Mutlu olmak ve kalmak varılacak bir hedef, sabit korunabilecek bir değer değil benim için. Öyle hayatını mutluluğu arayarak geçirmiş biri de değilim. Geçmişe dönüp bakmak, özlem duymak, sık sık melankolinin sınırlarında gezinmek yaradılışımda var. Yakıcı bir pişmanlık değil bu, çokça kendini tanıma isteği. Geldiğim yollara bugünkü bilincin ışığında bakmak, yol ayrımlarında hangi dürtülerin beni seçimlere ittiğini keşfetmeyi, buralardan edindiğim deneyimleri tel tel ayırmayı, işime yarayanları heybeye atmayı ve yola devam etmeyi kolaylaştırıyor sanırım. Bu yüzden iki başım var gibi hareket ediyorum, biri her daim geçmişe dönük, fayda sağlamaya çalışıyor, biriyse ileriyi, yolun kalanını kolluyor. Kolay değil böyle yürümek. Yıllar içinde alıştığımı sanıyorum. Tanımanın verdiği konfor alanından olsa gerek bu alışkanlığımla didişmiyorum. Değiştirmeye çalışmıyorum. Kimi zaman yoruyor, yalan değil ama dedim ya, tanımanın getirdiği konfor kolay terk edilir şey değil. Bir sürü avantajı olduğunu bile söyleyebilirim.
Geçmişle gelecek arasında kurduğum köprü çoğu zaman bir öğretmen bana, örneğin. "A-ha" anları yaşattığını, kimi küçük değişimlerin tetikleyicisi olduğunu da söylemek mümkün. Ve fakat özellikle bir şeylerin yolunda gitmediğini hissettiğim anlarda, geçmişten çullanan kimi ayrıntılar geleceğe gölge düşürmekle kalmıyor, zihnimde sürekli çoğalttığım, geviş getirdiğim düşüncelere dönüşerek kafamın büyümesine yol açıyor ve beni hayli yoruyor. Geçen yıllar bana hile yapmayı öğretti. Kafamı çevirmeyi, görmezden gelmeyi başarabiliyorum ama ben unutsam, bedenim unutmuyor. Ne zaman böyle bir deneyimin içinden çıksam boynum geriliyor, ağırlaşan başımın altında adeta eziliyor. Hop zonklayıcı bir baş ağrısı geliyor, sağ şakağımın üzerine yerleşiyor, oradan yol alıp birinci büyük azı dişime iniyor. Diş hekimi olmasam bu zihinsel atakların birinde muhtemelen tıbbi atık kutusunu boylardı. Ama ben diş hekimiyim. Kendini de dinleyen, bedenine kulak vermeyi deneyimleyen bir diş hekimi... O yüzden dişim hâlâ benimle.
Geçmişle gelecek arasında kurduğum köprü çoğu zaman bir öğretmen bana, örneğin. "A-ha" anları yaşattığını, kimi küçük değişimlerin tetikleyicisi olduğunu da söylemek mümkün. Ve fakat özellikle bir şeylerin yolunda gitmediğini hissettiğim anlarda, geçmişten çullanan kimi ayrıntılar geleceğe gölge düşürmekle kalmıyor, zihnimde sürekli çoğalttığım, geviş getirdiğim düşüncelere dönüşerek kafamın büyümesine yol açıyor ve beni hayli yoruyor. Geçen yıllar bana hile yapmayı öğretti. Kafamı çevirmeyi, görmezden gelmeyi başarabiliyorum ama ben unutsam, bedenim unutmuyor. Ne zaman böyle bir deneyimin içinden çıksam boynum geriliyor, ağırlaşan başımın altında adeta eziliyor. Hop zonklayıcı bir baş ağrısı geliyor, sağ şakağımın üzerine yerleşiyor, oradan yol alıp birinci büyük azı dişime iniyor. Diş hekimi olmasam bu zihinsel atakların birinde muhtemelen tıbbi atık kutusunu boylardı. Ama ben diş hekimiyim. Kendini de dinleyen, bedenine kulak vermeyi deneyimleyen bir diş hekimi... O yüzden dişim hâlâ benimle.
Bu atakların psikosomatik olduğunun farkındayım. Hatta gelişinin adım seslerini dahi işitebiliyorum. Tam olarak hangi anda, hangi konuşma üzerine gelip bedenime yerleştiğini bile görebiliyorum. Nazik bir ev sahibi gibi toplanıp gitmesini bekliyorum. Belki beklerken kendime bu derdin içinden nasıl yürümeyi, geçmeyi seçeceğimi de sorabilirim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder