6 Mart 2018 Salı

Kırsala yerleşenler anlatıyor: Burcu Çelebi Öziş



Şehirden ayrılıp kırsala yerleşme süreci nasıl gelişti?
Küçük bir kasabada büyüdüm. 18 yaşımda üniversitede okumak için İstanbul’a taşınmak, sonrasında iş hayatıma yine büyük şehirde devam etmek sorgulamadan gelişen süreçler oldu. O dönemde büyük şehirde yaşamakla ilgili pek bir sıkıntım da yoktu açıkçası. Biri bir yıl (Ukrayna) diğeri 3 yıl (Çin) süren yurt dışında yaşama deneyimlerimin ardından dönüp yerleştiğim yer yine İstanbul oldu. 2009 yılında Buğday Derneği’nin kırsaldaki eğitim merkezi Çamtepe’nin açılışında gönüllü çalışmak için Kazdağları’na gelmemle beraber şehirdeki hayatımı sorgulamaya başladım. Geriye dönüp baktığımda aslında pek çok farklı gelişmenin neticesinde kırsala yerleşme kararı aldığımı görüyorum. 2005’te hayatıma giren yoga ve meditasyon, 2008’de ekolojik yaşamla ilgili ilk tecrübeler, bu süreçte tanıştığım, ilham aldığım kişiler... Hepsi yavaş yavaş beni değiştirmeye, dönüştürmeye başlamış, tabiri caizse içimde filizlenen tohumlar olmuş. Fakat beni radikal bir değişim aşamasına getiren 2012’de doğum yapmamın ardından şehirde yaşadığım izolasyon oldu sanırım. Doğumdan önce şehirde uzun süre kalmıyor, ihtiyaç hissettiğim anda şehirden çıkıp kırsalda vakit geçirebiliyordum. Doğumdan sonra hareket serbestliğim azaldı, şehir içinde dâhil olduğum ve sık görüştüğüm çevrelerden kopmamla beraber bebeğimle vakit geçirebileceğim ortamlar kapalı yerler ya da binbir zahmetle gidilebilen az sayıdaki parklar olmaya başladı. Bu dönemde arkadaşlarımın yaşadığı Küçükkuyu ve çevresine gidip gelmeye başladık. Bu seyahatler sırasında alternatif bir yaşam kurgulayan ve deneyimleyen ve bunu pekâla çocuklarıyla birlikte yapan insanlar tanımak, Adatepe Köyü’nde şans eseri uygun fiyata kiralık ev bularak yazları orada geçirmeye başlamak, kırsalda yaşayan, birlikte çalışan, üreten, çocuklar için alternatif eğitim kurgulamaya çalışan bir topluluğun parçası olma hayali ve nihayet çocuğumu bu ortamda büyütme isteği beni Adatepe Köyü’ne getirdi.

Karar alma aşamasında sizi en çok zorlayan ne oldu?
Eşimin direnci. Doğma büyüme İstanbullu olan eşim başlangıçta şehir hayatını bırakmak istemedi. İlk sene “madem sen yoksun ben tek başıma deneyeceğim” isyanım, havaların soğuması ve sobalı yaşamı, bakımsız bir evde o zaman iki buçuk yaşındaki oğlumla becerememem neticesinde sönümlendi. Birkaç sene sadece yazları Adatepe’de geçirdik. Ara sıra sonbahar ve kış döneminde de gidip geldik. Zamanla eşim de buradaki yaşamda kendine uygun bir şeyler keşfetti, hatta ekip biçme konusunda benim sadece hevesten ibaret olan romantik hayallerim hiçbir zaman hayata geçmezken çiftçi atalarından gelen genetik yatkınlığı sayesinde herhâlde, küçük bahçemizi bostana çevirdiği bir dönem oldu. İki yıl önce yine güzel tesadüfler neticesinde yakınlarda bir köyde bir arsa aldık. Mimar olan eşim bu arsaya küçük bir kulübe inşa etmeye karar verdi ve inşaata yakın olmak için kırsala göçmeyi kabul etti. Geçen sene nihayet tası tarağı toplayıp Adatepe’ye taşındık.

Nasıl bir evde yaşıyorsunuz?

Adatepe’de bir köy evinde yaşıyoruz. Ev, kiraladığımızdan bu yana satılık olduğundan pek fazla iyileştirme yapamadık. Yine de yıllar içerisinde ilk zamanlara kıyasla daha rahat yaşayabileceğimiz bir düzen oluşturduk.

Bir gününüz nasıl geçiyor?
Serbest çalıştığım için oğlumu okula bıraktıktan sonra eve dönüp bilgisayar başına geçiyorum. Telefonlar, bilgisayarda işler, ev işleri derken oğlanın okuldan dönme saati geliyor. Sonra birlikte vakit geçiriyoruz. Şu anda iki ev arkadaşımız var. Biz kulübeye taşındıktan sonra onlar kalacaklar burada. Onlarla ve başka arkadaşlarımızla spontane programlar, Cuma günleri Küçükkuyu pazarına inip günü çay bahçesinde geçirmek de günlük rutinin bir parçası.

