kurmaca biyografiler
Filmler, şarkılar, kitaplar, şehirler ve yazarlar... Bende kalan izler...
19 Kasım 2024 Salı
İÇSEL VE DIŞSAL BAKIM
12 Kasım 2024 Salı
Yenilenme zamanı
Yeter artık noktasına (çoktan) geldiğim halde bakışlarım, duruşum sessiz, bir o kadar da kararlı. Öfke, kızgınlık hep içime içime... Bir perde gibi çekiyorum arkasından hayal kırıklığı, üzüntü, bıkkınlık beliriyor. Hayat, bu aralar beni özen ve güven üzerinden sınıyor. Bir daha bir daha. Ben ne ara dağ gibi güçlü oldum bilmiyorum. Bir 20 yılı var belki. Sabah bu düşünceler yoklayınca içimi Lao Tzu'dan rastgele bir sayfa açtım.
31 Ekim 2024 Perşembe
Öfke dile geldiğinde
Geçenlerde yaptığımız Şiddetsiz İletişim pratik akşamı çok keyifliydi. Hepimize ilaç gibi geldi. Sıcacık bağlantılar, kahkahalar, evet ya'lar birikti imece usulü donattığımız sofrada ve bağlantı çemberinde.
İkincisinin niyetini koyuyorum. Bu da afişi. Nasıl güzel olmuş mu?
Orada ama değil
30 Ekim 2024 Çarşamba
Belgesel önerisi: Dr. Phil Schutz
Bu yıl yazar arkadaşım Onur Bütün'ün Eleştirel Erkeklik Atölyesi'ne katılıyorum. Eylül ayında başlayan atölyede ayda bir çevrim içi toplanıyor, o aya ait izleme ve okuma listesine dair düşüncelerimizi konuşuyoruz.
Dün gece bir de baktım. Ayın 29'u olmuş. Buluşmamıza 20 gün kalmış. Hadi bakalım, dedim. Sallanma ve bir yerden başla.
Netflix'te yayımlanan Dr. Phil Schutz belgeseliyle başladım. Yarısını izledim. Şimdiden dört sayfa not aldım. İlgiyle, beğeniyle izlediğimin bir işareti. "Belgesel ne hakkında? Neden beğendin?" diye soracak olursanız...
Dr. Schutz'un bir hastası kendi terapi sürecinden aldığı faydayı deneyimleyince bunu bir armağan olarak izleyicilere taşıyabileceğini düşünmüş. Ve harekete geçmiş. Belgesel bireysel bir terapi seansını izler gibi çekilmiş. Sanki biz de o odaya konmuş bir sineğiz ve terapist ve hasta arasındaki o mahrem ilişkiyi izliyoruz. Yöntem bu.
Dr. Schutz'u hastasının gözünde eşsiz kılan onun hastalarına ilk seanstan itibaren işlevsel araçlar sunması. Şöyle düşünün. Arkadaşlarınıza gidiyorsunuz onlara dertlerinizi anlatıyorsunuz ve size tavsiyeler veriyor. Aslında ihtiyacınız olan şey dinlemeleri. Terapiste gidiyorsunuz ona dertlerinizi anlatıyorsunuz, sizi dinliyor. Aslında ihtiyacınız olan size tavsiyede bulunması.
Dr. Schutz henüz asistanlığının başlarında klasik terapilerdeki sürecin yavaş işlediğini görerek hekimin tutunduğu tarafsız kalma rolünü sorgulamaya başlamış. Ve terapiye hız katmak için bir alet kutusu hazırlamaya başlamış. Hastanın bir anda iyileşmesi olanaklı değil elbette ama ona iyi gelecek bazı yöntemler öğretilirse mevcut hâlinden daha iyiye gideceğini ve bunu da fark edeceği için süreci daha iyi, daha güvenli atlatacağına inanmış. Nedir bu aletler?
Bir piramidi var örneğin. Beden, sosyal ilişkiler ve kendinden oluşan. Onlarla ilgilenmeye başlatıyor hastasını. Bu hastaya bir uğraş, kendi iyiliğine katkı sunma, depresyonundan daha hızlı sıyrılma olanağı sunuyor. Gölge yanıyla, kendini engelleyen yanıyla bağ kurmak için araçlar hazırlıyor. En tatlısı da sanırım, hastasını dinlerken hazırladığı görsel kartlar. Hastanın o kendine ait biricik hikâyesinden bir terapist olarak duyduklarını, o en büyük problemi, onu engelleyen yanlarını basit figürler ve kelimelerle hastaya seans sonunda veriyor. Bir nevi onu o seansa taşıyan yılların birikimini görselleştiriyor. Bunu da büyük fikirleri imgeye çevirmek diye tanımlıyor. Beyin görsellerle çalışıyor. Öyle diyor uzmanlar. Bir uzmanın sana hayatına dair böyle bir araç sunması, seni basit ama önemli günlük görevler hakkında yüreklendirmesi sizce de çok tatlı değil mi? Bir nevi hayatın el kitabının sunulması gibi.
