraktığım ceket geldi aklıma. Gittim, aldım ama boğazıma yangı, sinüslerime ağırlık çökmüştü çoktan. Pasta faslı da bitince lobiye çıkıp sıcak bir şeyler içelim dedik. Lattemi keyifle yudumlarken ve boğazımın ısınma hissiyle rahatlarken Parla çalmaya başladı.  "Aa bitiyor o zaman balo," dedim. Kızımın arkadaşının annesi "Aa havuzun kenarına dizildiler," dedi. Atlama anına değilse de kurulama anına yetiştik. Birkaç ıslak poz çektikten sonra eve doğru yola koyulduk. 

Böylece 8C oldu mezun tayfa. Yol boyu kukırdamalar, yazışmalar, fotoğraf paylaşmalar...

Son kale de düştü. Taşınmak için önümüzde hiçbir engel yok. Bu evimizde son pazarımız, son günümüz. Yeniden dönmek ister miyiz, büyük eve ihtiyaç duyar mıyız, minimal yaşama uyum sağlar mıyız bilinmez. Hayatın hakkımızda yazdığı büyük planda ne var? Neler bizi bekliyor? Bilmiyorum.

Yaşamın güzelliği belki de bu belirsizlikten geliyor. En büyük sancısı, dünya ağrısı da yine bu belirsizlikte saklı. Yaşadıklarımız kader mi tesadüf mü? Kader olması bir yanıyla daha romantik, daha yatıştırıcı, teskin edici galiba. Kader fikrinden, bir yaradan düşüncesinden uzaklaşınca her şey basit tesadüflere indirgeniyor. Hayatın geçiciliği karşısında seçim gücünün çok sınırlı kalması kocaman bir boşluk yaratıyor. Telafisi zor bir boşluk doğuruyor. İnsanın anlam arayışı, doyumlu bir hayat sürmesi için bir şeylere inanmaya ihtiyacı var. İnanç, bizi kurtarıyor. Daha güzel günlere olan inancımız, umudumuz ne kadar büyükse o kadar sıkı sıkı yapışıyoruz yaşamaya. Yaşamak bir tutku. Sınırlı ömrümüzde hayatımızı güzelleştirmek bir çaba. Ömür dediğimiz beyaz sayfalara siyah mürekkep damlaları da düşüyor elbette. Kaçınılmaz. Ama bu mürekkep damlasıyla ne yaptığımız önemli. Kurumasını mı bekliyoruz, öfkeyle, telaşla tüm sayfaya mı yayıyoruz. Küçük çatışmalar karşısında pire için yorgan yakmamayı da bilmek gerek. Bunu temrin etmek. Kendime ara ara hatırlattığım bilgece bir nasihat. Sizin kulağınıza küpe diye taktıklarınız ne? 

İyi pazarlar

20 Haziran 2025 Cuma

İkide bir: 13

Kalbimin tam ortasında bir sıkışıklık. Ne yapacağını bilememe hâli, çaresizlik... 

Kızgınlığımla, öfkemle bağ kuruyorum nicedir. Kırmızının açık tonlarından en koyularına savrulmadan mavilere gidiyorum. Maviyi tanıdığım için ensemi, başımın etrafını saran kelepçenin ismini daha rahat koyuyorum. Çaresizlik, hayal kırıklığı, umutsuzluk, incinme... Kapalı konuşuyorum, farkındayım, tetikleyici olayın da bir önemi yok zaten. Emeğinin karşılığını alamamak, doya doya kutlama yapamamak, sevincinin, gururunun kursağında kalması tam olarak yaşadığım. Telafisi yok. Olan oldu, bir daha o âna geri dönüş yok. İçimde hep bir sızı olarak kalacak sanırım. 

Kafamın tam orta yerinde bir soru işareti. Tam bir belirsizlik ... 

Nedenini bilmiyorum. Tahminde bulunmak, teşhis koymak istemiyorum. Bir yanım herkes eylemlerinin olağan sonucuna katlanmalı diyor. Bir yanım ilişkiler ödül ve cezanın ötesinde bir yerde, saçmalama diyor. 

                                                                              *

Maddeler halinde bir yazı olacak bu. Bir daldan bir dala uçarken, konduğum her bir yeni dalı klavyede bulduğum * sembolüyle ayıracağım. Ne şahane buluş, değil mi? Öyledir, insan aklı hünerli buluşlarıyla ünlüdür ve de yıkıcı olanlarla. Birkaç deli liderin peşinde sürükleniyoruz asırlardır. Geçmişin mağdurları şimdinin zalimlerine dönüyor koca dünya elimiz kolumuz bağlı izliyoruz. Kötülüğün bunca çoğalması iyilerin sessizliğine yoruluyor. Sessiz miyiz sahiden? Yoksa güçsüz mü? 

                                                                             *

Dün akşam bir arkadaşım mesaj attı. Sana koli buldum bırakayım diye. AVM'ye gitmiş, bagaj hacminde yassı koliyi istiflemiş. Özen böyle bir şey. 

                                                                              *

Aranan yatak bulundu. Annem bugün servise çıkıyor. 

                                                                               *

Ebeveynlere bir soru: Çocuğunuz sizin değerlerinize göre toplum içinde diğerlerine ve size karşı antisosyal tutum sergilediğinde, elalem ne der diye değil sahiden incindiğinizde ne yapıyorsunuz? Nasıl tepki veriyorsunuz? Bu durumu nasıl yönetiyorsunuz?  Çocuk bu yapar diyemediğiniz durumlar hangileri? Sizin kırmızı çizginiz ne?


18 Haziran 2025 Çarşamba

İkide bir: 12

Taşınma, LGS ve hastalık dışında yazmak istiyorum ama kutsal üçlüm bunlar, bu aralar... Zorlanmalar var. Çözümleri zaman alacak biraz. O zamanın geçmesini beklerken başkaca neler oluyor, oralardan haber vereyim. Kişisel tarihimin küçük güzel şeyleri listesi bir nevi. 

Önce güzel bir haber paylaşayım. KE Çocuk'un yeni sayısında bir kısa öyküm var: "Yargıcı Gözlükler"

Bir tetikleyici olay karşısında hortumun içine çekilir gibi nahoş duygular içine çekilmemizi, bu duyguların etkisi altındaki çatışmacı davranışlarımızı, hataları kabul etmeyi, telafi etme çabasını konu edinen öyküyü buradan okuyabilirsiniz. 

Fatih Erdoğan sosyal medyada bir duyuru yapmış. Mavibulut'un kitaplarını okuyacak 100 okur arıyor. İlk kitabı yollayacak. Okudum deyince bir soru soracak, bilene bir kitap daha yollayacak. İlk üç kitaplık aşamayı geçenlere yeni yayımlanan kitapları yollamaya devam edecek. Amacının "bu yolculukla birlikte, sadece kitap alan değil, kitapları gerçekten okuyan, zaman zaman görüşlerine başvurabileceği 100 kişilik özel bir okur kulübü oluşturmak" olduğunu söylüyor. Teklif cazip gelince yazdım ve projeye dahil oldum. Nitelikli çocuk kitaplarını düzenli okumak, üzerine düşünmek benim kendi okuma yazma yolculuğuma da yardımcı olacak çünkü. 

Emily In Paris'i tekrar izlemeye başladım. Orijinal ve İngilizce alt yazılı olarak. Dili diri tutmanın yollarından biri bu, benim için. Ara ara başvuruyorum bu yönteme. Her şeyi anlamasam da, kulağıma bolca İngilizce çalınmasının işe yarayacağını biliyorum. Gözümün alt yazıya kaymamasına çalışıyorum. 

Dün elbirliğiyle yedi kişi kitaplığı indirdik ve neredeyse tamamını paketledik. Salondaki büfenin ve vitrinin içi de boşaldı. Yardımlaşmak gibisi yok. 

Bu akşam ve cuma da yardım alırsam pazar günü evi taşıyabileceğimden neredeyse eminim. Hele bir atalım içeri kendimizi. Gerisi yavaş yavaş hallolur.