Kırsalda sizi en çok ne zorluyor?
Soğuk havalarda ısınmak galiba. Sabahları çok erken kalktığım için soğuk eve uyanmak hâlâ zor geliyor. Neyse ki artık soba yakmayı öğrendim, geçen sene de performansı oldukça iyi bir soba edindik, kısa sürede bütün evi ısıtıyor.
İlk başlarda beklentilerim ve gerçeklerin çatışması beni çok zorlamıştı. Yukarıda bahsettiğim üzere birlikte çalışan, üreten, çocuklar için alternatif eğitim kurgulayan bir grubun parçası olma, kısacası kolektif yaşam hayalim daha tam olarak taşınmadan suya düştü. Farklı karakterlerde pek çok insanın bir araya gelmesi şehirde ya da kırsalda olsun çok da farklı değil. Çatışmalar, tartışmalar, ardından uzlaşmalar... Kısacası her şey zamanla yerine oturdu ancak başlangıçtaki romantik hayallerim yıkıldığında epey hevesim kırılmıştı.

Geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz?
Serbest çalışıyorum. Ağırlıklı olarak Zeynep Aksoy ve David Cornwell’ın yoga ve mindfulness eğitimlerinin, kamplarının, etkinliklerinin organizasyonunu, eğitim materyallerinin çevirisini yapıyorum, kimi zaman da eğitimler sırasında çeviri yapıyorum. Geçtiğimiz yaz bir arkadaşımın kitabının çevirisini yaptım, ardından başka bir arkadaşımınkini bitirdim. Organizasyon ve çeviri diye özetleyebilirim.

Kendi gıda ormanınızı yaratabildiniz mi? Üretiminiz karnınızı doyurmaya yetiyor mu? Neleri dışarıdan satın alıyorsunuz?
Başlangıçta kırsala yerleşmekteki en büyük motivasyonum bir gıda topluluğu olmak ve temiz gıdaya gerek tanıdığımız, bildiğimiz üreticiler vasıtasıyla gerekse kendimiz ekerek, hasat ederek, kısacası birlikte çalışarak ulaşmaktı. Bu yönde son derece iyi niyetli çalışmalar oldu fakat her şeyi bırakıp buna odaklanmak gerektiğini idrak etmekle birlikte çözülmeler oldu. Başta da ben yaptığım işi sevdiğimi ve önceliğimin bu olduğunu idrak ettim. Zaman her şeyi netleştiriyor.
Şu anda kaynağını bildiğimiz yerel gıda tüketimine ağırlık vermeye çalışmakla birlikte katiyen marketten almam dediğim şeyleri de darda kalınca alıyor ve tüketiyorum. Bu yüzden strese girmektense “olduğu kadar” yaklaşımını benimsedim zaman içinde galiba. Ayrıca olmazsa olmazlarım da epey azaldı.

Üretim fazlanızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Üretim yapmadığım için fazlası da olmuyor hâliyle.

Kırsaldaki hayatınızı paylaştığınız bir sosyal medya hesabı ya da bloğunuz var mı?
Yok. Bir dönem oğlumla oynadığımız Yaşam Oyunu’nun Facebook sayfası var. Daha ziyade şehirde oynamıştık Yaşam Oyunu’nu. Gerek Riva’nın okula başlaması gerekse burada o kadar da planlı programlı yaşamamanın neticesinde Yaşam Oyunu görevini tamamladı ve tatlı bir anı oldu.

Çocuğunuz var mı? Okul konusunu nasıl çözdünüz/çözeceksiniz?
Çocuğum var. Şu an 6 yaşında. Geçen yıl burada devlet anaokuluna gitti. Bu yıl şans eseri hayal etsem detaylarını bu kadar muazzam kurgulayamayacağım bir düzenin içine düştük. Sonbaharda eşimin işleri dolayısıyla 3-4 ay İngiltere’deydik. Oradayken de haberleşiyorduk buradaki arkadaşlarımızla ve gelişmelerden haberdar oluyorduk. Çamtepe’de 4 çocukla minik bir anaokulu kurmuş olduklarından haberdardım. Oğlumun Çamtepe’de okula gitmesi fikri beni çok heyecanlandırıyordu ancak vaziyet belli değildi, dönecek miyiz kalacak mıyız derken döndük ve oğlum şimdi bana yaşam okulu olan Çamtepe’de benim de hem insan olarak hem öğretmen olarak daha ilk görüşte kanımın kaynadığı Özge öğretmen ve yıllardır birlikte oynadığı arkadaşlarıyla okula gidiyor. Bu satırları yazarken bile içim ısınıyor. Onun her sabah hevesle hazırlanıp koşa koşa okula gittiğini görmek kalbimi sevgi ve şefkatle dolduruyor. Öğretmeninin bana son derece ilham veren yazılarını https://cocuklabaris.blogspot.com.tr/p/ozgenin-guncesi.html adresinden takip edebilirsiniz.
İlkokul konusu belli değil. Eşimin işleri dolayısıyla yakın gelecekte sık sık yurt dışına çıkma ihtimali var. Böyle bir durumda buraya gelip gitmesi fiziksel olarak zor olacağı için bir süre İstanbul’a geri dönmeyi düşünüyoruz. Her an her şey olabilir. Kafayı çok takmamaya çalışmakla ve “hayırlısı olsun”a bağlamakla beraber benim de merak ettiğim bir konu. 