Hepimizin hayatında böyle zamanlar var. Hayatın bir el kitabı olsa da okusam, nelere dikkat etmem gerektiğini bilsem dediğimiz zamanlar... Kişisel gelişim kitaplarının çok satması, kitapçılarda onlara koca koca duvarlar ayrılması boşuna değil. Otuzlu, kırklı yaşlara kadar hayat gailesi içinde koşturduğumuz hayat bir yerde bizi yavaşlatıyor ve şimdiye değin yaşadığımız tüm problemlerin aslında zihnimizden kaynaklandığını fark ediyoruz. Bu hızlı giden araçta frene asılmak gibi bir şey. Duvara toslayabilirsin. Yoldan çıkabilirsin. Takla atabilirsin. Hava yastıkların açılabilir. Belki zarar görmeden yavaşlarsın ama muhakkak bir şey olur. Oluyor da. Hiçbirimiz bu fark etme ve hesaplaşma anından muaf değiliz. Yani umarım değiliz. Şimdi bunu yazarken sizin de aksi örnekler gelmiştir aklınıza. Benim hemen geldi. Bir hastam var örneğin. Onca yolu gelmişiz beraber. Şikâyetini geçirecek son dokunuşu yapmam için gelmiyor. Telefonlara çıkmıyor. Ona ve kendisini bir aczin içinde hisseden herkese şunu sormak isterdim. Yeni bir ayakkabı aldın ve vuruyor. Ayağının iyileşmesini o ayakkabıyı giymeyi sürdürürken mi bekleyeceksin? İşte size bir davet. Bu aralar nerelerde ayakkabı ayağınıza vuruyor? Ve siz ne yapıyorsunuz? Bir çözüm arıyor musunuz? Bu esnada ayakkabıyı ne yaptınız?
Dr. Phil Schutz belgeseli bana bunları düşündürttü işte. Henüz izlemeyi bitirmeden sizinle de paylaşmak istedim. Hemen şimdi, sabah sabah, üzerimde pijama işe gitmeden.
29 Ekim 2024 Salı
Çirkin sebzeler, kör kuyular...
Tezgâhlarda hâlâ tarla domatesine, kavuna rastlasam da artık resmi olarak güzün içindeyiz. İnstagram'da rastladım sanırım. "Çirkin sebzeler mevsimi geliyor," diyordu biri. Çok da katılmıyorum aslında ama yaz mevsimindeki bereket yok galiba kış aylarında. Karnıbahar, brokoli, ıspanak, kereviz, pırasa, lahana... Dön baba dön.
Kızım ıspanak ve pırasayı hiç sevmiyor. Kerevizin kokusuna dahi katlanamıyor. Lahanayla da arası pek hoş değil. Coleslaw salatası bile yemiyor. Belki bazen turşu çıtır çıtır, yemeğin yanında.
Dün akşam çirkin sebzelerden girip bireysel seçimlere dayanan uzun sayılabilecek bir yazı yazdım. Meğer internet bağlantım kesilmiş ve blogger ancak yukarıdaki iki kısa paragrafı kaydedebilmiş. Evdeki laptop sıkıntılı. Diğer tüm cihazlar kesintisiz, sıkıntısız internete bağlıyken o damdan düşer gibi düşüyor, pek çok defa bloğa yazdığım yazılar kaydedilmeden kör kuyulara düştü.
Bazı kelimelerin ağızdan hiç çıkmadan kör kuyulara atılması gerekiyor zaten. Bilirsiniz, bazen birileriyle yan yana işbirliği içinde çalışmanız gerekir ama o uyum, şeffaflık, netlik, güçlendiren iş birliği ihtiyaçları bir türlü karşılanmaz. Bir gönüllü oluşumun içinde tam da beni bu hâllere sokan partner var. Zaman zaman ayrılmayı bile düşündüm. Çünkü şeffaf olmamama hâli bana hiç iyi gelmiyor. Yaptığım iş, verdiğim emek, alınan sonuca baktığımda kendimi hiç de hevesli bir yerde bulmuyorum. Bugünlerde belki de buna dair bir karar almam gerekebilir. Ya hiçbir şey olmamış gibi, bu üslup problemini görmezden gelerek devam edeceğim ya da ayrılacağım. Belki hızlı belki yavaş, belki görev süresi sonunda, belki öncesinde, bilmiyorum. Bildiğim şu: hevesim kaçmış durumda. Beni daha çok heyecanlandıran başka hayaller dönüp duruyor kafamda. Daha çok okumak yazmak örneğin. Kendi kaynaklarımı doldurmak, umutla, güzelliklerle... Bazı buluşmalardan hangi duygularla ayrıldığına daha çok dikkat etmeli insan? O mekânı dolduran kimselerin duygu evreninde bıraktığı hisleri... Bu seçim yapmak için iyi bir yerdir belki de. Ne dersiniz?
29 Ekim
Bağımsızlığımızın, özgürlüğümüzün, aydınlık yarınlarımızın sembolü Cumhuriyet 101 yaşında. Her bireyin eşit haklara ve yaşam değerine sahip olmasının önünü açan, kız çocuklarının eğitimde fırsat eşitliğini yakalayarak kendi seçimlerini yapabilen, kendi kaderlerini tayin edebilen özgür, kararlı kadınlara dönmesinin kapılarını aralayan Cumhuriyet 101 yaşında. Kapılar ardına kadar açık değil. Hâlâ her yaştan, her sosyoekonomik düzeyden kadın fiziksel, psikolojik, cinsel ve ekonomik şiddete uğruyor. Kadına yönelik şiddet sıradanlaşıyor ama bugün bayram. Mutlu, kararlı ve inançlı olmak gerek. Eğitimde, bilimde, sanatta, siyasette, yönetim kademelerinde vardık, varız, var olacağız. Küçük beyler geriye.