Yerleştiğiniz araziyle ilgili olarak;
Evimin penceresinden...
Kiraladığımız köy evi Adatepe’nin en tepesinde. Ön cephe vadi üzerinden ve tepelerin arasından denize bakıyor. Ömrümde gördüğüm en güzel manzaralardan biri. Mutfak penceresinden de Taş Mektep, çam ağaçları, köyün diğer evleri görünüyor. Hayatımda yaşadığım en güzel manzaralı ev. Zorluklarını çekilir kılan en önemli özelliği manzarası.
İyi ki yaptım...
İyi ki geçen yıl gürül gürül yanarak bütün evi ısıtan sobayı aldım.
Bir de iyi ki her ne kadar İstanbul’a dönme ihtimali de olsa buraya gelip buradaki hayatı, dostlukları, yaşam biçimini deneyimledim.
Keşke yapmasaydım ...
“Keşke” kullanmayı sevmediğim bir kelime. Hayatta “keşke”lere pek inanmıyorum. Annem hep “olan olmuştur ve iyidir” der. Yıllar sonra benzer bir anlayışa, yani olanı olduğu gibi algılayıp kabul etmeye Mindfulness uygulamalarında rastladığımda annemin kulaklarını epey çınlatmıştım. Velhasılıkelam olan olmuştur ve iyidir.
Yine de “keşke”yi cümle içinde kullanmayı bir deneyeyim; keşke doğum yapmadan önce buralara yerleşseymişim, bebeğimi burada doğurup burada büyütseymişim...

Kırsala yerleşmek isteyenlere verebileceğiniz en önemli tavsiye nedir?
Bize de benzer bir tavsiye vermişlerdi, tası tarağı toplayıp yerleşmeden önce ara sıra gidip belirli süreler kalarak dört mevsimini yaşamak... Bir de tecrübe ettiğim üzere geldiğin yerle bağlantın kalırsa kendini yeni yerdeki yaşama tamamen vermek mümkün olmuyor. İstanbul’dan koşarak kaçtım ama geride bıraktıklarımı özlüyorum. Orada çok sevdiğim dostlarım var, çok severek yaptığım işim her zaman İstanbul’da olmamı gerektirmese de ayda bir seyahat etmemi gerektiriyor. O yüzden belki bir süre kışları İstanbul’da, yazları burada olacağım. Kışları da fırsat buldukça gelirim diyorum, çünkü buraların en güzel mevsimi sonbahar ve kış.

Çok teşekkürler sorular için. Cevaplarken epey gerilere gittim, pek çok şeyi gözden geçirdim. Bir kere daha ne kadar şanslı olduğumu düşünüp şükrettim. Bu tecrübe aslında hepimizin bildiği bir klişeyi hayata geçirdi benim için “Nereye gidersen git kendini de yanında götürürsün”. Google, anonim olduğunu sandığım bu alıntı için Neil Gaiman’ın Mezarlık Kitabı’ndan diyor. Hoş bir tesadüf. En sevdiğim yazarlardan biri Gaiman. Benim meselem İstanbul ya da Küçükkuyu ile değil, kendimleydi. Tahammül edemediğim şey şehirden çok kendi içimin sıkışıklığıydı. Yolculuk sadece dışarıda değil, aslında en mühim yolculuk insanın kendi içinde. Değişen pek bir şey yok, birkaç yıl içinde tepeden tırnağa ben değişmedim, kendimle ve dış dünyayla ilişkim değişmeye başladı. Kendime şefkat gösterebilmeye dolayısıyla etrafımla da şefkatle bağlantı kurabilmeye, daha az yargılamaya, daha çok anlayabilmeye başladım. Bitirdim demiyorum, daha yeni başladım. O yüzden galiba kırsala yerleşmek isteyenlere verebileceğim en önemli tavsiye bunu bir hedef hâline getirmemek. Denemek, deneyimlemek, küsmemek, yaptıkların ya da yapamadıkların için pişman olmamak, yaşadıklarından öğrenmeye açık olmak. Kırsala yerleşmeyi gelecekte bir hedef olarak koyup her şeyi ona endeksleyerek ânı kaçırmamak... Her ne oluyorsa şimdi oluyor. Kırsalda da şehirde de...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder